17 Haziran 1921 İstanbul doğumlu olan Aydın BOYSAN, 1939 yılında Pertevniyal Lisesi’nden mezun olarak 1945’te İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirmiştir. Mesleğini 1999’a kadar ara vermeden sürdüren BOYSAN, Türkiye Mimarlar Odası’nın kurucuları arasında yer alarak, yönetim kurulu üyesi, ilk genel sekreteri ve İstanbul şube başkanı olmuştur.
1957-1972 yıllarında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde ders veren BOYSAN, Ulusal ve uluslararası mimarlık yarışmalarında da çeşitli ödüller kazanmış, ayrıca kendi yazımı olan kitapları basmak için Bas Yayınları’nı kurmuştur (1984-1993). Aydın BOYSAN, aralıksız olarak on yıl Hürriyet, üç yıl Akşam gazetelerinde köşe yazıları yazmıştır.
1945’te başladığı mimarlık mesleğine 2000 yılına kadar fiilen devam eden BOYSAN, mesleğini icra ettiği 55 yıl boyunca 1.5 milyon metrekare bina tasarlamıştır. İmzasını attığı projelerden bilinenleri ise şunlardır:
Hakkari Vilayet Konağı (ilk projesi), Hürriyet Medya Towers Güneşli / İstanbul, Sütlüce’deki Arçelik binası, Arçelik Çayırova Fabrikası, Nasaş Alüminyum Tesisleri, Turistik Otel Termal Uludağ – Bursa, Eczacıbaşı binası (şimdi yıkıldı, yerinde Kanyon Alışveriş Merkezi var), İpekkağıtKaramürsel yapısı, Orhangazi Döktaş binası, Çorlu Aymar binası, Mimar Sinan Üniversitesi Kültür Merkezi, Çatalca’daki Nesin Vakfı binaları restorasyonu…
Renkli kişiliği ile tanınan mimar ve gazeteci Aydın BOYSAN, organ yetmezliği sonucu 5 Ocak 2018 Cuma günü Ulus’taki evinde 97 yaşında yaşamını yitirdi.
8 Ocak’ta saat 11.00’de Mimarlar odası İstanbul Büyükken Karaköy Binasında yapılacak törenin ardından, Teşvikiye Camisi’nde kılınacak öğle namazından sonra Ortaköy Mezarlığı’nda toprağa verileceğini öğreniyoruz.
BOYSAN, Aynı zamanda ATATÜRK ‘ü yaşayanlardan, O ‘nu görenlerden, O’nu tanıyanlardan ve O ‘nu anlayanlardan bir kişilik.
Aydın BOYSAN;
—-“Anlamak? Ne’yi?…Ne zaman?…Kim anlayacak? Kim anlatacak?
Bir demet soruyu konfeti serper gibi ortaya atıp, yitip gitmekten rahatı yok! Hele ben yaşta insanların yaşadığı dönemler söz konusu ise… Kuşkuya düşenlere hemen derim ki, ben doğduğumda Osmanlı İmparatorluğu daha batmamıştı… Son padişah Vahdettin, henüz tahtta idi. Türkiye Cumhuriyeti de daha kurulmamıştı. Yıl 1921 idi.
Demek ki neredeyse, bir yüz yıla yakın zaman geçmiş.
Bazı yaşadıklarımı anlatacak kadar anımsayabilir miyim acaba diye düşündüğümde, ilk aklıma gelen olay, 1927 yılında olacak…
Milli Mücadele yıllarından sonra Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in ilk kez İstanbul’a gelişidir. Kendisinin İstanbullular tarafından Marmara Denizi’nde, unutulmaz bir törenle karşılanmasıdır.
Mustafa Kemal, denizde iki sıralı dizilmiş Şirketi Hayriye Vapurları arasında Ertuğrul yatı ile geçmişti.
Ben de annem ve babamla gittiğim bu karşılamada, Mustafa Kemal’i görmüştüm. Her ne kadar gemiden gemiye mesafeli olan bu görüş, kısa süreli de olsa, zihnime nakşolmuştu.
ATATÜRK ‘ü daha sonra da defalarca gördüm. O yıllarda yaklaşan 2. Dünya Savaşı hazırlığı olarak bütün lise ve üniversite öğrencileri, her yaz üç hafta, askerlik kampları yaparlardı.
Biz lise öğrencisi olarak bir gece yarısı talimi yapmaktaydık. Anadoluhisarı tepelerinde orman içinde bir gece yürüyüşü yaparken, birden birkaç otomobil geçti. Bir otomobilde, kendisini gören bir arkadaşımız: “ATATÜRK!” diye bağırınca biz taburu falan bozmuş, otomobilin etrafını sarmıştık. Ben, ilk yaklaşanlardan biriydim. ATATÜRK bizim yürüyüş düzenimizi bozarak otomobili sarmamıza şaşmış ve sormuştu:
-…”Yürüyüş düzeni niye bozuldu?”
Yanımdaki kişilerin bizim öğrenci olduğumuzu söylemeleri üzerine ATATÜRK gülmüş ve uzaklaşmıştı.
Florya Plajı’ndaki Deniz Köşkü’nün yapıldığı yıldı.
ATATÜRK orada halk arasında denize girerdi. Ben de halktan herhangi birisi olarak, Florya Plajı’nda, O’nun birkaç metre yakınına kadar gitmiştim. Şimdi adına “koruma” dedikleri gibi bazı kişiler çevresinde yoktu. ATATÜRK halktan herhangi birisi gibi, aramızda idi.
Sağlığında defalarca gördüğüm ATATÜRK ‘ü son olarak, ne yazık ki ölümünden sonra, Dolmabahçe Sarayı’ndaki katafalkta gördüm. Cenazesinin önünden saygı ile geçenler olarak, bizim lise öğrencileri ile birlikteydim. Na’şını Ankara’ya götürülmek üzere Yavuz Zırhlısında güverteye konan bayrağa sarılı na’şını yine vapurla yolcu etmiştik.
ATATÜRK, Osmanlı İmparatorluğu’nun batışından sonra büyük bölümü yabancı işgaline giren Anadolu’yu, Türkiye olarak kurtaran Milli Mücadele Ordusu’nun Başkumandanıdır. O zaman ülkenin içinde bulunduğu şartların dramatik zorluklarını, tüm umutsuzluklara rağmen, korkusuzca ve kahramanca yok eden bir avuç insanın başındaki kişidir.
21.yüzyıla girmiş olan Türkiye’mizde, pozitif olarak ne varsa, o Milli Mücadele kahramanlarına borçlu olduğumuz ne varsa, günümüz politikacıları tarafından neredeyse unutulmuş gibidir.
Ülkemiz ancak Cumhuriyet’in ilk 15 yılında Osmanlı ortaçağından 20. Yüzyıl ülkesine dönmüştür, bu gerçek, hazır yiyici politikacı kuşaklar tarafından unutturulmaktadır.
Osmanlı dönemi Teşkilatı Esasiye kanun oyunları sona erdirilmiş ve ilk ciddi Anayasa Cumhuriyet’le birlikte hayata geçmiştir. Mecelle yerine Medeni Kanun yürürlüğe girmiştir. Adına, perdelemek için ille-de Eski Yazı dedikleri Arap alfabesi kaldırılmış, yerine uygar dünyanın büyük bölümünün kullandığı Latin alfabesi geçmiştir.
Tüm hukuk ilişkileri, batık yüzyılların gölgelerinden sıyrılarak, Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu ile düzenlenir olmuştur.
Mahalle mektepleri ve medreseler kapatılmış, yerine ilkokullar, liseler, üniversiteler kurulmuştur.
Her ne kadar aradan 50-70 yıl gibi uzun yıllar geçtikten sonra bazı müzelik kafalara sahip politikacılar, ortalıkta dolaşıp gizli hesaplarla eskiye dönüş manevraları yapmakta iseler de, istedikleri o geriye dönüş artık olanak dışına çıkmış bulunuyor.
Ülkemiz yarım yüzyılı aşkın bir süredir, ileri-geri sallantılar içinde, acınacak gibi zamanlar yaşamaktadır.
Evet, konfor artmıştır. Yaşamanın maddesi şartları bu süre içinde, önemli biçimde iyileşmiştir.
Ancak bu yarı yüzyılı aşan bir süre içinde, toplum olarak uygarlıkta ileri gittiğimiz söylenemez. Hatta toplumun aydın kişiler olması gereken öncü kesimi bile, gerçek değişimleri görememek gafleti ve ilgisizliği içine gömülmüş bulunuyor.
Demokrasi denen politik düzenin, kültürel ve ruhsal gelişmesini henüz tamamlamamış bizim gibi ülkeler için tehlike olduğunu, açıkça belirtmek isterim.
Bu düşüncemi yanlış bulanların ne düşüneceği ise, ilgi alanımın büsbütün dışında bulunuyor.”(Kaynak: ATATÜRK ‘ü Yaşayanlar, Derleyenler: Gönül BAKAY – Leyle PEKCAN, Kırmızı Kedi Yayınevi:46, Anı 1, s:41)
Ruhu şad olsun.