O zaman anladım ki, susmak bir cüsse işi; derin denizlerin işi
Sığ suları en hafif rüzgarlar bile coşturabiliyor;
Derin denizleri ise ancak derin sevdalar…
Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her şey susuyor;
Anladım ki susan her şey derin ve heybetli…
diyor Mevlana.
En son ne zaman sustum? En son kime sustum? En son neden sustum? En son ne kadar sustum?
Susmanın psikolojisini uzmanlar değil de, susanlar anlatsın. Sustum demenin ağırlığı ve susturmanın aczini de hamuşlar dillendirsin. Hamuş (suskun) nasıl dile getirecek diye soracaksınız; en iyi o anlatır dinleyebilene. En çok o bağırır duyabilene çünkü…
“Sağımdan sağımdan sürekli konuşuyorsun, hep ekiyorsun bir şeyler de, ya doğru değilse söylediklerin, ya yorumlarının gerçekle, evrenle, sistemle, Allah’ın bizden istedikleriyle bir alakası yoksa! Yeminle yukarıda şikayet ederim seni, budur her şeyin sorumlusu derim; çok kızarım sana…”
Güldüm…
Güldüm dediysem, patladım. Haklıydı, öyleyse yapacak bir şey yoktu tabi. Hep beraber görecektik nasılsa, sabırla geçip gitmeyi beklediğimiz yalancı, dolandırıcı, saçma dünyadan geldiğimiz gibi bir avazda çekip gittikten sonra muhtemelen şu anki durumdan daha çok şey anlayacaktık nasılsa.
“Vicdanın rehberin olsun” dedim. Bu işlerin günahı yok, yanlışı yok belki de… Yaşamanın yanlışı nasıl olur? Yaşam başlı başına sevap değil midir? Ama sen yine de içinde temiz olanın peşine düş. Bütün iğrençliklerimizle yüzleştikten, içimizdeki şeytanla halveti sindirdikten sonra, o minicik bir temizlik var ya, işte onun peşine düşmeliyiz.
Elbet bugün dünden zor, gelecekte de bugünden zor olacak. Ama yapılabilir; yüreğinde saklanmış en temiz olanın peşine git. O seni çıkarır, o seni rahatlatıp ferahlatır.
Benim söylemelerim bu kadardı. Dahası olmazdı, olamazdı. Ona sustum, içimdeki temize konuşmaya başladım:
Dedim; “burada mısın?”
Dedi “buradayım…”
Dedim, “neden arada yok olup gidiyorsun da beni sinir ediyorsun?”
Dedi; “Sen görmezden geliyorsun, ben hep buradayım…Sen dışarıya susunca, sen dışarıya sağır olunca duyarsın ancak beni. Ama bazen o kadar çok konuşuyor, o kadar çok dinliyorsun ki, beni hatırlamıyorsun bile. Hemen içine bir huzursuzluk gönderip uyarıyorum da aslında seni; ama sen onun da sebebini dışarıda arıyorsun. Huzur da, huzursuzluk da sadece sende, içinde. Dışarıda hiçbir şey, hiç kimse seni üzmeye muktedir değil, sen böyle sanıyorsun ve sandığın şeye de teslim oluyorsun…”
Sığ suları en hafif rüzgarlar bile coşturabiliyor…
Derin denizleri ise ancak derin sevdalar…
Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her şey susuyor
Anladım ki susan her şey derin ve heybetli…
Ama sussun, ama konuşsun, her kim olursa olsun; gönül verdiğinizin gönlü güzel olsun…
Pelin’in Perisi