-…“BİR ŞEY Mİ VAR ÇOCUK?”
—“Evet, var ATATÜRK;
Hepimiz gibi, sizi bir baba olarak seven ve sayan,
Size tarifi mümkün olmayan bir bağlılıkla hizmet eden, birçok defa kader birliği yaparak sizinle aynı kaptan yemek yiyip su içen,
İleri görüşünüz, isabetli kararlarınız ve dâhiyane yön göstericiliğiniz sayesinde hayatta kalmayı başarabilen,
Sizinle, Filistin’den Çanakkale’ye, Kurtuluş Ateşini Yakmak için İstanbul’dan bindiğiniz Bandırma Vapurunda, vapurun sabah saat 6.00’da Samsun limanına yanaşarak, karaya çıkmak için bindirildiğiniz aynı Sandal’da, Erzurum’da, Sakarya’da can yoldaşınız…
Milli Mücadele yıllarında, kim bilir kaçıncı kez uykusuz geçirdiğiniz gecelerden sonra, karlar üzerinde kısa bir istirahat yaptığınız zaman da bile başınızda nöbet bekleyen,
Zaferlerle sonuçlandırdığınız Kurtuluş Savaşı’nın ardından, TBMM tarafından, 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyetin ilanıyla 4 dönem üst üste seçildiğiniz Cumhurbaşkanlığı döneminizde,
Ebedi istirahatinize çekildiğiniz 10 Kasım 1938 günü İstanbul Dolmabahçe Sarayında bekletildiğiniz katafalkta,
19 Kasım 1938 günü Dolmabahçe’den alınarak, önce Yavuz zırhlısına, sonra da Haydarpaşa’dan Ankara’ya nakil edildiğiniz özel trende,
21 Kasım 1938 de geçici olarak bırakıldığınız Etnografya Müzesinin büyük salonunda, siyah renkte ki frak elbiseleri ile sizleri büyük bir üzüntü içerisinde selamlayan sadık dostunuz ve yaveriniz Sayın Muzaffer KILIÇ Beyi 13 Temmuz 1959 Pazartesi günü adınızı taşıyan ATATÜRK BULVARI ‘nın üzerinde geçirdikleri bir kalp krizi neticesinde ruhunu Allaha teslim etti.”
-…“ÖLÜM, TABİATIN EN TABİİ KANUNU, İNSANIN DEĞİŞMEZ KADERİDİR; MARİFET UNUTULMAMAKTIR.”
—“Unutmadık ATATÜRK.
“ATATÜRK’ÜN YANINDAN BİR AN BİLE AYRILMAYAN YAVERİ MUZAFFER ATİK, ATATÜRK BULVARINDA VEFAT ETTİ”
Muzaffer KILIÇ ‘ın soy ismi, yalnız akşamları çıkan gazetelerden birinde, Haber Gazetesinin 14 Temmuz 1959 Tarihindeki sayısında yanlışlıkla “Muzaffer ATİK” olarak yazılarak basılmış ve bu büyük vatanperver, sadık dostunuz ve yaverinizin hayatını böylece noktalayarak sonlandırdık.
Ama UNUTMADIK!”
Ne yazık ki, kılıç gibi keskin ve doğru olduğu için de KILIÇ soyadını bizzat ATATÜRK vermişti kendisine. Allah rahmet eylesin…
Fevkalade kibar, dürüst ve mert bir kişiliğe sahip olan Muzaffer Bey herkes tarafından çok sevilir ve sayılırdı. Kendisini yakından tanıyanlar ise büyük hürmet gösterirlerdi. Ayrıca çok güzel konuşur ve ATATÜRK ‘e ait birlikte girdikleri muharebelere ait bitmek tükenmez hatıralarını da çok duygulu bir şekilde anlatırdı.
Bir keresinde ATATÜRK ‘ün özelliklerini şöyle anlatmıştı:
ATATÜRK ‘ün boyu 1.74 cm, kilosu 70 – 74 arasında değişmiştir. Yüz rengi yanmış pembe, alnı çok geniş, kaşları çok gür ve kalkıktı. Elmacık kemikleri hafif çıkık, dudakları ince, saçları altın sarısı, gözleri mavi, göğsü kabarık, omuzları geniş, elleri ince ve zarifti.Çok canlı, çok hareketli, yerinde duramayan yapıda, çok ciddi bakışlı, kararlı ve müthiş itimat veren davranışlar içinde idi. Çalışkanlığı, zekâsı, kibarlığı, mertliği ve dürüstlüğü, hiç kimseden çekinmeden her şeyi herkesin yüzüne karşı söylemesi ta ilkokul hayatından beri bilinmektedir. Sigarayı ve kahveyi çok severdi. Günde 10 – 15 fincan kahve ve 40 ila 50 adet sigara içtiği olurdu. (Görsel: Muzaffer Kılıç) Kumardan hoşlanmaz, kumar düşkünü olanlara nasihatler ederdi. İçkiyi kesin olarak gündüz almaz, gündüz içenlere de müthiş kızardı. Kendileri de içki masasında çok uzun kalmasına karşın, az içki içerlerdi. Ciddi askeri ve politik meseleler konuşulacağı günler, kesin olarak içki almazlar ve o işe o kadar konsantre olurlardı ki, yemek ve uyku saatleri akıllarına bile gelmezdi.
Uyanınca derhal kalkar, kahve ve sigara içerken bütün gazetelere göz atar, sonra banyo alıp tıraş olur, giyinip salona inerlerdi.
Çok temiz giyinirler, bazı sıcak günlerde iki üç defa banyo alırlardı.
Sakarya Harbi’nin en kritik günlerinde bile ve bütün yokluklara karşın ne yapıp edip tıraşını olmuş, iki teneke su ısıtıp çadırın içinde banyo yapmışlardır.
Hiç yemek meraklısı değillerdi. Sabahları hiçbir şey yemez, sadece kahve ve sigara içer, öğle üzerleri bir iki dilim ekmek, peynir, ayran veya limonata alırlardı.
En çok sevdiği kuru fasulye ve pilavdı. Bunu her akşam yemeklere ister, bazen yatarken bile yerlerdi. Bunun dışında peynirli omlet, etli bamya yemeklerini sever, meyvelerden de kavunu tercih ederlerdi.
Misafirlerini, bazen köşkün dış kapısına kadar uğurlar, herhangi bir nedenle onları kırmışsa, mutlaka özür dilerdi.
Bulunduğu yerlerde emniyet önlemleri alınmasından hiç hoşlanmazlardı. Bazen etrafındaki emniyet önlemlerini, emir verip kaldırır ve “BU ASİL MİLLET BANA NE KURŞUN ATAR, NE DE ATTIRIR.” derlerdi.
Fakat bizler onu korumak için her türlü önlemi alırdık. Bütün gittiği yerlerde polis teşkilatı ayrı, gizli emniyet ayrı ve muhafız alay komutanlığı ayrı önlem alırdı. Hatta birçok defalar birbirimize hüviyet sorduğumuz zamanlar olmuştur.
Ayrıca ATATÜRK ‘ün yakın arkadaşları Nuri CONKER, Ali KILIÇ, Salih BOZOK devamlı olarak silah taşırlardı.
ATATÜRK ‘ün uykusu fevkalade hafifti.
Çanakkale’de olsun, Sakarya’da olsun, bütün harplerde yatağına ceketini çıkarıp elbisesi ile uzanırdı. Çadıra birimizin girmesi ile hemen gözünü açar, “BİR ŞEY Mİ VAR ÇOCUK?” diye sorardı. Bizlerin herhangi bir haberi, telgrafı vs. varsa, onu iletirken yatağından hemen doğrulup onu alırdı. Eğer önemli bir haberse, hemen ayağa kalkar, ceketini giyip hazırlanırlardı.
Reisicumhur olduktan sonra Çankaya ve diğer kaldığımız yerlerde ise kapıyı tıklatmamızla uyanır ve aynı suali sorarlardı. Eğer görüşülmesi gereken ciddi bir durum varsa, “BİR DAKİKA BEKLE ÇOCUK.” Der ve pantolonlarını giyip üzerlerine robdöşambrlarını alır, sonra bizleri kabul ederlerdi.
Yanlarında 13 – 14 sene çalışan kimseler bile ATATÜRK ‘ü bir defa olsun pijama ile görmemişlerdir.
ATATÜRK, poker oyununu çok sever ve güzel oynarlardı.
Oyuna başlarken herhangi birimizden 10 lira ister ve onunla oyuna girerlerdi. Ekseriya oyunu kazanır ve kazandığı parayı ya hemen orada veya ertesi günü sahiplerine ve etraftaki hizmetkârlara dağıtırlardı.
Bizlerden aldığı 10 lira ise, ertesi günü Başyaver Celal Bey’den alınırdı.
ATATÜRK, herhangi bir yerde kalacakları zaman odasının eşya tanzimini beğenmezlerse, onu bizzat değiştirir sonra orada kalırlardı.
Pek çok defa, bir gece kalacağımız yerlerde bile, kalacağı odasındaki karyolayı, masa ve iskemleleri, hatta duvardaki resim ve tabloların değiştirttiklerine şahit olmuşuzdur.
Bazı geceler saat 11 – 12 sularında yatacağımız yere gelmiş ve sabah erken ayrılacağımız halde, yine odanın tanzimini en güzel şekilde yaptırmış sonra yatmışlardır. Hakikatten büyük ATATÜRK ‘ün yaptırdığı oda tanzimi pek güzel olur, duvardaki resimler tablolar ve her eşya yerli yerini bulurdu. Bunu hep aramızda konuşurduk.
Toplantılarda, yemeklerde, balolarda bizim kendilerine bir şey söyleyeceğimizi anladıkları zaman hemen başları ile işaret edip yanlarına çağırır ve “BİR ŞEY Mİ VAR ÇOCUK?” derlerdi. Bize verilen emirlerine göre, çok önemli bir haber ise biz, “Evet Paşam” der, fakat haberi söylemezdik. O zaman, hemen yerlerinden kalkar, salonun kimsesiz bir yerine gelir ve haberi alır emirlerini verirlerdi.
Yok, önemsiz bir haberse, orada yavaşça yanına yaklaşır, haberi iletirdik.
Hiçbir gün, büyük ATATÜRK ‘ün, “BUNUN İÇİN BENİ SOFRADAN KALDIRMAYA VEYA SALONDAN ÇIKARMAYA DEĞER MİYDİ BE ÇOCUK?” dediği hatırlanmaz.
ATATÜRK, gezip dolaşırken yanındakilere birçok şeyler söyler ve emirler verirdi. Bazı olaylarda ise bize göz ucuyla bakarlardı. Biz o bakıştan bunun sonra hatırlanmasının gerektiğini anlar, ya “Baş üstüne Paşam” derdik veya başımızla selam vererek onu hatırlayacağımızın gerektiğini ifade ederdik.
Bu gibi emirlerin veya olayların yazılmasına müthiş kızardı. “İLKOKUL TALEBESİ GİBİ, PEŞİMDE YAZIP DURMAYIN ŞUNLARI. ZATEN KAÇ ŞEY HATIRLATACAKSINIZ?” derlerdi. Hâlbuki bazen 5 – 6 saat dolaşır ve hatırlatılması gereken pek çok olayla karşılaşırdık.
Böyle olunca, bizler kendilerine göstermeden bunları not alır, birimiz onun yanında kalırken diğerimiz kaydeder, o gelince diğerimiz aynı işi yapardı.
Kendileri söyledikleri ve emrettiklerini kesin olarak hiç unutmazlardı. Onun için bizler, ne yapar eder bu olayları ve emirleri kendilerine göstermeden not alırdık. ATATÜRK sonradan bunları tek tek sorar ve gereken emirleri tek tek yazdırırlardı.
Muzaffer KILIÇ: ATATÜRK ‘ün Filistin’den Çanakkale’den beri yaveridir. ATATÜRK ‘le birlikte Samsun’a çıkmış
Ben, ATATÜRK ‘ün en eski yaveriydim. Onunla birlikte Filistin’de Çanakkale’de bulundum.
ATATÜRK, gittiğimiz ve göğüs göğüse muharebelerin olduğu yerlerde bile, gelen ve giden yazılı hiçbir emri, telgrafı ve pusulayı atmamış ve bunları zarflayarak saklamışlardı.
Bu evraklar, her gittiğimiz yere, sandıklara, bavullara konularak atlara, katırlara yüklenir taşınırdı. ATATÜRK ‘ün en kıymetli eşyaları bu evraklardı.
Kimsenin olmadığı ve neşeli oldukları zaman bizleri karşısına alır, çocukluk anılarından gençlik anılarına, hiçbir şeyi saklamadan anlatırlardı.
Hatta bazen bizlere de sorar ve anlatılan anılarımızı gayet nazik bir şekilde dinlerlerdi. Böylece hep beraber yer, içer, eğlenirdik.
Fakat iş ciddiye gelince şöyle bir kendini toplar ve sanki az önceki insan o değilmiş gibi, birden bir kumandan, bir amir havasına girer, bizler de onun emrinde insanlar olduğumuzu derhal anlardık.
ATATÜRK çok kibar bir insandı. Kendisiyle görüşmek isteyen herkesle vaktinin elverdiği ölçüde görüşmek isterlerdi.
Gelen ziyaretçilere bir şey ikram edileceği zaman bir defa zile basar ve bizi içeri emrederlerdi. Eğer gelenin ziyareti bitmiş ise zile iki defa basar ve bizlere herhangi bir randevularının olup olmadığını sorarlardı. O zaman ziyaretçi bu kırıcı olmayan uyarıyı anlar ve hemen izin alıp yanlarından ayrılırlardı.
Bir şey isteyecekleri zaman isteklerini, “BİR KAHVE YAPTIRIR MISINIZ? , BİR BARDAK SU GETİRİR MİSİNİZ?” şeklinde yapardı. Hiçbir gün yanında çalışan er veya garsonlara değişik şekilde bir istekle emredip arzusunu belirtmemişlerdir.
Çok sinirlendiği zamanlar bile küfretmezlerdi. En ağır küfürleri: “MENDEBURLAR, BEYİNSİZLER, KAFASIZLAR” dı. Daha çok kızarlarsa, “HAYVAN HERİFLER” diye çıkışırlardı.
Toplantılarda daima bir kara tahta ve tebeşir bulundurulur, bazen de dünya ve Türkiye haritaları astırılırdı.
Genellikle bazı kimseler, ATATÜRK ‘ün sofrasında hemen daima bulunurlardı. ATATÜRK, bu kişilere ya not aldırır ya makale yazdırır veya elçi gibi kullanarak gidip araştırma ve tetkik etme görevi verirlerdi. Sofrada bulunan bu kimselere, her zaman ki kişiler; bilinen, belirli kişiler anlamında “ZEVAT-I MUTADE” denirdi. Bu kimseleri tek tek inceleyecek olursak, görürüz ki bu kişiler ya hükümet üyesidirler veya zamanın en ileri gelen fikir ve kalem üstatlarıdır. Bu kişiler şunlardı:
Celal Zahir EROZAN: “Gazeteci Yazar.”
Falih Rıfkı ATAY: “Bolu Milletvekili ve Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi Başyazarı.”
Fuat BULCA: “Türk Hava Kurumu Başkanı”
Hakkı Tarık US: “Vakit Gazetesi Başyazarı”
İbrahim Alaattin GÖVSA: “Yazar”
İrfan Fethi Bey
Mehmet Emin YUDAKUL: “Büyük Türkçü Şair ve Yazar”
Mahmut Bey: “Siirt Milletvekili ve Milliyet Gazetesi Başyazarı”
Mithat ALAM: “Maraş Milletvekili”
Necmettin SADAK: “Hariciyeci (M. İsmet İNÖNÜ zamanında Hariciye Bakanı ve Başbakan olmuştur.)”
Recep PEKER: “Halk Partisi Genel Sekreteri (M. İsmet İNÖNÜ zamanında Başbakan olmuştur.)”
Recep Zühtü Bey: “ATATÜRK ‘ün Selanik’ten Arkadaşı”
Şükrü SARAÇOĞLU: “İzmir Milletvekili (M. İsmet İNÖNÜ zamanında Başbakanlık yapmıştır.”
Dr. Tevfik Rüştü ARAS: “Hariciye Vekili, ayrıca ATATÜRK ‘ün Selanik’ten beri arkadaşı.”
Yusuf AKÇORA: “Araştırmacı ve Tarihçi.”
*Bunların dışında sofrada sıkça bulunan kişiler de şunlardı:
Ziya Gökalp ÖZER: “Büyük Türkçü ve Filozof.”
Ahmet AĞAOĞLU: “Edebiyatçı Yazar.”
Ali ÇETİNKAYA: “Emekli Albay, Ulaştırma Bakanı.”
Ali KILIÇ: “Emekli Subay (Gaziantep Kurtuluşu Gazisi.)”
Ruşen Eşref ÜNAYDIN: “Gazeteci Yazar.”
Yunus NADİ: “Cumhuriyet Gazetesi Kurucusu ve Başyazarı.”
Nuri CONKER: “Emekli Binbaşı. ATATÜRK ’ün Selanik’ten beri arkadaşı.”
Cevat ABBAS: “Başyaver.”
Salih BOZOK: “Başyaver ve ATATÜRK ‘ün Selanik’ten beri tanıdığı arkadaşı.”
Muzaffer KILIÇ: “Yaver (ATATÜRK ‘ün Filistin’den beri Yaveri.)”
*Ayrıca ATATÜRK ‘ün sofrasına her zaman gelebilen kişiler de şunlardı:
Mustafa İsmet İNÖNÜ: “Başvekil.”
Mareşal Fevzi ÇAKMAK: “Genelkurmay Başkanı.”
Mahmut Celal BAYAR: “İktisat Vekili, İş Bankası Kurucusu.”
Bu sofra başı sohbetleri bazen sabaha kadar sürerdi. Herhangi bir konu görüşülürken o konuyu iyi bilene ATATÜRK sual yöneltir ve onu konuşmaya zorlarlardı. Bilmediği konuları can kulağı ile dinler ve öğrenmek isterlerdi.
Sofrada genellikle mevsim sebzeleri dışında, pilav ve kuru fasulye mutlaka yemekte bulunurdu. Lüks sayılan yemekler genellikle sofrada bulunmazdı. Kendileri meze olarak peynir, leblebi ve kavunu tercih ederlerdi. Hâlâ da konuşulanların tam aksine, böyle gecelerde, en az eğlenceye yer verilirdi. Sırf misafir ve dostları için çağrılan ses ve saz toplulukları, pek çok defalar hiç sazlarını bile açmadan evlerine geri dönmüşlerdir.
ATATÜRK, Türk Halk Müziğini ve Klasik Türk Sanat Müziğini çok severdi. Birçok defalar kendileri de plak veya söyleyen sanatkâra iştirak eder, kusursuz ve eksiksiz şarkıyı tamamlardı.
En sevdiği şarkı ve türküler şunlardı:
*Cana Rakibi Handan Edersin,
*Nihansın Dideden Ey Mest- i Nâzım,
*Sevdiğim Cemalin,
*Ela Gözlerine Kurban Olduğum,
*Mani Oluyor Halime Takrire Hicabım,
*Şahane Gözler Şahane,
*Habıgâhı Yâre Vardım Arz İçin Ahvalimi,
*Bade-i Vuslat İçilsin Kâse-i Fağfurdan,
*Kaçma Mecburundan Ey Ahu-yı Vahşi Ülfet Et,
*Gayrıdan Bulmam Teselli Sevgilim,
*Pencere Açıldı Bilal Oğlan,
*Alişimin Kaşları Kare,
*Köşküm Var Deryaya Karşı,
*Vardar Ovası,
*Havada Bulut Yok Bu Ne Dumandır…
KAYNAK: “ATATÜRK ‘TEN HİÇ YAYINLANMAMIŞ ANILAR” Prof. Dr. Yurdakul YURDAKUL
Bazı işlerini halletmek için gelmişti Ankara’ya. Gül Palas Oteline yerleşmişti. Saat 18.00’de yanında eski silah arkadaşlarından Emekli General Selahattin KARATAMUR ve Suat YÖNER olduğu halde Bulvar Eczanesi’nin önünden geçerlerken fenalaşmış ve bütün ömrünce kendisine bağlı kaldığı ATATÜRK ‘ün adını taşıyan ATATÜRK Bulvarı’nın kenarına yığılarak bir kalp sektesi neticesinde ruhunu Allah’a teslim etmişti. En yakın silah arkadaşları neye uğradıklarını şaşırmışlar ve Muzaffer KILIÇ ‘ı bir taksiyle Belediye Hastanesi’ne, oradan da Gülhane’ye gönderilmişlerdir.
Sabah olmuştu…
Ufacık otel odasında yakın tarih, dört beş silah arkadaşı arasında derinden derine yaşanıyor, ara sıra göz göze gelindiğinde sadece bir of… Çekilip göz çukurlarında biriken damlalar şahadet parmağının ucuyla siliniyordu.
İşte eşyalar: Bir tabanca, bir resim… ATATÜRK ‘le beraber, bir mecmua… ATATÜRK ‘e ait bir kitap… ATATÜRK ‘ün hayatı… Odada eşya diye ne varsa hepsi ATATÜRK ve Milli Mücadele’ye aitti.
Bu kahramanlarımızın geriye bırakacakları başka neler var ki?
“SEVGİLİ KARDEŞİM NAİME’YE: MUZAFFER 26/HAZİRAN/37”
EKSİKLİKLER BENİM FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR. BİR BAŞKA YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALINIZ.
Bu yazı www.sechaber.com için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.