”Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sâlnâmesi’nde Tercüme-i Hâl’i (1925-1926)”
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, 1914 –1919 yıllarını içeren anılarını Ankara’da yayımlanan Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin başyazarı Falih Rıfkı Atay ile İstanbul’da yayımlanan Milliyet gazetesinin başyazarı Mahmut Soydan’a anlatmış ve yazdırmıştır. Bu anılar her iki gazetede de 13 Mart 1926 günü bir ön yazı ile başlamış, yazı dizisi olarak yayımlanmaya başladıktan iki gün sonra da (16 Mart 1926’da) Cumhuriyet gazetesinde de okuyucusuyla buluşmuştur.
Ancak, yayımlanan bu anılar 12 Nisan 1926 gününe kadar sürmüştür. Elimizdeki bilgi ve belgelere göre “Yayımlanan anılarda birçok isim geçtiği için Hükümetin ricası üzerine ATATÜRK, birinci kısmın sonunda anılarının basımını durdurtmuş”, ancak Falih Rıfkı Atay, elindeki notlardan yararlanarak sonraki bölümlere 1944 yılında yayımladığı “19 Mayıs” adlı kitabında yer vermiştir.
Araştırmacı- yazar ve çevirmen Sami Nabi Özerdim göre de, 12 Nisan’a kadar yayımlanan bu anılar, “Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’ya yaptığı gezi ile ilgili bölümlerin Almanların yakınma ile karşılanması üzerine kesilmiş, ancak Falih Rıfkı Atay, bu anıları sonradan iki kez kitap halinde yayımlamıştır:
– “Atatürk’ün Bana Anlattıkları”, İstanbul 1955, Sel Yayınları,
– “Atatürk’ün Hatıraları 1914-1919″, Ankara 1965, Türkiye İş Bankası Yayını.”
Konu ile ilgili bir başka görüş de o tarihte bir devlet geleneği olan Devlet Sâlnâmesi hazırlanmaktadır.
Sâlnâme; bir sene zarfında meydana gelenlerin kayda geçirildiği eser. Fransız ihtilalinin ardından, genel manzarayı tespit gayesiyle 1793’te “L’annuarire de la Republigoine – Cumhuriyetin rehberi” adıyla yayımlanır. Sonraları da siyasî, idarî, iktisadî, tarihî ve sosyal görünümlerin kayıtlı yayınlarıyla devam eder.
Batılılaşma cereyanın Osmanlı Devleti idaresindeki tesirinin bir örneği olarak Sadrazam Reşid Paşa’nın isteği ile Hekimbaşı Abdülhak Efendizade Hayrullah Efendi ve Ahmed Cevdet Paşa’nın yardımlarıyla Ahmet Vefik Paşa tarafından hazırlanan “Salnâme-i Devlet-i Aliyye-i Osmâniye” 1847 yılında neşredilir. Gelenek 1912’ye dek, düzenli biçimde sürer ve nihayet 1918 senesi Sâlnâmesi ile son bulur.
Devlet geleneğinin devamı olarak, 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından sonra; 1926, 1927, 1928’de “Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sâlnâmesi” 1929’da “Türkiye Cumhuriyeti Devlet Yıllığı” yayınlanır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk 1925-1926 Sâlnâmesi’nin içeriğinde “Reis-i Cumhur Hazretlerinin Tercüme-i Hâlleri” yer almaktadır. Türk tarihçi Enver Behnan Şapolyo, (…)” ATATÜRK, Tercüme-i Hâl’ini kendi kalemiyle Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sâlnâmesi’nin 1925-1926 tarihli sayısında yazmıştır” demektedir:
(…)” Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Reis-i Cumhuru, Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretleridir. Müşarünileyh hazretlerinin mufassal ve hakikate mutabık bir tercüme-i hâllini yamak pek müşküldür. Filhakika büyük Gazinin şahsiyeti, hayat-ı askeriyesi, bilhassa hayat-ı siyasiye ve milliyemizdeki mevk-i bülendi, hayat ve vekâi-i milliyemizle o kadar sıkı ve samimi bir sûrette rabıtadır ki Gazimizin terceme-i hâlini yazabilmek demek, içinde birinci derecede âmil olduğu vekâyi-i askeriyeyi; bilhassa eser-i deha ve zâde-i vicdani olan inkılap ve ihtilal tarihimizi yazmak demektir. Bunun ne azim mesaiyi, ne müşkil tedkikât ve istihzaratı icap ettireceği takdir buyurulur. Biz, ifası elzem bu vazifeyi istikbâle bırakarak yalnız hayat ve şahsiyet-i resmiye ve hususiyesi hakkında istihsâl edebildiğimiz bazı malûmâtı mücmelen bervech-i zir derc ile müftehiriz:
Gazi Mustafa Kemal Paşa 1296 (1881) tarihinde Selanik’te tevellüd etmiştir. Pederleri, Ali Rıza Efendidir. Bu zat, hayatının ilk devrinde rüsumat memuru idi. Bade, memuriyeti terk ederek, Selanik’te kereste ticaretiyle iştigal etmiş ve genç iken vefat eylemiştir. Bu sebeple Gâzi daha âvan-ı sabavetinde yetim kalmıştır. Gazimizin terbiyesi ve yetiştirilmesi pek büyük bir Türk kadını olan validesi Zübeyde Hanım’ın yed-i imtihanına kaldı.
Mustafa Kemal, Selanik’te Şemsi Efendi Mektebi’nde tahsil-i ibtidâisini ikmâl ettikten sonra Selanik Mülkiye Rüşdiyesi’ne kaydolundu. Bu mektebde daha bidayette Kaymak Hâfız nâmında Arabî muallimi bir hocanın kendisine lüzumsuz yere sopa ile vurması üzerine derhal bu mektebi terk etti. Valide ve akrabasının muvafakat etmemesinden dolayı onlara haber vermeksizin, kendiliğinden Askerî Rüşdiyesi’ne müracaat ve imtihan vererek dâhil oldu. Bilhassa Rüşdiye-i Askeriyenin ikinci sınıfında arkadaşları arasında ateşli zekâsı ve fevkalade kabiliyeti ile ve husûsiyle riyazi dersinde temayüz ve muallimlerinin nazar-ı dikkatini celb etti. O kadar ki hocaları, ona bir talebe değil yetişmiş bir adam ve bir arkadaş muamelesi yapmak lüzumunu hissetmişlerdi.
Mustafa Kemal’in ismi, yalnız Mustafa idi. Mektebin riyaziye muallimi Yüzbaşı Mustafa Efendi, talebesi Mustafa’da gördüğü isdidadı takdiren, aralarındaki farkı tebarüz ettirmek maksad-ı kadirşinasanesiyle resmî künyesinde Mustafa’ya Kemal’i ilave ettirdi. Ondan sonra ismi Mustafa Kemal oldu. Mustafa Kemal, muallimi Mustafa Efendi’nin hasbelicab gaybûbetinde onun yerine diğer sınıflara ders verirdi. Rüşdiyeyi ikmâlden sonra, Manastır Askerî İdadisi’ne gitti. Harbiye ve Erkân-ı Harbiye sınıflarında daha ziyade nazar-ı dikktati celbetti. Riyâziyat, edebiyat ve güzel söz söylemek merak ve istidadı ile beraber askerliğe tabii bir tetabuku vardı. Müstesna bir şahsiyet olduğu, arkadaşları ve hocaları arasında anlaşıldı.
Mustafa Kemal, İdadi mektebinden itibaren artık mekteb ve ders muhitinden haricdeki ahvâl ve memleketin vaziyet-i siaysiyesi ile de alakadar olmaya başlamıştı. Arkadaşları ile bütün musahabeleri, vatan ve büyük işlerin, fevkalade vakayiin etrafında cereyan ediyordu. Mektebde her düşündüğünü bilâperva söyleyen, Sultan Hamid’in idâresini en şedid bir lisanla tenkid eden Mustafa Kemal, eğer fart-ı dirayetiyle, samimiyeti ile kendisini bütün muhitine, bütün arkadaşlarına sevdirmemiş olsaydı, o zamanın terhib ve imha siyasetine kurban gideceği muhakkaktı. Bununla beraber Abdülhamid siyasetinin takibatından kurtulamamış ve 29 Kânûn-ı evvel 1320 (11 Ocak 1905) tarihinde tahsilini ikmâl ettiği, Erkân-ı Harp Yüzbaşısı olduğu gün tevkif ve Yıldız’a Padişahın sarayına celpolunmuştu. Günlerce isticvablardan ve aylarca mevkufıyetten sonra, onu Şam’a nefy ettiler. Suriye’nin hemen her yerini vazife ile dolaştı. Havran ve Kanitre civarında yapılan bazı harekât ve tenkilâta iştirak etti. Bu münasebetlerle idâre-i mülkiyemizin sakametini, ordumuzun talim ve terbiyedeki noksanlığını, hülasa, memleketin ne kadar fena idâre edilmekte olduğunu gördü, anladı.
Suriye kıtası, Mustafa Kemal’in vâsi tasavvurlarına, serbest fikirlerine müsait bir saha oldu. Suriye’de boş durmadı. Muhitine hürriyet ve adalet aşkı; haksızlığa, istibdada, sû-i idareye galeyan fikri zerk etti. 1322 (1906) senesi Teşrîn-i evvelinde arkadaşlarından Erkân-ı Harb Yüzbaşısı Müfid Lütfü Bey -elyevm Kırşehir mebusu- Süleyman Bey -elyevm şehbender- ve Doktor Mustafa Bey -elyevm Çorum mebusu- ve daha sair bazı zevat ile Şam’da Vatan cemiyet-i siyasiyesini, hafî olarak teşkil ettiler. Şam’dan sonra Yafa’ya memur edildi. Bu esnada, cemiyetin faaliyetini Rumeli’ye de teşmil için Yafa’da en büyük kumandanın da dâhil olduğu Vatan Cemiyeti şubesinin sıyanetiyle mütenekkiren Mısır ve Yunanistan üzerinden Selanik’e gitti. Selanik Merkez Kumandan Muavini Cemil Beyin -elyevm Tekirdağ mebusu- ve Dâhiliye Vekili- ve Atina’dan haberdar ettiği bazı arkadaşlarının muâvenetiyle Selanik’e çıktı. Hafî bir sûrette cemiyetin Selanik’te bir şubesini teşkil etti. Bu cemiyet, Selanik’deki erbab-ı hamiyetce Vatan veya Hürriyet Cemiyeti unvanıyla malum oldu. Bilahare bu isim yerine Terakkî ve İttihâd unvanının istimâli Selanik’de tercih edilmiştir. İlân-ı meşrutiyet sıralarında İttihâd ve Terakkî unvanıyla meydana çıkmıştır.
Mustafa Kemal’in Selanik’de dördüncü faaliyet ayı içinde İstanbul, bazı istihbarât üzerine kendisini Yafa’dan araştırmakla beraber, Selanik’e de derdest ve tevkif emirini vedi. Bu emir merkez kumandan muavini olan Cemil Bey tarafından Mustafa Kemal’e gösterildi ve ancak bir iki gün tehir-i tatbiki mümkün olacağı bildirildi. Mustafa Kemal, bu müdetti kâfi gördü ve derhal mütenekkiren Selanik’den çıkarak seri bir sûrette Yafa’ya avdet çaresini buldu. Yafa kumandanı Ahmed Bey, sorulan suale verdiği cevapta Mustafa Kemal’in Mısır hududunda Birüssebi civarında kıtaât ve vaziyeti tedkik ile muvazzaf bulunduğunu bildirdi. Filhakika o tarihlerde, bir Akabe meselesi mütehaddis bulunuyordu. Hudud vaziyeti mühimdi. Mustafa Kemal, Yafa’da durmadan bahsolunan vazifeyi ifa için ve bir miktar kuvvet alarak hudud kumandanı bulunan arkadaşı Müfid Lütfü Beyin mıntıkasına gitmişti. Mustafa Kemal, unutulmuştu. Bilahare tekrar Şam’a memuren avdet etti. Orada kolağası olduktan sonra, Şam’da Ordu Erkân-ı Harbiye’sine tayin olundu.
Bir müddet sonra 323 (1907) senesi Eylülünde kolağası rütbesiyle Makedonya’ya, Üçüncü Ordu’ya nakl-i vazife çaresini temin etti. Kendisi Selanik’e muvasalat etmeden, Selanik’de bulunan Üçüncü Ordu Müşiriyyeti, kendisini Manastır’a tayin etmişti. Selanik’e muvasalat ettiği ve Ordu Müşiri’ni gördüğü gün, Numune Alayının teftişine memur heyetinde bulunduktan sonra Manastır’a gitmesi tebliğ olundu. Bu teftiş münasebetiyle Mustafa Kemal’in Selanik’de Maiyyet Müşiri Erkân-ı Harbiye’sine nâfi bir uzuv olabileceği kanaati hâsıl olmuş ve kendisi orada alıkonulmuştu. Mustafa Kemal, Maiyyet Müşiri Erkân-ı Harbiye Bürosu’nda çalıştığı sırada Vatan Cemiyeti’nin yerine İttihâd ve Terakkî’nin kaim olduğuna muttali oldu ve kendisi de bu cemiyetle çalışmaya başladı. Mustafa Kemal’e Selanik’den mânadâ Üsküb ve civarı ve Selanik’den Üsküb’e kadar güzergâhdaki teşkilata nâfi olabilmek için Erkân-ı Harbiye’deki vazifesine ilaveten, bu şimendifer hattı müfettişliğini de verdiler.
Pek az sonra Meşrutiyet ilân olundu. Mustafa Kemal, memlekette azim ve radikal bir tebeddüün lüzumuna kail idi. Nazar-ı hayali, varmak istediği hedefi görmüş ve onu tayin etmişti. Fakat kendisinin nokta-i nazar ve kanaatleri, cemiyetin diğer rüesasının efkâr ve kanaatine tevafuk etmiyordu. Meşrutiyeti müteakıb, ordunun İttihat ve Terakki Cemiyet-i siyasiyesiyle ve politika ile alakadar olmasındaki tehlikeyi görmüş ve bu uğurda kongrede pek çetin mücadelelerde bulunmuş ise de mateessüf o zamanın zihniyeti bundaki isabeti anlayamamıştır. Bunun üzerine siyasetle alakasını keserek, bütün mevcudiyeti ile askerlik ve askerî talim ve terbiye vadisinde sükûn ve intizam dâhilinde cereyan eden faaliyeti, herkesin ve bilhassa büyük kumandanların nazar-ı dikkatini celbetmiştir.
31 Mart isyanı üzerine Rumeli’de teşekkül eden Hareket Ordusunun Erkân-ı Harbiye Reisi, Kolağası Mustafa Kemal Bey idi. Bu küçük ordunun harekâtını sevk ve tanzimde müstesna bir muvaffakiyet gösterdi. Hareket Ordusunun İstanbul’a girdiği gün neşredilen beyannâmeyi kendisi yazmıştı. 1910’da Fransız Picardie manevralarını takibe memuren Fransa’ya gitti. 1326 (1910) senesi Arnavudluk harekâtına bizzat gitmeye mecbur olan Mahmud Şevket Paşa’nın Erkân-ı Harbiye Reisi vazifesini ifa etti. Mustafa Kemal’in Selanik’de Üçüncü Ordu Zabitân Talimgâhı Kumandanlığı’nda ve mezkûr Ordu Erkân-ı Harbiyesi’nde gösterdiği yüksek muvaffakiyet, sanat-ı askeriyedeki kudre herkesin takdirini celbediyordu. Erkân-ı Harbiye seyahatlerinde, harp oyunlarında manevralarda birçok general ve daha yüksek rütbeli zâbitlerin iştirâkine rağmen daima fiilen müdir-i harekât vazifesinikendisi ifa ederdi. Tenkidâtına tahammül edemeyen bazı âmirler kıtada muvaffak olamayarak şevk ve hevesi münkesir olsun diye, kolağası olduğu hâlde Otuz Sekizinci Alay Kumandanlığına tayin ettiler. Halbuki Mustafa Kemal Bey, bu kıtanın kumandanlığında daha büyük muvaffakiyet gösterdi. Zâbitleri ve kıtası kendisine son derecede merbut oldular. Selanik’in bütün garnizon kıtaât ve zâbitânı adeta onun etrafında toplandı. Bu vaziyetten hoşlanmayan Üçüncü Ordu Müfettişliği, onu orduyu isyana hazırlıyor ithamıyla, Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Paşa’nın bizzat teşebbüsüyle Selanik’den kaldırarak İstanbul’da Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Dairesi’ne memur ettiler.
Kolağası Mustafa Kemal Bey bulunduğu muhitlerde ve hazır olduğu her cemiyette rütbesinin ve sininin küçüklüğüne rağmen daima müstesna bir mevki kazanmasını bilmiştir. Muhatablarına yatığı sihirkâr tesir, şiddet-i zekâ ve talâkati kendisine bu mevkii ihzar ediyordu. Selanik garnizonunda bulunan ordunun hassaten küçük rütbeli bütün zâbitleri, Kolağası Mustafa Kemal Beyin meclubları ve peykleri idi. Ekseriya küçük zâbitlerle yaşar, onlarla hemhal olur, hemderd olur ve onlarla mesâil üzerinde ciddi bir sûrette hasbihal ederdi. O vakit ki büyük kumandanların, aciz ve meziyetsiz paşaların hatalarını ise asla affetmez, her yolsuz emre, her nizamsız harekete karşı, bir vaz’-ı mütecellit almayı şiar-ı mahsus edinmişti. Daha o zaman ordu dâhilinde herkes tarafından sevilir, sözü dinlenir, hürmet edilir bir arkadaş, bir âmir ve hülasa bütün mânâsıyla hakiki bir lider olmuştu.
1327 (1911) senesinin Kânûn-i sânîsinde mütenekkiren, Mısır tarîkiyle birkaç arkadaşıyla beraber Trablusgarb’a geçti. Zaba’da Arap kıyafetinde oldukları hâlde arkadşları Nuri Bey –elyevm Kütahya mebusu- Fuat Bey –elyevm Rize mebusu- ile birlikte İngilizler tarafından tevkif olundu. İngilizler sarı saçlı, mavi gözlü bir zâbit arıyorlardı. Eşgali tetabuk eden bir kamacı ustası, hamiyetli bir Mısırlı zâbitin himmetiyle Mustafa Kemal olarak İskenderiye’ye sevk olundu.
Trablusgarp hududunu geçer geçmez ilk tesadüf ettiği büyücek kumanda mevkii, Halebli Edhem Paşa’nın kumanda ettiği Tobruk mevkii idi. Arkadaşlarıyla beraber bizzat İtalyan mevaziini ve kuvvetini keşfederek, Tobruk kuvvetlerini derhal taarruz lüzumuna ikna etti. 9 Kânûn-i sânî 1327 (22 Ocak 1912) Tobruk Muharebesi, o havâlide ilk muharebe ve ilk muvaffakiyet oldu. Derne’ye muvasalatından sonra, Derne Kuvvetleri Kumandanlığını aldı. Bir sene orada kaldı. Mustafa Kemal, Teşrîn-i sânî 1327’de (Kasım 1911) binbaşı olmuştu. Bu terfii ancak Tobruk’ta öğrenmişti.
Balkan Harbi üzerine Trablusgarb’ı ter ederek, anavatanın müdafaasına şitab eyledi. Mısır’da muttali olduğu Kumanova mağlubiyeti, Selanik’in sukutu, Bulgar ordusunun Çatalca’ya kadar gelmesi, hayatında işittiği en elim haberler idi. Bütün bu felaketlerin bu kadar seri bir sûrette vukûuna inanmak istemiyordu. Avrupa tarîkiyle Romanya üzerinden İstanbul’a geldiği zaman, vaziyeti işittiğinden fena buldu. Onu, beraber gelen bir kısım arkadaşlarıyla beraber yeni teşekkül edecek olan Bahr-i Sefid Boğazı Kuva-yi Müretebesi Harekât Şubesi Müdirliğine tayin ettiler. Edirne üzerine harekette aynı zamanda Bolayır Kolordusu harekâtını da mezkûr Kolordunun Erkân-ı Harbiye Reisi sıfatıyla tanzim ve idâre ediyordu. Edirne’ye en evvel giren kıta, bu kolordunun Süvari Livası idi. Tekmil kolordunun Edirne’ye girmesine müsaade edilmeyerek, Dimetoka’ya tevcih edildi. Mustafa Kemal, Kuva-yı Mürettebe Karargâhından ayrılarak bu kolordunun başında kumandan nâmına kolorduyu sevk ve idare ediyordu. Kuva-yı Mürettebe Erkân-ı Harbiyesi’ndeki vazifesi esnasında, Çanakkale Boğazının şerait-i müdafaasını da tedkike fırsat bulmuştu. Balkan Harbi’nden sonra, Sofya Ateşe Militeri oldu. Ve Harb-i Umûmiye kadar ve Harb-i Umûmî başladıktan sonra da Kânûn-ı evvel 1330 (Aralık 1914) nihayetine kadar Sofya’da bu vazifede kaldı. O vakit kaymakam olmuştu.
Mustafa Kemal Bey, Türkiye’nin Harb-i Umûmiye iştirakinde istical edildiği kanaatinde idi. Sofya’da iken harekât-ı umûmiyeyi büyük bir alâka ile takib ediyor daha harbin bidayetinde Harb-i Umûmî’nin akıbetini görüyordu. Alman ordularının Paris üzerine yürüdüğü esnalarda bile neticenin vehametini herkese ifadeden çekinmezdi. Mustafa Kemal Bey, Sofya Ateşe militerliğinde, harb devam etmekte olduğu için daha fazla kalamazdı. Başkumandanlıktan faal bir hizmet istedi. Cevab-ı muvafakat verilmedi. Mustafa Kemal’in ısrarı üzerine elnihaye, onu Tekirdağ’da teşekkül edecek mevhum bir fırkanın kumandanı tayin ettiler. Memnuniyetle kabul etti. Bir ay zarfında muharebeye muktedir güzide bir fırka, On Dokuzuncu Fırkayı hazırladı. Fırkasını bir müddet sonra, vaziyet icabı olarak Tekirdağ’dan Maydos’a naklettiler. Ve daha bir kısım kuvvetler taht-ı emrine verilerek Seddülbahir, Arıburnu, Anafartalar, Ece Limanını ihtiva eden Maydos mıntıkasına kumandan yaptılar. Pek az zaman sonra Miralay rütbesinde diğer bir fırka kumandanının mıntıkaya ithâl edilmesi üzerine, Kaymakam Mustafa Kemal Beyi mıntıka kumandanlığından çekerek, fırkasıyla beraber Bigalı Köyü’ne ikâme ettiler. İtilaf Devletlerinin Gelibolu şibh-i ceziresine büyük kuvvetler ihraç ettikleri Nisan –sene 1331 (Nisan 1915) tarihine kadar orada kaldı. Arıburnu’na ihraç başlar başlamaz Mustafa Kemal, derhal insiyatifiyle yetişerek taarruz ve düşmanı sahilde tespit etti. Şibh-i cezirenin tahliyesine kadar düşmanın ilerlemek için yaptığı müteaddit taarruzlar, akurâne hücumlar akâmete mahkûm kaldı. Avustralya ve Nevzellandlılar yapışıp kaldıkları Arıburnu’nun yalçın yamaçlarından bir adım ileri atamadılar. 19 Mayıs 1331 (1 Haziran 1915) tarihinde rütbesi miralaylığa terfi edildi.
Türk cephesini yanından, Anafartalar’dan çevirmek için çıkan -24 Ağustos 1331 (6 Eylül 1915)- Kitchner ordusu da karşısında yine Mustafa Kemal’i buldu. Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal Bey 26,27,28 Ağustos (8,9,10 Eylül) günleri Suvla limanı istikametinde, Conkbayırı’nda ve Kocatepe’de yaptığı pek şanlı taarruzlarla, Kitchner ordusunu mağlup etti ve ordumuzu ve vaziyeti bir kere daha tehlikeden kurtardı. Conkbayırı Muharebesinde bir mermi parçası tam kalbinin üzerine denk gelmiş, fakat cebindeki saatin parçalanmasıyla hayatı kurtulmuştu. Bu saat enkazı, Müşir Liman Von Sanders Paşa’da hatıra olarak mahfuzdur. Anafartalar’da uğradıkları mağlubiyetten sonradır ki; İtilâf Devletleri Gelibolu şibh-i ceziresinde ihrâz ettiği pek yüksek zafer, müstevlilere karşı gösterdiği kahramanâne mukavemet ve nihayet dünyanın en muntazam ordularının ve donanmalarının ricate mecbur olması, Türk neferinin ve Türk Milletinin fıtrî fedakârlığı ve bu yüksek hasaili en iyi anlayan ve ondan istifade etmesini bilen Mustafa Kemal’in yüksek dehası sayesinde olmuştur.
Düşman Çanakkale’den çekildikten sonra Miralay Mustafa Kemal Bey, tayin edildiği Onaltıncı Kolordu ile bir müddet Edirne’de bulunduktan sonra, Kafkas cebhesinde aynı numara altında başka kıtaâttan mürekkeb bir kolorduya tayin edildi ve Diyarbekir’de mirlivalığa terfi etti. Orada Bitlis ve Muş’un istirdadiyle neticelenen hareket-i askeriye pek mühimdi. Rus çarlığının keyfiyet ve kemiyet itibariyle pek müteferrik olan bir ordusunu evvela ricad manevrasıyla ve sonra tasavvur ettiği noktadan mukabil taarruza geçerek mağlup etmişti. 7 Mart 1333 (7 Mart 1917) tarihinde yine Kafkas Cephesinde vekâleten İkinci Ordu Kumandanlığına tayin edildi. Bunu müteakib, ordu kumandanı olarak Hicaz Kuvve-i Seferiyesi Kumandanlığına nakledilmiş ise de Şam’a kadar giderek orada Hicaz ve Suriye’nin vaziyet-i umûmiyesini mütalaa ettikten sonra, pek büyük ve umûmî tehlikeyi görmüş ve Şam’da Dördüncü Ordu Kumandanına ve ona iltihak eden Başkumandanlığına müşahede ve nokta-i nazarını vâzıh ve kati bir sûrette ifade eylemiştir. Derhal Hicaz’ın tahliyesiyle celbolunabilecek kuvvetlerle Suriye Cephesini takviye etmeyi teklif etti. Buna nazaran kendisine tevcih edilmiş bulunan yeni vazifenin de bittabi hükmü kalmamı idi. Bu teklifi orada kabul edilmiş iken bilahare bazı hissiyât-ı hafıfe galip gelerek tatbik olunmamış ve felaket vâki olmuştur. Şam mülakatından sonra asaleten İkinci Ordu Kumandanlığına tayin edildiğinden mezkûr orduya dönmüştür. Bu sıralarda Bağdat’ı istirdad maksadıyla bir Irak seferi tertib olunuyordu. Bu kuvvetin kumandanlığına maruf Alman generallerinden Falkenhayn tayin olunmuştu. Mustafa Kemal Paşa da 5 Temmuz 1333 (5 Temmuz 1917) tarihinde Falkenhayn ordular grubunu teşkil eden ordulardan Yedinci Orduya intihâb ve naklolundu. Bu devir, Almanların Türkiye’de en çok müdahele ve tahakküme başladıkları, işlerimize karıştıkları bir zamandır. Mustafa Kemal PaşaFalkenhayn’ın tasavvurât ve icraatını bilhassa aşâirle münâsebatını hiç beğenmiyordu. Askerlik sahasından hariç siyaset ve idâre-i dâhiliyemize taalluk eden meselelerde Almanların dâhiesine mümanaat ve mütemadiyen bu zihniyetle mücadele ediyordu. O zaman ki vaziyet-i askeriyeye nazaran, Irak’ta yapılacak harekâttan hiçbir netice çıkmayacağına kâni idi. Bu mevzular üzerinde tarihi bir ehemmiyeti hâiz olan müteaddid layihalarını, o zamanın Sadrazamına, Başkumandan ve Harbiye Nazırına ve daha icab eden makâmâta gönderdi. Bu seferi ihtiyar etmeyi yeni bir Kanal felakatine maruz kalacağımıza işaret etti. Hakikati isma edemeyince, protesto mahşyetinde ve ordusu Haleb etrafında iken istifa etti.
Filhakika Mustafa Kemal Paşa’nın tahmin ettiği gibi Irak seferi yapılamadı ve Falkenhayn kuvvetleri Filistin Cephesine gönderildi ve orada mağlup oldu. Mustafa Kemal Paşa, Yedinci Ordu Kumandanlığından istifa edince İkinci Ordu Kumandanlığına nakledildi. Fakat Paşa’nın Karargâh-ı Umûmîsine ve Alman cephelerine seyahat etti. Alman karargâhında İmparator Wilhelm, Hindenburg ve Ludendorfla görüştü. Onlara da harbin akıbet-i muhtemelesi hakkında nokta-i nazarını söyledi.
Sevk ve idâredeki muvaffakiyetsizlikleri Alman karargâhında da nazar-ı dikkatini celb eden General Falkenhayn memleketine geri çağrılmış ve yerine Yıldırım Ordular Grubu Kumandanlığı’na Müşir Liiman Von Sanders tayin olunmuştu. O sıra padişah olan Vahideddin’in ısrarı üzerine Mustafa Kemal Paşa Ağustos 1334’de (Ağustos 1918) Filistin cephesinde bulunan Yedinci Ordu’nun Kumandanlığına ikinci defa olarak deruhde etti. Fakat maalesef ahvâl, aleyhimize olarak pek çok değişmiş ve Türk ordusunun mukadderatı taayün etmişti. Bu mukadderatı tağyir etmek artık hiçbir iradenin elinde değildi. Alman cephesinde inhilâl alaimi başlarken, Filistin Cephesi’nde de Türk ordusu kat kat fâik müthiş bir düşman taarruzuna düçar oldu. Ordunun başına henüz iltihak eden Mustafa Kemal Paşa, sağ ve solundaki orduların inhilâlden kurtardı. Paşa, at üstünde adeta düşmanla temas hâlinde en son askerlerinin yanında ve içinde olarak intizamla ordusunu Haleb’e kadar çekti. Bu kadar gayr-ı müsait şerait tahtında muvaffakiyetle yapılabilmiş ricat hareketleri pek nadirdir. Bu vaziyette bile Haleb cenûbunda İngiliz Süvari Fırkasını ve bunu takviye eden düşman kuvvetlerini mağlup etmekle ordunun kuvve-i maneviyesini yükseltti.
31 Teşrîn-i evvel 1334 (31 Ekim 1918) tarihinde Umûm Yıldırım ordular Grubu Kumandanlığını deruhde etti. Mondros Mütarekesi, vaziyeti tespit etti. Mustafa Kemal, bilakaydüşart teslim olmanın tehlikelerini zikrederek makâmât-ı iadesine âid bazı tavsiyelerde bulundu, aldıran olmadı. Bunun üzerine İstanbul’a gitti. Düşman gemileri İstanbul Limanı’na girmeye başlamışlardı. Payitaht’ta vaziyetin vehameti karşısında herkes münkesir ve ümitsiz bir hâlde dâhilî nizaa koyulmuşlardı. Memleket için hiçbir ümid-i halâsın kalmamış olduğu zehabiyle, herkes şahsi menfaat ve muhafaza-i hayat kaygısına düşmüştü. Mustafa Kemal Paşa, bir müddet Şişli’deki ikametgâhında vaziyeti tedkik etti. İstanbul’da bir şey yapılamayacağına kanaat getirdi. Bu felaketler karşısında fedakâr ve necib Türk kütlesinin İstanbul’da cereyan eden ahvâlden ne kadar müteessir olduğunu anladı ve milletle beraber, milletin içinde çalışmaya karar verdi. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edildiği 15 Mayıs 1335 (15 Mayıs 1919) tarihinde Dokuzuncu Ordu Müfettişliği vazifesiyle Samsun’a hareket etti. İzmir ve civarının Yunanlılar tarafından işgali memleketi, milleti derin bir teessüre düşürmüştü. Paşa’nın; Samsun, Amasya, Tokad, Sivas mıntıkalarındaki faaliyeti umûm Anadolu ile mahrem muhârebatı, İstanbul Hükûmeti’nin ve o zamanki Saray’ın ve İstanbul’u işgal etmiş olan düşmanların şüphe ve endişesini mucib oldu. Onu İstanbul’a çağırdılar.
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’a avdet edeceği yerde, şarka, Erzurum’a gitti ve askerlikten istifa ederek bir fer-i millet olarak çalışmaya başladı. 23 Temmuz 335 (23 Temmuz 1919) tarihinde Erzurum’da ve 11 Eylül 1335’te (11 Eylül 1919) Sivas’ta memeleket murahhaslarından mürekkeb millî kongrelere riyâset etti. Erzurum Kongresi ve bilahare de Sivas Kongresi vaziyetin idâresini teşkil ettiği bir Heyet-i Temsiliye’ye tevdî etti ve riyâsetine Mustafa Kemal Paşa’yı intihâb eyledi. Paşa, bundan sonra daha büyük salâhiyetle ve doğrudan doğruya milletlen aldığı kuvvetle mücadeleye atıldı. Bu millî faaliyetler, Saray’ın, İstanbul Hükûmeti’nin ve İtilâf Devletlerinin Mustafa Kemal Paşa ve Türk Milleti aleyhinde bütün gayz ve hiddetini tahrik etmekten hâli kalmadı.
Sivas Kongresi esnasında İstanbul’dan sûret-i mahsusadan izam kılınan Elâzığ Vâlisi Galip Bey, Saray’dan aldığı talimat üzerine Malatya’da Sivas kongresini dağıtmak ve Mustafa Kemal Paşa’yı ve rüfekasını yakalamak için kuvvet toplamışsa da Mustafa Kemal’in ittihaz ettiği tedâbir karşısında, kuvvetleri darmadağın edilmiş ve kendisi firara mecbur kalmıştır. Bundan mâadâ iradelerle, fetvalarla Mustafa Kemal Paşa’yı âsi ve ona iltihâk edenleri ve zahir olanları kâfir ilân ettiler. Bu gibi ahvâl, Mustafa Kemal Paşa’nın azmini tezyidden başka bir şeye yaramadı.
Mustafa Kemal Paşa, Sivas’ta yaptığı tazyik ile İstanbul’da Ferid Paşa Kabinesi’ni mevki-i iktidardan çekilmeye mecbur etmişti ve yerine Ali Rıza Paşa Kabinesi gelerek, Mustafa Kemal Paşa ile temasa girmişti. Bu kabinede Bahriye Nazırı olan Salih Paşa ile Amasya’da muhtelif mesâil üzerinde müzakerede bulunmuş ve bir protokol de imza edilmişti. Bu sûretle Saray ve İstanbul Hükûmeti, mevcudiyet-i milliyeyi ve Mustafa Kemal Paşa’nın vazife-i temsiliyesini ilk defa tanımış oluyorlardı. Amasya’daki müzakerât esnasında, Meclis-i Mebusan’ın İstanbul’da toplanmayarak Anadolu’da içtima etmesi lüzumunda ısrar eden Mustafa Kemal Paşa’ya, hadisât-ı müteakibenin ne kadar hak verdiği herkesçe malumdur. Filhakika İstanbul’da toplanan Meclis- Mebusan; Saray ve İstanbul Hükümeti’nin gözü önünde basılarak cebren dağıtılmış ve bir kısım âzâsı Malta’ya nefy olunmuştur. Bu vaka üzerine Mustafa Kemal Paşa, Ankara’da bir meclis topladı ve bu meclisi Türkiye Büyük Millet Meclisi ünvanıyla 23 Nisan 1336’da (23 Nisan 1920) açtı ve Büyük Millet Meclisi ittifakârâ ile kendisini Millet Meclisi riyâsetine intihâb etti. Bunda aynı zamanda devlet ve hükûmet riyâseti de mündemiçti. O andan itibaren millet alenen ve resmen hâkimiyetini eline almış, iradesini istimâle başlamış ve hürriyet ve istiklâlini mutlaka temine azmeylemişti. Diğer taraftan memleketi parçalamak, milleti düçar-ı esaret etmek için İstanbul’da el ele vermiş olan Saray, Hükûmet ve düşman, kuvvetle, entrika ile tezvir ve fesatla velhâsıl her vasıtaya başvurarak, bu yeni millî hükûmete hücum etmekte idiler. Millî idâre bir taraftan başında Mustafa Kemal Paşa olduğu hâlde, bütün bu hücumlara âkilâne ve kahramanâne tedâbir ile muvaffakiyetle mukâvemet ediyor ve diğer taraftan da ordusunu teşkil ve tensike, maliyesini, dâhilî idâresini tanzime şâyân-ı hayret bir dirayet ve faaliyetle çalışıyordu. Az zaman zarfında Hilafet Ordusu ve Kuva-yı İnzibatiye gibi üzerine saldıran hain kuvvetleri darmadağın etmiş, memleket dâhilinde cabeca ika edilen isyan hadisâtını söndürerek sükûn ve emniyeti tesis eylemiş ve haricî düşmanlara karşı müdâfaa edecek şuurlu ve imanlı ordusunu tensik ve takviye sahasında yol almaya başlamıştı. Burada, teessüfle bir noktayı tesbite mecburuz:
Büyük Millet Meclisi âzâsı meyanında cidal-i millinin zafer-i nihasinden emin olmayan bazı zayıf iradeli kimseler, Mustafa Kemal Paşa’ya muhalefete yelteniyorlardı. Fakat millet, yekpare bir cisim hâlinde dâhi reisinin etrafında toplanmıştı. Bu manzara-i fedakârî ve vatanperverî karşısında dâhilden kat-ı ümit eden düşman (hariçten hücum) faaliyetini tezyid mecburiyetinde kalmış ve vasıta-i icraiyesi olan Yunan Ordusunu; Alaşehir, Uşak ve şimâlden Balıkesir ve Bursa istikametlerinde ileri harekete teşvik ve teşci etmişti. Bu hareketin ilk zamanlarda tabii ve zaruri olan muvaffakiyatı, o zayıf kalpliler üzerinde icra-yı tesirden hâli kalmamıştı. Fakat Mustafa Kemal Paşa, kavi imanı, sarsılmaz azmi ve kesin natıkasıyla zafer ve millî gayeye behemehal vusûl hakkındaki kanaat ve emniyetini Türk Milleti’nin vicdanında maşeri bir fikir olarak tesise muvaffak olmuştu. Bir müddet sonra genç Türkiye’nin dinç, ateşli fedâkar ordusunun Fevzi ve İsmet Paşaların idâresinde, İnönü’nde kazandığı iki meydan muharebesi o kanaat ve emniyeti hadd-i gâyesine çıkardı. Bu zaferlerden sonradır ki İtilâf Devletleri artık Millî Hükûmeti fiilen tanımak mecburiyetinde kalmışlar ve İstanbul Hükûmeti tarafından imza edilen Sevr Muahedenâmesinin tadili lüzumunu hissetmişlerdi. Bu maksatla Londra’da akdedilen konferansa Ankara Hükûmeti’nden de bir heyet-i murahhasa istenildi. İşbu konferansta murahhaslarımızın iştirâkiyle icra edilen müzakerâtın tarz-ı cereyanından, İtilâf Devletleri rüesasının konferanstan maksat-ı aslilerinin, başka başka şekil ve sûretle Sevr esasını kabul ettirmek olduğunu, yüksek dehasıyla derhâl idrak eden ve siyaset sahasında muvaffakiyet için evvelemirde düşmanı mağlup ve def ve tard etmek lüzumuna öteden beri kani olan Mustafa Kemal, memleketi bu vartaya düşmekten de kurtardı.
Bu sûretle de maksatlarına yine muvaffak olamayan İtilaf Devletleri, Yunanistan’ı tekrar taarruza sevk ettiler. Yunan Ordusu, başında Kral Konstantin olduğu ve son vesait-i harbiye ile mücehhez bulunduğu hâlde, Millî Orduya kat kat fâik kuvvetlerle 23 Temmuz 1337 (23 Temmuz 1921) tarihinde taarruza geçti. Millî Ordumuz Sakarya gerisine çekildi. Vaziyet ciddi ve buhranlı idi. Genç milli Türk Hükûmeti ve bütün vatan ölümle bir daha karşı karşıya gelmişti. İşte bu mühim günlerde Büyük Millet Meclisi, Mustafa Kemal Paşa’yı fevkalade salâhiyetlerle başkumandan tayin etti. Paşa, cepheye giderek ordunun başına geçti. Yunanlılar zafer-i nihailerinden emin olarak, Ankara üzerine tekrar taarruza geçtiler.
Sakarya’dan Ankara yakınlarına kadar devam eden geniş bir cephede yirmi iki gün, yirmi iki gece devam eden pek kanlı muharebelerden sonra Yunanlılar, sağ cenahımızdan yaptığımız mukabil taarruzun inzimam-ı tesiriyle perişan bir sûrette mağlup ve Eskişehir-Afyon hattına kadar ricata mecbur oldular. Başkumandan hazretlerinin, muharebenin bidayetinde muharebe hattında bindiği atın yuvarlanması neticesinde, sol kaburga kemiklerinden biri kırılmış ise de cepheden ayrılmayarak nihayetine kadar muharebenin idâresine devam etmiştir. Sakarya Zaferi neticesindedir ki düşmanın istila kuvveti kırılmış ve Türk Vatanının halâs güneşi tulua başlamış idi. Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin askerlikten istifa ettiği, yukarıda yazılmıştı. Ondan sonra da İstanbul’da tard ve idama mahkum edilmişti. Binaenaleyh bu muharebeyi, Başkumandan sıfatıyla idâre ettiği zaman ordusu içinde bir ferd-i millet, bir nefer olarak çalışıyordu. Sakarya Zaferinden sonra millet ona bihakkın Müşir ve Gazi rütbe ve unvan-ı mübeccelini verdi.
Ordu, bundan sonra Başkumandanının nezareti altında tam bir sene taarruza hazırlandı. Bu devre-i istihzârâtın uzun sürmesi, Büyük Millet Meclisi dâhilinde bile bazı erbab-ı zaafa ümitsizlik ve fütur vermek üzere iken, o, hazırlığını bitirmiş ve birçokları taarruz edilemeyeceği kanaat ve reyini izhar ettikleri sırada, Fevzi ve İsmet Paşalarla hemfikir olarak taarruza karar vermişti. Bir gün bir bahane ile otomobille Ankara’yı terk etti ve karadan Konya’ya, oradan Akşehir’e gitti. Ordunun başına geçti ve 26 Ağustos 1338 (26 Ağustos 1922) günü taarruza başladı. Aynı gün de Ankara gazeteleri Başkumandanın Çankaya’da süferaya bir çay ziyafeti vereceğini ilân ediyordu. Her taraftan sardığı Yunan Ordusunu, 30 Ağustos günü bizzat idâre ettiği muharebede, Başkumandan Muharebesinde imha etti. Ve enkaz-ı tarümarını Akdeniz’e kadar şimşek süratiyle takip ederek denize döktü. 9 Eylül 1338 (9 Eylül 1922) günü İzmir ve bütün Garbî Anadolu düşman istilasından kurtulmuştu. Bu zaferden sonra ordularımızın, İtilâf Devletleri mütareke akdine talip olduklarından, Gazi Paşa Hazretleri, İsmet Paşa’yı murahhas tayin eylemiş ve Mudanya’da müzakerâta mübaşeret olunmuştu. Bir hafta devam eden çetin ve her an inkıtaa müstaid müzakerelerden sonra, Şarkî Trakya’nın Meriç’e kadar muharebesiz, Yunan Kuvvetlerinden tahliyesi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi idâresine teslimi temin edildi. Bunlarla beraber İtilaf Devletlerinin taht-ı işgalinde bulunan menatıka, idâreten derhal tesahüb ve sulh müzakeratına da hemen mübaşeret esasları takarrür etmişti.
Gazi Mustafa Kemal; Yunan ordusunu ve ona bağlanan bütün âmal ve tasavvurâtı tarumar eden bu büyük zaferden katiyen sermest olmamış ve menafi-i vataniyeyi her şeyin fevkinde tutmakla beraber, bunu tekrar harbe meydan vermeden basiret ve itidalle temin yolunu bularak, siyaset sahasında kudret-i harikuladesini göstermiş idi. 338 senesi Teşrîn-i sânîsi’nin yirmi ikinci günü (22 Kasım 1922) Lozan’da toplanan konferansta yeni Türk Devleti’ni yine İsmet Paşa temsil etti. Dokuz aya yakın bir zaman devam eden bu konferanstan, Türk Milleti başlarında her zaman olduğu gibi büyük dahi ve reisi olduğu hâlde, asırların ve Saltanatın sırtına tahmil ettiği adlî, malî, iktisâdî kapütilasyonlardan kurtulmuş ve hürriyet ve istiklaline tamamen sahip olmuş olarak çıktı ve cemiyet-i düveliyede kendine layık olan bülend mevkii ihraz etti.
Mudanya Mütarekesinden sonra son ümütlerini de kaybeden Vahideddin artık İstanbul’da barınamayarak, hatta müttefiklerinden evvel firar etmek zilletini irtikâb ederken Büyük Millet Meclisi, Gazi’nin aldığı teşebbüs üzerine girdiği şehrah-ı inkılâbda bir adım daha atmış ve Saltanatı yani hâkimiyet-i ferdiyeyi ilga etmiştir. O zaman yalnız halifelik Abdülmecid Efendiye tevcih olunmuştu. Devletin şekl-i idâresinde yapılan bu tadilat gaye değil ancak hedefe müteveccih bir adımdı. Lozan Sulhünü müteakib artık şekl-i idaresi kati olarak tespit zarureti baş göstermişti.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, öteden beri milletin ve memleketin emniyetle ve süratle inkişâfına en müsait ve fazilete müstenid bir idâre olan cumhuriyetin tesisini nuhbe-i âmal edinmişti. Zaman-ı münasibin hulûl ettiğini görünce, bu meseleyi Meclis’e nakletti ve 29 Teşrîn-i evvel 1339 (29 Ekim 1923) günü akşamı, Büyük Millet Meclisi, pek heyecanlı bir celsede, cumhuriyeti kabul ve ilân etti. Aynı celsede Cumhurreisliğine müttefiken büyük münciyi ve kahraman Gazi’yi intihâb eyledi. Gazi, ilk Cumhuriyet kabinesini İsmet Paşa riyâsetinde teşkil etti.
Cumhuriyet ilân edilmekle beraber, asırlarca memleketi kemiren hânedan-ı saltanatın mütefessihâzâ ve efradı ve hiçbir kudret ve mânâsı olmayan Halife, henüz memlekette idi. Cumhuriyetin bütün mânâsıyla tahkimi için bunların memleketten ihracı ve hânedanla tamamen ve ebediyen kat-ı alâka olunması elzemdi. Reis-i Cumhur hazretlerinin bu lüzum-ı katiyi telkin ve izahları neticesi olarak, Büyük Millet Meclisi hilafetin ilgasına ve hânedanın memleketten ihracına karar verdi.
Millet ve memleketi rehakâr dehasının temin ettiği askerî ve siyasî zaferlerle bir mevt-i muhakkaktan kurtarıp istiklâline ve benliğine kavuşturan Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa, bundan sonra bütün düşünce ve faaliyetini içtimâî, iktisâdî, zirâî ve medenî terakkîyâtın inkişâfına hasreylemişti. Bu husustaki düşünce ve kanaatlerini 340 senesi Ağustosunun otuz birinci günü (31 Ağustos 1924) Dumlupınar’da şehit askerin mezarı önünde memleketin şark ve garbında icra ettikleri seyahatlerde irad buyurdukları ateşin veciz nutuklarda bütün millete telkin ve ilân etmişlerdir. Yekdiğerini takip eden ve her birinin tahakkuku birçok senelerin bu yolda faaliyetle mürûruna mütevvakkıf addedilen din ile devletin tefriki, tedrisât ve mehâkimin tevhidi, cehlin, taassubun ve batıl efkâr ve itikatın menba ve naşiri olan medrese, tekke ve zaviyelerin seddi, asırlardan beri Türk çiftçisini ezen aşarın kaldırılması ve birçok tesisât-ı nâfiaya teşebbüs ve kemal-i muvaffakiyetle devam edilmesi, hep o dehanın o feyyaz nurun mübarek ve mesud eserleridir.
Şark’ta, Cumhuriyet aleyhinde ikâ edilen irtica ve isyan hadisesinin itfâsı için bir taraftan en kati ve musib tedâbiri ittihaz ve tatbik ederlerken, diğer taraftan inkılâb, iktisâd ve imâr sahasındaki feyyaz faaliyetin bir an bile tevakkufuna meydan verilmemesini, Cumhuriyet idâresinin kudretiyle beraber dahi Reisimizin isabetkâr irşad ve sarsılmaz azmine medyûnuz.
Velhâsıl büyük şairimizin, son günlerde intişâr eden bir mektubunda dediği gibi “Harp onun himmetiyle zail olmuş, sulh onun himmetiyle takarrür etmiş, millet ve memleket kurtulmuş.” Ve onun himmetiyle “Türkiye’ye ilk defa olarak hayırlı ve hakiki bir faaliyet giriyor. Türkiye’de ilk defa olarak bir garp medeniyeti görülüyor ve seri ve sâlim bir terakki başlıyor.”
Kaynakça: