“Her sabah dünya yeniden kurulur, her sabah yeni bir başlangıçtır” sloganıyla yayımlanan Tercüman gazetesi 1 Nisan 1970 sabahı muhafazakâr okurlarının karşısına; “Atatürk’ün babasının (bilindiği gibi) Ali Rıza Efendi olmayıp Arnavut Bekir Ağa adında bir katil olduğunu…” ileri sürerek başlangıç yapmıştı. Gazetenin dördüncü sayfasında bu konuya ilişkin yazı şöyle devam ediyordu:
…”Ali Rıza Efendi Atatürk’ün sadece üvey babası idi. Ali Rıza Efendi Atatürk’ün valideleri Zübeyde Hanımla evlendiği zaman Zübeyde Hanımın ikisi erkek biri kız olmak üzere üç çocuğu vardı. Süreyya(*), Mustafa ve Makbule… Atatürk’ün ağabeysi Süreyya Bey(*) de subay olarak yetişmiş, şakağına bir kurşun sıkarak intihar etmiştir… Atatürk’ün babasının asıl adı Bekir’dir. Arnavut Bekir derlerdi ona. Gümrük kolcusu idi… Bir gümrük kaçakçısını vurmuş ve hapse düşmüş orada vefat etmiştir.”
Bu yazı üzerine en başta Cumhuriyet gazetesi olmak üzere basında tepkiler yaratmış, Tercüman gazetesindeki yazıyı okuyan vatandaşların da savcılığa suç duyurusunda bulunmaları üzerine ‘İstanbul Basın Savcılığı Hz. 1970 / 243 ve Es. 1970/123 sayıyla Toplu Basın Mahkemesi’nde bir dava açmak zorunda kalmıştır. İstanbul Basın Savcılığı’nın iddianamesinde bu yayına karşı su satırlar yer alıyordu: …”Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal’in babasını cezaevinde bir katil olarak tanıtmak, (…) ve babasının herkesçe bilinen Ali Rıza Efendi olmayıp Arnavut Bekir olduğunu söylemek suretiyle Atatürk’ün hatırasına alenen hakarette bulunulmuştur.”
İstanbul Basın Savcılığı’nın Tercüman gazetesine açtığı dava 5816 numaralı Atatürk’ü Koruma Kanunu(**) olduğu halde afla düşmüştür; ama yayımlanan bu haber uzun süre gündemden düşmemiştir.
(**)5816 numaralı Atatürk’ü Koruma Kanunu; Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimselere yönelik uygulanan cezayı belirten bir kanundur. Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkında uygulamaya konan bu kanun, 25 Temmuz 1951 tarihinde kabul edilmiş ve 31 Temmuz 1951 tarihinde de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
5816 numaralı Atatürk’ü Koruma Kanunu 1 Maddesinde; “Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Atatürk’ü temsil den heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir. Yukardaki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.”
Madde 2 : “Birinci maddede yazılı suçlar; iki veya daha fazla kimseler tarafından toplu olarak veya umumi veya umuma açık mahallerde yahut basın vasıtasıyle işlenirse hükmolunacak ceza yarı nispetinde arttırılır. Birinci maddenin ikinci fırkasında yazılı suçlar zor kullanılarak işlenir veya bu suretle işlenmesine teşebbüs olunursa verilecek ceza bir misli arttırılır.”
Madde 3: “Bu kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet savcılıklarınca re’sen takibat yapılır.”
Madde 4: “Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.”
Madde 5: “Bu kanunu Adalet Bakanı yürütür.”
(*)Atatürk’ün ağabeysi Süreyya Bey;Atatürk’ün üvey babası Ragıp Bey’in vefat eden eski eşi Afet Hanım’dan dört çocuğu dünyaya gelmiştir. Bu çocuklar, Süreyya(*), Hakkı Beyler ile Ruhiye (Rukiye) ve Fitnat Hanımlardır. Bu durumda Süreyya Bey Atatürk’ün üvey ağabeyi ve üvey kardeşidir(!).
Atatürk’ün üvey babası Ragıp Bey hakkında kaynaklarda pek bir bilgi bulunmamakla birlikte, Atatürk’ün öz babası Ali Rıza Efendi’nin vefat etmesinden sonra annesi Zübeyde Hanım ile evlendiğinden Zübeyde Hanım’ın ikinci eşi olduğu bilinmektedir.
Annesi Zübeyde Hanım’ın ikinci evliliği hakkında dönemin Akşam gazetesi Başyazarı ve Sivas Milletvekili olan Necmeddin Sadak’a yazması için Atatürk şöyle demiştir:
-…”Ali Rıza’nın ölümünden sonra Zübeyde henüz hayatta olan anası ve kız kardeşi ile bir süre birlikte yaşadı. Fakat bu parasızlıktan değildi. Henüz çok genç olduğu içindi ve çocuğu Mustafa Kemal’i uygun bir yaşa getirinceye kadar başka bir adamla evlenmemeye karar verdiği içindi.(***)”
Atatürk’ün öz babası Ali Rıza Efendi’nin vefat etmesinden sonra Ragıp Bey ile evlenen Zübeyde Hanım’ın evlilikleri sırasında çocukları olmamıştır(!). Birinci Balkan Savaşı’nın çıkması sonucu bölgede barınmanın güçlüğü nedeniyle Zübeyde Hanım Ragıp Bey ile aralarındaki evliliği sonlandırmıştır. Çankaya adlı eserinde, Falih Rıfkı Atay’a göre, Mustafa Kemal Atatürk’ün üvey babası Ragıp Bey, I. Dünya Savaşı sonrasında Selanik’te ikamet ettiği sıralarda vefat etmiştir:
…”Mustafa Kemal 1898 yılı başında asker rüştiyesinden sınıfın dördüncüsü olarak diploma aldığı vakit on beş yaşındaydı.Anası Zübeyde Hanım kocasından kalma dul maaşı ile geçinemiyordu(***). O sırada Larisa’dan göçmen olarak gelen tütün rejisi memurlarından otuz iki, otuz üç yaşlarındaki Ragıp Bey’le evlendi. O da eski karısından iki veya üç çocuklu bir duldu. Ragıp Bey iç güveysi olarak eve geldi. Mustafa Kemal bu evlenmeyi bir türlü içine sindirememişti. Evi bırakarak Horhor Mahallesinde oturan halası Emine Hanım’ın yanına gitti. Manastır askeri idadisine (lise) gidinceye kadar anasının evine pek az uğradı. Yeni baba üvey oğluna saygılıydı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra işleri için kalmış olduğu Selanik’te ölmüş. Atatürk kendisine devamlı olarak yardım etmiştir. Yeni bir baba edinmek gururunun almayacağı bir şeydi ama pekiyi konuştuğunu hatırlarım,” demiştir.
Genç yaşta üç çocuğu ile dul kalan Zübeyde’ Hanım, oğlu Mustafa’yı Askeri Rüştiye’ye verdikten sonra, özellikle ekonomik yönden zor günler yaşamaya başlar(***). Çocuklarla birlikte kendisine bağlanan iki mecidiyelik maaş ailenin geçimini sağlamaktan çok uzaktır. O sıralarda, Yunanistan’a terk edilen Teselya’nın merkezi Larisa (Yenişehir)’dan göç edenlerden Reji İdaresi memurlarından Ragıp Efendi, kendisine talip olur. Zübeyde Hanım, Kılıçoğlu Hakkı Bey’in kayınpederi Şeyh Rıfat Efendi tarafından Ragıp Efendi ile evlendirilir. Varlıklı bir kimse olmasına rağmen, Ragıp Efendi Zübeyde Hanım’ın evine gelerek yerleşir. Şüphesiz evin en büyük erkek evladı olarak Mustafa bu evliliği onaylamaz ve evi terk ederek, Horhor (Horhorsu) Mahallesi’nde oturan öz halası Emine Hanım’ın evine yerleşir. Manastır İdadisi ’ne gidinceye kadar da eve nadiren uğrar.
Ragıp Efendi esasında çok kibar ve iyi kalpli bir insandır. Atatürk, yıllar sonra Afet İnan’a üvey babası ile ilgili olarak şunları söyleyecektir:
…”Fakat sonradan o asil beyle dost oldum. Bana iyi bir eğitici oldu. Anamın da geç yaşında böyle bir aile bağı yapmış olmasını takdir ettim. Ancak çocukluk duygum benim babamı kaybetmiş olmama karşı bir isyandan ibaretti.”
Atatürk, üvey babası Ragıp Efendi ile ilgili olarak sınıf arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’a:
…”Bana karşı çok saygılı davranmış, büyük adam muamelesi etmiştir. Nazik ve kibar insandı.” demiştir.
Cumhuriyet dönemi milletvekillerinden Mehmet Somer de bu konuda “tali ve âli tahsili devrinde üvey pederi Ragıp Bey, Mustafa Kemal’e çok samimi davranmış olduğundan, Mustafa Kemal sonraları Ragıp Bey’e hürmet eder olmuştu…” demekle yetinecektir.
Atatürk’ün üvey babası Ragıp Efendi, sınırlı kaynaklara göre Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra (1918) Selanik’te vefat etmiş ya da Çanakkale Savaşları’nda (1915 – 1916) şehit düşmüştür. Ancak, Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım ile birlikte kız kardeşi Makbule Hanım 1915 yılı Mart ayında İstanbul’a göç ettiğini bilmekteyiz. Ragıp Bey’in onlarla İstanbul’a geldiğine dair bir bilgi bulunmamaktadır. Bu nedenle Ragıp Bey, muhtemelen Balkan Savaşları sırasında veyahut hemen sonrasında vefat etmiş olmalıdır.
Atatürk’ün ailesini yakından tanıyan Mehmet Somer de anılarında bu tespiti şöyle doğrulamaktadır: …”Umumi Harp’ten biraz evvel muvakkat bir zaman için İstanbul’a gelen ana (Zübeyde Hanım) ve hemşiresi (Makbule Hanım), harbin patlaması ile artık Selanik’e gidememişlerdir. Ragıp Bey Selanik’te kaldı vefat etti. Kendisinin Zübeyde Hanım’dan çocuğu yoktur(!). Başka familyasından kız ve erkek çocukları olduğunu hatırlıyorum…”
Atatürk’ün üvey babası Ragıp Bey’in vefat eden eski eşi Afet Hanım’dan dört çocuğu dünyaya gelmiştir. Bu çocuklar, Süreyya(*), Hakkı Beyler ile Ruhiye (Rukiye) ve Fitnat Hanımlardır.1913 yılında 16 yaşında iken tanıdığı ve “Ağabey” diye hitap ettiği Mustafa Kemal’e sonradan delice âşık olan ve bu yüzden de intihar eden Fikriye Hanım’da Ragıp Bey’in kardeşi Albay Memduh Hayrettin Bey’in üç çocuğundan birisidir, Atatürk’ün üvey babası Ragıp Bey’in yeğenidir.
Atatürk’ün üvey kardeşleri hakkında detaylı bir bilgi bulunmamakla birlikte Süreyya Bey’in asker olduğu bilinmekte ve Mustafa Kemal’in askerliği seçmesindeki nedenlerden birisi olarak Süreyya Bey’e duyduğu sevgi ve hayranlık olduğu belirtilmektedir.
Çankaya adlı eserinde Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün üvey kardeşi Süreyya Bey için şunları nakleder:
…”Üvey ağabeyi Süreyya için pekiyi konuştuğunu hatırlarım. Bilindiği üzere Türk kadınının o kapalılık devirlerinde Türkler arasında cinsel ahlak pek bozuktu. Delikanlı için güzellik bir tehlikeydi. Mustafa Kemal’de altın yeleleri, henüz terleyen sırma bıyıkları, pembe teni, mavi gözleri ile bir erkek güzeliydi. Bir gün Süreyya ağabey çağırmış, sustalı bir çakı vermiş: “…Ne olur olmaz, ırzını bununla koruyacaksın” demiş. “Yüzbaşı Süreyya Toyran” intihar etmiştir.”
Atatürk’ün üvey kardeşi Hakkı Bey ise yaşamının bir kısmını Türkiye’de geçirmiş ve demiryollarında kondüktörlük yapmıştır. Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün üvey kardeşi Hakkı Bey için: …”İkinci üvey kardeşi Reji memuru Hakkı Bey’dir” demiştir.
Atatürk’ün üvey kız kardeşi Ruhiye (Rukiye) Hanım, Ahmet Fevzi adında eski Anadolu Ajansı mensubu bir memur ile evlenmiş ve Afet isminde bir kız çocuğu dünyaya gelmiştir.
Atatürk, gerek üvey kardeşleri gerekse üvey babası Ragıp Bey’in kardeşi Albay Memduh Hayrettin Bey ve onun ailesi ile iyi ilişkilerini sürdürmüştür. Ragıp Bey’in kardeşi Albay Memduh Hayrettin Bey de İstanbul’a gelmiş ve Akbıyık semtine yerleşmiştir. İstanbul’da sık sık Zübeyde Hanım’ın ziyaretine giden Fikrîyeile Mustafa Kemal arasında giderek bir yakınlık başlamıştır… (Bakınız: Mustafa Kemal Atatürk, Şerafettin Turan, Bilgi Yayınevi, 2004, Sf.26…)
(***):Mustafa Kemal’in ailesinden ve çocukluğundan söz ederken 1932’de H. C. Armstrong adında bir İngiliz Yüzbaşısının İngiltere’ye dönüşünde yayınladığı “Bozkurt Mustafa Kemal” adlı bir kitabın üzerinde durmak yararlı olur:
“BOZKURT MUSTAFA KEMAL BİR İNGİLİZ YÜZBAŞININ YURDA SOKULMAYAN KİTABI!
Bir İngiliz Yüzbaşısı olan Armstrong, mütareke döneminde İstanbul’u, İstanbul’daki İngilizleri anlatırken adı çok geçecek olan bu yüzbaşı memleketine döndükten sonra yazdığı bu kitapta, yalanlarla, iftiralarla, kin ve intikam duygularıyla Mustafa Kemal’i dünya kamuoyunda küçültmeğe çalışıyor, O ‘nu milletinin karşısında sevimsiz, kıyıcı bir diktatör gibi göstermeğe çalışıyor, O’nu milletinin karşısında sevimsiz, kıyıcı bir diktatör gibi göstermeye çalışıyordu.
Kitabın kapağına, Mustafa Kemal’i son derece korkunç gösteren bir resim koymuştu. O kadar ki Sunday Times gazetesi bu kitaba ayırdığı bir bölümde şöyle yazıyordu:
—“Kitabın kapağındaki resim insanın damarlarındaki kanı dondurmağa yeter. Eğer Mustafa Kemal Paşa gerçekten bu feci resme benziyorsa insan, karanlıkta değil, gündüz bile karşı karşıya gelmekten korkar.”
Kitabın birinci sayfası Mustafa Kemal’in önderlik ettiği olaylara ayrılmıştı. Armstrong, bütün düşmanlığına karşın yine de inkâr edememiş, ama bu eserleri yaratanı korkunç göstermek için bir iftira ile bağlamaktan da kendini alamamıştı.
“Bozkurt Mustafa Kemal:
1908’de: Padişahı deviren; 1915’ de: Gelibolu’da İngiliz İmparatorluğunu ezen; 1922’de: İzmir’de Yunanlıları denize döken; 1923’de: Muzaffer Müttefik Devletleri İstanbul’dan kovan; 1924’de: Hilafet kudretini yok eden; 1926’da: Bütün muhalifleri asan; 1932 yılına kadar, yıkılan bir İmparatorluktan bir millet yaratan; zalim, acı, demir iradeli bir adamın incelenmesi.”
Bir cinayet romanına yakışan bu takdim şeklinin amacı, O’ndan intikam almak kadar, kitabın sürümünü sağlamak diye de düşünülebilirdi.
The Observer kitap hakkında şöyle yazıyordu:
—“Bu kitap gerçek hikâyeden ziyade meraklı bir film senaryosunu andırıyor.”
Sunday Referee ise:
—“Mr. Armastrong, sanki elinde portatif bir mikrofon aleti olduğu halde, Mustafa Kemal Paşayı otel odalarında takip etmiş, özel konuşmalarını bile dinlemiştir. Bu kitap tarihçiler için kaynak diye kullanılamaz!…”
Eser; bu takdim şekliyle yabancı memleketlerde ilgi gördü ve bir polis romanı gibi okundu. Tepkisi de umulduğundan geniş oldu. Kitabın uyandırdığı yankılar Türkiye sınırlarına kadar geldi, dayandı. Hükümet yurda sokulmasını yasakladı.
Bir gün Çankaya sofrasında Armstrong’un kitabından bahsediliyordu…
Gazi:
-…”Ne yaptınız bu kitabı?” diye sordu.
—“Yurda girmesini yasak ettik.”
Gazi:
-…”Niçin?”
—“Hakkınızdaki iftiraları yüzünden.”
Gazi:
-…”İçki filan mı?”
—“Evet efendim.”
Mustafa Kemal önce kitabı getirtti. Başından sonuna kadar okuttu, dikkatle dinledikten sonra:
-…”Az bile yazmış,” dedi. “Bırakın kitap yurda girsin, millet de okusun.”
Buna karşın hükümet yasağı kaldırmadı.
Ne var ki kitap hakkında dünya basınında günden güne genişleyen ilgi dolayısıyla, Armstrong’a bir cevap vermek kaçınılmaz hale gelmişti. Çünkü kitapta birçok tarihi gerçekler değiştiriliyor, kulaktan dolma elden edilmiş yalan yanlış bilgilerle Mustafa Kemal’in hayatına, buna paralel olarak Milli Mücadele tarihimize yanlış istikametler veriliyordu.
Yalan ve iftiraları bizzat Atatürk cevaplandırdı:
Bu yalan ve iftiralara bizzat Atatürk cevap vermeyi istemiştir. Yalnız bunu kendi adı ile değil o zaman Akşam gazetesi Başyazarı ve Sivas Milletvekili olan Necmeddin Sadak’a dikte ederek ve onun imzası ile Akşam gazetesinin baş sütunlarında çıkan bu yazılar yer yer Necmeddin Sadak’ın kaleminden çıkmış olmakla beraber büyük ölçüde Atatürk’e aittir(*).
Armstrong’un kimliği ve Mütareke yıllarında İstanbul’daki marifetleri hakkındaki kısımları başka bir yazıma bırakarak, yeri burası olduğu için Mustafa Kemal’in ailesine dokunan bölümü ile ilgili olan 17, 18 ve 19 uncu sayfalardaki iddialar ile cevapları buraya alıyorum;
…”İngiliz yüzbaşısı, Osmanlı tarihinin de kendisine göre bir özetini yaptıktan, Osmanlı Padişahlarını “Gaddar, hayvani” gibi söyleneni küçülten sözlerle anlatmağa çalıştıktan sonra Rusya harbini, Berlin Kongresi’ni anlatıyor ve Mustafa Kemal’in doğumunu İncil dili ile şöyle naklediyordu:
“Bu olaylardan dört yıl sonra Ege Denizi’nin kuzeyindeki Selanik şehrinde Ali adlı bir Türk’le Zübeyde’den bir çocuk doğdu; Adını Mustafa koydular!”
Armstrong, kitabının 17. sayfasında Mustafa Kemal’in ailesini ve çocukluğunu şöyle anlatıyordu:
…“Babası fakir, önemsiz, kişiliği olmayan bir adammış; …Çocukluğunda Sırp sınırındaki Arnavutluk dağlarından gelerek Selanik’te Düyunu Umumiye ’de kâtiplik ediyordu. Maaşı azdı, sıkıntıda kalıyordu. Boş vakitlerinde ticaret yapıyordu. Fakir bir mahallede, küçük bir evde yaşıyorlardı. Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde’de güney Arnavutluk’tan gelmiş köylü bir kadındır!”
…”Mustafa Kemal’in babası vefat edince annesi “Lazasan” da biraderinin yanına iltica etmiş, genç Mustafa, orada hayvanlara bakmaya, ahırları temizlemeye memur olmuş. Bu köy hayatını sever görünüyormuş. Yaşı ilerledikçe münzevi, çekingen, hür ve bağımsız tabiatlı olmaya başladı!”
…”Mustafa Kemal, 11 yaşına gelince annesi onu okula götürmek için kız kardeşinden para yardımı istedi ve Mustafa Kemal okula girmek için tek başına Selanik’e gitti!”
…”Mustafa Kemal çocukluğunda inatçı, kavgacıydı. Bir gün okulda döğüş etti. Hocasına karşı geldi. Okuldan kaçtı, bir daha gitmedi!”
…”Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım daha sonra kör olmuştur!”
Kitabın 17, 18 ve 19 uncu sayfalarını kapsayan bu iddiaların ne kadar asılsız ve yalan olduğunu aşağıdaki Atatürk’ün verdiği karşılık açığa vurmaktadır:
-…”Bir kere Mustafa Kemal’in babası bir askeri kumandanın “officier superieur” ün oğlu olan Ali Rızaydı. İlk gençlik hayatında o zamanki Yunan sınırına yakın sahilde Rüsumat memuruydu. Ondan sonra memuriyetini bırakarak kereste ticareti yapmıştır. Kendisinin ormanları ve Selanik’te kereste mağazaları vardı. Mr. Armstrong’un dediği gibi Sırp sınırı ve Arnavut dağlarıyla hiçbir ilgisi yoktu ve olmamıştır. Zekâsıyla, girişimleriyle, akıllılığı, gaye ve cesaretiyle Selanik’te şöhret sahibiydi.Kendisiyle arkadaşlık etmiş ve buna şahit olmuş, henüz yaşayan insanlar vardır. “Bugün Büyük Millet Meclisi üyelerinden Aydın Milletvekili Tahsin Bey” gibi. Bu kişi Ali Rıza Bey’in dava vekiliydi.
Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde ise, Selanikli, Selanik yakınında Langaza denilen yerde çiftlik sahibi zengin bir ailenin kızıydı.
Mustafa Kemal’in doğduğu ev, yazarın iddiası aksine Selanik’in en şerefli yerinde büyük bahçeli, sanayi okulunun karşısında ve Selanik’in en geniş caddesi üzerindeydi. (Islahhane caddesi). Bu evi Ali Rıza Bey yaptırmıştı. Bundan başka dördü bu ev çevresinde ve biri de Ahmetsubaşı denilen mahallede olmak üzere daha beş tane evleri vardı.
Bu evde bugün Yunanlı bir aile oturuyor. Evin muhafazası için bu aile Gazi’den yardım istemiştir. Ali Rıza, servetine göz diken bir Yunan eşkıyası tarafından dağa kaldırılmış ve fidye karşısında kurtulmuştur.
Bir defa da Selanik’te Evranos Zadelerden Mehmet Paşa (ki Selanik’in en büyük eşrafındandır) dağa kaldırıldığı zaman Ali Rıza’nın cesaretine başvurulmuş ve o da bizzat asker ve jandarmanın başına geçerek bizzat Mehmet Paşa’yı kurtarmıştır.
Mustafa Kemal Hazretleri tıpkı babasına benzemektedir.
Aynı ana ve babadan Naciye ve Makbule adlı iki kız kardeşi vardır; Naciye ölmüştür. Makbule ise hayattadır.
Mustafa Kemal’in anası Zübeyde, İngiliz müellifinin dediği gibi, köylü değildi. Selanik’in eski ailelerinden birindendi. Güney Arnavutluk’la hiçbir ilgisi yoktu. Bütün Selanik’te asaletiyle, faziletiyle, bilhassa zekâ ve akıllılığı ile şöhret bulmuş bir kadındı.
Zübeyde hiçbir vakit kör olmamıştır ve İzmir’de dünyadan göçerken gözünü kapadığı ana kadar asla kör değildi. Bu derece yalan yazmaktan maksat nedir?
Ali Rıza’nın ölümünden sonra Zübeyde henüz hayatta olan anası ve kız kardeşi ile bir süre birlikte yaşadı. Fakat bu, yazarın dediği gibi parasızlıktan değildi. Henüz çok genç olduğu içindi ve çocuğu Mustafa Kemal’i uygun bir yaşa getirinceye kadar başka bir adamla evlenmemeye karar verdiği içindi.
Ali Rıza öldükten sonra yalnız Zübeyde’ye değil, doğrudan doğruya Mustafa Kemal’in şahsına ve kız kardeşlerine kâfi servet bırakmıştı.
Bu devirde Mustafa Kemal bir süre çiftlik hayatı yaşadı ve çiftliğin bağ, bahçe ve tarlasında dolaştı. Fakat bu uğraşı sade eğlenmek içindi ve yanında daima hizmetçileri olarak…
Yazarın yazdığı gibi Zübeyde’nin kız kardeşleri yoktu ve anasının ve erkek kardeşinin yanında yaşadığı zaman da kendisinin ve çocuklarının masrafını kendi görürdü. Mustafa Kemal okula girmek için Selanik’e yalnız değil, büyük anası, anası ve iki kız kardeşiyle döndü ve esasen çiftlik Selanik’e atla iki saat mesafedeydi. Oraya, daimi surette kalmak için değil, mevsim dolayısıyle gidip gelinmiştir.
Selanik’in en modern ve en iyi okulu olan Şemsi Efendi’de ilköğretimini bitirmiş bulunan Mustafa Kemal, kısa bir süre çiftlik hayatı geçirdikten sonra, Selanik’e, daha yüksek öğrenime devam etmek üzere evvela sivil Rüştiye okuluna girmiş, orada bir öğretmenin davranışından üzüntü duyarak ayrılmıştır.Ondan sonra askerliğe hevesi uyandığı için annesinin iznini almadan imtihan vererek askeri Rüştiyesi’ne girdi.”
Bütün bu olay yazarın, Mustafa Kemal’in hayatını ciddi surette tetkik etmediğini ve kitabını şuradan buradan işitme yalan – yanlış bilgiyle olduğunu gösteriyor.”(Bakınız: Atatürk Ansiklopedisi Türkiye Cumhuriyeti’nin Siyasi Tarihi”, Hazırlayan: Kemal Zeki Gençosman,II. Baskı, Mart 1981, May Yayınları, I. Cilt, Sf:59,60 ve 61)
Not: 1962 Ankara doğumlu, Hacettepe Üniversitesi’ni askeri öğrenci olarak tamamladıktan sonra, Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlke ve İnkılap ve Yüksek Lisans Tarihi Enstitüsünde yüksek lisans yapan, Sayın Suat Akgül tarafından bu fotoğraf doğrulanmamıştır.
***Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.