Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Milli Mücadele’de milli birliği kuran eşsiz bir lider, muharebe meydanlarında efsanevi bir komutan, devlet kuran büyük siyaset adamı, milletin çehresini değiştiren güçlü bir inkılâpçıdır. Bu nitelikleriyle insanlık tarihinin tanıdığı en büyük şahsiyettir.
ATATÜRK, yüksek insanlık değerlerine içten ve büyük saygısıyla öncülük ettiği Türk İnkılâbını ifade ederken;
-…”Milleti sevk ve idare edenlerin dayanağı, ordu olmuştur. Diğer milletlerde ordu ile millet, daima birbiriyle karşı karşıyadır. Hâlbuki bizde tamamıyla olay tersinedir. İkinci Meşrutiyeti, kahraman subaylarımız ilan ettikleri gibi bu inkılâpları da yine bunların fedakârlığına borçluyuz.” demiştir.
İkinci Meşrutiyet, Osmanlı Anayasası’nın (Kânun-ı Esasi), 30 yıl askıda kaldıktan sonra, 23 Temmuz 1908’de yeniden ilan edilmesiyle başlayan süreçtir. Meşrutiyet açıklarını kapatmaya çalışan Osmanlı Padişahı Sultan II. Abdülhamit, Batılı krallar gibi kamusal yerlerde portrelerini sergilememiş, fakat hükümdarlık imgesini “Padişahım Çok Yaşa!” ibaresinin işlendiği sancaklara işletmiştir. (Not: Batılı krallar gibi kamusal yerlerde portrelerini sergileyen ilk Osmanlı Padişahı II. Mahmut (1808 – 1839) olup, Sultan Abdülmecid (1839 – 1861) ve Sultan Abdülaziz (1876 – 1909) bunu gelenek olarak sürdürmüşlerdir.)
Osmanlı Padişahı Sultan II. Abdülhamit, Batılı krallar gibi portre sergileme geleneğini sürdürmemiş, onun yerine babası Sultan Abdülmecid döneminde Birleşik Krallık geleneğindeki nişanlardan etkilenerek yaptırılan hanedan armasını (Arma-i Osmanî: Osmanlı Devlet Arması) tercih etmiştir. II. Meşrutiyet’in getirdiği inkılâplarla devletin toplum üzerindeki nüfuzu arttığından, kamu binalarındaki Padişah Tuğrası ile Osmanlı Devlet Arması yaygınlaştığı görülmüştür.
Arma-i Osmanî veya Osmanlı Devleti arması, resmi olarak 19. yüzyılda Birleşik Krallık geleneğindeki nişanlardan etkilenerek Osmanlı Devleti için hazırlanmıştır. Öncesinde, “Osmanlı Padişah Tuğraları” devlet nişanı olarak geçmekteydi. Osmanlı arşivlerinde yapılan araştırma sonucu “Osmanlı Devleti Armasının yapılışı hakkında şu bilgilere rastlanmıştır: …”Osmanlı ile Rusya arasındaki Kırım Savaşı sırasında, Fransızların Sultan Abdülmecid’e verdiği “Légion d’honneur nişanı”, Osmanlı Devleti ile yakın ilişkiler kurmaya çalışan İngiltere’yi harekete geçirir. İngiltere Kraliçesi Victoria, Fransa’nın verdiği nişana karşılık Kasım 1856’da “Dizbağı Nişanı”’nı Osmanlı Sultanı’na sunar.
1346’da Kral III. Edward tarafından ortaya çıkarılan Dizbağı Nişanı’nın geleneğinde şöyle bir uygulama vardır: Nişanı alan kişi ya da hükümdarların armaları Londra’da Windsor Sarayı’nda bulunan Saint George Kilisesi’nin duvarında asılmaktadır. Ancak Osmanlı Padişahının arması bulunmamaktadır.
Bunun üzerine Kraliçe Victoria, Prens Charles Young ismindeki arma uzmanını Osmanlı Devleti için arma tasarlamak üzere görevlendirir. İstanbul’a gelerek araştırmalarda bulunan arma uzmanı Young’a, Etyen Pizani isminde bir tercüman yardımcı olur.
İngiliz tasarımcı, padişahlık alameti olan saltanat kavuğunu, sorgucu, ay-yıldızlı sancağı ve tuğrayı ön plana çıkararak bir arma hazırlar. Bir yılda hazırlanarak İstanbul’a gönderilen arma çizimlerini Sultan Abdülmecid de beğenir. Bu şekilde oluşan Osmanlı Devleti Arması İngiltere’nin Saint George Kilisesi’ndeki yerini alır ve 17 Nisan 1882’de Osmanlı Padişahı Sultan II. Abdülhamit tarafından yürürlüğe konmuştur.
Sultan Abdülmecid’in dokuz erkek çocuğundan padişahlık yapan isimler ise şöyledir:
2’nci oğlu: V. Murad (Hüküm Süresi: 30 Mayıs 1876 – 31 Ağustos 1876. Annesi: Fransız Şevkefza Kadın Efendi’dir.
3’üncü oğlu: II. Abdülhamid (Hüküm Süresi: 31 Ağustos 1876 – 27 Nisan 1909. Annesi: Ermeni Virjin yani Tir-i Müjgan Kadın Efendi’dir.
4’üncü oğlu: V. Mehmed Reşad (Hüküm Süresi: 27 Nisan 1909 – 3 Temmuz 1918. Annesi Arnavut Sofi yani Gülcemal Kadın Efendi’dir.
5’inci oğlu: VI. Mehmed Vahdeddin (Hüküm Süresi: 4 Temmuz 1918 – 19 Kasım 1922. Annesi Çerkes Henriet yani Gülistu veya Gülistan Kadın Efendi’dir.)
Yazar Hüseyin Hakkı Kahveci’ye göre, -“Osmanlı Devleti armasını beğeni ile kabul eden “Osmanlı Sultanı ve Halifesi -Haçlı Siyon Hizmetkarı-” dır;
”Légion d’honneur: O güne kadar hiçbir Osmanlı Sultanı, yabancı devlet nişanını kabul etmemişti. Ama Abdümecid Han (?) kabul etti. Nişan’ı Fransa İmparatoru adına Fransa Elçisi taktı. Törenin ihtişamı konuşuldu günlerce. Nişan’ı takan İngiltere elçilik piskoposu Abdülmecid’e şöyle der: “Siz bundan sonra İsa yolunda çalışacak, onun için her türlü özveriyi yapacak bir şövalyesiniz.” İslam Halifesinin -Haçlı Şövalye- unvanı almış olması bir artı olabilir miydi? Sonucunu millet savaş meydanlarında ödedi.
Abdülmecid’e İkinci ödül İngiltere’den geldi.
Diz Bağı Nişanı; Garter Haçlı Şövalyeleri’ne takılan yani Hıristiyanlık uğrunda savaşanlara takılan bir nişandır. Osmanlı Sultanı ve İslam âleminin halifesi, artık bir Garter Haçlı Şövalyesidir(!). Padişahlık arması Windsor Şatosu’ndaki St. George Kilisesi’nin duvarına asılır.
Tarih; 21 Haziran 1867.
Osmanlı tahtında oturan Abdülaziz, tahtın müstakbel varisleri V. Murat ve II. Abdülhamit’i yanına alarak Avrupa gezisine çıkar. Bu geziden on gün önce yabancılara toprak satışı yasasını çıkarmıştır. Kardeşinin (Sultan Abdülmecid) yolunda ilerlemenin huzuru içindedir.
Tarih; 21 Haziran 1867: Fransa’yı kıskanan İngiltere karşılıkta gecikmez. Bizzat İngiltere Kraliçesi Viktorya’dan ödül haberi gelir. Bildik bir ödül: Diz Bağı Nişanı. Hani, şu Ulu Haç için savaşanlara verilen Nişan: Knight Grand Crossof the Order of the Bath.
Tarih; 21 Haziran 1867: Nişan, Windsor Kalesi St. George Kilisesi’nde başrahibinin huzurunda törenle verilmektedir. Ancak İslam dünyasının halifesi için bu kural bozulur. Özel bir hassasiyet gösteren Majesteleri, bir İngiliz savaş gemisinde (Saint Aziz) elleri ile takar nişanı Abdülaziz efendiye. Artık İslam halifesi de artık bir Garter Şövalyesidir.
Artık Osmanlı hanedanı, köksel olarak Avrupa güçleri tarafından Türk değil, Siyon hizmetkârı olarak görülmekte ve genetik olarak (!) bittiğinin tespitini gösterecek en önemli kanıt budur. Osmanlı hanedanına ve o günkü bürokratik yapıya verilen görev ise, Türk milletini tüm Osmanlı coğrafyasından söküp atmak, hatta Anadolu topraklarından Türk milletini silmekti. Osmanlı bu görevi saltanatıyla ve bürokrasiyle Avrupa adına muhteşem bir şekilde yaptı. Bunu hala iliklerimize kadar hissediyoruz. Çünkü tarihi vesikalar bize yaşadığımız faciayı açıklıyor. (Bakınız: Hüseyin Hakkı Kahveci, “Atatürk’ün Yasaklanan Kitabı”, Ulak Yayıncılık: 58, İstanbul, Temmuz: 2017, Sf: 212’den, Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk “Grand Cross” Şövalyesi / Hüseyin Hakkı Kahveci – 12 Eylül 2013 tarihli Anayurt gazetesi köşe yazısı.)”
Tarihi vesikalara çarpıcı bir örnek:
—“24 Kasım 1918 Pazar: Padişah VI. Mehmed Vahdeddin The Daily Mail muhabirini Yıldız Sarayı’nda kabul etti: İngiliz milletine karşı beslediğim sevgi ve hayranlığı babam Abdülmecid’den miras aldım. Memleketimle İngiltere arasındaki dostluğu güçlendirmek için elimden geleni yapacağım. Türkiye’deki bazı siyasi komiteler tarafından Ermeniler hakkında yapılan muameleyi büyük bir üzüntü ile öğrendim. Karşılıklı öldürmeler kalbimi kırdı. Saltanata geçince, sebep olanların son derece şiddetli cezalandırılması için soruşturma emrini verdim.” (Bakınız: Sina Akşin, “İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele”, İstanbul – 1975, Cem Yayınevi, Sf.97. Aktaran: Zeki Sarıhan, “Kurtuluş Savaşı Günlüğü I”, Ankara – 1973, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Sf.39.)
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Heyeti Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal’in önderliğinde, Ankara’da, 23 Nisan 1920’de toplanarak açılmış, milli egemenliğe dayanan kayıtsız ve şartsız yeni bir Türk Devleti tesis edilmiş ve bu tarihten itibaren de yeni Türkiye’nin, eski Türkiye ile hiçbir alakası kalmamış ve yeni bir Türkiye Devleti doğmuştur. Doğmuştur ama milleti değişmemiş, aynı Türk unsuru bu milleti teşkil etmiştir. Bu nedenle ancak idare tarzı değişmiştir: “Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir.”
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, 1 Kasım 1922’de aldığı kararla saltanatla hilafeti birbirinden ayırmış, saltanat ile birlikte saltanata özgü bayrak kaldırılmıştır. Bu tarihi karar üzerine VI. Mehmed Vahdeddin 19 Kasım 1922’de İngiliz milletine karşı babasından miras alarak beslediği sevgi ve saygısıyla bir İngiliz harp gemisiyle yurt dışına kaçmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Başkanı, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, henüz Cumhuriyet’in ilanı arifesinde, İzmir’de eski Gümrük Binası’ndaki toplantıda(31 Ocak veya 2 Şubat 1923’te); …”Bütün cihan görmüş ve anlamıştır ki, Osmanlı İmparatorluğu tarihe karışmıştır. Devletimiz yeniden bir devlet vücuda getirmiştir ki adına Türk Devleti derler ve bu devlet Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun hükümeti tarafından idare olunur. Osmanlı devleti maalesef ölmüştür. Babıâli hükümeti maalesef ölmüştür; af edersiniz, hata ettim! Maalesef demeyecektim, iftihara değer ki ölmüştür. Çünkü onlar ölmeseydi milleti öldüreceklerdi. Sonra mükerreren hakaret ve tecavüze maruz bırakılan Meclis-i Mebûsan da ölmüştür. Onun yerine Meclis-i Mebûsan değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi almıştır…” demiştir.
Uzun ve çetin görüşmelerden sonra 24 Temmuz 1923’te İsmet Paşa tarafından imzalanan Lozan Antlaşması’yla yeni Türkiye Devleti’nin bağımsızlığı bütün dünya devletleri tarafından kabul edilerek milli sınırlar belirlenmiş, ekonomik alanda Osmanlı döneminden kalma eski pürüzler temizlenerek kapitülasyonlar kaldırılmıştır. 13 Ekim 1923’te Ankara devlet merkezi (Başkent) olmuş, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilerek Gazi Mustafa Kemal, devletimizin ilk Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
3 Mart 1924’te de artık hiçbir gereği kalmayan, aksine zararlı bir kuruluş durumunu almış bulunan halifelik makamı kaldırılmış ve son halife Abdülmecid Efendi ile birlikte tüm Osmanlı hanedanı yurt dışına çıkarılmıştır. Abdülmecid’in bir buçuk yıl süren halifeliği sırasında yeşil zemin, ortasında kırmızı bir daire ve bu dairenin çevresinde beyaz ışınlarının bulunduğu bir fors da kaldırılmıştır. (Not: Osmanlı hanedanına mensup kadınlar için 1952’de, Osmanlı hanedanına mensup erkekleri içinse 1974’te çıkartılan af yasası ile yurdumuza girebilmeleri için madde konulmuştur.)
Artık devletin çağdaş bir biçim alması ve milletin çağdaş uygarlık düzeyine en kısa zamanda erişebilmesi yolunda büyük inkılâplar birbirini izlemeye başlamış ve tüm bu inkılâplara “Atatürk İnkılâpları” adı verilmiştir. İnkılâpların yurdumuzda daha hızlı ve sağlam yerleşmesi için, bütün Türk halkını içine almak üzere; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve İnkılâpçılık Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin siyasetinin temel ilkeleri olarak kabul edilmiştir. (Not:
İlkeler çerçevesinde, …”Kabul tarihi 28 Mayıs 1927 olan, Resmi Gazete ’de 15 Haziran 1927’de yayımlanarak yürürlüğe giren 1057 numaralı kanuna göre; —“Osmanlı saltanatını temsil için konulmuş olan veyahut halen temsile delalet eden üzerinde tuğra, eski harfli kitabe yahut “devlet arması” bulunan binaların resmi daire olarak kullanılması yasaklanmıştır.” (Not: 1925’te Maarif Vekâleti, farklı bir devlet arması için bir yarışma düzenlemiş ve sonucunda Türk ressam Namık İsmail Bey’in arması birinci olmuşsa da resmi olarak kayda geçirilmemiş ve hiç kullanılmamıştır.)
Bugün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Resmi Devlet Arması, 22 Ekim 1925’te çıkartılan Sancak Talimatnamesi kanunu ile belirlenmiştir. Cumhurbaşkanlığı Forsu’nda Türk bayrağının hemen sol üst köşesinde ortasında altın renkte güneş ve onu çevreleyen 16 yıldız bulunmaktadır. Fors, özetle Cumhurbaşkanının ikametgâhında, ziyareti süresince bulunduğu yerde, bayrak direğine çekilir, makam odasında çalışma masasının sol gerisine konur, içinde bulunduğu arabanın sol önünde, tepesinde Türk bayrağını temsil eden Ay ve Yıldız bulunan kromajlı direğe çekilir…
Yine, Sancak Talimatnamesi kanunundaki şekli ile günümüzde Türkiye Cumhuriyeti kimlik kartlarında ve Türk dış temsilciliklerinde kullanılan Türk bayrağının da sembolü olan ‘Ay Yıldız’dır. Çünkü Türk bayrağı, 30 Ekim 1918‘de Mondros Mütarekesinin imzalandığı günden itibaren başlayan Milli Mücadele sürecinde beyaz renkte hilal şeklindeki ‘Ay’ ile beyaz renkte sekiz köşeli ‘Yıldız’ın aziz şehitlerimizin akan kanlarının üzerine vuran muhteşem duruşuyla, kanatları altına alan bir simgedir. Bu nedenle mukaddes Türk bayrağı ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Resmi Devlet Arması’dır.
Ama …”Kabul tarihi Kasım 1982 olan, Resmi Gazete ’de 9 Aralık 1982’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2709 numaralı ‘Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 3 Maddesi’nde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Resmi Devlet Arması, açıkça belirtilmemiştir(!).
Madde 3: …”Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. / Dili Türkçedir. / Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır./ Milli Marşı “İstiklal Marşı”dır. / Başkenti Ankara’dır.” (değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez)
Bu nedenle, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı resmi internet sitesinde, Fors: …”1922 tarihli bir fotoğrafta, İzmir’e giderken ATATÜRK ‘ün otomobiline bugünkü Cumhurbaşkanlığı Forsu’na benzer bir flamanın takıldığı görülmektedir. Ancak bu fotoğrafın dışında, Cumhurbaşkanlığı Forsu’nun bugünkü biçimiyle ilk kez hangi dayanağa bağlı olarak ve hangi gerekçelerle kabul edildiği ve kullanılmaya başlandığına ilişkin resmi bir kayıt ve belge saptanamamıştır.” Denilmiştir. (https://www.tccb.gov.tr/cumhurbaskanligi/resmi-simgeler/fors/)
ATATÜRK’ÜN 10 EYLÜL 1922’DE İZMİR’E GİRERKEN OTOMOBİLİNE ÇEKİLİ FLAMA (ANITKABİR MÜZESİ’NDE BULUNMAKTADIR.)
Türkiye Büyük Millet Meclisi 14 Ocak 2015 Çarşamba günü saat 15.00’deki toplantısında ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Resmi Devlet Armasının Belirlenmesini içeren yasa teklifinin TBMM Anayasa Komisyonu’nda görüşülmesine karar verilmiş ancak; (Bakınız: https://www5.tbmm.gov.tr//develop/owa/haber_portal.aciklama?p1=131547)
ATATÜRK, yüksek insanlık değerlerine içten ve büyük saygısıyla yaratıcısı olduğu Türk İnkılâbını ifade ederken şöyle diyordu:
-…”Ben, manevi miras olarak hiçbir nass-ı katı, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım, bilim ve akıldır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar.
Milli Uzay Programı’nın hedefiyle, Türk astronotun uzay yolculuğu için geri sayım heyecanının başladığı bugünlerde, gerek uzay aracında gerekse astronot kıyafetinde kullanılacak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Resmi Devlet Arması’nın “Şanlı Türk Bayrağı” olması dileklerimizle.