*19 İKİNCİ TEŞRİN (KASIM) CUMARTESİ SABAHI…
’07.40: Başta Fahrettin Altay, Generaller İstanbul son ihtiram nöbetinde durdular.
’07.45: Atatürk’ün yaverleri, al bayrağın altında uzanan Atatürk’ün başucundalar.
’08.10: Salonun ortasındaki büyük avizenin altına konmuş iki masa üzerine tabut yerleştirildi ve cenaze namazına başlandı.
’08.14: Atatürk’ü Dolmabahçe’den omuzlarda çıkarıyorlar.
’08.21: Tabut, top arabasında, bahçenin kumları çıtırdıyor, sahilin suları dövünüyor ve biz gözü yaşlıyız.
‘08.45: Tabutun üzerinden ilk uçak geçiyor ve bana öyle geliyor ki; şimdi dumanlarıyla göğe Atatürk’ün adını yazacak.
’08.59: Heyet tertiplendi ve araba hareket etti.
’09.22: Dolmabahçe’nin dış kapısından çıkıyoruz. On bir sene evvel bu binadaki milletin aziz misafiri toprağın başmisafiri olma yolunda.
’09.23 – ’10.23: Yolun kenarındaki setler insanlarla dolu. Hıçkırıktan arabanın ve ayakların sesleri duyulmaz oldu. “BÜTÜN MİLLET AĞLIYOR.” Sözü ilk defa benzetme olmaktan çıkmış; bütün yol boyunca hakikat. Ağızları askerler ve polislerce kapatılmış, geçtiğimiz donakalmış görünen insanlarla dolu. Bedenlerden bir dağ başlardan bir nehir…
’10.23 – ’11.23: Fındıklı’dan ayrıldı. Kenarlarda sıralanmış mektepliler, sokaklara dolmuş halk, cadde kenarlarındaki ev ve dükkânları hıncahınç doldurmuş kalabalık ağaç üstlerine ve minare şerefelerine tırmanmış kimseler, dövüne, hıçkıra hıçkıra ağlıyorlar.
’09.23 – ’11.23: Bu iki saat içinde, Atatürk’ün her önünden geçtiği kalabalıktan, bütün duranların ve yürüyenlerin yüreklerini parçalayacak, bir feryattır kopuyor;
BİZDEN BÖYLE Mİ AYRILACAKTIN? KEŞKE SENİ GÖRMEZ OLAYDIM! SENSİZ YAŞANIRMI Kİ? ATAM NEREYE? YAVRUM NEREYE? YAZIK OLDU SANA YAZIK OLDU! DİRİSİNİ GÖSTERMEDİNİZ, ÖLÜSÜNÜ DE SAKLAMAYIN…CADDELERİN ORTALARINDAKİ LAMBALAR YANIYOR,TÜRBELEŞEN İSTANBUL SOKAKLARI GİBİ…BÜTÜN AĞAÇLARIN EN ÇOK YAPRAK DÖKME ZAMANI.HAVA AĞLAMAKLI OLMUŞ; GAMLI BİR SURAT GİBİ.
’11.24: Sokakları tutan askerler ve polisler tam Türk milletinin timsali hem dimdik nöbet bekliyor, hem de kalbi parçalarcasına ağlıyor. Havayla birlikte teneffüs edilen bir acı.
’11.24: Tabut köprünün üstünde. Haliç’teki kayıklar delik deşik, boşalmış kalpler gibi. Vapurlarda bütün havayı kaplamak isteyen sessiz ve boynu bükük dumanlar. Arkamızda devam ede gelen feryatlardan sonra, üstünde hiçbir insanın görünmediği köprü, matemi sessizlik ve dilsizlik gibi başka vasıflarıyla bir başka cephesinden canlandırmış oluyor. En büyüğünü başka yerde göremeyeceğini aklı kesenler köprü üzerinin yasak edildiğini görünce kenar parmaklıklara tutunarak vücutlarını aşağıya sarkıtmışlar; başları top arabasının tekerlekleriyle bir hizada; kesik gelip sıralanmış hissini veriyor.
’11.31: Birden, bu tenhalıktan ve sessizlikten sonra, açılmakta olan Eminönü Meydanı muvakkat haberleri üzerine birer acayip yuva gibi tünemiş canlı kubbelerini karartıp kaplayan kalabalığın matem ve tazim uğultusu, kulaklarımıza ve gözlerimize aynı anda çarpıyor.
’11.32: Milli yasın müthiş azametinin ve vakarlı topluluğu iki saattir şaşırmış olup köprünün sessizliği ile yasını içine sindirip derinden duymaya başlayanlar, bu yeni feryada iştirak etmek meyilindeler. Arkama baktı; Silindir ve tuğ ormanı sarsılıyor bütün alay, bazı konsoloslar da dâhil hıçkırmaya başlamış.
’11.32 – ’11.59: Parka grene kadar geçtiğimiz yolları kesen sokaklar düz ve çukur olduğu için pek dolu olacağını zannetmiyorduk, hâlbuki İstanbullular onların ağızlarını yan yana sıkıştırılmış otomobillerle biraz ötelerine yine böyle kamyonlarla doldurulmuş, hatta örmüşler. Üstlerine çıkmış ve sıkışmış kalabalık, evlerin pencerelerinden sarkan kütlelerle birleşmiş; dünyanın en büyük faciasına ne sade ve muhteşem bir gösteridir!…
’12.00: Parkın kapısındayız. Parkta mutlak bir sükûn var, yarım saattir kalabalığın ve uğultunun matem örsünde dövülen ruhlarımız boşluğun v sessizliğin matem haddesinden geçiyor. Yukarıdaki yollardan çelenkleri gemiye yükletecek ve alayın iki tarafında İstanbul’un son kara parçasını tutacak üniversiteliler akıyor.
’12.09: Tabut durdu ve hepimiz durduk. Gözler hep yaşlı fakat üç saatten beri başlar ilk defa dik; onun sesini dinler gibiyiz. İstiklal Marşı çalınıyor!
’12.24: Tabutu, heykelinin önünden geçiyor. Heykeldeki gibi vaktiyle yumruk sıktığı düşman dünya, şimdi hayran ve hürmetkâr, dost olarak, sularımızda, zırhlarıyla…
’12.26: Parkın son ucu. Arıburnu’nda İstanbul’u kurtaran Sarayburnu’nda İstanbul’dan ayrılıyor. Bir çelenk hıyabanı içinde geçiyoruz.
’12.42: Tabut Zafer torpidosunda.
’12.55: Hareket eden muhribin ardı sıra bütün üniversiteliler ve izciler, yakın ve yan sahillere atlıyorlar. Biraz sonra onlara karışan halk da karadan zaferin peşinden koşuyor. O doğrulup gelin dese hepsi birer birer atsız Fatih olup denize dalacak.
’12.59: Sarayburnu açıklarında Zafer’i görebilecek, uzak yakın Anadolu, Rumeli bütün kıyıları karartmış, mahşerce bir kalabalık; her türlü deniz nakil vasıtalarından mürekkep bir matem filosu.
’13.22: Yavuza yanaştık.
’13.40: Tabut Yavuz’daki yerinde.
’13.41 – ’13.50: 101 pare top endahtı… Buna dost devletlerinden 21 er pare topla iştirak ediliyor. İlk defa bu kadar yakından dinledim. Ve bir şeye benzettim. Bir devin bağrından koparak ve yüreğini parçalayarak “OF” deyişine!…
’13.50: Yavuz’da ilk saygı duruşu. Tabutun ayakucunda genç bir subayın elinde ve koyu lacivert kadife yastığın üstünde duran İstiklal madalyasında bir boynu büküklük var. Deniz, göğün bir mümessili gibi mavi ve geniş, ayakucuna serilmiş; Zırhlı yavuz, Bayrak Ata’yı götürüyor.
’15.36: Milletlerarası, donanma geçidi başlıyor. Yavuz beş mil süratle seyrine devam ediyor; ecnebi gemiler, sağımızdan Yavuz’un bordrosuna yanaşarak geçip, dirilerin ve ölülerin en büyüğüne selam resmini ifa edecek.
’15.42: İngiliz gemisi.
’15.44: Sovyet gemisi.
’15.45: Alman gemisi.
’15.47: Fransız gemisi.
’15.49: Yunan gemisi.
’15.54: Rumen gemisi.
Bütün tayfalarını bir tarafa, bayrak asılı güverteye toplamışlar. 16 mil süratle selam resmini ifa ederek geçiyorlar.
’15.41 – ’15.55: Başvekil ve mebuslar, generaller ve subaylar bir muntazam sıra halinde güvertede toplanmışlar bu selamlara mukabele ediyorlar.
’16.10: Yavuz’un amiral salonundayız. Herkes birbirine Atatürk’ün hatırasını anlatıyor. Şimdiden gelecek asırların lejantlarından, destanlarından ve folklorundan parçalar dinliyoruz.
*İZMİT’TEN ANKARA’YA…
’19.19: Yeniden zaferdeyiz. İzmit’in mayın iskelesine yanaşıyoruz.
’19.35: Gemiler ve motorlar körfezi doldurmuş; projektörler suları tarıyor; mavi şıklar iskeleye bir fecir edası getiriyor.
’19.51: Birbirine girift iki bayrak, sessiz ve omuzlarda iskeleye ulaştılar.
’20.00: İskelenin saati sekizi vuruyor. Tabut, İzmiT topağında karaya ayak basar basmaz tekrar gözyaşları ve hıçkırıklarla karşılaşıyoruz. İskelenin büyük avlu – meydanını dolduran talebeler, hüngür hüngür ağlıyor.
’20.19: Projektörlerden sonra ne de olsa sönük kalan ışıkların ve sisli göğün altında, yürüdüğümüz cadde ile tren yolunun sağındaki set yüksek yerlerin kademe kademe kalabalığı sanki göğe kadar devam ediyor. En aydınlık yer; altından tren geçen köprü, bütün gözler orada, ay yıldızlı tabut oradan geçerken görmek istiyorlar.
’20.20: Yukarıdaki sette, bir hedefi işaret eden parmağı ileride, Atatürk’ün heykeli, eliyle tabutu göstermeye çıkmış gibi göze çarpıyor. Bütün duran ve yürüyen kalabalık yeniden hıçkırıyor. Bu defa ki Anadolu’ya gelişini ilk ve ebedi Samsun’u, İzmit, unutulmaz bir huşû ve ihtiram ile karşılıyor.
’20.23: Beyaz trene geliş. Tabut mükemmel ve vakarlı bir tertibatla pencereden Atatürk Treni’ni salonuna alınıyor; hemen altı meşale yanmaya başlıyor ve hemen altı dalkılıç subay nöbete geçiyor.
’20.32 – ’22.03: Merasimin en güzel ve en müessiri artık merasim olmaktan çıkan ve gönülden kopan haliyle güzergâh köylerininki idi Tren boyunca sıkışık, saf saf bir başka dünyanın matem ve muhabbeti ile trenin yalnız bir noktasına, Tabutun bayrak örtüsüne takılmış duruyorlar. Gözyaşları mintanlarını ıslıyor, meşaleler saçlarını ütüyor, onlar gövdeleri dik, boyunları bükük, ayaktalar; birden artık zapt edilmeyen bir feryat kopuyor. Hem de bir keşif feryadı bu.
-ATATÜRK BURADA! Bütün kalabalık bir sel halinde tren hızlanana kadar koşuyor. Köy köye; kasaba kasabaya Ata’sını böyle devrediyor.
’22.04: Arifiye,
’22.24: Doğançay,
’22.42: Gevye,
’22.57: Pamukova,
’23.23: Mekece,
’23.41: Osmaneli,
’24.25: Vezirhan,
’01.21: Bilecik,
’01.50: Karaköy, hep böyle.
’01.41 – ’02.29: Bazı köylüler, duraklayan trene koşup “BUNU DA ALIN, BUNA DA BİR YER BULUN” diye yalvararak birer çelenk uzatıyorlar; rayların üzeri her istasyon yanında çiçeklerle doluyor; yer yok, çiçekleri almıyorlar. Sabah aydınlığında bir de bakıyoruz ki her kompartıman kapısının kolunda bir çelen asılı. Bozöyük, İnönü, Levke, Küplü’nün gönlünden kopmuş. Evliya türbesine bez bağlar gibi bu çelenkleri ne yapıp yapıp oracığa takmaktan kendilerini alamamışlar.
Bir haftalık ışık sermayesi petrolü doğrudan doğruya toprağa bulayarak yakan köylülerin bu ışık etrafında bir şair hassasiyeti ve bir asker nizamıyla duruşunu görüp de ağlamamak ve gurur duymamak imkânsız…
’02.30 – ’03.40: Eskişehir vakfesi… Bir taburun kurşuni mihverleri, yere çökmüş bir bulut gibi; askerlerin arkasına sıkışan halk, birbirine örülmüş; bir hançerden çıkan hıçkırık, öbür omuzu sarsıyor… İstasyondan uzak her evin kapısında meşale ve ihtiram vakfesinde aile halkı.
’05.12: Beylikahır; Civar köylerin delikanlıları da toplanmış; burada bunlar hıçkırırken ötede atları eşiniyor.
’05.46: Sarıköy; Sabah alacalığında yüzler asıl rengiyle göze çarpıyor. Başlar kopmuş gibi öne eğik; bunlar bu toprağın öz mümessilleri… (Bu kadar canlı, heybetli ve vakarlı matem tezahürünü ancak ertesi günü Halkevi yakınında İngilizlerin talimli ve tembihli askerlerinde görebildim.)
’06.39: Biçer; Boynu bükük sıralar, ancak yürürken kımıldamaya başladı, susamış gazeller gibi ürkek; tabut vagonuna yaklaştılar ve birden yaralı aslanlar gibi kükrediler: “ATATÜRK!… ATATÜRK!…”
’07.41: Beylik köprü; Bekleyen her erkek başın ortasındaki kazınmış yer, meşalelerin alevinde saçları çoktan yanmış ve tutuşmuş derilere benziyor.
’08.41: Polatlıdayız. Tren boyunca köyler yığını; izdihamlı bir kalabalık. Bütün askerler meşale elde; kadınların renkli baş örtüleri tutuşuyor gibi; hıçkırık sesi ve penceresi ve perdesi kapalı vagonlardan bile duyuluyor, onlar da “NEREDEYİZ?” deyip deyip doğrulup başlarını uzatıyorlar.
’09.23: Etimesgut; Köylü kalabalığı önüne mektebli kızlar ve Türkkuşu talebeleri gelmişler. Yama yama şalvarlar bile nakış kadar güzel; Her göz kan içinde. Her beniz uçuk, matem ve çehreyi güzelleştirmiş.
’09.55: Atatürk, Gazi’ye geliyor. Ankara yollara dökülmüş. Hususi otomobillerin hemen hepsi yollarda, içindekiler trene yetişebildikleri yerde durup ihtiram vaziyeti almışlar. Gazi İstasyonu’nda civar çifçiler en büyük çiftçiye son çiçeklerini getirmişler. Aralarında yüksek Ziraat Enstitüsü talebeleri de var.
‘10.03: Beyaz tren Ankara’da. İstasyonda Cumhur reisi, milletvekilleri, halk, asker, polis, memur, bütün Türkiye’nin mümessilleri. En önde sapsarı bir yüz; gözler dopdolu.
‘10.15: Cumhurbaşkanı, yanında meclis reisi ve Genelkurmay başkanı Ebedi Şef’in şimdi iki kat hususi vagonunda.
‘10.26: Atatürk pencereden uzanmış; herkes eline uzanacakmış gibi huşu içinde; saygı duruşu.
‘10.32 –‘ 11.23: İSTASYONDAN MECLİS’E GELİŞ…
Her adımda matemin bir kurşun kapısı açılıyor ve bizi içine alıp kapanıyor. Paslı anahtar seslerine benzer ayak tekerlek çıtırtıları. Onu Ankara’nın kalbine götürüyorlar. Her Ankaralı olduğu yerde yere kapanmışçasına, sadece toprak, manalı ve sesli. Hava; boş, bomboş… Ankara’yı dolduran Mustafa Kemal’miş meğerse!
‘11.23: KATAFALK’IN ÖNÜNDEYİZ…
Sütunlarda renklerle çizgiler, meşalelerde şıklarda isler dile gelmiş. Atatürk’e yakışır bir durak. Arka cephenin muhteşem beyazlığı, yavrusunun üstüne titreyen kuğu kanadı gibi.
‘12.10 – ‘23.50: ANKARA, ATATÜRK’ÜN MANEVİ HUZURUNDA…
Tabutun önünde ona nazaran hiçliğin hakkını verir gibi birer gölgeye dönenlerden çoğu biraz ötede katı bir cisim gibi yola düşüveriyorlar. Bütün gece; gökyüzü yaşlı; Ankara sokaklarında.
*ETNOGRAFYA MÜZESİ ÖNÜNDE…
“21 İkinci teşrin Pazartesi”
‘08.40: Meclisin önündeki cadde, Ulus Meydanı’ndan Gençlik Parkına kadar, sessiz boş ve ıslak; bir devin üstüne, kurşun gök kapağı mıhlanmak üzere olan bir muhteşem tabut gibi; başucunda, Atlı heykel nöbette.
‘08.41 – 09.15: Halk sinemasının gerisinde Müdafai Hukuk Caddesi, mahşerin Tanrı önünden geçmesi için nizamlaşacağı manzarada; törene katılacak dünya askerleri sıralanmışlar.
‘09.20: Meclis, mebus ve mümessillerle doluyor.
‘09.32: Başvekil ve vekiller geldiler.
‘09.35: (Arşimet manivelâya istinat bulsam dünyayı yerinden oynatırım demiş) 80 Türk askeri, bir cihanı, bir top arabasında taşımaya gelmiş.’09.42: Atatürk, 12 mebusun omzunda bir top arabasına binmeye gidiyor.
‘10.07 – ‘10.44: Türkiye’nin ve dünyanın bütün askerleri en büyük askerin önünden en büyük bir ihtiramla geçiyorlar. (Asker geçişini nasıl alsan gibi seyreder, nasıl hoşlanır ve gülümserdi; doğrulup selam verse ya… Mızrak eğik, bayraklar eğik ve o boylu boyunca uzanmış; üstü kapanmış…)
‘10.45: Top arabası yola koyuldu.
‘10.45 – 12.45: Şophen’in matem marşı kumların çıtırtısı ve kalplerin vuruşu… Atatürk, bağırlardan kopa kopa gidiyor. Tuğlalar, silindirler, miğferler, çelenkler… Ne muhteşem bir kabus ormanı!… Bu iki saat içinde, Ankara yalnız Türkiye’nin değil insanlığın da kalbidir. Ve gök, bütün insanlığın, bütün ilahların adına ağlıyor. Peşinde 30 millet gölge gibi “SANKİ GELMİŞ CENAZENE MEVLA”
‘12.46 – ‘01.10: Sergi evi berisinden Halkevi ötesine kadar, insanlığın askerleri, vatanlarından ve istiklallerinden aziz bir şeyin sınırında sıralanmışlar.
‘01.10: Müzenin kapısındayız, tabutu heykelinin önünde duruyor.
‘01.11: İngiltere’nin en büyük askeri Mareşal Birdwood ağrımayan tek ayağı üzerinde, Halkevi balkonunda, selamda. (Ayağının altına Türk toprağı getirtmiş.)
‘01.20: Tabutu müzedeki yerine koyuyorlar.
‘01.30: Bir müze, içine bir cihan alarak kapanıyor.
‘01.35: Atatürk’ü ebediyete bıraktık, hayır ebediyete götürüyoruz. Bu saatten ebediyete kadar Mustafa Kemal’in yolundayız.
KAYNAK: Behçet Kemal ÇAĞLAR
EKSİKLİKLER BENİM FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR. BİR BAŞKA YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALINIZ.
Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.