AT VE KISRAK PARASIYLA İSTANBUL’A GELDİK;
Evet, Halep’ten İstanbul’a gitmek için tren ücreti verecek param olmadığının farkında değilmişim, yalnız beş on atım vardı. Zamanla edinilmiş, yetiştirilmiş cins atlar ve kısraklardı.
Salih’i çağırdım ve;
-…”BU ATLARDAN BİR KAÇINI SATIN DA İSTANBUL’A GİDEBİLELİM,” dedim.
Bu alım satım neticesini bekleyerek, Halep’te bir aile yanında misafir bulunuyorum. Fakat benim en güzel atlarımı pazarda satın alan bir tek adam çıkmamıştır. Evvela hayret ettim, hâlbuki hayrete sebep yoktu, subaylarımızın mali kuvvetine güvenilemezdi. Halep zenginleri ata ve kısrağa meraklı iseler de seferberlik ve harp içinde olduğumuzdan, bunların ellerinde bulunan hayvanları ordu alacaktı. Bizim yegâne servetimiz olan atlardan ümidimizi kestik.
Fakat takip ettiğimiz dava ve gösterdiğimiz mukavemet bu kadar eli boş olduğumuzu belki zannetmezdi. Bunu ne için söylüyorum, bilir misiniz? Bir gün aynı Halep şehrinde çok büyük tanınmış bir kumandanla hasbıhal ediyordum. Benim bütün fikirlerime ve görüşlerime katıldıktan sonra sordu;
—“NE YAPMAK LAZIMDIR?”
-…”HİÇBİR ŞEY YAPAMAZSANIZ, HİÇ OLMAZSA İSTİFA EDİNİZ!” dedim.
Muhatabım gözyaşlarıyla teyit ettiği fikir ve his katılmasından sonra, bana dedi ki;
—“YAPAMAM, ÇÜNKÜ KENDİM VE ÇOK SEVDİĞİM EVLATLARIM İÇİN DAYANAK NOKTAM YOKTUR.”
Hatırladığıma göre şu cevabı verdim;
-…”EFENDİM SÖZ KONUSU OLAN KOCA BİR TÜRK MİLLETİNİN HAYAT VE MEMATIDIR. MAHVOLAN BUDUR VE BUNA EMİN OLDUĞUNUZU GÖZYAŞLARINIZLA GÖSTERİYORSUNUZ. BU HAYAT VE MEMAT KARŞISINDA ÖZEL DÜŞÜNCELERİN VE ENDİŞELERİN OLMASI LAZIMDIR.”
O tarihte vaziyeti ve sözü herkes üzerinde etkili olacağına şüphe etmediğim bu kişinin harekete gelmesini çok bekledim.
Atlar ve kısraklarımızın pazarda satılmamış olduğunu söylemiştik, o sıralarda 4. Ordu’nun Bahriye Nazırı Kumandanı Halep’te yanıma geldi.
Çok şeyler konuştuk; ortak kararlar vermiş olduğumuzu sandım. Bu safhaları hikaye etmek uzun olur, buda ayrı bir fasıldır.
Fakat merhum Cemal Paşa’nın bana ayrıca bir muhabbet ve bağlılığı olduğunu belirtmek de vazifemdir. Ben Cemal Paşa’yı Cemal Paşa olduktan sonra, yahut Cemal Paşa Mustafa Kemal’i kendisiyle Halep’te konuşan Ordu kumandanı Mustafa Kemal olarak tanışmış değildik.
At ve kısraklarımın satılmamış olduğunu söylemiştim. Halep’te Cemal Paşa merhumla birçok münakaşadan sonra, şu basit konuşma cereyan etti;
-…”CEMAL PAŞA, BENİM BAZI CİNS AT VE KISRAKLARIM VAR. BUNLARI SATMAK İHTİYACINDAYIM TALİP BULAMADIM. SİZ BURANIN ESKİ KUMANDANISINIZ, BANA BİR YOL GÖSTERİRMİSİNİZ?”
Cemal Paşa;
—“AT VE KISRAKLARINIZI EVVELA BAYTARLARIMA MUAYNE ETTİREYİM” dedi
Diyarbekir’de iken Alman ve Avusturyalılar bu atların bir servet olduğunu söylediler, kıymetlerinde şüphe etmiyordum, bununla beraber;
Raporu gören Cemal Paşa hepsi için iki bin altın teklif etti, kabul ettim ve bu şekilde İstanbul’a hareket ettik.
Bir gün İstanbul’da Bahriye Müsteşarı Vasıf Paşa’dan bir yazı aldım. Bu yazıya eklenmiş olan “Cemal Paşa” imzalı telgrafın içeriği şu idi;
—“HAYVANLARINIZI BEŞ BİN LİRAYA SATTIM, SİZDEN ÇOK UCUZA ALMIŞIM, ÜÇ BİN LİRASINI NEREYE GÖNDEREYİM?”
Bu telgraf üzerine Müsteşar Vasıf Paşa’nın yanına gittim. Kendisine dedim ki;
-…”TELGRAFIN MANASINI ANLAYAMADIM; BEN PAŞA’YA ATLARIMI İKİ BİN LİRAYA SATTIM, O BEŞ BİN LİRAYA SATMIŞSA ÜST TARAFINI BANA VERMEYE MECBUR DEĞİLDİR.”
Fakat ilave etmeliyim ki, bu tokgözlülüğüme rağmen Cemal Paşa merhum, üç bin lirayı Vasıf Paşa aracılığıyla bana göndermiştir.
Bu para, yeni teşebbüslerimde benim için dayanak olmuştur. Bunu belirtmeyi vazife sayarım. Çünkü ben Mütareke zamanı İstanbul’da bulunurken ve çok geniş teşebbüsler karar verirken, bana bu teşebbüslerimin manasını hissedenler tarafından birçok teklifte bulunulmuştur. Hepsini reddettim! Çünkü bana bu yolda teklifler yapanların hiçbiri ülkü sahibi adamlar değillerdi. Tabirimi mazur görürseniz ve bu satırları okudukları zaman kendilerinin ima edildiklerini anlayacaklarına şüphe olmayan o kişiler dahi, adi entrikacılar olduklarını reddetmeye muvaffak olamazlarsa, bana çok küstaha ne tekliflerde bulunmuş olduklarını kabul edeceklerdir.
AT VE KISRAK PARASIYLA İSTANBUL’A GELDİK;
Anam ve kız kardeşim Akaretlerde 76 numarada ikamet ediyorlardı. Ben diğer bir ikametgâh arıyordum.
Benim çocukluğumdan beri bir tabiatım vardır…
Oturduğum evde ne ana, ne kız kardeş ne de ahbap ile beraber bulunmaktan hoşlanmazdım. Yalnız ve bağımsız bulunmayı, çocukluğumdan çıktığım zamandan itibaren daima tercih etmiş ve sürekli olarak öyle yaşamışımdır.
Tuhaf bir halim daha var; Ne ana, “babam çok erken ölmüş”, ne kardeş, ne de en yakın akrabamın kendi zihniyet ve anlayışlarına göre bana şu veya bu tavsiye veya nasihatte bulunmasına tahammülüm yoktu. Aile arasında yaşayanlar pekala bilirler ki, sağdan soldan pek saf ve samimi ihtarlardan kurtulamazlar.
Bu vaziyet karşısında iki hareket tarzından birini seçmek zaruridir; Ya itaat yahut da bu ihtar ve nasihatleri hiçe saymak.
Bence ikisi de doğru değildir;
İtaat nasıl olur?
En aşağı benimle yirmi, yirmi beş yaş farkı olan anamızın ihtarlarına itaat geçmişe dönmek olmaz mı? İsyan etmek, faziletine, iyi niyetine, yüksek kadınlığına inandığım anamın kalbini ve anlayışını altüst etmektir. Bunu da doğru bulmam.
Bununla beraber size bu münasebetle anamın ve kız kardeşimin inkılâp işlerinde bana inandıklarını ve hizmet ettiklerin de belirtmeliyim;
Biz Selanik’te tahmin edeceğiniz tarihlerde, görünüşteki manasını pek bilmem, fakat dekârca komitecilik yapıyorduk. Meşrutiyetin İlanı’ndan çok önceydi…
Bir gece bizim evde bir toplantı yapmıştık. Bu ev, Selanik’te Mekteb-i Sanayi karşısında, pembe boyalı büyücek bir evdir. İşte bu evin bir odasında arkadaşlarla toplanmıştık. Bu arkadaşlardan biri –ki şehit oldu veya vefat etti; kemali hürmetle yâd ederim. Kâmil Bey isminde bir süvari subayı idi. Şişmanca bir zat…
Çok paralar toplamışlardı; Liralar, Mecidiyeler ve Gümüş madeni paralar…
Bizim görüştüğümüz odaya bakan bir hizmetçi, anneme bunu haber vermiş. Yukarıda paralar, bahisler, münakaşalar ve planlar var, manasında bir takım sözler söylemiş. Annem, hasta ve ihtiyar yatağından kalkmış, bizim bulunduğumuz odanın kapısına kadar gelmiş ve kısmen ne konuştuklarımızı dinlemiş, tekrar odasına gitmiş. Alınan kararlardan sonra arkadaşlar beni terk ettiler. Ardından uyumakta olduğunu zannettiğim annem yanıma geldi.
—“ÇOCUĞUM BİR ŞEY ANLAMAK İSTİYORUM. SEN VE SENİN ARKADAŞLARIN YEDİ EVLİYA KUVVETİNDE OLAN PADİŞAHA İSYAN MI EDİYORSUNUZ?”
Anneme ne düşündüğümüzü, ne yaptığımızı söylemek istemiyordum. Fakat bizim o akşamki toplantımızı görmüş ve her şeye vâkıf olmuş olduktan sonra, artık annemden ve kardeşimden hakikati gizlemeye lüzum görmedim. Bilakis onları aydınlatmayı tercih ettim;
-…”EVET, ANNE SENİN YEDİ EVLİYA KUVVETİNDE FARZ ETTİĞİN ADAM HİÇBİR KUVVETE MALİK DEĞİLDİR. BİZ BURADA TOPLANAN İNSANLAR, MEMLEKETİ BU ZALİMLERDEN KURTARMAK İSTİYORUZ. SENİN BUNA AKLIN ERMEYEBİLİR. FAKAT YAPTIĞIMI YA KABUL EDER, BANA HİZMET EDERSİN YAHUT EVLADIN OLDUĞUMU UNUTARAK, GİDER EVLİYALARA KAVUŞURSUN.”
Annem o vakit aklını başını aldı.
Zübeyde Hanım;
—“EVLADIM, SİZ ACEMİSİNİZ. MADEMKİ BÖYLE ŞEYLERLE UĞRAŞIYORSUNUZ, BENİ YAPTIĞINIZ İŞLERDEN HABERDAR EDİNİZ VE GİZLİ ŞEYLERİNİZİ BANA VERİNİZ. ÇOK DİKKAT ETMELİSİNİZ, BAŞARILI OLMAK ZORDUR; MAHVOLMAK DAHA TABİİ KABUL EDİLMEK LAZIM GELİR. NE YAPAYIM, YEGÂNE ERKEK EVLADIMSIN, SENİN MAHVOLMANI İSTEMİYORUM. BU ÇOK GÜCÜME GİDİYOR.”
Anne, dedim;
-…”BU İŞLER ALMIŞ YÜRÜMÜŞTÜR. NAMUSLU BİR ADAM OLAN BEN BU İŞLERİN İÇİNDE BULUNMAK MECBURİYETİNDEYİM. BENİ BUNDAN MEN EDERMİSİNİZ?”
Zübeyde Hanım;
—“HAYIR, EVLADIM, BİR GÜN BU İŞLER OLDUKTAN SONRA, SENİ NAMUS VE HAYSİYET SAHİBİ OLANLARLA BERABER GÖREMEZSEM, İŞTE O ZAMAN ÜZÜLÜRÜM. BEN SENİN KADAR OKUMADIM. SENİN KADAR BİLMEM. SENİ, GÖRDÜĞÜN ANLADIĞIN ŞEYLERİ YAPMAKTAN MEN ETMEYE KALKIŞMAM. YALNIZ DİKKAT ET; ESAS, BAŞARILI OLMAKTIR, BAŞARILI OLMAYA ÇALIŞIN!”
7 Ağustos 1918’de General Falkenhayn’ın yerine Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirilmiş olan General Liman von Sanders’in emrindeki 7’nci Orduya, Mustafa Kemal Paşa’nın, tekrar komutan olarak ataması yapılmıştır.
19 Eylül 1918’de İngiliz birlikleri, büyük kuvvetlerle, Filistin Cephesi’nde genel taarruza başlamıştır. Bu taarruz neticesinde 8’inci Ordunun cephesinin yarılması üzerine 4 ve 7’nci Ordu birlikleri geri çekilmek mecburiyetinde kalmıştır. Mustafa Kemal Paşa komutasındaki 7’nci Ordu birlikleri askerî düzenini ve savaş kudretini bozmadan Halep’e çekilmiştir.
26 Ekim 1918’de, 7’nci Ordu üzerine tekrar taarruza geçen İngiliz kuvvetleri Halep’in kuzeyinde durdurulmuş ve düşmanın bu hattı geçmesi engellenmiştir.
30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’nin imzalanması üzerine, 31 Ekim’de 7’nci 0rdu Komutanlığı da üzerinde kalmak üzere Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına ataması yapılmış ve Katma’dan Adana’ya gelerek General Liman von Sanders’den komutanlık görevini devralmıştır.
7 Kasım’da Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığının kaldırılması üzerine, Mustafa Kemal Paşa, yenilgi yüzü görmeyen bir komutan olarak 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelmiştir.
BAŞKA BİR YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALIN…
EKSİKLİKLER BENİM, FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR.