Komplo teorilerime, 3. ve son bölüm ile devam ediyorum. Merak ile sorduğum/sorduğumuz sorular kimi zaman cevapsız kalmış olsa da, araştırmacı ruhumuz mutlaka, bıkmadan usanmadan, ilham olacak minik minik bilgileri, zihinlerimizde puzzle parçaları gibi birleştirmeye gayret ediyor. Bu minvalde, 1. bölümde Ley Hatları’ndan yola çıkıp, “Aklıma takılan soru şu; Göbeklitepe hangi takım yıldızının iz düşümü?” diyerek başlamıştım. Bu bölümde, Göbeklitepe’nin bir tapınak mı, bir gözlemevi mi yoksa bir boyut kapısı mı ya da bütün hepsi mi sorusuna yanıt arayacağım. Sonuç almaktan çok, yola çıkma hedefindeyim.
Ley hatları yıldızlardaki, gezegenlerdeki enerjileri az ya da çok dünyaya iletirler. Tıpkı bir mıknatıs gibi çekerler. Aynı zamanda birbirlerine yakın olan çizgiler de, birbirleriyle iletişimdedir. Aynı frekansta buluşan insanlar gibi, buluşurlar. Enerjileri aynı boyutta iletirler. 100 maymun “deneyi”ni mutlaka okumuşsunuzdur. Bu minvalde, insanlar da aynı frekansta bu hatların yaydığı enerji sayesinde buluşurlar. Daha önce bahsettiğim gibi, pozitif veya negatif.. İzdivaç programları yüzünden, gündelik basit bir cümle olarak telaffuz edilen, “Senden elektrik aldım/almadım” durumu tam da budur aslında.
Dünya gündemine şöyle bir baktığımızda, hangi noktaların pozitif, hangilerinin negatif yaşadığını gayet net görebiliyoruz aslında. Yazının ilk bölümünde bu durumdan bahsetmiştim. Bazı noktaların da özellikle, dikilitaşlar {obelisk} vasıtasıyla enerjilerinin negatife dönüştürülme çabasından.. Bu dikilitaşlar neyi simgeliyordu peki; pek çok kaynakta verildiği üzere, Mısır tanrısı Osiris’in parçalanan bedeni birleştirilmeye çalışıldığında, bulunamayan cinsel uzvunu…Hem Yahudilikte, hem de Hristiyanlıkta bu bir tabu olmuştur adeta.
İsis, Osiris ile evliydi. Büyük bir aşk ile bağlıydılar. Osiris, Seth tarafından öldürüldüğünde İsis, Osiris’in parçalanmış ve Mısır’ın dört bir yanına, bulunamasın diye atılmış { cinsel organı dışında} tüm beden parçalarını bulmuştur. Parçaları her bulduğu yere de, bir tapınak dikmiştir. Osiris’in bedeninin parçalarını çeşitli uygulamalarla ve bilgelik tanrısı Thot’un da yardımıyla birleştirmiş ve Osiris’i yeniden hayata döndürmeyi başarmıştır. Bu sayede Horus’a hamile kalabilmiştir. {Zecharia Sitchin, kitaplarında bu durumu genetik mühendislik yoluyla açıklamaktadır.} Osiris hayata dönmüş ve fakat kısa süre sonra yeraltı dünyasına geri dönmüş ve yeraltı tanrılarından olmuştur.
I. Seleukos, Büyük İskender’in Makedon kumandanlarından biriydi. Pers Kralı Daryus, İskender’e yenilince, coğrafya Mekodonlara geçiyor ve İskender, yönetimi altındaki ülkeleri, generalleri arasında yönetim olarak bölüştürüyor. I.Seleukos’un hanedanlığını kurduğu yer, bizler için çok tanıdık.. Kurulan şehre, İskender’in doğduğu kentin adını veriyor; Edessa {şimdiki Şanlıurfa}
Hellenistik Dönemde kurulan Edessa antik kenti, Neolitik Çağ’ın ilk kalıntılarına ev sahipliği yapan Göbeklitepe ve Nevali Çori ‘ye çok yakın bir coğrafya. Şanlıurfa’nın antik isminden ben de pek çoğumuz gibi haberdar değildim. Ne de, varlığından haberdar olmama rağmen, derinlemesine bilgi sahibi olmadığım Haleplibahçe Mozaiklerinden.. Tüm bunları değerli yazar dostum Çiçek Sekban Tüfekçi sayesinde öğrendim. Öğrenmek her daim devam ediyor velhâsıl.
Haleplibahçe’nin o muhteşem mozaikleri arasında elbette en dikkat çekenlerinden biri, tanrısallaşmış bir müzisyen, mitolojik ozan Orfe {Orpheus}’nin tasvir edildiği mozaiklerdir. Orfe’nin hikâyesini kısaca aktarmak isterim.
Orpheus, eşi Evridiki ölüp yeraltına gidince, ona tekrar kavuşmak için tanrılardan yardım ister. Bunu da aşk ile çaldığı lir vasıtasıyla yapar. Ölüler ülkesinin tanrısı, bir süre sonra kayıtsız kalamaz ve bir yanıt verir. Orpheus eşine kavuşacaktır fakat bir şart vardır; eşi yeraltı aleminden ışığa çıkana kadar, onun yüzüne bakmaması gerekmektedir. Orpheus elbette hemen kabul eder ve eşini heyecan ile yeraltından yükselmesini beklemeye başlar. Fakat tam ışığa çıkacakken Orfe dayanamaz ve dönüp bakar. Bu hatasından yüzünden eşine kavuşamaz.
Kimi kaynaklarda Orfe’nin, Mısır’da İsis inisiyasyonundan geçtiği söylenir. Daha sonra Yunanistan’a geçip Delf kentinde kendi inisiyatik merkezini kurduğu da.. Orfe, elinde kozalak başlı bir asa taşırdı . Orfe’nin Delf’teki tapınağı’nın adı Apollon Tapınağı’dır ve girişte, “kendini bil” yazar. Öğretisi, tıpkı İsis ve Osiris’te olduğu gibi; yeraltına inmek, organlara ayrılmak, kartal, iki yılanlı asa ve tekrar doğuş ilkesini esas almaktaydı. Liriyle doğadaki en vahşi hayvanları bile uysallaştıran Orfe {Orpheus}, Şanlıurfa Haleplibahçe Mozaikleri’nde de aynen bu özelliği ile tasvir edilmiştir. İsis inisiyasyonundan geçen Orfe’nin birlikte tasvir edildiği, hemen hemen tüm hayvanlar, Göbeklitepe taşlarında, sütunlarında da tasvir edilmiştir.
Haleplibahçe’nin muhteşem mozaikleri arasında en dikkat çeken bir diğer mozaik ise, dört Amazon Kraliçesinin, ilk kez bir arada avlanırken tasvir edildiği mozaiktir. Öyle ki, Amazonların varlığı bile bazı kesimlerce tartışmalıyken, kabul edilmemişken, bu mozaiğin varlığı, hele ki genel olarak Karadeniz coğrafyasında yaşadıkları iddia edilirken, Güneydoğu’ya kadar inmiş, yayılmış oldukları, bu mozaik sayesinde kanıtlanmış olmaktadır. Apollon – Artemis Tapınağı, Sinop, Samsun-Themiscyria, İzmir ve Efes gibi yerleşimler Amazon Kraliçeleri tarafından kurulmuş bazı yerlerdir.
Okültist araştırmacı olarak ün yapmış isimlerden George Ivanovich Gurdjieff, kurduğu ezoterik okulda “Sarmoung Kardeşliği” öğretisiyle, zamanında Mezopotamya’nın kuzeyinde ortaya çıkan Hristiyan Gnostik Okulu’nun kayıp izlerini sürdü ve sonunda Güneydoğu Anadolu’ya, Adıyaman Nemrut Dağı’na kadar vardı. Onun çalışmalarından faydalanan ve ezoterik eğitimden geçmek isteyen araştırmacı yazar Adrian Gilbert de, Hristiyanlığın ilk yıllarında önemli bir eğitim merkezi olan Urfa’ya ulaştı. Elbette onların amacı, Nemrut’taki Aslan kabartmasının üzerindeki yıldız haritası vasıtasıyla, Hristiyanlığın temeline kadar inmek ve İsa’nın kesin doğum yılını tespit etmekti. Ama benim edindiğim bilgi ve bu yazıya asıl konu olan bölüm, Adrian Gilbert’in The Orion Mystery ve The Mayan Prophecies isimli kitabında iddia ettiği, Urfa’nın {eski adıyla Edessa} Orion Bilgeliği ile ilgili bir astrolojik merkez olduğu görüşüdür. Gilbert, Tevrat´da bu iddiaların doğruluğuna dair kanıtların olduğunu savunur. Bana kalırsa, bu da bizi rahatlıkla, Orion {Osiris} aracılığı ile İsis’e götürür.
Akdeniz’in {Suriye} büyük tanrıçası Astarte, Edessa {Urfa} tanrıçası olarak da, kaynaklarda yer alır. Astarte ile benzerlikler gösteren Anadolu tanrıçası Kybele de, bereket tanrıçasıdır. Aslanların taşıdığı bir taht ile simgelenmiştir. Bu da, doğa üzerindeki gücünü ve etkisini simgeler. Öğretim üyesi çok değerli bir hocamın, büyük desteği ile öğrendiklerimi de, bu bölümde heyecanla aktarmak isterim; Levent Sepici, “Anadolu’da keşfedilen Dünya’nın ilk mabedi Göbeklitepe” isimli kitabında, güç simgesi aslanlar için, “Aslan sembollerine, kabartmalarına, heykellerine, en çok Anadolu’da rastlanır. Aslan, Sirius’a karşılık olarak da kullanılır.” demektedir. Aynı kitapta verilen bir diğer bilgi ise, bazı gök bilimcilerin, Göbeklitepe yapılarının tümünün güneye doğru bakmasının, Orion Takımyıldızı {Osiris} ile bağlantılı olduğunu söylemeleridir. Bunun nedeni ise, 21 Aralık gün dönümünü temel almalarındandır. Aşağıdaki Sümer tabletinde, Orion Takımyıldızı’nın kemeri olarak simgeleyen 3 yıldız, üst üste dizilmiş olarak yer alır. Bu tablet Urfa Müzesi’nde sergilenmektedir. Başka kaynaklarda da Göbeklitepe ile ilişkilendirilen Orion’un, özellikle bu tabletin Urfa’da olması, ironik bir tesadüf müdür?
Bir diğer kaynakta ise, Halikarnas Balıkçısı’nın, “Anadolu Tanrıları” isimli kitabıdır. Halikarnas Balıkçısı bu kitapta, “Büyük Ana” olarak sıfatlandırılan Anadolu’nun en büyük tanrısının, Tanrıça Kibele olduğunu vurgular. Tanrıların, insanların ve tüm doğanın anası sayılan {Kybele} Kibele’yi; Artemis, Afrodit {!?}, Hübel, Hekate ve Astarte olarak, yani farklı toplumlardaki, farklı adları ile vermiştir. Hepsi tek bir tanrıça’yı simgeler; İsis.
Mısır Mitolojisi’nde Sirius yıldızı, Tanrıça Isis’in özel yıldızıdır. Polytechnic Üniversitesi’nden arkeoastronom Giulio Magli, Stonehenge gibi, Göbeklitepe’nin de bir gözlemevi olduğunu hatta yıldız tapınım merkezi olduğunu iddia eder. Uyguladığı simülasyon ile de bu iddiasını güçlendiren Magli, Göbeklitepe’nin bulunduğu enlemden ötürü, Sirius gözlenmesi sonucu hazırlanan antik Mısır takvimi gibi, benzer bir amaçla inşa edildiğini düşünmektedir. Fakat kendisinin de söylediği gibi, kazı çalışmaları bitmeden ve eksik cevaplar bulunmadan, bu iddiasına bir kesinlik kazandıramıyor. Fakat hem Orion, hem de Sirius {Osiris & İsis} yıldızlarının aynı yapı için telaffuz ediliyor olması, konu ile ilgililer için, hakikaten ilham verici bir ip ucuna dönüşüyor. Öyle ise İsis Urfa’da varlık göstermiştir denilebilir mi, araştırmak gerekir.
Nuray Bilgili’nin, “Türkçe Tarih” isimli internet sitesinde yayınlanan ve muhteşem bilgiler verdiği yazılarından bir tanesinde, Göbeklitepe “T” sembollerinin tepesinde karşımıza çıkan küçük çukurların, tarih boyunca pek çok uygarlıkta, bıraktıkları yapıtlarda da bulunduğu bilgisi yer almaktadır. İçlerinde en eskisinin Hindistan’daki Daraki Chattan Mağarası’nda olduğu, bunun dışında, İngiltere, İskoçya, İrlanda, Yunanistan, İspanya, İsviçre gibi Avrupa ülkelerinde ve Orta Asya’da da, bu çukurlu taşlara rastlandığı yazılmaktadır. Dini ritülerde kullanıldığı düşünülen bu çukurların, sunak/kurban taşı olarak kullanıldığı düşünüldüğü gibi, Bilgili’nin yazısında yer aldığı şekilde; Kutup Yıldızı, Büyükayı ve Küçükayı Takımyıldızlarının iz düşümleri olduğu da, çalışmalar sonucu tespit edilmiştir.
Arkeolog Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, yapımcı Ahmet Turgut Yazman’ın hazırladığı “ Göbeklitepe Dünyanın İlk Tapınağı” isimli muhteşem belgeselde, yapıların zemininin, sıvı geçirmez bir şekilde yapılmış olduğunu, eğer yapılan bir ayin varsa da, bunun bir sıvı ile yapıldığını söylemiştir. Tabi bu sıvı, kan mı, su mu ya da ne olduğunu henüz bilmediklerini de eklemiştir.
İspanya’nın Menorca Adası’nda ve Meksika’nın Yucatan Yarımadası’nda bulunan Chichen Itza’da da, yine bu “T” sembolünü görmekteyiz. Gayet manidardır ki, Mu/Maya öğreti ve inanışlarında adı sıkça geçen bir rahip tanrıdır Osiris. “T” harfi Mu dilinde “Tau” olarak okunur ve yeniden doğuşu simgeler. Osiris’in eşi İsis’in sembollerinden olan, ölümsüzlüğü, sonsuzluğu simgeleyen, anahtar olan Ankh da, bu “T” sembolünün tepesine eklenmiş daire biçimindedir. Mayalar için, tüm kültürlerde var olan yaşam ağacı yine bu şekilde, yani “T” olarak sembolize edilmiştir. Ankh’ın Sirius Sistemi’ni temsil ettiği de yazılanlar arasındadır. İsis inisiyasyonunda Ankh, “Ölümsüzlük İçkisi”nin aktığı merkezdir. Aşağıdaki görselde bu, “kutsal kase” olarak tasvir edilen bir araç ve şarap ile gösterilmiştir. “T” sembolü ve izdüşümler harmanlanmış olarak, bir “eriş” ve İsis & Osiris inisiyasyonundan başarılı ile “mezun” olmayı temsil ediyor olabilir. Kezâ, “Göğün Kapısı’nın anahtarına sahip olma” en iyi bu şekilde tasvir edilebilir. Ölümsüzlük, sonsuzluk…Yeniden doğuş…
Göbeklitepe farklı zamanlarda, üst üste inşa edilmiş, sonra katman katman gömülmüş bir kompleks yapıdır. Bana, farklı fakülteleri bahçesinde barındıran bir üniversiteyi anımsatmaktadır. Her toplumda, birbirinden değişik isimlerle anılan Mısır Tanrıçası İsis, Göbeklitepe’de de, bir şekilde hep karşımıza çıkar. Urfa’da keşfedilmeyi bekleyen bir başka yapı daha vardır; Karahan Tepe… Tıpkı Göbeklitepe gibi “T” biçimli “dikilitaşları” ile aynı dönemleri işaret ediyor gibi görülen Karahan Tepe, sessizce sırasını beklemektedir. Belki de, Göbeklitepe’nin sırrı, Karahan Tepe’nin de kazılmasıyla ortaya çıkacaktır…