29 Ekim 2018 Pazartesi.
Bugün, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin 95’inci yılını milletçe kutlamanın coşkusu içindeyiz. Her yıl 29 Ekim günü yenilediğimiz, azim ve kararlılıkla kutladığımız Cumhuriyetimizin bu yılki dönümün de, Seç Haber ailesi olarak başta ülkemizin kurucusu Büyük Önder Atatürk’ü, silah arkadaşlarını, kahraman şehit ve gazilerimizi bir kez daha şükran ve minnetle anıyoruz efendim. Hepimizin 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun.
İstanbul halkını ülkenin işgaline karşı yaptığı konuşmaları ile zihinlerde yer etmiş usta hatip Halide Edip (Adıvar) demiştir ki:
“…Cumhuriyetin geleceğine hepimizin Tanrısı olan Tek Tanrı’nın varlığına inandığım kadar inanıyorum… Ancak bu, duygusallıktan kaynaklanan bir inanç değil, bana bu inancı kazandıran şey, kendilerine yeni bir ülke kurmak için nasıl çabaladıklarını gözlerimle tanık olduğum Anadolu erkeklerinin ve kadınlarının sahip olduğu nitelikleridir…”
Abdülhak Adnan (Adıvar) Bey ise, Halide Edip’in ikinci eşidir ve 29 Ekim 1923 Pazartesi günü saat altıdan (18.00) sonra “Cumhuriyetin ilanını” tüm dış temsilciliklere bildiren kişidir. Adnan Bey’in durumu dış temsilciliklere bildirmesi üzerine, ilk önemli bir açıklama Fransız Temsilciliğinden gelmiştir. Fransız Temsilciliğinin İstanbul’da yayımlanan ‘Yeni Gün’ gazetesinde çıkan bir açıklamasında:
“…Dünya, Türk Hükümeti’nin Cumhuriyet’e dönüşmesi ile devlete gerekli biçimin verildiği kanısındadır. Düşmanlara karşı ne pahasına olursa olsun, bağımsızlıklarını savunan ve koruyan Türkler, geleceklerinin aydın olması için iyi bir çığır açmışlardır. Cumhuriyetçi Fransızlardan başka, öteki yabancılar da, Cumhuriyetin Türkiye ve Türkler için mutlu, egemen ve kutlu olmasını dileriz…” şeklinde Fransız Hükümeti’nin görüşünü belirtmiştir.
28 Ekim 1927’de henüz dört yaşında olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde ilk nüfus sayımı yapılmış, İstanbul “794.444” olarak belirtilmişti. Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılına baktığımız zaman, İstanbul’un nüfusunun “830.000” civarında olduğunu görüyoruz. Bu sayının yaklaşık “385.000’i Rum/Yunan”, yaklaşık “130.000’i Ermeni”, yaklaşık “85.000’i Yahudi”, yaklaşık “55.000’i Beyaz Rus” ve yine yaklaşık “50.000’i ecnebi tüccar”, geriye kalan da “Müslüman Türk” ve bu kesimin çoğunluğu kadın, çocuk ve yaşlı. Çünkü erkekler ülkemizin işgali zamanında, Milli Mücadeleye katılmak üzere İstanbul’u terk ederek Anadolu’ya gitmiş, katıldıkları Milli Mücadele saflarında ya şehit ya da gazi olmuştur. Yani, İşgalin gülümsemeyi unutturduğu, yerine acılı bir sevimliliği koyduğu İstanbul’da “125.000” kişiden oluşan “Müslüman Türk” nüfusu bulunmaktadır.
Milli ve vatani aşkımızın kutsi ve mukaddes mihrabı olan İstanbul’da aynı tarihte (1923), …Amerikan, İngiliz, Fransız, İtalyan, Bulgar, Romen, Rum, Ermeni, Arap, Kürt, Sırp ve Osmanlı dillerinde eğitim yapan “750 ilk”, “600 ortaokul” ve “500 lise” vardır. Darülfünunu ülkenin tek üniversitesidir, yaklaşık “300.000. okur-yazara”sahiptir.(Bakınız: Erol Toy, “O’na Katılmak, Gürer Yayınları, Şubat 2007, Sf:65)
Özetle baktığımız, Türk Sultanın şehri İstanbul, 1923’te işte bu demografik yapısıyla “Ümmetçi ve Padişahçı” idi, ama son Osmanlı Padişahı VI. Vahdettin’in bile 700 kişiden oluşan koruması dışında silahlı gücü kalmamış, hatta en fazla 50.000 olacak Jandarma-polis gücünün bile %15’inin müttefik devletlerin askerlerinden oluşturulmuştu.
Ümmetçi ve Padişahçı olan bu kesimin içerisinde Milli Mücadele’ye muhalif olan, maddi çıkar peşinde koşan kimselerde bulunmaktadır ve bunlar İstanbul sosyetesi olarak adlandırılmışlardır. İstanbul sosyetesi, başta saray ve Babıali olmak üzere, hemen bütün sınıflarıyla Ankara’ya ısınamamıştı. Padişah ve onun soyu sopu, geleneksel alışkanlık ve sezgilerin yardımıyla, Anadolu’da başlayan Milli Mücadele’nin er geç milli egemenlik yönetimiyle sonuçlanacağını daha işin başında anlamışlar ve Ankara’nın amansız düşmanı kesilmişlerdi.
1923’te Mili Mücadeleye muhalif olan İstanbul sosyetesinin yanı sıra; padişaha bağlı memurlar, askerler, aydın kesiminin bir bölümü, bir takım gazeteciler, azınlıklar ve çıkarı olan ticaret erbabının önemli bir bölümü muhalif yerlerini alırken, yine bu kişiler, ittihatçı düşmanlığında toplanan cemiyetler ile İngiliz Muhipleri Cemiyeti gibi cemiyetler ve Hürriyet ve İtilaf partisi yöneticilerinden, üyelerinden, sempatizanlar ile işbirliği içine girmişlerdi.
Özetle baktığımız İstanbul’da durum böyle iken, 1923 yılı yaz ayları ve sonrasında Cumhuriyet’e doğru Ankara, iç siyaset alanında daha da artan dalgalanmalara sahne olur. Berthe G. Gaulis’in Çankaya Akşamları Adlı kitabında; İstanbul ile Ankara’yı karşılaştırıyor ve İstanbul’un Milli Mücadele karşısındaki umutsuzluğunu, Ankara’nın ise heyecanını şöyle anlatıyor:
…”İşgalin gülümsemeyi unutturduğu, onun yerine acılı bir sevimliliği getirip İstanbul’a koyduğu İstanbul’dan sonra, Ankara, hayatiyeti ve sapa sağlam mizahı ile dikkatleri çekiyor. Birinde karanlık bir mücadele, ötekinde hareketin yuvası var. Birincisi gülmeyi unutmuş, gölgesinden korkuyor, ikincisi bir hiç, bir gülücük, bir canlı söz ile oynaşıyor, zira gevşeme anları kısa ve çabaları devamlı.” (Bakınız: Cumhuriyet Gazetesi, Ocak 2001, Sf:42)
Evet, özetle baktığımız İstanbul’da, durum böyle iken, 1923 yılı yaz ayları ve sonrasında Cumhuriyet’e doğru Ankara, iç siyaset alanında daha da artan dalgalanmalara sahne olmuştur; Rauf (Orbay) Vekiller Heyeti Reisliğinden çekilir; bu makama Ali Fethi (Okyar) seçilir. Mecliste, Mustafa Kemal Paşa’nın sözleri ile, “…Bağımsız olarak ve gizli çalışan bir hizip…” belirir. Meclisteki uyumsuzluklar artar. Mustafa Kemal Paşa’ya göre, “… Fenalık, hükümet teşkilinin Meclis seçimi ile olmasında idi. Bu gerçeği çoktan görmüştüm.” (Bakınız: Nutuk II, Sf:798.)
-…”Ben, Mecliste gizli ve muhalif bir hizip keşfettikten, Meclisin çalışmalarında hislerin hakim olduğunu gördükten ve Hükümet Heyetinin çalışma düzeninin esasız birtakım sebeplerle düzensizliğe uğratılmış olduğuna kanaat getirdikten sonra; tatbiki uygun zamanı beklemekte olduğum bir fikrin tatbiki anının geldiğine hükmetmiştim…”(Bakınız: Nutuk II, Sf:798) diye düşünen Mustafa Kemal Paşa, şöyle devam eder:
-…”Vekiller Heyeti, Çankaya’da yanımda toplandı (25 Ekim 1923). Gerek Vekiller Heyeti Reisi Fethi Bey’in ve gerek diğer vekillerin istifa etmeleri zamanının geldiğini ve bunun lâzım olduğunu ileri sürdüm. (Bunlardan) tekrar seçilenler olursa; istifa ederek Vekiller Heyetine girmeyeceklerdir esasını da kabul ettik… (Buna göre) muhteris hizbi, hükümet teşkilinde tamamiyle tespit bırakıyoruz. Fakat, ne hükümet teşkiline ve ne de, teşkil etseler bile, memleketi idare gücünü göstereceklerine emin bulunuyoruz… Hükümet teşkiline muvaffak olamadıkları halde, hâsıl olacak karmaşanın Meclisin uyanmasına yarayacağı tabii idi. Bunalım ve karmaşanın devamına müsaade edilemeyeceğinden; işte o zaman bizzat müdahale ederek, tasavvur ettiğim meseleyi ortaya atmak suretiyle, işi esasından halledebileceğimi düşünmüştüm… Vekiller Heyetinin istifası gerçekleştiği dakikadan itibaren (27 Ekim 1923), Meclis üyeleri Meclis odalarında, evlerinde grup grup toplanarak; yeni Vekiller Heyeti listeleri tertibine başladılar. Bu hâl Ekimin 28. günü geç vakte kadar devam etti. Hiçbir grup, bütün Meclisce kabul edilebilecek ve milletin kamuoyunca iyi karşılanacak isimleri toplayan bir aday listesi tespit edemiyordu.
Gerçi; gayretli bazı gazeteciler, 28 Ekim günü erkenden, İstanbul’un yüzünü örten sabah sisinin ördüğü allık henüz sıyrılırken; deniz, gökyüzünden, kıyılardan akseden renklerle boyanmış, hareketsiz duruyorken; Marmara’nın sakin göğsünü yararak ilerleyen Boğaziçi vapuru ile Kalamış İskelesi’ne çıkıyor…
Güzel Kalamış köşkünün mükemmel bir surette döşeli ve süslü salonuna giriyor ve köşkte oturanın muhtelif meseleler hakkında aldığı görüşlerini, özellikle, milli hâkimiyetimizi her şeye ve her şeye karşı koruyalım; öğüdünü yayımlayarak fikirleri aydınlatmaya hizmette ihmal göstermiyor; fakat bu uyarı ve aydınlatmalar, Ankara’ya tesirli olamıyordu…” 28 Ekim günü geç vakitte, toplantıda bulunan Parti İdare Heyeti tarafından davet olundum… Bazı vaziyetlerden anladım ki; Parti İdare Heyeti de kabul edilebilir ve kesin bir aday listesi tertip edememektedir. İdare Heyeti Üyelerine, icap edenler ile daha çok fikir alışverişinde bulunarak; kesin bir liste tespit etmelerini tavsiye ettikten sonra, yanlarından ayrıldım. Gece olmuştu. Çankaya’ya gitmek üzere Meclis binasını terk ederken, Kemalettin Sami ve Halit Paşalara tesadüf ettim… Henüz kendileri ile görüşememiştim. Benimle görüşmek için geç vakte kadar orada beklediklerini anlayınca, akşam yemeğine gelmelerini Milli Müdafaa Vekili Kazım Paşa vasıtasıyla bildirdim. İsmet Paşa ile Kazım Paşa’ya ve Fethi Bey’e de Çankaya’da benimle beraber gelmelerini söyledim. Çankaya’ya gittiğim zaman; orada beni görmek üzere gelmiş Rize Mebusu Fuat, Afyonkarahisar Mebusu Ruşen Eşref Beylere tesadüf ettim. Onları da yemeğe alıkoydum.(Bakınız Nutuk II, Sf:798.802)
Yemek esnasında; “yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz!” dedim. Hazır bulunan arkadaşlar, derhal fikrime iştirak ettiler. Yemeği terk ettik. O dakikadan itibaren, hareket tarzı hakkında kısa bir program tespit ettim ve arkadaşları görevlendirdim… O gece birlikte bulunduğumuz bazı arkadaşlar, erkenden ayrıldılar. Yalnız İsmet Paşa Çankaya’da misafirdi. Onunla yalnız kaldıktan sonra, bir kanun layihası taslağı hazırladık. Bu taslakta, 20 Ocak 1921 tarihli Anayasa’nın devlet şeklini tespit eden… birinci maddenin sonuna, “Türkiye Devletinin Hükümet Şekli Cumhuriyettir” cümlesini ilave ettim.
29 Ekim 1923 Pazartesi günü öğleden evvel saat 10.00’da Halk Fırkası Grubu, Grup İdare Heyeti Reisi Fethi Bey’in başkanlığında toplandı. Vekiller Heyeti seçimi müzakeresine başlandı… Müzakere yeterli görüldükten sonra, bir takım takririler okunmuş, bu takrirler arasında Kemalettin Sami Paşa’nın takriri kabul olunmuş. Bu takririn içindekilere göre; ben, Reis-i Umumî (Genel Başkan) sıfatı ile meselenin halline bütün heyet tarafından memur ediliyordum. Müzakerenin cereyanı içinde Çankaya’da evimde bulunuyordum. Kemalettin Sami Paşa’nın takririnin kabul edilmesi üzerine, toplantıya davet edildim… (çözüm şeklini bulmak için istediğim) bir saat zarfında, icap eden kimseleri Meclisteki odama davet ederek; onlara 28/29 Ekim gecesi hazırladığım kanun teklifi tasarısını gösterdim ve fikir alışverişinde bulundum. Öğleden sonra saat bir buçukta (13.30), fırka Umumi Heyeti tekrar Fethi Bey’in Başkanlığında toplandı. İlk söz bende idi. Kürsüye çıktım ve şu beyanlarda bulundum (Özet):
—Yüksek Heyetiniz, karşılaşılan güçlüğün halline beni memur kıldınız. Ben de … düşündüğüm şekli tespit edeceğim. Onu teklif edeceğim, dedikten sonra; malum taslağı okutmak üzere kâtip beylerden birine uzatarak, kürsüyü terk ettim…
Münakaşa başladı… (Münakaşaların sonuna doğru) Abdurrahman Şeref merhumunun konuşması arasında şu sözler vardı:
—“Hükümet şekillerinin sayılmasına lüzum yok. Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız, Milletindir; dedikten sonra, kime sorarsanız sorunuz; bu, Cumhuriyettir. Doğan çocuğun adıdır. Ama bu ad, bazılarına hoş gelmezmiş, varsın gelmesin.” (Bakınız: Nutuk II, Sf:812)
Yaşasın Cumhuriyet:
“Meselenin ehemmiyeti ortadır. Müzakere devam etsin.” diye yükselen itirazlara rağmen; müzakerenin yeterliliğini kabul olundu… Ondan sonra teklifimin hepsi ve daha sonra da, maddeler birer birer okunarak müzakere ve kabul edildi… Saat öğleden sonra altı (18.00) idi… Nihayet; (Mecliste) Reislik makamında bulunan İsmet Bey, Meclise şu bilgiyi verdi: …”Anayasa Encümeni, Anayasa’nın acele olarak ve derhal müzakeresini teklif ediyor.” Kabul sesleri üzerine, mazbata okundu. Teklife göre, müzakere edildi. Nihayet; kanun, birçok hatiplerin Yaşasın Cumhuriyet sesleriyle alkışlanan hitabeleri ile kabul edildi.” (Bakınız: Nutuk II, Sf:812).
Ünlü Tarihçi, Murat Bardakçı tarafından hazırlanan ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanan, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgelerinin yer aldığı görsel ağırlıklı eserin “Yıkılış ve Kurtuluş”; 220’nci sayfasında Cumhuriyet’in ilân belgesi (29 Ekim 1923) hakkında şunlar yazılıdır:
“Türkiye Cumhuriyeti, bir anayasa değişikliği ileBüyük Millet Meclisi Kanun-i Esası Encümeni’nin, yani Anayasa Komisyonu’nun Anayasa’nın “altı maddesi” değişmesi maksadı ile hazırladığı tasarının Meclis’in 29 Ekim 1923 Pazartesi günü yaptığı 43. oturumunda kabul edilmesi suretiyle ilan edilmiştir.
Bu kararla aslında yeni bir devlet kurulmuyor, mevcut devletin idare biçimi değiştiriliyordu.
Oylamadan sonra hemen Reisicumhur seçimine geçildi ve Mustafa Kemal Paşa ilan edilen Cumhuriyet’in ilk Reisicumhuru oldu.
Meclis’in 29 Ekim 1923 Pazartesi günü yaptığı 43. Oturumunda görüşülüp kabul edilen tasarıyı hazırlayan Anayasa Komisyonu, İzmir Milletvekili Yunus Nadi (Abalıoğlu) Bey’in başkanlığında; Gelibolu Milletvekili Celâl Nuri (İleri), Dersim Milletvekili Feridun Fikri (Düşünsel), Konya Milletvekili
Refik (Koraltan), İzmit Milletvekili İbrahim Süreyya (Yiğit), Muş Milletvekili İlyas Sami Beyler ile Antalya Milletvekili Rasih Hoca (Kaplan)’dan meydana geliyordu.
Anayasa Komisyonu’nun Celâl Nuri Bey tarafından kaleme alınan mazbatası şöyle idi:
“Riyaet-i Celîle’ye
Milletimizi refahiyet ve saadete isâl ve istiklal-i tâmmeye mazhar eden mücâhede-i hüdâpesendânede hâkimiyet-i milliye esası suret-i kat’iyyede kabul edilmiş ve daima buna riayet edilegelmişti. Bu usulün Türk millet-i necîbesine ne azîm muvaffakiyet temin ettiği aşikârdır. Hâkimiyetin bilâkayd ü şart millete aidiyeti ve idare usulünün mukadderât-ı milleti bizzat ve bilfiil idare etmek esasına müstenid bulunması zaten “Cumhuriyet” demek olduğundan, saltant-ı terdiyeyi kat’iyyen dâfi olan bu kelimenin istimali ve Türkiye Devleti’nin şekli hükmet-i cumhurî olması hakkında Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun madde-i mahsusasının bir fırka ile tavzih edilmesi hukuken ve malahaten münasip görülmüştür.
Bir cumhuriyet tesis kılındıktan sonra bu cumhuriyetin mümessili olan bir riyaset makamının de ihdası tabiîdir.
Bundan başka, hükümet, teşkil edecek olan başvekilin reisicumhur tarafından tayini, mes’uliyetin tesbiti nokta-i nazarından umuru zaruriyedendir.
Binaenaleyh, elyevm mevcud olan şekl-i devlet tesbit edilmek üzere Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun buna ait bir, üç, sekiz ve dokuzuncu maddeleri bervech-i âti tâdil ve tavzih ve devletimizin dininin din-i İslam ve lisanı Türkçe olduğuna dair bir madde-i mahsusa tedvin edilmiştir.
Mevadd-ı mezkûreyi kanuniyet iktisab etmek üzere Hey’et-i Celîle’ye arz ve teklif ve derakap müzakeresini istirham ederiz.
Kanun-ı Esasî Encümeni Reisi: “İzmir, Yunus Nadi”,
Mazbata Muharriri: “Gelibolu, Celâl Nuri”,
Kâtip: “Dersim / Feridun Fikri”,
Âzâ: “Konya, Refik”, “İzmit, İbrahim Süreyya”, “Mehmed”, “Muş, İlyas Sami”, “Antalya, Rasih”.”
Aşağıda, tasarının kabulünün ardından anayasanın yeni maddelerinin Meclis kâtipleri tarafından yazıldığı sayfanın görüntüsü yer almaktadır. Maddelerin başındaki parantez içerisindeki “(4), (10), (11), (12)” numaralar Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun değiştirilen maddelerini göstermektedir ve bu metin Cumhuriyet’in ilânının ilk resmi belgesidir:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Riyaseti Başkitabeti Kavanin Müdüriyeti Aded Kanun Numarası 364
Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun Bazı Mevaddının Tadiline Dair Kanun
Birinci Madde- Hakimiyet, bilâ kayd ü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esnasına müsteniddir. Türkiye Devleti’nin şekl-i hükümeti Cumhuriyettir.
İkinci Madde- Türkiye Devleti’nin dini, din-i İslâm’dır. Resmi lisanı Türkçe’dir.
(4) Üçüncü Madde- Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur. Meclis, Hükümet’in inkısam ettiği şuubât-ı idareyi İcra Vekilleri vasıtasıyla idare eder.
(10) Dördüncü Madde- Türkiye Reisicumhuru, Türkiye Büyük Millet Meclisi Heyet-i Umumiyesi tarafından ve kendi âzâsı meyânından bir intihap devresi için intihap olunur. Vazife-i riyaset, yeni Reisicumhur’un intihabına kadar devam eder. Tekrar intihap olunmak caizdir.
(11) Beşinci Madde- Türkiye Reisicumhuru devletin reisidir. Bu sıfatla lüzum gördükçe Meclis’e ve Heyet-i Vekile’ye riyaset eder.
(12) Altıncı Madde- Başvekil, Reisicumhur tarafından ve Meclis âzâsı meyanından intihap olunur. Diğer vekiller Başvekil tarafından yine Meclis âzâsı arasından intihap olunduktan sonra heyet-i umumiyesi Reisicumhur tarafından Meclis’in tasvibine arzolunur. Meclis hal-i içtimada değil ise keyfiyeti tasvip Meclis’in içtimaına tâlik olunur.
18 Rebiyülevvel 1342 ve 29 Teşrinievvel 1339” “
… Nihayet; kanun, birçok hatiplerin Yaşasın Cumhuriyet sesleriyle alkışlanan hitabeleri ile kabul edildi.” (Bakınız: Nutuk II, Sf:812). Ondan sonra, Cumhurbaşkanlığı seçimi için, Meclisin oyuna müracaat olundu. Toplanan oyların neticesini, Reislik makamında bulunan İsmet Bey, Umumi Heyete şu suretle bildirdi: “Türkiye Cumhuriyeti Başkanlığı için yapılan seçim oylamasına yüz elli sekiz (158), kişi iştirak eylemiş ve Cumhurbaşkanlığına yüz elli sekiz (158), üye oy birliği ile Ankara Mebusu Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerini seçmişlerdir.” (Bakınız: Nutuk II, Sf:812.)
Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923) bütün yurtta; büyük bir sevinç yaratmış, büyük bir coşku ve sevinçle karşılanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhuriyetin ilanını 101 pare top atışı ile kutlanırken, bazı çevrelerde de bir burukluk yaratmıştı. Bunlar daha çok Atatürk’ün yakın arkadaşları ve 2’nci grupta yer alanların tavırları idi. Bunlardan; Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele gibi, Milli Kurtuluş hareketinin ünlü komutanları idi.
Rauf (Orbay) Bey, 1 Kasım 1923 günü, İstanbul’da yayımlanan “Tevhid-i Efkar” gazetesinde yayımlanan bir demecinde:
“…Sorun, ‘Cumhuriyet’ sözcüğü üzerinde incelemenin doğru olmadığını ileri sürerek, kamuoyu hazırlanmadan ‘Cumhuriyetin İlan’ edilmesinin zamansız olduğunu…” açıklamıştı. Yine, Rauf Orbay Bey’e göre gazetede:
“…Cumhuriyet’in İlan edilmesi kendisine danışılmadan oldubittiye getirilmişti. Cumhuriyet’e geçilmesi ile Halifeye verilecek san ve yetkileri saptamaya çalışanlar ve onun kendilerine güler yüz göstermesini Tanrı’nın bir lütfu kabul ederler. Bu düşüncede olanlar düş kırıklığına uğrayacaklardır…” şeklindeki demecini şöyle sürdürmüştü:
“…Ad değişikliği, amacı ve hedefi değiştirmez… Bundan başka, öteki hükümet biçimlerinin yerini alan bir hükümetin yaşayabilmesi ancak bir koşula bağlıdır. O da gideni aratmayacak biçimde; halkın büyük çoğunluğunun isteklerine uygun davranıldığı, mutluluklarını sağlamaya çalıştığı ve yurt bağımsızlığı ve saygınlığını korumak yolundaki başarısı ile olur…” Rauf (Orbay) Bey, gazetedeki demecini şu sözlerle tamamlamıştı:
“…Cumhuriyet’in bir günde kararlaştırılıp ilan edilmesi, sorumsuz kişilerce düzenlenen bir yönetim biçiminin, oldu-bitti ile halka kabul ettirilmesinin mümkün olmadığını,bazılarının sandıkları gibi, pazı gücü ve yumrukla iş görmek isteyen bir heyete güçlü hükümet demek asla doğru değildir…”(Bakınız: Cemal Kutay, “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, Yakın Tarihimiz, C.I, Sf: 132, İstanbul, 1962.)
Rauf (Orbay) Bey’in bu tepkisine en önemli neden, 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyet’in İlan edilmesi ile Başbakanlığa İsmet İnönü’nün getirilmesi olmuştur. Bilindiği üzere, Lozan görüşmelerinin son aşamasında İsmet İnönü ile Rauf (Orbay) Beyler anlaşmazlığa düşmüştür.
Cumhuriyet’in İlan edilmesi aşamasında Kazım Karabekir Paşa İstanbul’dadır. Halife Abdülmecit Efendiyi ziyaret ederek, Atatürk’ün çıkamadığı bir makamı, yani Saltanat ve Hilafet makamını yıkmak kararında olduğunu belirtmiştir (!). Kazım Karabekir Paşa, 31 Ekim 1923 tarihli, İstanbul’da yayımlanan “Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği demeçte:
“…Cumhuriyet’in İlan edildiği gün kendisinin Trabzon’da olduğunu belirterek, Mustafa Kemal Paşa’nın (Atatürk) artık bir zafer kazanmış bir Başkomutan sıfatı ile emrindeki kumandanlara Cumhuriyet’i dikte ettirmiştir…” diyerek;
“…Cumhuriyet’in İlan edilmesinin aceleye getirildiğini, Mustafa Kemal’in kendisine bağlı olan grupla, grup ya da, kişisel bir diktatör olmak yolunda gideceğini” de belirtmiştir (Bakınız: Cumhuriyet Gazetesi, 31 Ekim 1923.).
Genelde; Mustafa Kemal’e karşı çıkan kişiler, Cumhuriyet yönetiminden çok, Osmanlı Sultanlarının yönetiminde, meşruti bir monarşiden başka bir seçenek düşünmüyorlardı. Bu düşüncenin arkasında; altı yüz yıllık (600) bir gelenek vardı. Milli Kurtuluş Savaşı boyunca; Sultanın bütün olumsuz tavrına karşı, devletin başı olarak kalması düşünülüyordu. Kendilerince; devletin ancak bu şekilde devamlılığı sağlanabilirdi.
Halbuki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, yeni Türkiye’nin “modern – laik – demokratik – çağdaş” çağdaş bir devlete dönüştürülmesini, uygar bir devlet olarak yaşamasını kaçınılmaz olarak sürdürülmesi için, mutlaka devletin; çağın gereklerine uyması anlayışını benimsiyor ve şöyle sesleniyordu:
-…”Efendiler, son sözlerimi, yalnızca ülkemizin gençliğine yöneltmek istiyorum. Gençler! Yürekliliğimizi arttıran ve sürdüren sizsiniz. Siz, almakta olduğunuz eğitim ve kültür ile insanlık niteliğinin, yurt sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli simgesi olacaksınız. Ey yükselen yeni kuşak! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yüceltecek ve yaşatacak sizsiniz”.