14 Ocak 2015
Önce, yılı “2014” olarak yazıyorum , dudağımdaki kırık gülümseme ile yazının sonunda fark ederek düzeltiyorum, zaman o kadar hızlı akıyor ki, bellek yetişemiyor zamanın akışındaki hıza, rakamlar değişiyor değişiyor hızla…
Ben gidiyorum
Ataturk Hava Limanı
Sevgililerim, canlarım, sevdiklerim beni yolcu etmeye geldiler. Kocaman bir gülümseme ile örttüğümüz hüzünlü fotoğraflarımızı Facebook’a ekliyor kankam. Belki de her gitmenin bir sebebi vardır. Tanrı’nın size gösterdiği bu yolun bir sebebi; sevdiğim bir arkadaşımın söylemi ile bir sebebi veya tamamlamanız gereken bir görev…
Sizin bir yanınız her ne kadar bulunduğunuz yere sıkıca tutunsa da, yola çıkan diğer yanınız bir şehirden bir şehre, bir ülkeden bir ülkeye giderken apar topar eşyalarınızı toplamak zorunda kaldığınızda, bir yanınız telaş içinde eliniz ayağınıza dolaşırken diğer yanınızda hüzün ile heyecanın karıştığı kalbinizin küt küt sesini duyarken, bilin ki gitme vakti gelmiştir. Sebebini, ne aradığınızı bilmediğiniz bu yolda bir yanınız korkarken diğer yanınız sevinç içinde tanrının size gösterdiği yola koyulursunuz.
Uçak havalandı
Yazmalıyım diye düşünür bellek uçak havalanırken; ama ne yazmalıyım?
Ruhu besleyen o kargaşa; yaşanmışlık dolu, lezzeti baharat tadında, sırları kurcaladıkça farkındalıklar hissettiren , mistik, ezoterik topraklardan uzaklarda, ‘yazabilecek misin acaba?’ diye ruh kendine sormakta…
Kankamın yazdığı mektup elimde; “sonra oku” dedi, “yalnız kalınca” ….
Yürek o kadar soğukkanlı ki, şaşırmakta kendine, sanki evini, barkını, sevdiklerini yaşadığı şehri ve yaşanmışlıklarını geride bırakan o değil, yürek duyguları dondurmuş gibi .
Dünyanın diğer ucundaki topraklarda aynı lezzeti bulamayacağından çok emindir ruh…Ama bir kere gitmeleri gelmesin insan oğlunun, hiçbir sınır tutamaz onu .
İnsan, neden bir gün arkasına bakmadan gitmek ister, yeni topraklara, yeni başlangıçlara, içinde gitmenin hüznü ve ağırlığı kalp pır pır atarken bir şeyler onu iter gitmelisin, yürümelisin diye sebebini kendi de bilemez ama bazen anlamlandıramadığı bir şey ona açık denizlerde boğuluyormuş duygusu yasatmaya baslar ağır ağır; uzaklaşmak ister o açık denizden kıyıya ulaşmak için titreyen elleri, pır pır çarpan yüreği ile hazırlıklarını yapar aradığı nedir, kendi de bilmiyordur, belki de uzun zamandır canını yakan yokluğuna alışamadığı çaresiz sevdadan kaçmaktır yüreğin istediği.
Dünyaya gelmek için seçtiği baharat tadındaki, gizemli, tarihi, karmaşık mozaikten, o karmaşa ve kaos içinde yaşayan capcanlı, enerjik, şeker tadında insanından, toprağından kaçmak ister. Biliyordur bütün hazinenin aslında yaşadığı bu toprakların üzerinde olduğunu ; kazmaya bile gerek yoktur aslında hazineyi görmek için. Ama zaten kazmak falan da istemez toprağı hazineyi bulmak için. Gücü de yoktur artık zayıf ellerinin ve bedeninin hazineye ulaşacak.
Nedenini çok iyi bildiği ama çaresi olmayan hasretten kaçarsa kurtulabileceğini zanneder, uzaklıkların acıları azaltacağını umar .
Havalanan uçakta bağdaş kurar, yastığını cama dayar ve karışık düşünceler içinde aslında yaşanan acıların insanı nasıl cesur kıldığını şaşırarak izler tüm benliğinde.
Korkuyor muyum? Hayır der, sonu ölüm bile olsa ölümden dahi korkmadığını, ölümün de yaşamın bir parçası hatta içinde olan bir parçası olduğunu fark ettiğini, içine sindirdiğini hisseder heyecan içinde .
Sonra düşünür, insan ne arar neden yetmez bazen hiçbir sey? O çok istediği ulaşmak için gecesini gündüzüne katarak çalıştığı işin, başarının , hedeflerin, paranın ne kadar anlamsızlaştığını düşünür. “Başardım” dediği noktaya gelip, o dağın zirve zannettiği noktasının aslında yerin binlerce metre altında olmaktan fazla kendisini boğduğunu fark eder.
Kaçmak ister doğumu ile başlayan dayatılardan, doğrulardan, doğru zannettiği yanlışlardan, yanlış zannettiği doğrulardan, iyice kafası karışır. Bütün olguların aslında kafalarda yaratılan ön yargılardan ibaret olduğunu düşünerek kaçmak ister koşarak.
Aslında biliyordur, hiçbir şeyin günahı yoktur, yaşadığı toprakların ise hiç… Kaçmak istediği kendi benliğidir aslında; arkasına bakmadan koşar, koşar, tanıdık bir nefes hisseder sırtında; o eski dosttan bir an önce uzaklaşmak için koşar, koşar, koşar…
Hamıs: Karışık bir kafadan çıkan öylesine bir yazı.
Sevgi ile kalın.