Atatürk demiştir ki;
-…”Ölüm, insanın değişmez kaderidir; marifet unutulmamaktır.”
4 Ağustos 2016 sabahı vefat ederek aramızdan ayrılan, ülkemizde biyoetiğin ve evrimsel tıbbın bir çalışma disiplini olarak yer almasında öncülük ederek, bıraktığı nice eserlerle literatürümüzü zenginleştiren Prof. Dr. Yaman Örs;
—“Atatürk, bir öğretiye değil, doğrudan insana yatırım yapmıştır,” demişti.
Atatürk, yaşamı boyunca insanlığın huzur ve mutluluğunun tesisi edilmesi için büyük çaba sarf edilmesini istemiş, insana ve insanlığa büyük değer vermiştir. Her insanın huzurlu ve güvenli bir ortamda yaşamasını, insanlık adına herkesin üzerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmesini arzu etmiştir. O, bu konuda birçok örnek davranışlarda bulunmuş, toplumun ve belirli görevlerde bulunan kişilerin bu hususta son derece dikkatli olması gerektiğini defalarca ifade etmiştir.
17 Mart 1937 Çarşamba gecesi, Ankara Palas’ta Romanya Dışişleri Bakanı Antonescu şerefine düzenlenen ziyafeti onurlandırmış ve bu ziyafette insana verdiği değeri aşağıda okuyacağımız samimi söyleviyle yinelemiştir;
-…”Milletler gam ve keder bilmemelidir. Şeflerin vazifesi, hayatı neşe ve zevkle karşılamak hususunda milletlerine yol göstermektir. Vaktiyle kitaplar karıştırdım. Hayat hakkında filozofların ne dediklerini anlamak istedim. Bir kısmı her şeyi kara görüyordu;“Mademki hiçiz ve sıfıra varacağız, dünyadaki geçici ömür esnasında neşe ve saadete yer bulunamaz!”diyorlardı. Başka kitaplar okudum, bunları daha akıllı adamlar yazmışlardı. Diyorlardı ki; “Mademki sonu nasıl olsa sıfırdır, bari yaşadığımız müddetçe şen ve neşeli olalım!”
Ben kendi karakterim itibariyle ikinci hayat görüşünü tercih ediyorum, fakat şu kayıtlar içinde:
Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar mutsuzdurlar. Besbelli ki o adam fert olarak yok olacaktır. Herhangi bir şahsın, yaşadıkça memnun ve mesut olması için lazım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Makul bir adam, ancak bu şekilde hareket edebilir. Hayatta tam zevk ve mutluluk, ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, mutluluğu için çalışmakla bulunabilir. Bir insan böyle hareket ederken, “Benden sonra gelecekler acaba böyle bir ruhla çalıştığımı fark edecekler mi?” diye bile düşünmemelidir. Hatta en mesut olanlar, hizmetlerinin bütün nesillerce meçhul kılmasını tercih edecek karakterde bulunanlardır.
Herkesin kendine göre bir zevki var. Kimi bahçe ile meşgul olmak, güzel çiçekler yetiştirmek ister; bazı insanlar da adam yetiştirmekten hoşlanır.
Bahçesinde çiçek yetiştiren adam, çiçekten bir şey bekler mi? Adam yetiştiren adam da, çiçek yetiştirendeki hislerle hareket edebilmelidir. Ancak bu tarzda düşünen ve çalışan adamlardır ki, memleketlerine ve milletlerine ve bunların geleceğine faydalı olabilirler.
Bir adam ki, memleketin ve milletin mutluluğunu düşünmekten ziyade kendini düşünür, o adamın kıymeti ikinci derecedir. Esas kıymeti kendine veren ve mensup olduğu millet ve memleketi ancak şahsiyetiyle ayakta gören adamlar, milletlerinin mutluluğuna hizmet etmiş sayılmazlar. Ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler, milletlerini yaşamak ve ilerlemek imkânlarına eriştirirler. Kendi gidince ilerleme ve hareket durur zannetmek bir gaflettir.
Şimdiye kadar bahsettiğim noktalar, ayrı ayrı toplumlara aittir. Fakat bugün bütün dünya milletleri aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmakla meşguldürler. Bu itibarla insani mensup olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin mutluluğuna ne kadar kıymet veriyorsa bütün dünya milletlerinin mutluluğuna hizmet etmeye elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Bütün akıllı adamlar takdir ederler ki, bu yolda çalışmakla hiçbir şey kaybedilmez. Çünkü dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu teminine çalışmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında huzur, açıklık ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın, huzurdan mahrumdur.
Onun için ben sevdiklerime şunu tavsiye ederim;
Milletleri sevk ve idare eden adamlar, tabii evvela ve evvela kendi milletinin varlığının ve mutluluğunun yaratıcısı olmak isterler. Fakat aynı zamanda bütün milletler için aynı şeyi istemek lazımdır. Bütün dünya hadiseleri bize bunu açıktan açığa ispat eder. En uzakta zannettiğimiz bir hadisenin bize bir gün temas etmeyeceğini bilemeyiz. Bunun için insanlığın hepsini bir vücut ve bir milleti bunun bir organı saymak gerekir. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün organlar etkilenir.
Türkiye, Romanya ve diğer dostları kuvvetlidirler. Hiçbir taraftan bize gelecek bir şey beklemem, beklemeğe de lüzum yoktur. İşte bu sükûnet içinde bütün dünyayı mütalaa etmek fırsatı bizdedir. “Dünyanın filan yerinde bir rahatsızlık varsa bana ne?” dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa, tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla alakadar olmalıyız. Hadise ne kadar uzak olursa olsun bu esastan şaşmamak lazımdır. İşte bu düşünüş, insanları, milletleri ve hükümetleri bencillikten kurtarır. Bencilik şahsi olsun, milli olsun daima fena sayılmalıdır. O halde konuştuklarımızdan şu neticeyi çıkaracağım:
Tabii olarak kendimiz için bütün lazım gelen şeyleri düşüneceğiz ve gereğini yapacağız. Fakat bundan sonra bütün dünya ile alakadar olacağız.
Kısa bir misal; Ben askerim. Umumi Harp ‘te bir ordunun başında idim. Türkiye’de diğer ordular ve onların komutanları vardı. Ben yalnız kendi ordumla değil, öteki ordularla da meşgul oluyordum. Bir gün Erzurum cephesindeki hareketlere ait bir mesele üzerinde durduğum sırada yaverim dedi ki; “Niçin size ait olmayan meselelerle de uğraşıyorsunuz?” Cevap verdim; Ben bütün orduların vaziyetini iyice bilmezsem, kendi ordumu nasıl sevk ve idare edeceğimi tayin edemem.
Bir devlet ve milleti idare vaziyetinde bulunanların daima göz önünde tutmaları lazım gelen mesele budur.
Bu münasebetle muhterem misafirlerimize şunu diyeceğim; Ben düşündüklerimi sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda lüzumlu olmayan bir sözü kalbimde taşımak iktidarında olmayan bir adamım; çünkü ben bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın huzurunda söylemeliyim. Yanlışım varsa, halk beni tekzip eder. Fakat şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın beni tekzip ettiğini görmedim. (Kaynak: Ulus Gazetesi, 20.3.1937)”