Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda en başarılı olduğu cephe Çanakkale’dir. Savaşın en kanlı bölümü bu cephede olmuştur. Türk tarihçi yazar ve akademisyen Hakkı Zafer Toprak’ın “Bir Çağa Damgasını Vuran Savaş: Çanakkale Harbi” adlı uzun yazısında belirttiği gibi:
“(…) Savaş tarihinde denizle karanın bu denli bütünleştiği bir başka coğrafya bulmak güçtü. Çanakkale hem denizdi hem de kara… Ve üstelik doğuya açılan pencereydi. Orayı ele geçiren, tüm Karadeniz’i, Rusya’yı, Kafkasları Orta Asya’yı, hatta Trabzon – Tebriz yolu üzerinden İran’ı denetleyebilirdi. Çanakkale’nin en az Süveyş Kanalı kadar önemi vardı.
Hiçbir saldırgan güç savaşmak için bu denli engebeli bir coğrafyayı stratejik önemi dışında başka bir gerekçeyle seçmiş olamazdı. Aradaki mesafenin yedi-sekiz metreye kadar indiği iki siper savaşı iki dünyanın başka herhangi bir yerinde görülmemişti. Ayağı kayan askerin düşman siperine düştüğü tek cephe Çanakkale’ydi.
Siper savaşı Çanakkale’de bir kıyımdı; ölümün bir yazgıya dönüştüğü bir ortamdı. Savaş zayiatının bu denli yüksek olmasının nedeni de buydu.
Siper savaşları tam anlamıyla bir ölüm kalım savaşıydı; bile bile ölüme meydan okumaktı.
Çanakkale’de her iki taraf içinde cephenin gerisi yoktu. Bir tarafta deniz, öbür tarafta yalçın sırt; siper tam bir kapandı. Bu nedenle asker yerinde mıhlanmıştı. 1 Mayıs 1915 ve onu izleyen günlerde 16.000 Osmanlı, 14.000 İngiliz siperlerde yaşamlarını yitirmişti. İşte bu ortam, düşman safları kader birliğine sevk etmişti. Çanakkale’de savaşmış güçler arasında bugün oluşmuş dostane ilişkilerin zeminini hazırlamıştı. Ölüme bu denli yakın insanların birlikteliği başka bir cephede gözlemlenmemişti. Dünyanın iki ucundan karşı karşıya gelen insanlar o güne kadar bu denli yakın hissetmemişlerdi kendilerini.
Atatürk’ün Çanakkale’de düşen İtilaf askerleri ile ilgili sözleri, ya da Çanakkale’de yaralı Anzak askerlerini taşıyan Mehmetçik Anıtı bunun somut kanıtıdır. Çanakkale Harbi’nin bu denli yoğun ve şiddetli yaşanmasının nedeni her iki tarafta çarpışan askerin gerisinde deniz oluşuydu. Bir başka deyişle çekilecek bir kara parçası, sığınacak bir derinlik yoktu. Savaş dar bir coğrafyada yaşanıyor, çoğu kez çaresizlik hat bir safhaya varıyordu. Bu yoğunluk her iki tarafta da kimlik oluşumunu pekiştirdi. Savaş, bir ölüm kalım mücadelesi olmanın ötesinde, bilmeden yazılan destanların öyküsüne dönüştü. Osmanlı neferi artık padişahı adına değil bilfiil kendi toprağı, kendi için savaşmaktaydı… (1)”
Çanakkale Deniz ve Kara Savaşlarını tarih içinde yerli yerine oturtmak için 1 Ağustos 1914’te İtilaf ve İttifak Blokları arasında başlayan Birinci Dünya Savaşı’nı ve bu süreçte Osmanlı Devleti’nin İttifak Bloğu yanında savaşa taraf olmasını anımsamak gerekmektedir. Osmanlı’nın aralık ayında Sarıkamış üzerinden Rusya’ya saldırısı, o sırada batı cephesinde şiddetli savaşlar veren Rusya’da büyük kaygı yaratmış ve müttefiklerine, Osmanlı saldırısını zayıflatıcı bir destek sunmak üzere Osmanlı’yı sıkıştırmaları talebinde bulunmuşlardır.
Petrograt’taki İngiliz elçisinin de bildirdiğine göre “Rus Çarı, Lort Kitchener’in Türklere karşı deniz ya da karada bir askeri gösteride bulunmasının mümkün olup olmayacağını sormakta ve böyle bir harekata karşı çok hassas olan Türklerin, daha haber yayılır yayılmaz Kafkasya’dan bir kısım kuvvetlerini çekmek zorunda kalacaklarını ve bunun da Rusların yükünü hafifleteceğini bildirmiştir. (2)”
Ruslar paniğe kapıldıkları günlerde müttefikleri İngiltere ve Fransa’yı Türkiye’ye saldırmaya zorlamışlar, Türklerin Sarıkamış’a destek göndermelerini önlemek istemişlerdi. Sonraki günlerde cephe gerisinde destek olabilecek Türk kuvveti olmadığını öğrendikleri halde müttefiklerini sıkıştırmaya devam etmişlerdir. Ruslar, saldırıdan vazgeçerler korkusuyla Sarıkamış’ta kazandıkları kesin ve büyük zaferi müttefiklerinden gizlemişlerdir. Böylece Enver Paşa Kafkasya’yı alacağım derken, İngiltere ve Fransa’yı ülkenin en can alacak yerine, Çanakkale Boğazı’na çağırmış olacaklardır. (3)” Bunun üzerine “1915 Ocağında, Rusların ısrarlı talebi üzerine, Kafkaslardaki Türk baskısını bertaraf etme düşüncesi ile Çanakkale Boğazı’nda denizden bir gösteriş yapılmasına karar” verilmiştir (4). Ancak bu aşamada ciddi bir kararlılık ve kapsamlı bir saldırı planı yoktur.
Kafkasya’daki Osmanlı basıncının azalması için Batı Anadolu’nun Osmanlı’ya karşı basınç uygulanması, gerçekten de Doğu Anadolu’nun Ruslar’ın önlerinin açılmasını sağlayacaktı. Bu konuda Rus Dışişleri Bakanı Sazanov, “Gelibolu seferi başarısızlıkla sonuçlanmış olmasına rağmen Türk ordularının bir bölümünü sınırlarımızdan uzaklaştırmaya yaradı ve böylece, bizi Küçük Asya’nın tüm kuzeydoğusunun efendisi kılacak sürekli başarılara katkıda bulundu. (5)” diye yazmıştır.
İtilaf Bloğu savaşın başında savaşı yaymaktan özellikle kaçınıyor, Avrupa arenasında sonuçlandırmaya çalışıyordu. 6-7 Eylül’de Marne’de uğradığı yenilgi üzerine bu görüş İtilaf nezdinde daha da belirginleşecektir. Oysa aynı süreçte Almanya, savaşı olabildiğince yaymaya çalışarak, Osmanlı Devleti’ni de bu amacına alet ediyordu. Ancak İngiltere’de Churchill ve onun temsil ettiği kesim, Rusların da söz konusu talebini de bahane ederek Çanakkale’ye saldırı planı yapacak, dahası bu işin salt donanmayla başarabilecek basit bir iş olduğu fikrini İngiltere’ye kabul ettirecekti. Bu arada hem Kafkasya saldırısının çökmesi hem de gerçekte müttefiklerinin İstanbul’a ulaşmasını kendi emelleri için tehlikeli gören Rusya, bu talepten vazgeçecek ama iş işten geçmiş olacaktır. Önce 18 Mart donanma saldırısı planlanması, ardından da bu saldırının büyük bir hezimetle sonuçlanması karşısında kara harekâtı kaçınılmaz gelecekti.
Esasen Müttefikler Çanakkale’ye saldırmaya karar verdiklerinde Osmanlı Ordusu Sarıkamış önlerinde korkunç bir facia yaşamış, donmuştu. Ancak Rusya henüz kendinden yana yeterince emin olmadığından bunun bilgisini müttefiklerden saklamıştır; tıpkı Enver Paşa’nın da Meclis-i Mebusan’dan ve Osmanlı ordusundan saklaması gibi(!).
Özetle 1914’ün aralık ayında iki tarafında gündeminde Çanakkale Savaşı yoktur; ancak savaşın birbirini kışkırtan sürprizleri içinde Çanakkale bir dönem için savaşın “Gordion Düğümü” haline gelmiştir. İngilizler ve Fransızlar var güçleriyle Çanakkale’ye yüklenirken, Almanlar da var güçleriyle Osmanlı’nın Çanakkale savunmasını etkinleştirmeğe çalışacaklardır. Böylece Dünya Savaşı’nın bütün bir 1915 yılını kapsayacak olan en büyük muharebeler dizisinden biri yaşanacaktır.
Bu bağlamda Çanakkale’ye saldırı, batı cephesindeki tıkanmayı aşmak, silah desteği ve buğday ithali ile Rusların savaş kapasitesini arttırmak, pek çok cephede savaşı dağıtan Osmanlı’yı bir an önce savaş dışı bırakarak bütünüyle Almanlara saldırılabilir konuma geçmek gereksiniminin sonucu olacaktır. Tabii İngilizler, Çanakkale’nin çok kolaylıkla aşılabileceği yanılgısıyla ve en önemlisi kara birliklerince desteklenmeden yapacakları saldırıyı çok pahalıya ödeyeceklerdi. Osmanlı’nın “Hasta Adam”lığını abartmaktan kaynaklı bu pervasızlık, Çanakkale’nin kolayca aşılabileceği ve bunu takiben İstanbul’u teslim alarak Osmanlı’yı devre dışı bırakmak hayalini, savaş planı diye hayata geçirmelerine neden olacaktı. Önceden bu saldırıya karşı çıkmış olan İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener, batı cephesindeki tıkanmanın bir türlü açılamaması ve Kafkasya savaşı nedeniyle Rusya’nın yardım taleblerinin yoğunlaşması nedeniyle, İngiliz Savaş Kabinesi üyeleri Lloyd George ve W. Churchill’in tezi olan Çanakkale saldırısına izin verecektir. Ancak bu izin, “kara askeri istenmemesi ve sadece Kraliyet donanmasının kullanılması koşuluna” bağlayarak büyük bir hezimetin müsebbipleri arasına girecekti. (6)”
Çanakkale’nin yalnızca denizden yüklenerek geçilebileceği şeklindeki bu büyük yanılgı bir yana, saldırı kararı en baştan verilmediği için, Alman Genelkurmayı’nın bu arada yaptırdığı istihkamlarla Çanakkale herhangi bir yer değil, Osmanlı başkentinin kapısı olduğundan olağanüstü bir savunma seferberliğine neden olarak geçebilmesini olanaksızlaştıran bir ruhla savunulacaktı.
19 Şubat 1915’te Boğa girişindeki tabyaların dövülmesiyle başlayan ön saldırı da Osmanlı’nın tabyalarını sağlamlaştırma çabasını kışkırtan bir etki yapacak ve asıl saldırının yapılacağı 18 Mart’a kadar da zaman kazanılması sağlanılacaktı. Esasen İngilizlerin Osmanlı’ya karşı savaş ilanı anlamındaki 3 Kasım 1914’te gerçekleştirdiği bombardıman, Osmanlı tarafına, yeni silah ve asker taşınarak Çanakkale’nin savunması konusunda uzun bir zaman sağlayacaktı. Nitekim Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa (Çobanlı), harpten sonra, “Bu 3 Kasım bombardımanı beni ikaz etti ve artık her çareye başvurarak, bütün zamanımı savunma sisteminin ıslah ve takviyesine ayırmak gerektiğini anladım.” diye yazacaktır.
Yine Çanakkale ve İstanbul Boğazlarındaki istihkâmlarda bulunan garnizonların takviyesi için Almanya’dan Koramiral von Usedom’la bir hayli uzman subay ve 500’den fazla mevcutlu bir müfrezenin sevki gerçekleşmiş, Boğaz savaşma sistemi de bu tarihten itibaren devamlı bir surette ıslah edilmeye ve eldeki silah ve cephane stoku arttırılmaya başlanmıştır. Sonuçta İtilaf Bloğu, Amiral de Robeck komutasındaki 16 gemilik dev donanma ile 18 Mart günü Çanakkale’yi geçmeye kalktığında, tarihlerin en büyük deniz mağlubiyetini yaşayacaklardı. Bu saldırı başladığında ne İtilaf Bloğu karadan bir saldırı planlaması yapmıştı ne de Osmanlı-Alman komutasının kara çıkarmasına karşı yeterli bir hazırlığı vardı. Oysa daha sonra Çanakkale Savaşı’nı yürütecek olan 5.Ordu’nun başına getirilen Liman von Sanders’in de işaret ettiği gibi, “İtilaf’ın kesin bir sonuç alabilmesi için “donanma Boğazı zorlarken, hatırı sayılır bir kuvveti karaya çıkarmaları lazımdı. (7)”
18 Mart hezimetinin etkileri İtilaf Bloğu’nu bir kara saldırısı yağmaya mecbur bırakacak, aynı sırada Osmanlı’nın böylesi bir kara saldırısında karşı kavuşma açığı da 24 Mart’ta Liman von Sanders komutasında kurulmasına karar verilen 5.Ordu ile giderilecektir.
-Çanakkale ve Liman von Sanders:
Alman general ve Osmanlı mareşali Otto Viktor Liman von Sanders, 17 Şubat 1855’te o dönem Almanya’ya bağlı Pomeranya bölgesindeki Stolp’da (bugün Polonya’da Slupsk) doğmuştur. Babası Yahudi bir asilzade idi. Aristokrat ailelere mensup diğer birçok Prusyalılar gibi o da askere katılmış ve 1874’te Essen muhafız birliğinde subaylığa başlamıştır. 1877 yılında Darmstadt’ta Amelie von Saders ile evlenerek soyadını eşinden almıştır.
Liman von Sanders, 1904 yılında Albay, 1908 yılında Tümgeneralliğe terfi ederek, 22. Piyade Tümeni’nin komutanlığına atanmış, 1911’de Korgeneral rütbesine terfi etmiştir. 30 Haziran 1913 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Alman Askeri Misyon Başkanlığı görevine getirilmiştir. Bu göreviyle birlikte 1. Ordu komutanlığına atanmış ve 1915 yılında Gelibolu ve Çanakkale Boğazı’nı savunan 5. Ordu komutanlığına atandı. Bu görevindeki başarıları nedeniyle Osmanlı Ordusu’nda Müşir/Mareşal rütbesine terfi ettirilmiştir.
18 Mart deniz saldırısının püskürtülmesi sonrasında gelişecek çıkarmaya karşı 24 Mart 1915’te 5. Ordu kurulup başına Liman von Sanders getirilmiştir. Sanders, bu andan itibaren Çanakkale’yi savaşa hazırlayacak ve 9 Ocak 1916 sabahı Enver Paşa’ya “Yarımadanın düşmandan temizlendiğini” bildirip görevini Cevat Paşa’ya (Çobanlı) bıraktığı güne kadar cephenin komutanlığını yapmıştır. Alman generali, tüm Birinci Dünya Savaşı sürecinde Osmanlı Devleti’ndeki etkili şahsiyetlerden biri olmakla kalmayıp, savaş öncesinde de rakip emperyalistlerin Osmanlı politikalarında temel bir faktör olmuştur.
Liman von Sanders, Çanakkale’de göreve başladığı andan itibaren etkin bir savunma için yoğun bir eğitim başlatmış, yarımadada o ana kadar olmayan kesiksiz ve topçu hareketine uygun bir yol ve riskli sahil şehitlerinde engeller inşa ettirmiş, Boğaz’dan güç aktarımı için geçiş araçlarını da organize etmiştir. Asıl önemlisi, eldeki güçlerin kıyı boyuna küçük birlikler halinde serpiştirilmesi ve düşmanı karaya çıkarmamak hedefine kitlenmiş savunma düzenini değiştirmiş, onları yoğunlaştırılmış kuvvetler olarak toplamıştır. Savunmayı, yarımadanın belkemiği olan yalçın tepelerin tutulması ve bu avantajla düşmanın tüketilmesi üzerine kurmuştur.
Liman von Sanders: (…)”Çanakkale cephesindeki güçler, 26 Mart’a kadar “eski zamanlardaki sahil koruma birlikleri gibi bütün sahil boyunca yayılmış bulunuyordu. (Bu durumda) karaya çıkan düşman her tarafta bir miktar direniş görecekti, fakat yedek kuvvet olmadığı için, çıkanların geri püskürtülmesini başaracak kuvvet bulunmayacaktı. Verdiğim emirle, tümenler kuvvetlerini toplu halde bulundurmalarını, sahile sadece güvenliği sağlayacak kadar kuvvet bırakmalarını sağladım. Zira biricik şansımızın hafif (yetersiz) kuvvetlerle inatçı bir direnmeye değil, her üç grubun hareketli savunmalarına bağlı” idi.
Alman generali bu savunma düzeniyle eleştirilecektir. Ancak onun hatası bu savunma düzeninde değil, asıl çıkarma bölgelerine ilişkin yanlış tahminde, dolayısıyla eldeki güçlerin yanlış mevzilendirilmesinde belirginleşecekti. Kendisinin de işaret ettiği gibi “asıl sorun düşman çıkarmasının nereye yapılacağı” idi. “Teknik bakımdan sahilin birçok yerine büyük kuvvetler çıkarılabilirdi. Dolayısıyla hepsini önceden tutmak mümkün değildi. Bu nedenle kuvvetlerin yerleştirileceği bölgelerde taktik sebepler aramak gerekiyordu.”
Liman von Sanders, işte bu taktik sebeplerin tahlilinde yanılmıştır. Asıl çıkarmayı, kâğıt üzerinde yarımadanın en zayıf karnı olan Bolayır’dan beklemiştir. ATATÜRK ‘ün aksine, İngilizlerin asıl hedefinin, gemileri boğazdan geçirmek için Kilitbahir’i ele geçirmek, dolayısıyla buraya en kısa mesafe olan Kabatepe-Arıburnu olduğunu görememiştir. Bu öngörüsüzlük ise düşmanın buraya yerleşmeleri için büyük bir boşluk yaratacaktır.
İngiliz Komutanı, Hamilton, Liman von Sander’in bu yanlış öngörüsünü güçlendiren sahte çıkarma denemeleriyle Anadolu’daki Kumkale ve Saros’da dört tümen kilitleyip ana çıkarma alanı olan Arıburnu’nun zamanında güçlendirilmesini engelleyecektir.
Liman von Sanders ise sonradan Kabatepe bölgesinden çıkarma olasılığını beklediğini şöyle yazacaktır: “Ancak gerek güç mevzilendirmesi gerekse de diğer bulgular, bunların stratejik önemini görmediğini” dolayısıyla anılarında kendisini temize çıkarmak için gerçeği değiştirdiğini göstermektedir.
Kuşkusuz Bozcaada’nın hemen karşısında Anadolu yakasından yapılacak çıkarmanın ilerlemesinin engellenmeyeceği, keza kararın iyice daraldığı Bolayır civarının ele geçirilmesi halinde yarımada ve 5.Ordu’nun, her türden yardıma karşı hapsedileceği gibi haklı kaygıları da vardır; ama stratejik vizyon tam da bunun ötesinde başlamaktadır ki, Liman von Sanders bu noktada iyi bir sınav vermemiştir.
Liman von Sanders’in bu kritik hatası, yerel inisiyatiflerin olağanüstü bir önem kazanmasını gerektirecek ve Mustafa Kemal Paşa’nın komuta dışı müdahalesi, bu yönetim boşluğunun giderilmesiyle stratejik bir önem kazanmıştır. Bununla birlikte Liman von Sanders, düşmanın karaya çıkmasını engellemek eksenli eski savunma düzeni yerine, karaya çıkan düşman askerlerini ezmek üzerine bir savaş stratejisi kurmakta haklıdır. Onun hatası bu stratejide değil, stratejik boşluğa yol açan yanlış güç yerleştirilmesinde idi. Kaldı ki bütün sahilleri etkin bir şekilde tutmanın olanaksızlığı bir yana, donanma bombardımanı altındaki sahil eksenli bir savunma, çıkarmayı engelleyemeyeceği gibi çok daha ağır bir zayiat üretecekti.
Nitekim Esat Paşa da 14 Nisan tarihli raporunda, “düşman cephelerinin zayıf kuvvetlerle tutulması ve kesin darbe vurulmak istenen cenah gerisinde kuvvetli bulunulması elzemdir. Cephede bulundurulacak çok kuvvet düşmanın menfaatine muharebeye sokulmuş olur” demekle bu yaklaşımı yinelemektedir.
İlk çıkarma günlerinde kendisinin sorumlu olduğu kargaşa ve tahmin yanlışlığıyla kaybedilen mevzilere karşın, kimi komutanların gösterdikleri olağanüstü performans yanında olağanüstü bir disiplin ve hızla durumu toparlayan Liman von Sanders, ezici üstünlüğe sahip Müttefiklerin ilerlemesini durdurup çıkarmanın kıyılara hapsolmasını sağlamıştır; “Dördüncü günün sonunda sadece iki piyade alayı Bolayır ve Berzahı mıntıkasında kalmıştı. Bir bütün olarak ele alındığında 5.Ordu’nun daha iyi bir performans gösterebileceğini hayal etmek zordur.” Nitekim düşman, tüm teknik ve asker üstünlüğüyle yaptığı tahkimata rağmen taktik kilitlemeyi kıramayacaktır.
Sonuç olarak, daha iyi bir savunma düzeniyle Çanakkale’nin daha zayiatsız atlatılması olasılığından söz edilebilir. Bununla birlikte Liman von Sanders’in, Çanakkale’deki hatalardan sorumlu olduğu kadar, cephenin komutanı olarak zaferin elde edilmesinde payı olduğu da açıktır. Durum buyken Liman von Sanders’ten hiç söz edilmeden doğru bir tarih yazımı olmayacağı açıktır. Kimi hata ve öngörü eksikliklerine rağmen Liman von Sanders’in Çanakkale cephesini cansiperane bir şekilde yönettiği ve kendi topraklarını savunurcasına savunduğunu da kabul etmek zorundayız. Liman von Sanders’i, Müttefikleri Gelibolu’da oyalamak olasılığıyla sorgulayan subaylardan Şefik Aker, bu noktada şöyle yazmaktadır:
(…)”Komutası altında bulunan bizleri daha ziyade canlandırmak, vazifeye, intizama daha kuvvetli yürütmek, taarruz eğilimlerimizi ve kabiliyetimizi daha ziyade arttırmak konusunda –milli izzeti nefsimize dokunmaksızın- adı geçen merhumun sert ve muhteşem askeri şahsiyetlerden büyük bir samimiyet ve asabiyetle harcanmış olan çalışma ve şiddeti bu vesile ile takdir ve teşekkür ile yâd etmek borcumuzdur.”
-Çanakkale ve Mustafa Kemal:
Çanakkale Savaşları üzerine yazıp da zaferin kazanılmasında Mustafa Kemal Paşa’nın tayin edici rolünden söz etmemek, yaşanan sürecin nesnel kavrayışını olanaksızlaştırmak demektir. Çünkü Mustafa Kemal Paşa, savaşın kaderini tayin edip zafere dönüştüren en kritik aşamalarda, Arıburnu’nda, Conkbayırı’nda, Anafartalar’da fiilen yönetici, kimi zaman da komutanlarının karar ve öngörülerine rağmen Çanakkale’yi zafere dönüştüren öngörülerin de sahibidir. Bu bağlamda Çanakkale ile Mustafa Kemal Paşa, adeta birbirlerinin olmazsa olmazı gibidir. Çanakkale Savaşlarının belirginleştirmesi sayesinde O sonraki süreci yöneten bir otorite olma şansını yakalarken, kritik dönemeçlerde yüklendiği insiyatifler de savaşın bir zafere dönüşerek Birinci Dünya Savaşı’nın ve tarihin akışını etkileyen büyük bir önem kazanmasını sağlamıştır. Böylesi çarpıcı bir ilişkiyi örneğin Sarıkamış’ta veya Marne’de görmek olanaksızdır.
Buna rağmen Çanakkale Savaşlarının Başkomutanı Liman von Sanders’in yanı sıra Mustafa Kemal Paşa’dan söz edilmeden yazılmış Çanakkale kitaplarıyla karşı karşıya kalabilmekteyiz. Oysa Mustafa Kemal Paşa’nın bu süreçteki kritik yolu, çıkarmanın daha ilk anından itibaren kendini göstermiştir. Nitekim Cephe Komutanı Liman von Sanders, Mustafa Kemal Paşa’ya ilişkin şunları yazmıştır: “(…) İlk askeri başarısını Trablusgarp’ta kazanmış olan Mustafa Kemal Bey, sorumluluk vegörevden zevk duyan bir komutan özelliğine sahipti. Daha 25 Nisan sabahı 19. Tümen ile ve hiçbir yerden emir almaksızın kendiliğinden muharebeye müdahale ederek düşmanı sahile kadar püskürtmüş ve bundan sonra üç ay boyunca kırılmaz bir azimle devamlı düşman saldırılarına karşı koymuştu. Ona tam anlamıyla güvenilebilirdi.”
Muhittin Birgen, “İttihat ve Terakki’de On Sene” adlı eserinde, “(…) Öyle ki bu süreçte, tam zamanında ve tam yerinde inisiyatifi ele almış olan Mustafa Kemal müdahalesi olmasaydı, Boğazların düşmesi çok muhtemeldi ve Hükümet de bütün ümitlerine rağmen, Boğazların düşmesini hesaba katmıştı. Eğer Boğazlar düşmüş bulunsaydı Hükümet, merkezini Eskişehir’e naklederek müdafaaya devam edecekti” demektedir (Sf:214).
Cemil Salih Bozok (Başyaver Salih Bozok’un oğlu), küçük yaşlarından itibaren hep babasının yanında olmuş, anılarında “Çanakkale Savaşları ve Bizim Bursa’ya Gidişimiz” başlığıyla o günleri şöyle aktarmıştır: “(…) Balkan harbi aleyhimize bitmiş, bir müddet sonra da Cihan Harbi’ne (Birinci Dünya Savaşı’na) girmiştik. Ve böylece memleket yine karanlık bir geleceğin eşiğine basmış bulunuyordu. Çok geçmeden Çanakkale muharebeleri başladı. İstanbul’da yiyecek sıkıntısı çekiliyordu. Mısır ve süpürge tohumu karışımı bir undan ekmek yeniliyordu. Ordu mensuplarına az da olsa erzak verildiğinden pek o kadar sıkıntı çekmiyorduk.
Memleketin aydın gençlerinden başka henüz bıyıkları terlememiş lise son sınıf öğrencileri bile askere alınıyor, Çanakkale cephesine gönderiliyordu. İşte, o günlerde meşhur şarkı ortaya çıktı: “Çanakkale içinde vurdular beni, Ölmeden mezara koydular beni. Of gençliğim eyvah!”
O tarihlerde “Şehbal” adında resimli, iyi kağıtlı bir dergi çıkardı. Onun son sayfaları şehit subayların resimlerine ayrılmıştı ve “Yaşayan Ölüler” başlığını taşıyordu. Annemle Cağaloğlu’nda Saray’ın Diş Doktoru Mehmet Rıfat Bey’in muayenehanesine gittikçe bu dergiyi karıştırır, vatan için hayatlarını feda etmiş bu genç insanların resimlerine hüzünle bakardım. Gün geçtikçe yaşayan ölüler o kadar çoğalıyordu ki, onlara ayrılmış sayfalara sığabilmeleri için resimleri ufaltılıyordu.
Günün birinde evine bir şehit haberi gelmeyen aileler parmakla gösterilecek kadar azdı. Dayım Nuri Conker de Çanakkale’de Atatürk’ün emri altında bulunan sekizinci tümenin komutanlığını yapıyordu. Meşhur Conkbayırı muharebesinin bitimi anında yaralanması haberi, bizim ailemize de ulaştı. Başına bir şarapnel isabet ederek yara alan dayım iyileşir iyileşmez yine cepheye koştu.
Çanakkale muharebelerinin kritik günlerinde Hükümet İstanbul’u terk etme hazırlıklarına girişmiş, ilk olarak da Sultan Hamit’in Bursa’ya naklini karar almış, Temenye’de bir de Köşk hazırlatılmıştı. Daha evvel, biz muhafız subay aileleri Bursa’ya göç etmiştik… (“Hep Atatürk’ün Yanında”, Salih Bozok- Cemil S. Bozok, Sf:28)”
Mustafa Kemal Paşa’nın Çanakkale Savaşlarının her aşamasında yüklendiği kritik yol, olayların gelişimi ve tüm ciddi kaynaklarca da onaylanmaktadır. Tüm bu süreçte O, iyi bir komutandan beklenmesi gereken sezgi, insiyatif, kararlılık ve askerin etkin mobilizasyonu gibi tüm ayrıntılarda iyi sınavlar verecektir:
“Türkler için muharebenin ilk gününün tayin edici manevrası olduğu anlaşılacak olan olayda, Mustafa Kemal Paşa, Anzak hücumunun gücünü sezmiş ve insiyatifi ele alarak emir beklemeden tümenini muharebeye sokmuştu. Tümenini ileri sürmüş ve muharebenin kritik anında 57.Piyade Alayı’na bizzat komuta etmişti. “Size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve komutanlar gelebilir” şeklindeki meşhur emrini de burada vermişti. Bu ilham veren ve kahraman bir liderlikti ve muharebenin sonucu muhtemelen bu dramatik eyleme bağlı kalmıştı. Anzak kuvvetleri hedeflerine varamamıştı. (8)”
Kaynakça:
1.Fahri Özdemir,” Bir Hürriyet Öyküsü- Fotoğraflarla Çanakkale Savaşları”, Işık Yayınları, 2015-İstanbul.
2.Mete Tuncoku, “Çanakkale 1915”.
3.A. Müderrisoğlu, “Sarıkamış Dramı”.
4.C.F. Aspinall-Oglander, “Gelibolu Askeri Harekâtı”.
5.Sazanov, “Anılar”.
6.D.Fromkin, “Barışa Son Veren Barış”.
7.Liman von Sanders, “Türkiye’de Beş Yıl”.
8.E.J. Erickson, “Size Ölmeyi Emrediyorum”.
Ayrıca okuyabilirsiniz:
https://www.sechaber.com.tr/turku-dunyaya-tanitan-destan-18-mart-1915/
https://www.sechaber.com.tr/canakkale-sehitleri-ve-canakkalede-olen-dusman-muharipleri/
https://www.sechaber.com.tr/mustafa-kemal-canakkaleyi-anlatiyor-1-bolum/
https://www.sechaber.com.tr/mustafa-kemal-canakkaleyi-anlatiyor-2-bolum/
https://www.sechaber.com.tr/mustafa-kemal-canakkaleyi-anlatiyor-3-bolum/
https://www.sechaber.com.tr/mustafa-kemalin-canakkale-hatirasi-iki-tufegi/
https://www.sechaber.com.tr/unutma-canakkale-gecilmez/
https://www.sechaber.com.tr/edebiyat-canakkalede-sinifta-mi-kaldi/
https://www.sechaber.com.tr/18-mart-canakkale-zaferi-ve-ataturk/