ATATÜRK ‘e ait bu belge orijinali üzerinden alınarak yaklaşık elli yıl önceki kullanılan yöntem ile çoğaltılmış eski bir kopyadır. Türk Tarih Kurumu kayıtlarında belgenin kurumunda bulunan “Özel Arşivde” olduğu yazılıdır. Ancak günümüzde bu belgenin aslı, hangi kurumun arşivinde saklı olduğu bilinmemektedir. 2011’de Sayın Atilla ORAL tarafından “ATATÜRK’ÜN SANSÜRLENEN MEKTUBU” adlı eseri ile gün yüzüne çıkarılmış ve Türk uygarlığının sevdalılarına ithaf edilerek biz değerli okurlara armağan edilmiştir.
Ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından kendi el yazılarıyla yazılmış olan bu mektupta, tarih konusundaki düşünce ve bilgilerini yansıtarak bizlere çok önemli uyarılarda bulunmuş, tarih yazan bilim adamları için yıllar boyu geçerli olacak bir yol gösterici olmuştur. Sayın ORAL eserinde tamamı 21 sayfa olan bu mektubu üç ayrı bölümde yayınlanmışsa da biz genç kuşakların anlaşılır olması gerekçesiyle ben günümüz Türkçesiyle olanı tercih edeceğim.
-…”Olacağına emin olduğum Türk uygarlığının sevdalılarına hürmet ve muhabbetlerimi lütfen iletiniz.”
Gazi M. Kemal 16/17. 8. 1931 Yalova (Yalı ova)
Zümrüt yeşili sahillerinin şirin yeri, Marmara denizinin eşsiz güzellikleriyle dolu, Ağustos sıcaklarının yaşandığı sıcak bir mevsim gününde “YALOVA” dayız.
İşte bugün, antik çağdan beri kaplıcalarıyla ünlü, benzersiz güzellikteki bu sevimli beldemizin çok önemli bir konuğu ve çoğumuzun hafızalarında olmayan bir de tarihçesi vardır. Değerli yazarımız, usta kalemiyle benzersiz bir güzellikteki bu yurt köşesini her ne kadar hafızalarımızda canlandırmaya gayret göstermişse de ki bence bunu başarmışlar ancak tarihçesine değinmemişlerdir. Oysa sizlerle az evvel paylaştığım mektubun son sayfasının sol alt köşesinde (yalı ova) yazdığını görmekteyiz. İzninizle kısa bir süre eserden uzaklaşıp tarihçesine bir göz atalım.
“YALOVA BENİM KENTİMDİR”
*Tarihçesi şöyledir;
17. yüzyılda buralara uğradığını ifade eden Evliya Çelebi’nin yöreyi Kara YALVAÇLIOĞLU ‘nun fethettiğini bildirmesinden dolayı adının “KARA YOLAVAÇ” olduğu söylenmektedir.
Kâtip ÇELEBİ de “YALAKABAD” adından söz etmekte ve “YALIOVA” dendiğini belirtmektedir.
19. Yüzyılda, araştırmacıların yöreye geldikleri, “KARAYOLAVAÇ” yahut “JAİLAKABAD” veya “YALIOVA” olarak söylendiği ifade edilmektedir. “YALIOVA” olan bu adın zamanla (-I) harfinin düşmesiyle, “YALOVA” olarak söylendiği ifade edilmektedir. Antik çağda “XENODOCHION” olan yerleşme hakkında kesinlik kazanmış bir bilgi yoktur. Başlangıçta kesin bilgiler olmadığı için, tek başına tarihinin ortaya çıkarmak mümkün olmamıştır. Buluntulardan edilen varsayımlara göre, “YALOVA” Prehistorik çağda bir geçit yeridir. Bu bölgede M.Ö. 700 yıllarında “Bithynler”, M.Ö. 1200 yılında ise “Frigler” egemen olmuşlardır. Bizanslılardan sonra, bir süre Selçukluların yönetimine giren kasaba, Haçlı seferleri sırasında yakılıp, yıkılmıştır. 1867’de Bursa Merkez Sancağı’na bağlı kaza iken, 1901’de Bağımsız İzmit Sancağı’na bağlanmıştır.
ATATÜRK ‘ün isteği üzerine, 1930’da İstanbul ilçeleri arasına katılan ve 5 Haziran 1995 tarihli, 550 sayılı kanun Hükmünde Kararnamenin, 6 HAZİRAN 1995 tarih ve 22305 sayılı Resmi Gazete de yayınlaması ile, Bursa – Gemlik ilçesine bağlı Armutlu beldesi ve Kocaeli – Karamürsel’e bağlı Altınova, Subaşı ve Kaytazdere beldelerini de sınırları içine alarak il olmuştur.
*Önemli konuğu ise;
İşgal altındaki vatan topraklarını kurtaran, Türk ulusunu özgürlüğüne kavuşturan, padişahlık devrine son vererek, çağdaş uygarlık yolunda ilerleyen, ardı ardına devrimler gerçekleştiren Türk halkının lideri Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ‘tür.
İşte bugün Yalova kenti daha önce benzeri görülmemiş koşuşturmaya ve hareketliliğe sahne oluyor, Gazinin dinlenmek için geldiği Yalova’da bunaltıcı sıcağa rağmen, kendisini görmeye gelen heyetleri kabul ediyor, onlarla toplantılar yapıyor ve gecenin geç saatlerine kadar yoğun çalışma temposunu sürdürüyordu.
Gazi Mustafa Kemal, 1931 yazında benzersiz güzellikteki bu sevimli yurt köşesinde ülkenin bütün yurt sorunlarının yanında, Türklerin ve Türk Uygarlığının tarihinin aydınlatılması konusunda uğraşıyor ve kafasındaki şu sorulara yanıt arıyordu:
*TÜRKİYE’NİN EN ESKİ YERLİ HAKLARI KİMLERDİ?
*TÜRKİYE’DE İLK UYGARLIK NASIL KURULDU?
*TÜRK HALKININ DÜNYA TARİHİNDE VE UYGARLIĞINDAKİ YERİ NEYDİ?
*TÜRKLERİN BİR AŞİRET OLARAK, ANADOLU’DA DEVLET KURMALARININ EFSANESİNİN GERÇEĞİ NEYDİ?
*İSLAM TARİHİNİN GERÇEK KİMLİĞİ NASILDI?
Osmanlı Padişahlarının Türk uygarlığının tarihi aydınlatmak gibi bir derdi olmadığından, Saltanat devrinde de Türk tarihinin kapsamlı bir biçimde ortaya çıkarılmasına girişilmemişti. Tanzimat’tan sonra meydana gelen aydınlanma hareketlerine paralel olarak, tarih yazımında cılız bir takım girişimler vardı. Ancak Türk Tarihi ve uygarlığı bilimsel ve modern yöntemlerle, sistemli bir şekilde araştırmalıydı.
Çağdaş uygarlık yolunda sağlam adımlarla ilerleyen Türk Halkı, uygarlık tarihindeki yerini bilmeliydi. Bu çok önemli konuda bir an önce faaliyete geçmek gerektiğine inanan Gazi Mustafa Kemal, bu önemli tarihsel görevin yerine getirilmesi için ilk girişimleri başlatıyordu.
İlk iş olarak; Türk Ocakları Yasası’nda gerekli düzenlemeleri yaparak, Türklerin ve Türk medeniyetinin bilimsel yöntemlerle araştırılıp incelenmesiyle görevli bir ‘’TÜRK TARİHİ TETKİK CEMİYETİ” kurulmasını sağlıyordu.
Türk tarihi konusunda bilgi sahibi değerli insanlar bu heyette yer alıyordu. Ankara Türk Ocağı binasında toplanarak çalışmalarına başlayan ‘’TÜRK TARİHİ TETKİK CEMİYETİ” Temmuz 1931 tarihinde faaliyetlerini sürdürmek için İstanbul’a taşınıyordu.
Dolmabahçe Sarayı’ndan tahsis edilen özel bir bölümde çalışmalarına devam ediyor, liseler için tarih kitapları hazırlıyordu. Hazırlanan çalışmaların müsveddeleri Yalova’ya, Gazi Mustafa Kemal ’e gönderiliyordu. O da eser üzerinde gerekli gördüğü düzeltmeleri yapıyor, düşüncelerini ‘’TÜRK TARİHİ TETKİK CEMİYETİ” ne yazıyla bildiriyordu.
Gazi Mustafa Kemal, kendisine gönderilen tarih müsveddeleri içinde “İSLAM TARİHİ” ve “İSLAM TARİHİNDE TÜRKLERİN YERİ” bölümünü beğenmedi.
16/17 Ağustos 1931 günü Yalova’dan ‘’TÜRK TARİHİ TETKİK CEMİYETİ YÜKSEK RİYASETİ” ne hitaben kendi el yazısı ile yazdığı bu mektubu gönderdi. İşte Sayın Atilla ORAL ‘ın eserinin konusu olan “ATATÜRK’ÜN SANSÜRLENEN MEKTUBU” budur.
-…”Mektubumuzda heyetinizin gözlemine çok şeyler arz olunduğunu zannederim. Bu görüşleri içeren mektup yazılıp zarfa konulduktan sonra çok önemli olduğu düşüncemizde bir defa daha beliren noktaları dikkatinize sunmayı önemli gördük.”
-…”Son senelerde İstanbul’da yayınlanan gazetelerde Roman diye okuduğumuz bazı tarihi eserler vardır ki, bunlar şüphesiz yüksek heyetinizin gözleminden kaçmış değillerdir; Bu roman sayfaları bence gerçek tarih belgelerinin yorumudur; bu roman sayfalarında görülen şeyler yaklaşık şöyle açıklanabilir. Arabistan yarım adasının kumsal…”
-…”çöllerinden; (Ikre, Bismi, Rabbi) safsatasını esas tutmuş olan Araplar, uygar dünyada, bilhassa Türk zengin uygar bölgelerinde bu ilkel ve cahiliyet devrinin simgesi olan ilkeye dayanarak yapmadıkları tahrifat kalmamıştır. Bu zihniyetle hareket edenler İslam’dan önce evrensel Türk uygarlığının bütün belgelerini imha etmekte…”
-…”engel görmediler. Yazacağınız İslam tarihini de bu doğrultuda toplayabileceğiniz belgelere dayanarak açıklanmasını önemli görürüm. Kudüs’ün teslim olunması için Patrik’inin koyduğu şart üzerine Kudüs önlerine gelen Halife Ömer’in kölesi ortaklaşa ve değişerek bir deveye binerek yol aldığını ve asıl kilise yakınına gelindiği zaman deveye binmek sırası…”
-…”köleye geldiğinden ötürü Ömer’in yürüyerek; Arap ırkından başka ve yüksek ırklardan oluşan ordunun yüksek ve muhteşem huzurunda o ordunun kumandanlarına karşı yerden taş alarak atmak suretiyle gösterdiği çıplak ve çıfçıt Araplık, malumunuzdur.”
-…”Bunu artık Türk çocuklarına bir erdem gibi okutmakta ısrar gösteren notları göz önüne almalısınız. Bir hırka ve bir hurma hikâyesi artık bir insanlık erdemi olarak gösterilmek felsefesi esas tutularak tarih yazılmamalıdır. Bunun gibi Arap ordularının birçok esirlerinden bir köle sınıfı vücuda
-…”geldiğinden bahsedilirken bu kölelerin Türk çocukları olduğu dile getirilerek hangi taraf için ne anlamda bir övünme nedeni arandığı araştırılıp incelenmeden Türk tarihi içine konulmamalıdır. Şüphesiz Türkler için çok kahraman evlatla, şu ve bu tarzda Arap halifelerinin sarayının içine hükümetinin teşkilatının ve Arap adına fetih…”
-…” birçok vilayet ve eyaletlerde bütün zaferleri sağlayan kuvvetlerin kalbinin içine girmişlerdir. İlim, sanat ve bilhassa askerlik ve başkumandanlık mevkilerini elde etmişlerdir ve sonuçta Arap İmparatorluğu unvanını taşıyan bütün memleketlerde birinci derecede güç ve hâkimiyet sahibi olmuşlardır. En nihayet…”
-…” Muhammed’in Halifesi unvanını taşımak maskaralığında bulunanları emir ve iradelerine boyun eğdirmişlerdir. Eğer bunu yapmış olan insanlara köle demek uygunsa herkes bir şart dâhilinde köleliği övünerek kabul eder. Efendiye, sahibe, hâkime köle demek ve esir, önemsiz, değersiz adamlara efendi demek, tarihin ifade etmemizi emrettiği bir gerçekçilik midir?”
-…” Tevfik Beyefendi! Zakir Kadiri’nin ahmakçasına notlarını düzeltirken bu noktalara dikkat buyurunuz. Bu münasebetle yüksek heyetinizin başkanı bulunan size hatırlatırım ki, yeni dünya ufuklarına açacağınız yeni tarih semasında dikkatli olunuz. Sonradan uydurma bir eser meydana getirerek…”
-…” ardından pişman olmaktansa hiçbir eser meydana getirmemek beceriksizliğini itiraf etmek daha iyidir. İlim alanında şüpheli olmak, Mısır’ın Camii Ezher’i mezunlarına inanmaktan daha iyidir. Camii Ezher varlığı ve prensipleri, mevhum denecek kadar hiç olan İsa’yı yaratan apotrlar yetiştirmeye ne yazık ki kaynak olamamıştır.”
-…” Hâlbuki biz tarih yazarken Apotr değil; bizzat fiiller ve hadiseler sahibi arayan adamlarız. Eğer bunları bulamazsak meçhuliyeti ve bu noktada cehaletimizi itiraf etmekten çekinmeyelim. Apotr yaratmaya kalkışmayalım çocuğum! Bizim mesleğimiz bu değildir. Biz daima gerçeği arayan ve onu buldukça;
ve bulduğumuza inandıkça ifadeye cesaret gösteren adamlar olmalıyız!
Batı’nın herhangi dilinde yazılmış olursa olsun, gözünüzden mütalaanızdan geçmiş olması doğal bulunan tarih belgelerine dikkat etmiyor musunuz? Yüksek heyetiniz üyeleri içinde bu belgelerden görüşünüzü heyetiniz…”
-…”huzurunda söyleyenler az mıdır? Bu sözler o yalnız heyetinizin değil, bütün Türk milletinin ilgisini çekmeye layıktır! Bunu yalnız aranızda değil, bütün Türk milleti önünde belirtiniz! Bu büyük gerçeği bütün insanlığa tanıtınız! Kuruluş amacınızın büyük hedefi budur zannederim.
-…”Bu yolda yürürken Camii Ezher kaçkınlarından mı yardım dileyeceksiniz? Her şeyden önce kendinizin dikkatle ve itina ile seçeceğiniz belgelere dayanınız! Bu belgeler üzerinde yapacağınız incelemede her şeyden ve herkesten önce kendi karar verme yetkinizi ve ince milli süzgecinizi kullanınız! Sizi büyük hedefe ancak bu…” görüşlerden, kıskanç olmak ulaştırabilir. Yoksa dünyanın bin bir şarlatanı ve bin bir şarlatanı ve bin bir milletin tarihşinas yaşayan sokak politikacısının ve bunları yüksek ölçekte temsil eden Camii Ezher kaçkınının oyuncağı kılar.
-…” görüşlerden, kıskanç olmak ulaştırabilir. Yoksa dünyanın bin bir şarlatanı ve bin bir şarlatanı ve bin bir milletin tarihşinas yaşayan sokak politikacısının ve bunları yüksek ölçekte temsil eden Camii Ezher kaçkınının oyuncağı kılar.
-…”*Bana bu kadar çok söz söyleten nedeni açıklayayım: Camii Ezher kaçkınını bulan sizsiniz. Eseri diye Ankara’dan ayrıldığım son günde önüme koyduğunuz örümcek Arap yazılı paçavraları okuduğunuz zaman derhal itirazımı serdetmiştim.”
-…”Bunu nazarı dikkatte alacağınızı vaat etmişsiniz! İncelemelerinizden geçtikten sonra bana verilen yazılar o kadar sersem ve cahil ve Camii Ezher kaçkını bu adamın mahsulü olduğunu gördüm ki, sizi rencide edecek bir söz söylemeden bu paçavralar üzerinde yeniden çalışmaya mecbur…”
-…”oldum. Bu sözlerimi sizi utandırmak için yazmıyorum. Bu yazılarımı bundan sonraki mesainizde dikkat ve intibah dersi olması için yazıyorum. Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir! Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.”
-…”Siz buna razı mısınız? Türkiye’de yüksek başkanlığınızda ilk meydana getirilen Tarih Cemiyeti büyük dikkat uyanışını kullanarak şimdiye kadar bütün dünya milletleri içinde kurulmuş benzerlerini aşan bir konum…”
ATATÜRK, mektubunu bundan tam 84 yıl önceki tarihçilere yazmamış da, sanki bizlere ve bugünün tarihçilerine yazmış gibi… Kızgın ateşli ve sert cümlelerle düşüncelerini açıklıyor. Tarih anlayışını yalın bir gerçeklikle ortaya koyuyor. Düşüncelerini sert sözlerle ifade etmiş olsa da, kendisine özgü hoşgörüsü ve zarif üslubuyla gönül almasını biliyor. ATATÜRK gönderdiği mektubun sonunda:
-…”olacağına emin olduğum Türk uygarlığının sevdalılarına hürmet ve muhabbetlerimi lütfen iletiniz.”
Gazi M. Kemal 16/17. 8. 1931 Yalova (Yalı ova)
Türk halkına selam gönderiyor…
‘’TÜRK TARİHİ TETKİK CEMİYETİ” nin ilk üyeleri şunlardı: Cemiyet Başkanı Tevfik BIYIKLIOĞLU, Afet İNAN, Vasıf ÇINAR, Yusuf AKÇURA, Samih RIFAT, Halil Ethem ELDEM, Yusuf Ziya ÖZER, Sadri Maksudi ARSAL, Dr. Reşit GALİP, Reşit Saffet ATABİNEN, İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Ragıp Hulisi ÖZDEN, Mükrimin Halil YINANÇ, Zakir Kadiri UGAN, Hamit Zübeyr KOŞAY, Gyula MÊSZÂROS dur.
EKSİKLİKLER BENİM FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR. YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALINIZ.
Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.