Ben Mustafa Kemal…
Soyadı yasası Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden çıktıktan sonra “ATATÜRK” soyadını aldım. Bu soyadını bana canımdan çok sevdiğim Türk ulusu verdi.
Ama en başında yalnızca bir Mustafa’ydım. Selanik Gümrük idaresinde memur olarak çalışan Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım’dan olma Mustafa…
Sevgili çocuklar ve gençler, size hayat hikâyemi anlatırken ve siz bu satırları okurken biliyorum ki, zaman zaman derinden üzülüyorsunuz. Amacım tabii ki sizleri üzmek değil. Siz şimdi bu satırları okurken, bütün bunlar yaşanmış ve geçmiş olacak. Ama gereken dersleri çıkaramazsak bunların hepsi tekrar edebilir ve sonsuza kadar yaşayacağına inandığım Türkiye Cumhuriyeti, çağı yakalamakta gecikebilir. Böyle bir durumda sizler, aileleriniz ve sizden sonra gelecek kuşaklar mutsuz yaşayabilirler. Hayat onlara zindan olur. Oysa bir kerecik geldiğimiz şu dünya da hepimiz insan gibi özgür ve bağımsız yaşamalıyız. Uygarlığın nimetlerinden hepimiz yararlanabilmeliyiz. Sağlıklı ve iyi eğitilmiş bireyler olmalıyız.
Görsel: 29 Ekim 1923
Sevgili çocuklar ve gençler, herkes de bilir ki tarih, eğriler çizerek ilerler. İnişler, çıkışlar yaşanırken, zaman zaman büyük sıçramalar da olur. Gelişmenin bu yönü, dikkatle incelenecek olursa, bunun doğada da olduğunu görürüz. Buz eriyince sıvı olur; sıvı ısınınca buhar haline dönüşür. Dolayısıyla doğada her şey, büyük bir devrim içindedir. Tarihin tekerleğini kimse geri çeviremez.
Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra kulağıma birden bire çok farklı sesler geliyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi olma onurunu kazanmış bazı Milletvekili arkadaşlarım,
Görsel: 29 Ekim 1924
—-“GAZİ MUSTAFA KEMAL, ARTIK KÖŞESİNE ÇEKİLMELİDİR, ESKİ DÜZEN, SÜRÜP GİTMELİDİR. TAMAM, YAPACAĞINI YAPTI O.” Diyorlarmış.
Fakat beni şaşırtmıyordu. Çünkü yaşam sürüyordu ve herkes yaşam karşısında şu ya da bu biçimde duruyordu. Şaşırtmıyordu dedim ama üzmüyordu demedim; eski düzenin sürüp gitmesini isteyenler aklıma düştükçe; onca savaşta yitirdiğimiz kahraman Türk Mehmetçikleri’nin temiz yüzlerini anımsıyordum.
Osmanlı Devleti’ni yıkan savaşlar ve sonuçlarından çok, kendi hantal yapısıydı. Osmanlı, ilerleyen dünyaya ayak uyduramamıştı. Osmanlı’yı yıkan, yaşamın gerekleriydi. Dünyanın öteki ulusları ve halkları uygarlık yolunda dev adımlar atarken, Osmanlı, bunları ya görmezden geliyor, ya da toptan yadsıyordu. Çoğu kez yadsımakla da kalmıyor; özgürlük, bağımsızlık, uygarlık yanlısı aydınlarını susturmanın bir yolunu buluyordu. Onları zindanlarda çürütüyor, sürgüne gönderiyor, işkence ediyordu. Farklı düşünenlere kesinlikle hoşgörü göstermiyordu.
Görsel: 29 Ekim 1925
Tarihin akışına ayak uyduramayan ve sürekli gerileyen Osmanlı’nın yeniliklere karşı bu kapalı tutumu karşısında Avrupalılar da fırsat kolluyor. “HASTA ADAM” diye tanımladıkları Osmanlı Devleti’ni nasıl çökeltiri de, sömürgem yaparım diye planlar kuruyorlardı.
İşte eskinin sürüp gitmesini isteyen arkadaşlar, bu gerçeüi ya görmüyorlardı, ya da bana kalırsa; Türk Ulusunun kazandığı büyük zaferden intikam almak isteyen dış güçlerin oyuncağı oluyorlardı.
Görsel: 29 Ekim 1926
Bu düşüncelerimizi açtığımız bazı arkadaşlar, bize bunun zaten öyle olması gerektiğini söylerken bazıları ulusal egemenlikten çekiniyorlardı.
Gerçekten de zor olan, alışkanlıkların ortadan kaldırılmasıdır; Altı yüz yıldır padişahlıkla yönetilmiş ve böyle bir yaşama biçimine alışmış olanlar, Milletvekili bile olsalar, yeni düşünceden korkuyorlardı.
Görsel: 29 Ekim 1927
Gerçekte bizim yaptığımız ve yapacağımız, çoktan doğmuş olan çocuğun adını koymaktı. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul Salonunda çok ateşli konuşmalar, tartışmalar yapıldı. Meclis Başkanı olarak bütün konuşmaları baştan sona dinledim.
29 Ekim gününün akşamında Meclis Genel Kurulu, anayasa değişikliğini kabul ederek yeni Türk Devleti’nin bir Cumhuriyet olduğunu tüm dünya’ya duyurdu.
Görsel: 29 Ekim 1928
Meclis, oybirliği ile beni Cumhurbaşkanı seçti. Cumhurbaşkanı seçilir seçilmez ilk Cumhuriyet Hükümeti’ni kurması için İsmet Paşa’yı görevlendirdim. Benden boşalan Meclis Başkanlığına Fethi Bey seçildi.
Fakat eski düzen yanlıları gene boş durmadılar. Halife Abdülmecit’in yanında yer alarak kışkırtıcılığa başladılar. İzmir’de ordu komutanı arkadaşlarla yaptığım toplantıda ordumuzun da Abdülmecit’in tutumundan rahatsız olduğunu öğrendim. Halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı ailesi üyelerinin yurt dışına çıkarılmalarına dair yasa önerisi hazırlandı.
Görsel: 29 Ekim 1929
3 Mart 1924 tarihinde oylanan bu yasa kabul edildi. Böylece iki başlılık ortadan kalkmış oldu. Artık, laik düzene rahatlıkla geçebilir, uygar dünyaya açılabilirdik.
Sevgili yavrularım; laiklik, yaptığımız ve yapacağımız devrimlerin temel taşıydı. Çünkü Anadolu’da birbirlerinden çok farklı dinsel inanışlar vardı. Türkiye’yi yurdu bilen, fakat farklı dini inançları olan yüzlerce, binlerce asker tanıdım.
Görsel: 29 Ekim 1932
Çanakkale’de, Anafartalar’da, Batı Trablus’ta Şam’da, Kafkasya’da Müslüman, Hıristiyan, Musevi askerler aynı yurt parçası için canlarını verdiler. Kimse kimseye suni ya da alevi diye yan gözle bakmadı. Hepimizin tek amacı, yurdu kurtarıp kendi topraklarımızda efendi olarak yaşamaktı. Bu nedenle devletimiz, şu ya da bu dinden yana olamazdı, olmamalıydı. Din, bir vicdan işiydi.
Devlet; insanların vicdanlarına el atmamalıydı. İşte bu yüzden halifeliği kaldırıp laik düzene geçişimiz, yaptığımız devrim ve yeniliklerin en önemlisidir.
Görsel: 29 Ekim 1933
Türkiye Cumhuriyeti’nin kendini toparlamasına izin vermemek için birtakım iç ve dış güçler sürekli ayaklanmalar
tezgâhlıyorlardı. Yazık ki tezgâhlanan çirkin oyunlara bazı silah arkadaşlarım da alet oluyorlardı. Bunlardan biri, Rauf Bey’di.
Rauf Bey:
—“BEN SALTANAT VE HALİFELİĞE HEM VİCDANIMLA HEM DE DUYGULARIMLA BAĞLIYIM,” diyor, konuşmasını şöyle sürdürüyordu:
—“ÇÜNKÜ BENİM BABAM PADİŞAH’IN EKMEĞİ VE NİMETLERİYLE YETİŞEREK OSMANLI DEVLETİ’NİN ÖNEMLİ KİŞİLERİ ARASINA GİRMİŞTİR. BENİM DE KANIMDA O MİLLETİN PARÇALARI VARDIR. BEN NANKÖR DEĞİLİM.”
Görsel: 29 Ekim 1934
Doğaldır ki, Rauf Bey’e üzüntülerimi bildirdim: “Ekmek, ulusundur. Padişah, ulusun ekmeğini, egemenliğini elinden almıştır. Şimdi büyük Türk ulusu, kendi malı olan ekmeği Padişah’tan geri almıştır. Bunu böyle biliniz.”
Görsel: 29 Ekim 1935
Görsel: 29 Ekim 1936
Görsel: 29 Ekim 1937
Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.