Mazhar Müfit KANSU, “Erzurum’dan Ölümüne Kadar ATATÜRK ‘le Beraber” Cilt – II, s.471 – 475’de 1919 ‘da ATATÜRK ‘ün gençlik hakkındaki fikir ve düşüncesini şu sözleriyle hatırlatır bizlere;
-…“Başımıza neler örülmek istenildiği ve nasıl mukavemet ettiğimiz ve daha doğrusu milletin arzu ve emellerine uyarak ve gelecek kuşaklar için ibret ve uyanıklığı gerektirmelidir. Zaten her şey unutulur, fakat biz her şeyi gençliğe bırakacağız. O gençlik ki hiçbir şeyi unutmayacaktır; geleceğin ışık saçan çiçekleri onlardır. Bütün ümidim gençliktedir.”
27 Mart 1937 Cumartesi gecesi Ankara Halkevinde bir toplantı düzenlenmiştir.
Ankara’da öğrenim için bulunan Bursalı gençler ‘Uludağ Gecesi’ adı altında bir yurt şenliği yapmaktadırlar. Toplantıya katılan dönemin Ekonomi Bakanı Mahmut Celal BAYAR, Özgürlüğün, Bağımsızlığın, Cumhuriyetin ve Devrimlerinin (İnkılaplarını) yılmaz bekçileri olan Bursa gençlerinin en derin saygı ve şükranlarını bir telgrafla ATATÜRK ‘e arz etmişlerdi.
Bu telgraf geldiğinde ATATÜRK, bazı misafirleri ile sofrada bulunmaktadır.
BAYAR, telgrafında;
“Bursa gençlerinin Büyük Önder’e sonsuz inan ve itaatlerini ve O’nun nurlu yolunda yorulmadan ATATÜRK ‘ü takibe antlarını” bildirmişlerdi.
Bu samimi tezahürden pek mütehassıs olan ATATÜRK, memnuniyetlerini yüksek huzurları ile Bursa gençlerine ifade etmek için, misafirlerini maiyetlerine alarak, Halkevini şereflendirmişlerdi.
Görselde, Ankara Halk Evi’ni görmekteyiz. (Bu fotoğraf; Ankara Kanaat Kütüphanesi’ne Uğur SAVAŞ Bey’in armağanı olup, Atılım Üniversitesi Kadriye Zaim Kütüphanesi, Ankara Dijital Kent Arşivi web sayfasından alınmıştır.)
ATATÜRK, refakatlerinde Profesör Ayşe Afet İNAN, Maarif Vekili Saffet ARIKAN, Hariciye Vekili Doktor Tevfik Rüştü ARAS, General Fuat, General Kâzım (SAMSUN), Ali Kılıç, Salih BOZOK bulunmaktaydı. Ayrıca, Halkevi’ndeki geceye gelmiş olan Hindistan’ın aydınlarından Doktor Jal PARVİ ile kız kardeşi Matmazel PARVİ ‘yi de yanlarına kabul ederek iltifatta bulunmuşlardır.
ATATÜRK ‘ün teşrifleri, Halkevi salonlarını dolduran gençliği çılgın bir sevinç içine atmış, bütün gençler bir sürur, bir minnet ve heyecan halesi gibi O’nun etrafını sarmışlardı. ATATÜRK bu gençlerle bir müddet dil ve tarih üzerine konuşmuşlardı.
Bu arada ATATÜRK, yalnız Bursa gençlerinin değil, bütün Türk milletinin kalbine ve dimağına nakşedilmek lazım gelen şu yüksek sözleri söylediler:
-…”Arkadaşlar, bu gece buradaki toplantımızı ve benim hakkımdaki derin duygularınızı Celâl BAYAR çok güzel ve canlı bir ifade ile bana bildirdi. Bu meyanda dedi ki; Siz, genç arkadaşlar, yorulmadan beni takibe ahdetmişsiniz. İşte ben bilhassa bu sözden çok duygulandım.
Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman dahi durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir. Yorgunluk her insan için, her mahlûk için tabii bir halettir. Fakat insanda yorgunluğu yenebilecek manevi bir kuvvet vardır. Ki işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür.
Sizler, yeni Türkiye’nin genç evlatları, yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz. Ben bu akşam buraya yalnız bunu size anlatmak için gelmiş bulunuyorum. Dinlenmek üzere yürümeye karar verenler asla ve asla yorulmazlar. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız. Şimdi, çocuklar eğlenin.”
Bu söylevin hemen arkasından, Türkiye’de öğrenim gören Afganlı bir öğrenci Türklüğün şefkatli ve bahtiyar kucağında üç seneden beri geçen öğrenim hayatının minnet hisleriyle ATATÜRK ‘e şükran duygularını ileterek, kendilerini bizzat bu kadar yakından görebilme şansını ona verdikleri içinde ayrıca teşekkür etmiştir.
İşte tam bu sırada gençler hep bir ağızdan:
Dağ başını duman almış, gümüş dere durmaz akar
Güneş ufuktan şimdi doğar, yürüyelim arkadaşlar…
Marşını söylemeye başladılar. Göğüsleri kabartan bir duygu ve sevgi coşkusu ile söylenen bu marş bitince ATATÜRK, nurlu yüzünü bu nura teveccüh eden gençliğe bir hatırasını şöyle buyurdular:
-…”Arkadaşlar, ben 1919 senesi Mayıs’ı içinde, Samsun’a çıktığım gün elimde, maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım. Samsun’dan Anadolu içerilerine, kırık bir otomobille gidiyordum. Yanımda öteden beri yaverliğimi yapan Salih ve Cevat Abbas’tan biri bulunuyordu. O kırık otomobil Anadolu yollarında ilerlerken ben daima düşünür ve yaverime şimdi sizin terennüm ettiğiniz şarkıyı söyletirdim. Ben Türk ufuklarından bir gün behemehâl bir güneş doğacağına, bunun hararet ve kuvveti bizi ısıtacağına, bundan bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki bunu adeta gözlerimle görüyordum. O şarkıyı okutup tekrar ettirmekten maksadım Türkün bu güneşi doğunca muvaffak olacağımı anlamaktı. Bu sebepledir ki demin söylenen şarkı benim on sekiz senelik bir hatıramı tazeledi. Bu şarkıyı söyletmeye önayak olan genç bayana teşekkür ederim.”
Salon halkı bu Tanrısal sözleri bir ibadet vecdi içinde dinlemişti.
Bir müddet sonra İstanbul Milletvekillerinden Bayan Fahike ÖYMEN söz alarak Bursa’da on bir sene öğretmenlikle geçen hayatının hatıralarını ve şu dakika bu gençler arasında öğrencilerinin bazılarının da bulunabileceğini söylemişti.
Toplantının haklı heyecanı şimdi huzur ile bütün gençliği bahtiyar eden Türk Tarih Kurumu Asbaşkanı Profesör Ayşe Afet İNAN Hanım, ATATÜRK ‘ten izin alarak şu hitabeyi yaptı:
—“ATATÜRK, Bayanlar ve baylar; Şimdi sözlerini işittiğiniz Bayan Fakihe Hanım, bana da hocalık etmiştir. Tahsil hayatımın üç senesini Bursa okulunda geçirdim. Hepiniz bilirsiniz, Bursa’da Türk çocuğunu okutup yetiştirecek bir hayli kıymetli ilim müesseseleri vardır; daha demin bu Halkevi sahnesinden o okul âlimlerinin muhtelif safhalarını projeksiyona göstererek hatıralarımızı tazelediler. Ancak arkadaşlar, bu yalnız Bursa’ya münhasır bir duygu değildir. Memleketimizin hangi parçası; milli hayatımızın hangi safhası gösterilse biz aynı heyecanı duyarız; çünkü sahibi olduğumuz memleket hür insanların malı olan müstakil bir topraktır. Ancak, biz bu topraklara hakikatten tam sahip miydik?
Hayır!
Onun bir zamanlar ne kadar feci bir istilaya uğradığını, düşman ayakları altında nasıl insafsızca çiğnendiğini hepimiz bilir ve hatırlarız. Bugün kavuştuğumuz hürriyet, bugün Türk topraklarının nasıl olduğu İstiklal ATATÜRK ‘ün ona kazandırmış olduğu bir hürriyet ve istiklaldir.”
“Demin söze başlarken Bursa’daki öğrencilik hayatıma işaret etmiş ve Bayan Fahike benim de öğretmenim olduğunu söylemiştim. Fakat ben ondan sonra daha büyük, en büyük bir öğretmenin talebesi oldum. Ve bundan sonradır ki ben de öğretmenlik yapabildim.
Bu öğretmen ki, bu en büyük öğretmen ve beni bilgilerinin her safhasında yetiştiren ATATÜRK ‘tür.
Gerçi bütün millet, bütün Türklük inkılapların hepsinde O’nun peşi sıra, O’nun öğretmenliği ve idaresi altındaydı, buna şüphe yoktur; ancak ben O’nun daha yakın öğrenciliğini yapmak şerefine nail bulunuyordum; O’nun tarih talebesi olmuştum.
O’ndan bu feyzi aldıktan sonradır ki ben de okullarda tarih öğretmenliği yaptım. O’ndan öğrendiklerimin verdiği görüş ve anlayış kabiliyetle şimdi hakikatten seziyorum ki bu millette ATATÜRK ‘ün bulduğu cevher varlık safhalarının peşinde tebarüz etmektedir.
Bayan Afet’in bu yüksek duygulu ve temiz ifadeli hitabesinden sonra Celal BAYAR, Bursa muhiti içinde çerçeveleyeceği bir iki hatırayı anlatmak üzere Ulu Önderden izin aldı.
Celal BAYAR, düşman istilasına karşı şahlanan ATATÜRK ‘ün yanına ve yardımına koşmak üzere Anadolu’ya giderken ailesini görmek üzere bir ara Bursa’ya uğradığı sırada Ankara’da Mustafa Kemal’den bir telgraf emri aldığını ve bu emirde;
…” düşman kuvvetlerinin önüne düşen Anzavur’un Bursa’ya hücum edeceği anlaşıldığından buna karşı müdafaa ve mukavemet tertibatı alınması yazılı bulunduğundan ve bu emrin nasıl tatbik edildiğini hikâye etti.
BAYAR, heyecandan titreyen bir sesle;
…“ kendilerine Türk adı veren bir takım vicdansız ve namusuz adamların düşmana delalet ederek Türk Vatanını yabancı ordulara teslim ettirmeleri ne büyük bir eza ve azap olduğunu ve hayatının bu en büyük azabının kendisi Bursa istilasından duyduğunu” da söyledikten sonra;
…”Tarihin En Büyük Kumandanı Olan ATATÜRK ‘ün eşsiz bir celadet ve bükülmez bir azim ve kuvvetle bütün bir husumet dünyasına karşı şahlanarak Anadolu ortasından verdiği bir emirle düşmanları İzmir kıyılarında nasıl denize döktüğünü anlattı” ve;
…“Arkadaşlar!” dedi. Bu zamanı idrak ettiğinizden dolayı hakikatten bahtiyarsınız. Sizleri candan tebrik ederim. Ancak, yüksek müsaadeleriyle söyleyeyim ki ATATÜRK ‘te bahtiyardır; çünkü O’da tek bir emri, tek bir işareti üzerine nefsini, hayatını, çoluğunu çocuğunu, varını yoğunu, hülâsa bütün mevcudiyetini, tereddütsüz fedaya hazır bir milletin Şefi, Ulusu, Atası olduğunu ve milletinin kendisine böyle bir iman ve itaatle bağlı bulunduğunu biliyor.”
Celal BAYÂR ‘ın sözlerini gençler alkış ve itaat tufanı ile teyit ettiler.
ATATÜRK çok heyecanlı görünüyordu. Salonda bir dakika kadar derin bir sessizlik oldu. Sonra ATATÜRK tekrar gençliğe hitap ederek şu sözleri söylediler:
-…”Gençler, benim müstakbeldeki emellerimi tahakkuk ettirmeyi taahhüt eden gençler… Hakikatten, BAYAR ‘ın dediği gibi bir gün bu memleketi sizin gibi beni anlamış bir gençliğe tevdi edeceğimden dolayı çok memnun ve mes’udum. Buna cidden sevinmekteyim. Fakat beraber yaşadığımız müddetçe benim hedefime yürümenizi hepinizden talep etmek meşru bir hakkım olarak tanınmalıdır.”
Özetle 27 Mart 1937 Cumartesi akşamı; Türk gençliği, Ankara Halkevinde güneşli bir gece geçirmiştir. Türk Gençliği olarak bizlerde ATATÜRK ‘e cevabımızı verelim;
—“Ey Büyük ATA!.. ; Varlığımızın en mukaddes temeli olan Türk istiklalinin ve Türk Cumhuriyetinin ebedi bekçileriyiz. Bu karar sarsılmaz irademizin değişmez ifadesidir. İstikbalde, hiçbir kuvvet yolumuzdan döndüremeyecektir. Bizler, bütün hızımız senden, milli tarihimizden ve ruhumuzdaki sönmez insan ateşinden alıyoruz. Senin kurduğun temeller üzerinde attığımız her adım sağlam, yaptığımız her hamle şuurludur. En kıymetli emanetin olan Türk istiklal ve Cumhuriyeti mevcudiyetimizin esası olarak, eğilmez başların, bükülmez kolların yenilmez Türk evlatlarının elinde ilelebet yaşayacak ve nesilden nesillere devredilecek. Bu mukaddes emanete yönelen dâhili ve harici bütün tecavüzler, iman dolu göğsümüze çarparak parçalanacaktır. İstiklal ve Cumhuriyetimize kast edecek düşmanlar en modern silahlarla mücehhez olarak en kuvvetli ordularla üzerimize saldırsalar dahi, milli şuurumuzu ve yenilmez Türk gücünün zerresini bile sarsmayacaktır. Çünkü istiklal ve Cumhuriyetimize kast edenler, karşılarında beş bin yıllık şerefli Türk tarihinin yılmaz evlatlarını, Cumhuriyeti ve inkılaplarının feyizli ve imanlı gençlerini bulacaklardır.
Ey Türk’ün Büyük ATASI!..; İstikbal ve Cumhuriyeti korumak mecburiyeti hasıl olursa içinde bulunacağımız ahval ve şerait ne olursa olsun kudret ve cesaretimizi damarlarımızdaki asil kandan alarak, bütün engelleri aşıp her güçlüğü yenmek azmindeyiz.
TÜRK GENÇLİĞİNİN ANDI…; Türk Gençliği Olarak Özgürlüğün, Bağımsızlığın, Cumhuriyetin ve Devrimlerinin (İnkılaplarını) Yılmaz Bekçileriyiz. Her Zaman, Her Yerde ve Her Durumda ATATÜRK İlkelerinden Ayrılmayacağımıza, Çağdaş Uygarlığa Geçmek İçin Bütün Zorlukları Yeneceğimize Namus ve Şeref Sözü Verip, Kendimizi Büyük Türk Milletine Adarız.”
Eksiklikler benim fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.