19 Mayıs, O’nun doğum günüydü.
Kutlamalar için her zamanki şıklığı içinde stadyuma geldiğinde bütün gözler üzerindeydi. Tribünler tıklım tıklım doluydu. Saat 15.00’te şeref tribününe girince büyük bir alkış koptu ve ardından tezahürat başladı.
Bu, Ankaralıların O’nu son görüşleriydi ve o günün anısına “ANKARA STADYUMU” nun adı “19 MAYIS STADYUMU” olarak değiştirildi.
Tören bitince doğru Gar’a gitti ve doğru Mersin’e hareket etti.
İşte bu, tam bir çılgınlıktı. Üç ay boyunca her günün 23 saatini yatarak geçirmesi gereken bir adam, trenle Mayıs sıcağının kavurduğu Mersin’e gidiyordu. Birkaç hafta dinlenerek sağladığı geçici sıhhat belirtileri O’na cesaret vermiş, iyileştiğini sanmıştı. Hem Hatay sorunu böylesine sıcakken ve ülke O’na ihtiyaç duyarken nasıl yatıp dinlenebilirdi?
-…”ŞİŞMANLADIM. BAKIN, PANTALONLARIM DAR GELMEYE BAŞLADI” diyordu.
Karnında fazla kilo sandığı şey, aslında bir süre sonra O’nu yiyip bitirecek asitten başka bir şey değildi.
Ve Mersin seyahati, bu yüzden O’nun için son darbe olacaktı.
Kılıç ALİ anlatıyor:
—“ATATÜRK trenden Mersin’e çıkar çıkmaz, hemen istasyonda bu halsizliğine bakmadan tam 40 dakika süren askeri bir geçit töreni emretti ve yaptırdı. Bu resmigeçidi, bütün devamı müddetince ayakta takip buyurdu. Fakat resmigeçidin sonlarına doğru halsizliğin, mecalsizliğin kendisine ıstırap verdiği, zorla, büyük bir kuvvet sarf ederek ayakta durduğu görülüyordu. Bir aralık arkadaşım Salih’le (BOZOK) dayanamadık. Hareketimizden dolayı belki hiddetleneceğini de göze alarak yanına sokulduk. Usulcacık, kimse duymadan ve hissetmeden bize dayanmasını istedik. Bunu yapmadı. Yalnız resmigeçidin süratle bitmesi için bizzat durduğu yerden:
-…”MARŞ… MARŞ…”
Kumandasını vererek geçidin bu suretle neticesini aldı.
Bu 40 dakika ayakta durması kâfi gelmiyormuş gibi resmigeçitten sonra ikametgâhına tahsis edilmiş olan Vali Konağını âdeti veçhiyle şöyle bir gözden geçindikten sonra şehrin med halinde(GİRİŞİNDE) yeni yapılmış olan şimendifer makas tertibatını gezmek ve görmek için alakadarların yersiz ve lüzumsuz olarak yaptıkları ricayı da reddetmedi. O sıcak altında, burayı da gidip gördü. Bu suretle hiç istirahat etmeden Mersin’e çıkar çıkmaz, hayli yorulmuştu. Vali Konağına döndüğümüz zaman bitap haldeydi.”
Özel fotoğrafçıları, geçit töreni boyunca çektikleri fotoğrafları, “ATATÜRK‘ün sapasağlam ayakta, ordusunun başında” olduğunun kanıtları olarak dört bir yana gönderirken O, odasında bitkin yatıyordu.
O gün öğleden sonra hiç dışarı çıkmadı.
Ertesi gün Mersin’e 20 kilometre uzaklıktaki Viranşehir Harabelerini gezdi. İyice yoruldu. Gece Vali’nin yemeğinde iki üç kez burnundan kan geldi. İçini kemiren hastalık, O’na kendini hatırlatıyordu.
22 Mayıs akşamı motorla Mersin kıyılarında bir deniz gezisine çıktı. Nihayet orada biraz nefes alabildi. Akşam esintisi ve denizin serinliği sayesinde keyiflendi. Bir gramofon bulunmasını emretti. Acele bulup getirdiler. Bir plak koydular. Hafız Mehmet’ti… ATATÜRK, Hafız Mehmet’i Riyaseti Cumhur Alaturka Musiki Gurubu’ndan tanırdı. Söylediği birbirinden içli gazellerin hayranıydı. Ve hanede Hafız Mehmet geçenlerde vefat etmişti.
ATATÜRK, Akdeniz’in ortasında bir akşam vakti, sevdiği eski bir sesin yankılarını duyunca hüzünlendi. Dalıp, gitti. Plak bitince derin bir iç çekti ve yanındakilere:
-…”ÇOCUKLAR’ GÖRDÜNÜZ YA, BU KUBBEDE KALAN MEĞER YALNIZ HOŞ BİR SADA İMİŞ…” dedi.
Yanındakiler yüreğinin ezildiğini hissettiler.
Kılıç Ali devamla;
-…”Mersin’de bir müddet kaldıktan sonra Tarsus’a geçtik. Burada bazı tetkiklerde bulunarak Adana’ya geldik. Yine istasyonda tam 1 saat 20 dakika süren bir askeri resmigeçit yapıldı. ATATÜRK yine ayakta durarak resmigeçidi baştan sona takip etti. O kadar yorgun ve halsiz bir duruma gelmişti ki, hiçbir zaman vaki olmamışken Adana Belediye bahçesinin içerisine ve oturacağı masanın yanına kadar otomobille gelmişti. Adana’da çok sıcak vardı. Oradaki tetkiklerinden sonra vagona girdiğimiz zaman ayakta duracak hali kalmamıştı. Pek yorgun ve mecalsizdi. Bir an evvel treninin kalkmasını ve halka veda edip derhal yatmayı adeta dört gözle bekliyordu.
O kadar harareti vardı ki buzhaneden çıkarıp hediye ettikleri portakal sepetini tren kalkar kalkmaz yanına getirtti. Bir hamle de buz gibi 7-8 portakalı yedi. Her portakalı yedikçe bir kere “OHHH” çekiyordu. Bunları yedikçe adeta içi açılıyor, bir serinlik hissediyordu. Kendisi yediği kadar bana ve Salih’e de yedirdi. Sonra yatağına gidip yattı.”
ATATÜRK ‘e son darbeyi vuran bu gezinin ardından yabancı basındaki hastalık haberleri kesildi. Kısa bir süre sonra da Fransız ve İngilizler Hatay konusunda tüm koşulları kabul ettiklerini bildirdiler.
Beklenen sonuç alınmıştı. Ama bu güç gösterisi ATATÜRK ‘ün canına mâl olacaktı.
Ankara’ya gelişinin ertesi günü İstanbul’a gitmek istedi. Devlet erkânı garda toplanmıştı. Son tren yolculuğuna çıkarken Ankara’ya ve Cumhuriyet’i birlikte kurduğu dostlarına da veda ediyordu.
Falih Rıfkı ATAY (Yazar);
—“Gar’ın sonuna kadar güçlükle geldi. Ayakta duramayarak oturdu. Yanımda bulunan SARAÇOĞLU; “FALİH, ATATÜRK’ÜN DERİSİNİN RENGİNE BAK. BU, BİR ÖLÜ RENGİ.” dedi. Bu, bir ayrılık çeşmesi vedası idi.
ATATÜRK ’ü bir daha geri gelinmeyen sefere yolcu ediyorduk.” (Kaynak: Can DÜNDAR “Sarı Zeybek”, ISBN 975-506-173-8)
EKSİKLİKLER BENİM FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR. BİR BAŞKA YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALINIZ.