Bahar geldi, sarı dandelionlar doldurdu kırları, bizde karahidiba derler, onları tanıyor musunuz?
Kırlarda bu kendiliğinden açan, hem doğaya yararlı hem de özellikle çayı bize yararlı bu naif bitkiye karahidiba adı sanki pek yakışmıyor gibi, burada gözünüzün değdiği her yerdeler.
Bir yanda sarı sarı dandelionlar , diğer yanda, dünya kaynıyor, savaşlar, politik anlaşmazlıklar, Çovid mücadelesi, açlık, bir damla temiz suya muhtaç ülkeler. Bazı kesim sosyal medyada işe mutluluk içeren, fotolar. Mutluyum, mutlusun, mutlu!
Karşıtlar dünyasında, bir yanda dandelionlar üstünde koşan çocuklar, pırıl pırıl parlayan bir gökyüzü altında doğan bebeler; diğer yanda, sığınaklarda oyun kuran çocuklar. Böylesine zıt iki ortamda gözünü açan aynı dünyayı paylaşan nesiller kuracak insanlığın geleceğini.
Sarı dandelionların açmaya fırsat bulduğu bir yerde sessizce elimde bir kitap oturuyorum.
Gözüm uzağımda koşuşan çocuklara takılıyor, buradaki çocukların oyunları bile sessiz, sakinlik içlerine işlemiş…
Elimde ikinci dünya savaşına geçişi adım adım anlatan bir kitap, Atatürk’ü düşünüyorum nasıl bir ileri görüş ki ölmeden önce gelen savaş naralarını anlamış ve yaptığı barış antlaşmaları ile komşularımızla barışı sağlamış, ülkemizi savaştan uzak tutmuş, ‘ Yurtta sulh, Cihanda Sulh’ sloganı kazınmış zihinlerimize.
Buralarda da Çovid nedeni ile normale dönemedik. O yüzden sosyal ağlar, dış dünya ile iletişimimizi sağlayan en büyük faktör ve tabii bizi biz yapan kitaplar.
Okuduğum her şey beni yoğurdu, büyüttü ve dönüştürdü, yazarların yazmak için verdikleri emeği düşündükçe, kendimi okuduğum bütün yazarlara borçlu hissediyorum. Onca düşünceyi yazıya aktarmak demek, dış dünya ile bağlantıyı kesmek, yaşamın dışına taşarak, hem de yaşamın içinde kalarak, yani sınırları zorlamak demek. Yazı yazmak; dünyaya bir şeyler anlatmak uğruna kısıtlı olan en değerli varlığınızı, zamanınızı vermek, insanlık adına ne büyük fedakarlık bir kitap ortaya çıkarmak.
Birkaç kitabı bir arada okuyorum:
Bir tanesi, İkinci dünya savaşını anlatıyor. Devletler arası politikanın, ülkeleri savaşa sürüklerken, halkların nasıl göz ardı edildiğini anlatan bir kitap. Bugünlerde tekrar okumam gerektiğini düşündüm.
Diğeri,’ What we owe- Ne Borçluyuz’ 2017 başımı kitap.
Kitabı kütüphanenin raflarından tesadüf seçtim. İranlı bir yazarmış, İran’dan İsveç’e göçmüş bir ailenin kızı,’Golnaz Haşhemzadeh Bonde’.
1983 İran doğumlu yazarı kimse tavsiye etmemişti, raflardan öylesine çekip aldığım bir kitap, hayat bir tesadüf mü yoksa tesadüfler bize evrenin tasarladığı bir kurgu mu? Çünkü kitap birçok aradığım soruyu kitabın kadın kahramanı ‘Nahid’ ile sorguluyor.
Yazarın sade ve derin yazı üslubunu çok sevdim, bir çırpıda okuyacağınız bir kitap romanın içgüdüsü : Altı ay yaşanacak ömrü kalmış biri, ne yapar?
Tedavi olarak, kalan günlerini hastanede mi geçirir? Yoksa tedaviyi reddederek kalan günlerini arzuladığı şekilde mi tamamlar?
Sevdiklerimize ne borçluyuz?
Köklerimiz olmadan gerçekten özgür olabilir miyiz? Doğup büyüdüğümüz topraklardan ayrılmak bizi gerçekten özgür mü yapar? Yoksa tersi mi?
Ve Claude Monet&Camille’ in gerçeğe çok yakın hikayesini Stephanie Çowell ele almış, bu kitabın satırlarında özel bir yetenek ile doğmuş olmanın, sıradan bir kişiliğe göre hem kişiye hem etrafına verdiği sancılar anlatılıyor.
Kitapta geçen , Claude Monet’nin tüccar babasının, oğlunu tasvir ederken kurduğu,’ oğlum bütün gün bulutları çizmekle vaktini geçirir’ cümlesi, tüccar babanın, farklı bir yola giren sıra dışı oğluna bakışını anlatan cümlesi ne çok şey anlatıyor bizlere.
Bulutları çizmeye çalışanların çok çok olduğu bir dünya dileği ile!
Sevgi ile kalın
Rahel Cela