Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki, din Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. 1930 (Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, 1955 s. 116)
Fransız gazeteci Maurice Perno’nun “Revue de Monde” dergisinde Cumhuriyet’in ilanından önce “Din ve Hilafet’le ilgili olarak Mustafa Kemal ile yaptığı röportajla başlamak istiyorum satırlarıma.
“Mustafa Kemal Paşa, bütün eşyası bir kanepe iki koltuktan ibaret olan küçük bir odada elini masaya dayamış, ayakta duruyordu. Bana elini uzattı, oturmam için yer gösterdi ve bir sigara ikram etti. Nazikane bir hareketle beni dinlemeye hazır olduğunu işaret etti…”
-Maurice Perno: Şu halde yeni Türkiye’nin siyasetinde dine aykırı hiçbir temayül ve mahiyet olmayacak mı demek?
-Mustafa Kemal: “Siyasetimiz dine aykırı olmak şöyle dursun, dini bakımdan eksik bile hissediyoruz.”
-Maurice Perno: Zat-ı asilâneleri düşündüklerini ben denize daha iyi izah buyururlar mı?
-Mustafa Kemal: “Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinimiz-Bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum.- Şuura muhalif, terakkiye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor.
ATATÜRK’E GÖRE DİN
” Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.” 1922 (Atatürk’ün S.D.II, s. 66-67)
”TBMM CUMA GÜNÜ, CUMA NAMAZI KILINDIKTAN SONRA KUR’AN HATMİ İLE YAPILAN TÖRENLERLE AÇILMIŞTIR.” TBMM’nin 23 Nisan 1920 Cuma günü Ankara’da açılmasına karar verildikten sonra, bu karar Atatürk tarafından, kolordulara, bütün valiliklere, bağımsız sancaklara, Müdafaa-i Hukuk Merkez heyetlerine, belediye başkanlıklarına bir telgrafla bildirilmiştir. Telgrafın ilk maddesi şudur:
“ALLAHIN LÜTFUYLA NİSAN’IN 23’NCÜ CUMA GÜNÜ, CUMA NAMAZINDAN SONRA, ANKARA’DA BÜYÜK MİLLET MECLİSİ AÇILACAKTIR…”İlk TBMM’nin 337 üyesinin 53’ü din adamıdır. Yine TBMM’nin 9 Mayıs 1920 tarihli oturumunda Meclis Başkanlığına verilen bir önergede:
”ŞER’İ YE VEKİLİ MUSTAFA FEHMİ BEY “
“Bursa Mebuslarından Mustafa Fehmi Bey (İlk Şer’i ye ve Evkaf Vekili) meclise katılmak üzere, vasıta bulamadığı için yaya olarak İstanbul’dan kaçıp on beş gün kadar çarıkla yürüyerek gelmiş, bu nedenle sağ ayağının tırnakları dökülmüştür; uzun süre tedaviye muhtaçtır, arkadaşımız izinli sayılmalıdır.”
Mustafa Kemal Paşa ve dava arkadaşlarının nasıl bir azim ve inanç içinde olduğunu göstermek için yeterlidir diye düşünüyorum.
ATATÜRK’E GÖRE DİN
” Cumhuriyet hükümetimizin bir Diyanet İşleri Başkanlığı makamı vardır. Bu makama bağlı müftü, hatip, imam gibi görevli birçok memurları bulunmaktadır. Bu vazifeli kişilerin ilimleri, faziletleri derecesi malûmdur. Ancak burada* vazifeli olmayan birçok insanlar da görüyorum ki, aynı kıyafeti giymekte devam etmektedirler. Bu gibiler içinde çok cahil, hatta okuma yazması olmayanlara tesadüf ettim. Bilhassa bu gibi bilgisizler, bazı yerlerde halkın mümessilleri imiş gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya temasa âdeta bir mâni teşkil etmek sevdasında bulunuyorlar. Bu gibilere sormak istiyorum: “Bu vaziyet ve yetkiyi kimden, nereden almışlardır? Millete hatırlatmak isterim ki, bu lâubaliliğe müsaade etmek asla doğru değildir. Herhalde yetki sahibi olmayan bu gibi kişilerin, görevli olan kimselerle aynı kıyafeti taşımalarındaki mahzur bakımından hükümetin dikkatini çekeceğim.” 1923 (Atatürk’ün S.D.II, S. 215-216)
ATATÜRK DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’NI KURUYOR
Bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı ilk kez 3 Mart 1924 tarihli ve 429 sayılı kanunla kurulmuştur. Din hizmetlerinin politika dışında ve üstünde tutulması gerekliliğinden adı geçen kanunla Şer’iye ve Efkaf Vekaleti kaldırılmış ve yerine Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.
”BÖREKÇİZADE MEHMET RIFAT EFENDİ”
Milli mücadeleye büyük hizmetler vermiş, idari tecrübesi olan ve uzun süre Ankara Müftülüğü görevinde bulunan Börekçizade Mehmet Rıfat Efendi, 1 Nisan 1924 tarihinde Diyanet İşleri Reisliği’ne getirilmiştir. Atatürk’ün bu kuruma verdiği önemin bir göstergesi olarak da protokoldeki yeri belirlenen başkana en yüksek devlet memuru maaşı verilmiş ve bakanlara verilen kırmızı plakalı makam aracı tahsis edilmiştir.
” Nasıl ki her hususta yüksek meslek ve ihtisas sahipleri yetiştirmek lâzım ise, dinimizin felsefî gerçeğini inceleme, araştırma ve telkin bakımından ilmî ve fennî kudrete sahip olacak seçkin ve hakikî din bilginleri de yetiştirecek yüksek müesseselere malik olmalıyız.” 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 90)
Devletin temel eğitim ve kültür politikası gereğince toplumun duygu ve düşünce bakımından birliğini sağlamak için Tevhidi Tedrisat Kanunu 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılmıştır.
Atatürk, “HER KİŞİ DİNİNİ, DİN İŞLERİNİ, İMANINI ÖĞRENMEK İÇİN BİR YERE MUHTAÇTIR; ORASI OKULDUR.” diyerek 1924’te İmam-Hatip okulları ve İlahiyat fakültesini açmıştır.
İMAM-HATİP MEKTEBİ ŞAHADETNAMESİ (Diploması 21.06.1930)
Atatürk bu okullarda bilgili ve ehil insanların yetiştirilmesini istemiştir. Fakat bu reforma karşı çıkan yenileşme karşıtları bu okulların öğrenci bulamamasına yardımcı olmuşlar ve 1930’da kendiliğinden kapanmasına yol açmışlardır. Kapanmaya diğer bir neden olarak, refah ve modernleşme sürecinde genç nesillerin ilgisizliği de belirtilmektedir.
Atatürk’ten sonraki dönemde CHP 10 Şubat 1948 tarihinde toplanarak TBMM grubunda Başbakan Hasan SAKA’nın önerisi üzerine İlahiyat Fakültesi ve İmam-Hatip okulları tekrar açılmıştır.