Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 13 Ocak 1921 günü kürsüde I. İnönü Zaferi’ni anlattığı sözlerini alkışlar arasında şöyle tamamlamıştır:
-…”Milletimiz bugün, bütün mazisinde olduğundan daha çok ve ecdadından daha çok ümitlidir. Bunu ifade için şunu arz ediyorum. Kendilerinin(*) tabiri veçhile cennetten vatanımıza gözcü olan merhum Kemal demiştir ki:
…“Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini / Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini”
İşte bu kürsüden, bu yüce Meclis’in sıfatıyla yüksek heyetinizi teşkil eden bütün azanın her biri namına ve bütün millet namına diyorum ki:
-…” Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini / Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini”
(*): Mehmed ön adlı Namık Kemal (d. 21 Aralık 1840 – ö. 2 Aralık 1888) Türk milliyetçiliğinin öncülerinden, Genç Osmanlı hareketi mensubu, yazar, gazeteci, oyun yazarı ve devlet adamıdır. En önemli özelliklerinden birisi de Türk şiirini Divan şiirinin etkisinden kurtarmaya çalışmasıdır ki bu sebepten ötürü kendisine “Vatan Şairi” denilmektedir.
Namık Kemal, yurtseverlik, hürriyet, milliyet kavramlarına bağlı bir Tanzimat Dönemi (1839 – 1876) aydınıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Namık Kemal’in şiir, makale ve eserlerini öğrencilik yıllarından itibaren okumaya başladığı, O’nun fikirlerinden büyük ölçüde etkilendiği, yapılan bazı çalışmalarla ortaya konmuş bulunmaktadır.
Atatürk, henüz Manastır Askeri İdadisi sıralarında arkadaşlarından Ömer Naci Bey’in şiir, edebiyat ve hitabet merakı uyandırdığını ve bu sayede Namık Kemal’i tanıdığını ve kendisinden ciddi şekilde etkilendiğini bilmekteyiz:
…”Atatürk’ün şiir ve edebiyata eğilimini gören kitabet öğretmeni Mehmet Asım Bey onu çağırır “Bak oğlum Mustafa, şiiri falan bırak, bu iş senin iyi bir asker olmana mani olur, diğer hocalarınla da konuştum. Onlar da benim gibi düşünüyorlar. Sen Naci’ye bakma, o hayalperest bir çocuk, ileride belki iyi bir şair veya hatip olabilir, fakat askerlik mesleğinde asla başarılı olamaz.” sözleriyle O’nun şiirle uğraşmasını yasaklar. Ancak, Harp Okulu sıralarında Atatürk’ün fikri gelişmesi hızlanmış ve siyasal bir nitelik kazanmıştır. Bir taraftan gizlice okudukları Namık Kemal şiirleri, diğer taraftan ülkenin fena yönetildiği duyguları içinde, bazı arkadaşları ile (Ömer Naci, Ali Fuat Cebesoy, İsmail Hakkı, vs.) iki – üç sayı devam eden el yazması bir dergi ile fikirlerini Harp Okulu öğrencilerine yansıtmaya çalışmışlardır.
Atatürk’ün tabiri ile hislerimin babası dediği Namık Kemal; …”Vatan bize kılıcımızın ekmeğidir. Bir millet, vatanını sevmezse çok zaman geçmez, vatanını, vatan sevgisiyle dolu olan başka milletlerin istilası altında görür.” Demiştir.
K.T.Ü. Fatih Eğitim Fakültesi, Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü Tarih Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Sayın Abdurrahman Siler, “Dış Borçlanma Karşısında Namık Kemal ve Atatürk” adlı makalesinde:
…”Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde ve dağılmasında, ağır dış borç yükünün önemli bir rol oynadığını çok iyi kavramış olan Atatürk, bu konuda elbette Tanzimat dönemi yöneticileri gibi değil, onları şiddetle eleştirmiş olan Namık Kemal gibi düşünüyordu. Ancak Atatürk, Namık Kemal’den farklı olarak, sadece düşünmekle kalmamış, fikirlerini uygulama alanına koymayı da başarmıştır. Çünkü O, yepyeni bir devletin kurucusu olmuş ve on beş yıl Türkiye’nin ilk Cumhurbaşkanlığını yapmıştır.”
Sayın Abdurrahman Siler’e göre, (—)”İnsan sosyal bir varlıktır. İnsanlar toplum halinde yaşarlar ve birbirlerine her konuda muhtaçtırlar. Maddi ihtiyaçların karşılanması için de, insanlar birbirleriyle ekonomik ve ticarî ilişkilere girmek zorundadırlar. Borç alıp verme de, bu gibi ihtiyaçlar arasındadır. Ancak borç alıp verme, kişiler arasında olduğu gibi, milletler veya devletlerarasında da mümkündür, hatta bazen zaruridir. İşte bu noktada “dış borç” problemi ile karşılaşıyoruz.
Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk dış borç talebi, 1789 yılı sonlarında olmuş, bunu 1799 ve 1839 sonlarındaki ikinci ve üçüncü talepler izlemiştir. İngilizler, kendilerinden istenen bu borçları, her üç seferinde de reddetmişlerdir.
Osmanlı yönetimi, yabancı krediden yararlanma imkânını, ilk defa Kırım Savaşı (1853-1856) dolayısıyla bulmuştur. Ancak bu imkân istismar edilmiştir. Savaşlar, isyan masrafları, devamlı bütçe açıkları vb. harcamalar, hep bu görünüşte kolay ve külfetsiz yabancı istikrazlarla karşılanmıştır. İlerisi düşünülmeden hep “bugünü kurtarma” düşüncesine saplanılmıştır. Kırk elli sene içinde borçlar çığ gibi büyüyerek, sonunda devletin başına, kapitülasyonlardan daha ağır ve siyasi bağımsızlığı zaman zaman tehdit eden bir dert olmuştur.
Namık Kemal’in (1840-1888), hayatında hiç bir alanda derinleşme ve uzmanlaşma imkânı bulamadığı söylenebilir. Bu hüküm, iktisadi konular için de geçerlidir. Fakat O, belki de içinde yaşadığı şartların gereği olarak, çok çeşitli alanlarda kafa yormuş, kalem oynatmıştır. Daha çok bir “vatan şairi” olarak bilinen Namık Kemal, edebi ve tarihi eserler yanında, “şaheser” denebilecek kalitede makaleler yazmıştır. Makalelerinin bir kısmı da ekonomik konularla ilgilidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk dış borçları hakkındaki yazıları ise, bu çalışmamızda söz konusu edilecektir.
Namık Kemal daha 1866 sonlarında, Tasvir-i Efkâr ‘da yazarken, istikrazlar konusu ile ilgilenerek, “Esham-ı Umûmiye” hakkında yazdığı bir makalesinde istikrazların zararlarından söz eder. Avrupa’da istikrazların yararlarının tartışmalı olduğunu ve ancak vatanın büyük bir tehlikeden kurtarılması gibi kesin zaruret hallerinde başvurulabilecek bir yol olarak kabul edildiğini belirtir. Bu makalesinde Namık Kemal, Osmanlı Devleti’nde uygulanan bir çeşit istikraz olan “Esham-ı Umûmiye”nin şartlarının, diğer istikraz çeşitlerine göre hafif ve ehven olduğunu öne sürerek, bu yolu tavsiye eder.
1868 yılında Osmanlı Devleti’nin sekiz milyon keseden fazla dış borçları ve bir o kadar da esham-ı umumiyesi ve “hesaba gelmez müteferrik borçları” bulunduğunu belirten Namık Kemal, dış borçlara başvurmanın sebepleri olarak savaşları, yapılan israfları ve hırsızlıkları gösterir.
Dışarıya borçlanma meselesine dair fikirlerini daha çok Londra’da yayınlanan Hürriyet Gazetesi’nde yazmış olan Namık Kemal, bu çeşit yazılarından birinde, özetle aşağıdaki görüşlere yer verir:
…”Ekonomik gelişmenin asıl kaynağı üretimin ve gelirlerin arttırılmasıdır. İstikraz ise, iktisatçılara ve akıl sahiplerine göre, gerçek bir gelir kaynağı değil, ancak vatanı mutlak ve büyük bir tehlikeden kurtarma zarureti doğduğu an ve başka bir çare de bulunmadığı için başvurulabilecek bir “fedakârlıktır”. Sosyal bilimcilerin çoğunluğuna göre, tarım, sanayi, ticaret gibi çalışma yoluyla gelir sağlamak varken, devletin araya girip de, çalışanlardan aldığı paraları, birtakım tembel sermayedarlara vermesinden daha büyük kötülük olamaz. Bu yol, “mirasyedi yetiştirmenin” çok kötü bir şeklidir.”
İstikraz taraftarları, Fransa örneğinde olduğu gibi, Avrupa devletlerinin de istikraz yaptıklarını öne sürerek, bu işi normal göstermeye çalışmaktadırlar. Oysa Fransa, 1789’dan itibaren olağanüstü ölçüde büyük olaylarla ve savaşlarla karşılaşmıştır. Kaldı ki buna rağmen, Fransa’nın 1868 yılına kadarki borçları, yıllık gelirlerinin beş katı bile değildir. Borçlarına verdiği faiz % 3’tür. Verdiği yıllık faiz toplamı, yıllık gelirinin yedide birine ulaşmaz. Osmanlı Devleti ise, Fransa gibi yüz yılda değil, 1854-1868 arasında aldığı borçlarının faizleri için, yıllık gelirinin üçte biri kadar faiz ödemekte ve istikrazlarım % 6 faizle yapmaktadır. Üstelik Osmanlı Devleti bu süre içinde Kırım Savaşı ile bazı küçük isyanlar dışında, çok büyük savaşlarla da karşılaşmış değildir.
Osmanlı ekonomi ve maliyesinin kötüleşmeye başladığı zamanlardan beri izlenmesi gereken yol, bir yandan milli geliri arttırmaya çalışmak, bir yandan da acil olarak masrafları mümkün olan asgarî sınırlarına indirmek ve kesin zaruret olmadıkça “bir para borç almamak” idi. Bu ise, israfların ve hırsızlıkların önünü almakla yakından ilgili idi.
Tanzimatçılar iyi birer ekonomist veya maliyeci olmadıkları için, Namık Kemal’in aksine, dış borçlara iyice sarılmış bulunuyorlardı. Meselâ Fuat Paşa “bu devlet istikraz sız yaşamaz” diyordu. Bu söze canı sıkılan Namık Kemal, endişesini ve kanaatini şöyle belirtmiştir: …“Hele bu gidişle hazinenin hali nereye varacağını bütün bütün tasavvurdan âciziz. Şurası iyi düşünülmelidir ki “devlet istikraz sız yaşamaz” değil, “yalnız istikraz ile yaşayamaz.”
Namık Kemal dış borçların, milli gelirde görülen gerilemenin ve hazinenin harap olmasının en önemli sebebi olduğunu belirttiği bir makalesinde dış borçlar için şöyle bir benzetme yapar: …”İstikraz ile borç ödeyerek ıslah-ı hale çalışmak, devr-i daim suretiyle makine yürütmeye uğraşmak kabilindendir”. Aynı yazısında, İngiltere’nin % 3 faizle para bulabildiğini, ama Osmanlı Devleti’nin, aldığı dış borçların en fazla % 60’ını elde edebildiğini öne sürer.
Nitekim yapılan araştırmalar Namık Kemal’i haklı çıkarmıştır. Mesela Türk iktisat profesörü ve gazeteci Hüseyin Şükrü Baban’ın verdiği bilgiye göre 1858 senesinde alınan beş milyon İngiliz lirası tutarındaki dış borcun, ancak üç buçuk milyon civarındaki bir miktarı elimize geçebilmiştir. Üstelik bu para da, kaimelerin iptal ve imhasına ayrılmıştır.
Tanzimatçıların, devletin mali itibarı sayesinde, Avrupalılardan kolaylıkla borç bulabildiklerini öne sürmeleri de Namık Kemal’i öfkelendirmiş görünüyor. “Muvazene-i Maliye” adlı makalesinde bu konuyu da ele alan Namık Kemal, …“dış borçların kolaylıkla bulunmasının, aslında devletin mali itibarı ile değil; devlete zararlı çok ağır şartların kabul edilmesi sayesinde gerçekleştiğini” belirtir ve
…“İki katma senet vererek fahiş faizlerle” para alan Tanzimatçıların, borçları ödeyemez duruma düşünce, bu sefer borç ödemek amacıyla yeni borçlara yönelmelerinin, sonunda devleti bütünüyle iflasa sürükleyeceğini; bu noktadan itibaren de yabancı müdahalesinin kaçınılmaz olduğunu” da anlatmaya çalışır.
Namık Kemal, dış borçlar yüzünden, devletin mali hatta siyasi bağımsızlığının ortadan kalkabileceği hususundaki görüşünü, o zamanlar henüz Osmanlı Devleti’ne bağlı sayılan Tunus’un durumunu örnek göstererek ispatlamaya çalışmıştır. 24 Mayıs 1869’da yayınladığı konu ile ilgili makalesinde, görüş ve endişelerini özetle şöyle dile getirir:
-…”Liyakatsiz ve yetersiz bazı devlet adamları yüzünden, Tunus’un zenginlikleri yok oluşa sürüklenmiştir. Ayrıca biz “Avrupa’nın dansını, şampanyasını taklit etmeye” başladığımız sıralarda, Tunus da istikraz belasına uğradı. Az zamanda 200.000.000 Frank’a yükselen dış borçlarına karşılık, Tunus’un sadece 15.000.000 Frank geliri vardır. Üstelik alınan bu borçlar da yerli yerinde sarf edilmeyip israf edilince durum daha da vahimleşti. Öyle ki, Tunus’un borçlarının faizleri bile ödenemez oldu. Böylece Tunus’a Avrupa’nın müdahale fırsatı doğmuş bulunmaktadır. Fransa’nın Tunus’a tek başına müdahalesi “istilâ rengini alacağından” birlikte müdahaleyi menfaatlerine uygun gören diğer devletlerin katılmasıyla, ortak bir Avrupa müdahalesi söz konusudur. Ortak bir komisyon bir kere Tunus’a girer ve bu ülke yıllarca Avrupalıların çiftlikleri gibi kullanılırsa, bize artık Tunus’tan hayır gelmez. Avrupa böyle bir metotla Tunus’u Osmanlılardan koparırsa bu örneğe bakarak Mısır hatta İstanbul bile, böyle dolaylı yollarla elimizden alınmaya çalışılacaktır. Zaten 1856 ’dan itibaren halkın ağzında “nihayet hazinemizin idaresini Avrupalılar ele alarak, devlet o suretle mahvolacak” gibi sözler duyulmaya başlamıştır. Ne yazık ki bu endişe gerçekleşecek gibidir. Çünkü faiz ödeme amacıyla borç alma zaruretine düşürüldük. Bu yolda gidilirse, Osmanlı Devleti toptan Tunus’un durumuna düşebilir. Osmanlı hazinesi “sarrafların faiz merkebinden” daha kötü bir durumdadır. Tunus’ta olduğu gibi, İstanbul’a da ortak bir Avrupalı komisyon gelebilir. Bu durumda halk, bütün Avrupa ile savaşamayacağına göre, milli egemenliğine bedel, Avrupa’nın vesayeti altına girme zilletini kabul edecektir.”
Dış Borç Problemi ve Atatürk:
Namık Kemal’in, gelişigüzel dış borçlanmanın tehlikeli sonuçları hakkındaki endişeleri bir bir gerçekleşir ve Osmanlı İmparatorluğu yıkılışa doğru yol alırken, Mustafa Kemal Atatürk de çocukluk, gençlik ve olgunluk çağlarını yaşıyordu (1881-1918).
Atatürk’ün dış borçlanma ve bununla ilgili hususlarda ortaya koyduğu görüşler, Namık Kemal’in bu konudaki fikirleriyle büyük ölçüde benzerlik arz etmektedir. Sözü uzatmamak için, Atatürk ün dış borçlarla ilgili olarak, Cumhurbaşkanlığı dönemindeki uygulamalarına girmemek yerinde olur. Burada şu kadarı belirtilmelidir ki, Atatürk bu dönemde, en yakın arkadaşlarının bütün tavsiye ve ısrarlarına rağmen, yabancı ülkelerden borç almamaya özen göstermiştir. Atatürk’ün, dış borçlara girilmesine ve yabancı sermayeden yararlanmaya prensip olarak olumlu baktığı, demeç ve konuşmalarından açıkça anlaşılmaktadır. Ancak O’na göre, dış borçlar ve yabancı sermaye, Türkiye’nin tam bağımsızlığını zedelememeli ve millî egemenlik esasına zarar vermemelidir. Bu şarttan kesinlikle vazgeçilemez. Namık Kemal ile Atatürk’ün dış borç problemi hakkındaki ortak görüşleri şöyle özetlenebilir:
1- Dış borçlanma prensip olarak mümkündür. Ancak bu konuda devletin mali ve ekonomik -bağımsızlığının zarar görmemesi esastır.
2- Bu esasa dikkat edilmez ve gelişigüzel bir şekilde, millet menfaatleri göz önüne alınmadan dış borçlanmaya gidilirse, çok geçmeden siyasî bağımsızlık da tehlikeye girer. Örnek olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışında dış borçlarının rolünün bilinmesi yeterlidir.
3- Devlet yönetiminde lüks, israf, yolsuzluk vb. gibi olumsuzluklar önlenirse, yabancı ülkelerden fazla borç para almaya gerek kalmaz. Asıl olan, ülke kaynaklarını en verimli bir şekilde değerlendirmek ve çok çalışarak bol üretim sağlamaktır.
Namık Kemal’in ve özellikle Atatürk’ün, dış borçlanmaya niçin sıcak bakmadıkları konusu, günümüz Türkiye’sinde yeteri kadar anlaşılmış mıdır? Bu sorunun cevabı ise, ayrı bir araştırmanın konusu olabilir.” (Bakınız: Abdurrahman Siler, “Dış Borçlanma Karşısında Namık Kemal ve Atatürk”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Atatürk Yolu Dergisi, 18 Nisan 2019.)