Yarın, 89 yıl önce, 24 Kasım 1928 günü “Millet Mektepleri Başöğretmeni” olan Büyük Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün “BAŞÖĞRETMEN” oluşunu andığımız, devrimlerine olan bağlılığımızın bir ifadesi olarak kutladığımız 24 Kasım Öğretmenler Günü’dür.
Bakanlar kurulu, “Millet Mektepleri Başöğretmenliği” unvanını 11 Kasım 1928’de yaptığı toplantıda vermiş ve bu unvan, 24 Kasım’da Millet Mektepleri Talimatnamesinin yayınlanması ile resmileşmiştir. Pek çok ülkede 1994’ten beri her yıl 5 Ekim günü UNESCO tavsiyesiyle Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır. 5 Ekim günü, 1966 yılında Paris’te gerçekleşen “Öğretmenlerin Statüsü Hükümetler arası Özel Konferansı’nın sona erip “UNESCO” temsilcileri ile “ILO” tarafından “Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi” ni oy birliği ile kabul edilişinin yıl dönümüdür.
Kendi kültürel ve tarihi özelliklerine göre çeşitli ülkelerde farklı tarihler “Öğretmenler Günü” olarak belirlenmiştir. Örneğin 12 Arap ülkesinde; (Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Tunus, Fas, Umman, Ürdün, Yemen); 28 Şubat, Azerbaycan; 5 Ekim, Avustralya; 5 Ekim, Çek Cumhuriyeti; 28 Mart, Hindistan; 5 Eylül, İran; 2 Mayıs, Malezya; 16 Mayıs, Peru; 6 Temmuz, Slovakya; 28 Mart’ta kutlanmaktadır.
Türkiye’de her yıl 24 Kasım Öğretmenler günü olarak kutlanır. Bu kutlama, 1981 yılında başlamış bir uygulamadır; ATATÜRK ‘ün 100. Doğum yıl dönümü olan 1981 yılında “BAŞÖĞRETMEN” oluşunun yıldönümlerinde ülke çapında Öğretmenler Günü kutlanmasına karar verilerek 26 Kasım 1992’de Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu vesile ile bir kez daha,Başta Ebedi Başöğretmenimiz Büyük ATATÜRK ‘ü, O’nun İlk Öğretmeni Şemsi Efendi ve ebediyete intikal etmiş bulunan tüm Öğretmenlerimizi rahmet ve şükran duygularıyla anarken, bizleri karanlıktan aydınlığa çıkarmak için Öğretmenlik mesleğine yeni başlayan tüm Öğretmenlerimizin gününü kutlamayı derin saygılarla bir borç bilirim efendim.
Bu kutlu günü, Sayın Azmi KOÇAK, tarafından 2013’te yayımlanan “ATATÜRK ‘ün İlk Öğretmeni Şemsi Efendi” adlı eserinden alıntılar yaparak taçlandırmaya çalışacak, Ebedi Başöğretmenimiz Büyük ATATÜRK ‘ün İlk Öğretmeni Şemsi Efendi hakkında yazılmış diğer makalelerden de eklemelerde bulunacağım;
—“İnsan yaşamında her ilk, bir başka anlam taşır. İlk Öğretmenlerimiz de, bu bir başka anlamlı ilklerdendir. Şemsi Efendi Mustafa Kemal ATATÜRK için bir ilktir. Çünkü Ulu Önder, ilk eğitimini Şemsi Efendi’den almıştır. Bu nedenle ATATÜRK ‘ün düşünce yapısının oluşumunda, Şemsi Efendi’nin çok ayrı bir yeri bulunduğu şüphesizdir;
Annesi Zübeyde Hanımefendi’nin arzusuyla önce mahalle mektebine başlayan ve birkaç gün sonra Şemsi Efendi Mektebine geçen Mustafa, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK olarak, hatıratında bu konudan şöyle söz etmiştir:
-…”Çocukluğuma dair hatırladığım şey, mektebe gitmek meselesi ile ilgilidir. Bundan dolayı Anamla Babam arasında şiddetli bir mücadele vardı. Annem ilahilerle mektebe başlamamı ve mahalle mektebine gitmemi istiyordu. Rüsumatta memur olan babam, o zaman yeni açılan Şemsi Efendi’nin mektebine devam etmeme ve yeni usul üzerine okumama taraftardı. Nihayet Babam işi mahirane bir surette halletti. Evvela merasim-i muta de ile mahalle mektebinden çıktım. Şemsi Efendi’nin mektebine kaydedildim.Gerçekten çocukluğumda iyi giyinmeyi çok severdim. Şemsi Efendi Okulu’na giderken şalvar üzerine sardıkları kuşak beni çok sinirlendirirdi. Bilemezsiniz, ne zaman ki askeri rüştiyeye girip okulun resmi üniformasını giydim, işte o zaman sanki kendi benliğime kavuştum, bana güven ve güç geldi.”
Küçük Mustafa, Selanik’te birkaç günlük mahalle mektebi serüveninden sonra Şemsi Efendi Mektebi’nde başladığı eğitimine, daha sonra askeri okullarda başarı ile devam edecek, hatta Büyük Zafer’den sonra Türk İlim çevrelerinin Büyük Kurtarıcıya 19 Ekim 1338 (1922)’de Darülfünun Edebiyat Fakültesi (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi) ‘inden “Fahri Profesör” unvanı alacak, 26 Ekim 1922 günü çektikleri telgrafla:
-…”Eminim ki milli bağımsızlığımızı ilim sahasında fakülteniz tamamlayacaktır! Bu şerefli gelişmenin gerçekleşmesi üzerine alan kurulunuz arasında bulunmak bence iftihar sebebidir” diyecekti.
Merhum, öğretmen Ali Canip YÖNTEM (1887 – 1967), doğduğu ve yaşamının en güzel yıllarını geçirdiği kente sevdalı bir Selaniklidir. O’da Başöğretmenimiz Mustafa Kemal ATATÜRK gibi, ilköğrenimine Selanik’te başlamış, Onun da ilk öğretmeni Şemsi Efendi.
YÖNTEM, doğduğu kentten, Selanik’ten ayrıldığından yıllar sonra yetmiş beş yaşında 10 Mayıs 1962 ‘de “Yakın Tarihimiz” dergisinin 11. sayısında buram buram Selanik kokan duygu dolu bir yazı yazmış, bu yazısında ilk öğretmeni Şemsi Efendi ile ilgili bir anısına da yer vermişti.
“Bizim Selanik’te bir gezinti,” başlıklı yazının anonsu:
“ATATÜRK Selanik’te ilk feyzini, burada bir hususi mektep kurmuş olan Şemsi Hocadan ve onun kurduğu mektepten almıştı,”
Bugün sizinle Selanik’in meşhur semlerinden ve bazı meşhur yakalarından bahsedelim! Gözlerinizin önünde bu güzel, bu mübarek şehir canlansın.
Selanik’e denizden gayet geniş bir körfezden geçilerek gidilir. Şehre yaklaşırken doğu taraftan uzanan iki yarım ada ile körfez daralır. Yarım adalardan birincisi daha uzundur. Buraya (Büyük Karaburun) denilirdi ki, şehri icabında müdafaa edecek tabyalar burada idi. İkincisi daha ufaktı, buna da (Küçük Karaburun) denilirdi ki, meşrutiyetin ilk senelerinde hususi ve resmi kitabet hocalığı ettiğim (Yüksek Ziraat Mektebi) bu Küçük Karaburun’a yakın bir yerde idi.
Limana girince kuzey doğu tarafta Yalılar denilen yeni mahalle, güzel kâgir evleriyle göze çarpardı. Bunun aksine sola düşen kısımda asıl Selanik vardır. Yalılar kısmı deniz kenarına uzanmış, arızasız, düz bir arazi üstündedir. Asıl şehir boydan boya devam eden bir tepenin yamacındadır ki, bilhassa deniz kenarı büyük binalarla süslüdür. Şehrin iki kanadının tam ortasında Beyazkule vardır.
Abdülhamit devrinin vesvesesi yüzünden İstanbul’da daha görülmeyen şeyler; elektirik, telefon, elektirikli tramvay çok önce Selanik’te mevcut idi. Hepsi yerli eşraftan seçilmiş Belediye Reisleri; daima Avrupa’ya gidip gelen zatlar olduğu için memleketlerini, birbirini ikmal ederek yenilemişler, bilhassa yalılara giden cadde ile Beyazkule’den yukarı caddeyi -ki Hamidiye Bulvarı diye anılırdı- iki tarafı ağaçlarla bezeyerek geniş, şirin, bilhassa temiz manzaralı bulvar haline getirmişlerdi.
İttihat ve Terakki Mektebi (Hamidiye Bulvarının) şehre dayandığı son noktada idi. Bulvarın bundan sonra sola sapan tarafında (Islahhane Caddesi) başlardı ki, bu caddede, bulunduğu valiliklerde şehirleri, kasabaları ihya eden Mithat Paşa’nın yaptırdığı (Sanayi Mektebi) göze çarpardı. Biraz daha ilerleyince (ATATÜRK ‘ün doğduğu ev), Islahhane caddesinin sağ tarafında bulunur. Sokakta ve evin tam önünde kollarını açmış gibi duran bir –galiba- salkım ağacı orayı gölgelendirirdi.
Islahhane caddesi uzun bir yoldur. Ta hükümet konağına kadar devam eder. Hükümet konağı bu meydanın sağında büyük muhteşem bir bina idi ki, Sultan Reşat Selanik’e geldiği zaman burada ikamet etmiştir. Kısacık kaydedeyim ki, memleket eşrafı ve ileri gelenleri burada kendisine takdim edilmiş, biz öğretmenler de başımızda, meşhur Şemsi Hoca olduğu halde gitmiştik.
Şemsi Hoca, şehrin en popüler hususi ilk mektebini tesis ile, o zamana göre yeni usul öğretimi tatbik etmiştir. Perşembe günleri dersler yarım gün olduğu için çocukları sıralar, kendisi en önde, hocaları da yanlarında olduğu halde, çavulyavul dolaştırırdı! ATATÜRK ilk feyzini bu hocadan ve bu mektepten almıştır.
Neyse…
Önümüzde Şemsi Hoca olarak hükümet konağına gittik. Yukarı katta dizildik. Üstümüzde redingotlar; nagihane perde açıldı! Sultan Reşat karşımıza çıktı. Selamladık. Hemen söze başladı. Gayet kalın ve monoton sesi vardı, ezberletilmiş gibi söylüyordu, aynen tekrar ediyorum:
“Maarif bir memleketin, baisi necatıdır. Siz buna çalıştığınız için memnun ve mesurum…”
Şemsi Hoca hepimizin adına ağzını açarken, Sultan Reşat, ortadan kaybolmuş; perdenin arkasına çekilmişti bile!…
Şaşakaldık, zavallı ihtiyar hoca yalpaladı. Sonra masumane boynunu bükerek “gitti yahu!.. Bari dönelim” dedi. Bu sahne gözümün önünden hiç gitmez.”
Başöğretmenimiz ATATÜRK ‘ün Selanik’teki ilkokul Öğretmeni Şemsi Efendi’nin, Üsküdar Bülbülderesi’nde bulunan Selanikliler Mezarlığındaki kabri, araştırmacı Mehmet SOLMAZ tarafından bulunmuştu.
—“Bülbülleri çok severdi sağlığında Şemsi Efendi, bir de Bülbülderesi vardı Üsküdar’da. Hep bülbüller öterdi burada. Adına bu yüzden Bülbülderesi denmişti. Ve bu derenin ağzında küçük bir mezarlık bulunuyordu. O mu istedi, yoksa ailesi mi bilinmez, merhumun buraya defni için hazırlıklar başladı. Cenaze alayı mezarlığa geldiğinde, herkes için için ağlıyordu. Hüzünlü bir sessizlik hâkimdi çevrede. Bülbüller bile susmuştu. Öğrencisi Emekli Korgeneral merhum Galip PASİNER ‘in de bir yazısında belirttiği gibi; “Şanına, şöhretine hiç de uymayan basit bir törenle defnedildi.” O gün susan bülbüller bir daha hiç ötmediler. Bu gün bile aynı yerde bülbüller ötmüyor artık.” 24 Kasım 1998’de, Öğretmenler Günü dolayısıyla, Üsküdar İmar ve Kültür Derneği’nce düzenlenen anma töreninde araştırmacı Sayın Mehmet SOLMAZ ‘da katılmış, Dernek Başkanı Altan DÖLARSLAN, Başöğretmenimiz ATATÜRK ‘ün Selanik’teki ilkokul Öğretmeni Şemsi Efendi’nin kabri başında:
—“İran Şahı Rıza Pehlevi‘nin İstanbul’a gelişi sırasında, ATATÜRK ‘ün İran Şahı’nı da yanına alarak Şemsi Efendi’nin mezarını ziyaret ettiğini…” söylemişti.
Dernek Başkanı Altan DÖLARSLAN, bir yıl sonraki 24 Kasım’da Öğretmenler Günü dolayısıyla düzenledikleri anma töreninde ise:
Şemsi Efendi’nin Selanik’te açtığı okullarda, zamanına göre modern bir eğitim ve öğretim uygulayan bir öğretmen olduğunu, yine o yıllarda özel okullar açılmasına öncülük eden bir eğitimci olduğunu da…” belirtmişti. (Görselde; Üsküdar İmar ve Kültür Derneği Başkanı Altan DÖLARSLAN, Başöğretmenimiz ATATÜRK ‘ün Selanik’teki ilkokul Öğretmeni Şemsi Efendi’nin, Üsküdar Bülbülderesi’ndeki kabri başında görülüyor.)
ATATÜRK ‘ün Selanik’teki ilkokul Öğretmeni Şemsi Efendi’nin hayat hikâyesinin yazılmasını bir ihtiyaç olduğunu ilk defa 1943 yılında Ali Canip YÖTEM ifade etmiş olmakla beraber onunla ilgili biyografik bilgilere daha 1912’de Osman Şevki Efendi’nin neşrettiği bir ders kitabında rastlansa da 1938’de Emekli Korgeneral Galip PASİNER, Şemsi Efendi ile ilgili hatıralarını bir gazete de yayımlamıştır. Yine, 1912’de Osman Şevki Efendi’nin neşrettiği bir ders kitabından hareketle Faik Reşit UNAT 1963’te herhangi bir dipnotu vermeksizin ve İsmail EREN ise kaynak olarak 1912’de Osman Şevki Efendi’nin neşrettiği bir ders kitabını işaret ederek birer makale kaleme almışlardır. 1981 yılında ise Yahya AKYÜZ, Emekli Korgeneral Galip PASİNER ve Faik Reşit UNAT ‘ın ifadelerini esas alarak bir senteze varmaya çalışmışlardır.
Hal böyle iken, Ilgaz ZORLU, 1998 Temmuz’unda yayımladığı “Evet, Ben Selanikliyim” Türkiye Sabetaycılığı ve Makaleler adlı kitabında, dedesinin dedesi olduğunu iddia etmiş, Başöğretmenimiz ATATÜRK ‘ün Selanik’teki ilkokul Öğretmeni Şemsi Efendi’nin 1852 yılı civarında aslen Sabetaycı bir ailenin ferdi olarak doğduğunu, köken itibarıyla cemaatin “Kapancılar” grubundan olduğunu yazmıştı. Eserinde, 6.Kuşaktan torunu olduğunu belirten, 1969 İstanbul doğumlu ZORLU, Başöğretmenimiz ATATÜRK ‘ün Selanik’teki ilkokul Öğretmeni Şemsi Efendi için ayrıca; “1917 yılında İstanbul’da yaşamına veda ettiğini, Selanik Dönmeleri arasında modern eğitim anlayışını benimseyen ve samimiyetle takip ettiğini, öğretmenlik hayatına ilk olarak yabancılara ait bir okulda çalıştığını, Arapça ile Farsçanın yanı sıra Fransızca bildiğini, 1872 yılında Selanik’te modern yöntemlerle eğitim veren ilk kurumlardan olan ve kendi adıyla anılan bir okul kurduğunu da” eklemişti.
SayınKOÇAK :
—“1852 yılında Mayıs ayında Selanik’te Koca Kasım Mahallesinde mütevazı bir evde dünyaya gelen Şemsi Efendi’nin babası Abdi Efendi, annesi ise Rabia Hanım’dı. Şemsi Efendi, çocukluk döneminde geçirdiği hastalıklar yüzünden akranlarına oranla doktorlarla çok daha önce tanışarak fazla birliktelik yaşadığından hekimlik mesleğine sempati duymuşsa da okul çağına geldiğinde ilk öğretmeninden etkilenmiştir. İşte bu etki, Şemsi Efendi’de büyük bir öğrenme ve öğretme aşkı yaratmış, yıllar hızla geçerken, Şemsi Efendi Türk Eğitim Tarihinde önemli yeri olan bir öğretmen olacak, “Muallim Şemsi Efendi” olarak anılacak ve hatta Sultan V. Mehmet Reşat’ın 7 Haziran 1911 tarihindeki Selanik gezisi sırasında “Şeyhül Muallimin” olarak padişahı karşılayan öğretmenlerin başında yer alacaktı.
Şemsi Efendi, Makbule Hanım ile evliliğinden iki kızı dünyaya gelmişti. Büyük kızlarının adı Marife, ikinci kızlarının adı ise Yekta idi. Şemsi Efendi’nin iki kızının haricinde İbrahim İhsan adında bir de delikanlı vardı ailesinin içinde. Şemsi Efendi Rüştiyeyi bitirip Katipleriçi’nde bir dükkânda çalıştığı sırada, rüştiyeye devam etme olanağı bulunmayan yoksul çocuklara ders verirken tanıdığı İbrahim İhsan’a babalık yapmış, evini açmış, yedirmiş, içirmiş, giydirmiş ve okutmuştu.
Marife ile Yekta Hanım çok farklı mizaçlara sahip gibiydiler. Marife Hanımın müzik yeteneğine karşın Yekta Hanım lisana ve yazmaya meraklıydı. Büyük kızları Marife Hanımın evlenip yuvadan uçmuş sıra küçük kızı Yekta’ya gelmişti. Yekta Hanım pek güzel sayılmazdı ama kültürlü, cana yakın, özellikle de büyüklerine karşı çok saygılı bir kızdı. Kusursuz Fransızca biliyor, Selanik’e gelen yabancı dildeki gazete, dergi ve kitaplar başta olmak üzere eline geçen her şeyi dikkatle okur, okuduklarından özetler çıkarırdı. Yekta Hanım, bu birikimleri ile gelişen günlerde Selanik’te yayımlanan gazetelerde yazılar yazmaya, çeviriler yapmaya başlayacak ve okunan, aranan bir yazar olmuş, Şemsi Efendi’nin babalık yaptığı İbrahim İhsan ile evlenmiş, bu evlilikten de Veli adında bir çocukları olmuştur.
Yaşamında kendisini çok mutlu eden ve bizzat Selanik halkı tarafından verilen ödül olan Hamidiye Mahallesindeki “Şemsi Efendi Sokağı” ne yazık ki, kentin 8 Kasım 1912 tarihinde Yunan kuvvetlerine tesliminden hemen sonra yok edilecek ve tarihin derinliklerine gömülüp gidecekti. Rüya kenti Selanik, önceleri Bizans, arkasından kısa bir süre Venedik yönetiminde bulunduktan sonra, Osmanlı İmparatorluğuna geçerek 400 yılı aşkın bir zaman egemenliğinde ve idaresinde kalmıştı. 8 Kasım günü ise Selanik bir Yunan kenti olmuş, Türkler kafileler halinde İstanbul ve İzmir’e göç etmek zorunda kalmışlardı.Bu kafileler içinde Şemsi Efendi ve ailesi de bulunacak, Şemsi Efendi İstanbul’da yaşadığı zamanlarda Selanik’i tekrar görmeyi isteyecek ancak bu hiçbir zaman mümkün olmayacaktı.
Toplumsal bir zaruretten kaynaklanan bu göç Şemsi Efendi ve ailesini İstanbul’a getirmiş, aile ilk birkaç gece bir akraba evinde kalmışlardı. Zor günlerdi o günler, ama mutlaka bu zor günleri yaşayacaklardı. Şemsi Efendi İstanbul sokaklarında uygun bir ev ararken, diğer yandan da bir öğretmenlik işi bakıyordu. İlerleyen günlerde ikisini de bulmuş, önceleri akrabalarının yardımlarıyla Nişantaşı’nda bahçe içinde ağaçları olan iki katlı bir evin alt katını kiralamış, konu komşu ile kısa zamanda dost olmuştur. Öğretmenlik için bir iş başvurusunda bulanan Rumeli göçmeni Şemsi Efendi, Babıali’den bir yazı bekliyordu. Balkan Harbi nedeniyle İstanbul’a göç eden öğretmenlere, İstanbul merkezde olmasa bile civar il ve ilçelerde görev veriliyordu. Çalışmaya ihtiyacı olan Şemsi Efendi de böyle bir iş istiyordu. Eğer taşrada bir okula tayini çıkarsa, evini taşımasa bile, kendisi tek tek başına görev yerine gidecekti. O, öğretmenlik yapmadan, öğrencilerle birlikte olmadan yaşayamazdı. Babıali’den beklediği yazının gelmesi uzun sürmedi ve Şemsi Efendi, İstanbul İlköğretim Müfettişliği’ne atandı. Uzunca bir süre müfettişlik yaptıktan sonra, Fatih Kız Lisesi’nde Fransızca öğretmeni oldu.
1916’ya gelindiğinde Şemsi Efendi’nin sağlığının iyiden iyiye kötüleştiğini bildiği halde, bozulan sağlığına ve her şeye meydan okuyarak Fatih Kız Lisesi’ndeki Fransızca derslerini ihmal etmek istemediğini, emekli olmayı, okulu da, dersleri de bir kenara bırakarak köşesine çekilmeyi aklının ucundan bile geçirmediğini belirtiği eserinde;
…Bir gün ders sırasında fenalaştı ve masasına geçip oturdu. Belli ki daha fazla dayanacak gücü kalmamış, evine öğretmen arkadaşlarının sayesinde gelebilmişti. Bir öğrencisinin babası doktor olduğundan ona haber verilmiş, doktor ancak akşamüstü gelebilmişti. Doktor kendisini uzun uzun muayene ettikten sonra reçetesini uzatıp verdiği Başöğretmenimiz ATATÜRK ‘ün Selanik’teki ilkokul Öğretmeni Şemsi Efendi’ye; “mutlak bir istirahatin zorunlu olduğunu, bundan sonra sakin bir hayat sürmesini” tembihlemişse de, yattığı yerden gülerek doktoru süzen Şemsi Efendi kendisine teşekkür etmekle yetindi.
O, artık yolun sonuna gelmişti…
Yarım asırdan fazla her şeyi paylaştığı hayat arkadaşı Makbule Hanım’da gelişmelerin farkındaydı. Ama tanrıdan ümit kesilmezdi. Belki yine iyileşir, tekrar ayağa kalkardı. Bütün bunlar iyi dilek olmaktan öteye geçemedi. Makbule Hanım, bir sabah uyandığında, Şemsi Efendi’nin göğsü hırıltıyla inip kalkıyordu. Birkaç saat sonra da, koca çınar altmış beş yıllık yaşamına sessiz sedasız veda etti.
Acı haber çabuk yayıldı. Konu komşu, eş dost, öğretmenler, öğrenciler, akrabalar koşup geldiler Eyüp’teki eve. Kimse inanmak istemiyordu. Kimi zaman çığlıklar, kimi zaman da koyu bir sessizlik doldurdu evi. Gözyaşları oluk oluk aktı.
Bülbülleri çok severdi sağlığında. Hep bülbüller öterdi burada. Adına bu yüzden Bülbülderesi denmişti. Ve bu derenin ağzında küçük bir mezarlık bulunuyordu. O ‘mu istedi, yoksa ailesi mi bilinmez, merhumun buraya defni için hazırlıklar başladı. Cenaze alayı mezarlığa geldiğinde, herkes için için ağlıyordu. Hüzünlü bir sessizlik hâkimdi çevrede. Bülbüller bile susmuştu. Öğrencisi Emekli Korgeneral merhum Galip PASİNER ‘in de bir yazısında belirttiği gibi; “Şanına, şöhretine hiç de uymayan basit bir törenle defnedildi.”
“O gün susan bülbüller bir daha hiç ötmediler. Bugün bile aynı yerde bülbüller ötmüyor artık.”
Eksiklikler benim, fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.