16 Mayıs 1916 tarihli Sykes-Picot Antlaşması, Türk Tarihi’nin en acı vesikalarından olan ve 10 Ağustos 1920’de Paris’in banliyölerinden Sévres’deki çini fabrikasının sergi salonunda imzalanan Sevr Antlaşması’nın bölgesel uygulama koşullarının esasını oluşturmaktadır. Özellikle Ortadoğu’da günümüze kadar devam eden ve halen devam etmekte olan kaos, şiddet ve savaş gibi bir türlü çözülememiş olan birçok sıkıntının da kaynağı olarak görülmektedir. Öyledir de. Çünkü, Sykes-Picot Antlaşması Sevr Antlaşması’nın sınırlar konusundaki yaklaşımını açıkça bizlere göstermektedir.
Birinci Dünya Savası yıllarında, İngiltere, Fransa ve Rusya arasında yapılan gizli anlaşmalardan biri olan Sykes-Picot Antlaşması, 1916 yılının başında başlayan ve birkaç ay devam eden karşılıklı nota ve mektuplaşmayı kapsamaktadır. Bu nedenle antlaşmayı oluşturanların isimleri ile anılmıştır. Bu isimleri kısaca tanıyacak olursak; Mark SYKES, Katolik ve zengin bir ailenin çocuğu olarak 1911 yılında İngiltere Avam kamarasına seçilmiştir. Cambridge Üniversitesi mezunu olan Mark Sykes, pek çok kez Türkiye’ye gelip gitmiş, dört yıl İstanbul’da kalmış ve İngiliz elçiliğinde çalışmış bir kişidir. 1915 yılında Ortadoğu’yu iyi bilen genç bir politikacı olarak İngiliz Savaş Bakanlığı’na alınmış, “Hasta Adam” Osmanlı’ya karşı alınacak tavrı oluşturan “De Bunsen” komitesinde de görev yapmış ve İngiliz Hükümeti’ne komitenin yaptığı çalışmalar sonunda Osmanlı topraklarının yarı özerk şekilde yerinden yönetilmesi önerisini götürmüştür. Ancak Mark Sykes ‘in Osmanlı topraklarının İtilaf Devletleri’nce işgali ya da etki alanlarını bölmek ya da olduğu gibi bırakıp İstanbul Hükümeti’ni İngiltere’ye tabi kılmak seçenekleri başlangıçta komitece doğru bulunmamıştır.
Doğru bulunmamıştır amma hiç beklemediği Çanakkale yenilgisi İngiltere’yi, Ortadoğu hesaplarını tekrar yapmak zorunda bırakmış, Arap milliyetçiliğini destekleme düşüncesi İngiltere’de ön plana çıkmıştır. Mark Sykes, Arapça konuşulan yerlerde Fransız girişimlerinden de rahatsız olduğundan Fransızlarla bir anlaşma yapma gereğini dile getirmiştir. Bunun üzerine Fransız temsilcisi François Georges PİCOT, 23 Kasım 1915 tarihinde Londra’ya gelip görüşmelere başlamıştır. O sırada Ortadoğu’da bulunan Mark Sykes, Londra’ya çağırılmış ve tıkanan görüşmelerde İngiltere’yi temsil etmesi istenmiştir.
François Georges Picot ise sömürgeci bir Fransız ailesinin oğludur. Babası Fransız Afrika’sı Komitesi’nin kurucusu, kardeşi Fransız Asya’sı Komitesi’nin saymanı olan bir kişidir. Özetle Fransız Suriye’si düşüncesini savunan ateşli bir sömürgeci taraftarıdır.
1916 yılına gelindiğinde, İngiltere ile Fransa Osmanlı Devleti’ni paylaşma planları yaparken, Çarlık Rusya’sı, Kafkas Cephesinde Osmanlı orduları ile savaş halindedir. Erzurum’u ele geçiren Ruslar, püskürttükleri Osmanlı-Türk askerlerini takip etmek için üç koldan ilerlemeye başlamıştır. Rus ordusunun güney kolu Musul’a doğru ilerlemektedir. İşte bu durum İngiltere ve Fransa’yı endişelendirmiş, aralarında Osmanlı topraklarının paylaşımını tespit edebilmek düşüncesiyle Sykes-Picot Anlaşması ortaya çıkmıştır. Gizli Anlaşma’nın temel projesi 9 Mart 1916’da Petrograt’daki İngiliz ve Fransız büyükelçilikleri tarafından Rus Dışişleri Bakanı Sergey Dmitriyeviç Sazanov’a verilen muhtırada açıklanmıştır. Söz konusu muhtırada İngiltere ile Fransa’nın üzerinde anlaşmaya vardıkları maddeler sıralanmaktadır. Çarlık Rusya’sının bu anlaşmaya katılması özetle şöyle teklif edilmiştir:
… “İngiltere ve Fransa’nın himayesinde bağımsız bir Arap Devlet (veya birleşik Arap Devletleri) teşkil edilecektir. Teşkil edilecek bu bağımsız Arap Devleti, Fransız ve İngiliz himaye bölgesine ayrılacaktır. Filistin’de uluslararası denetim altında özerk bir eyalet kurulacaktır. Ayrıca Hayfa ve Akka limanları İngiltere’ye verilecektir. İskenderun, İngiltere’nin ticaret işleriyle ilgili hususlarda serbest bir limanı olacaktır. Hayfa Limanı da Fransa Hükümeti’nin veya onun himayesi altına girecek ülkelerin ya da sömürgelerin ticaret malları için serbest bir liman sayılacaktır. Kızıldeniz’in doğu kısmındaki adalar bağımsız Arabistan Devleti’ne verilecektir. Karadeniz ile Urmiye Gölünden başlayarak, Van, Muş, Bitlis ve Harput’un güneyinden, Toros Dağı’ndan geçerek Anamur’a kadar çizginin arasında bulunan arazi ile Akka’dan başlayıp Anamur’a kadar uzanan Suriye ve Kilikya’dan oluşan deniz kıyısına yakın dar arazi de Rusya’ya verilecektir.”
Çarlık Rusya’sının eleştirileri üzerine İngiltere ile Fransa hazırladıkları muhtırada ufak tefek değişiklikler yaptıktan sonra ancak Ekim 1916’da Rusya ile anlaşabilmişlerdir. Fakat 25 Ekim 1917 tarihinde gerçekleşen Rus Devrimi ya da Büyük Ekim Sosyalist Devrimi üzerine Rusya anlaşmadan çekilmiştir. Rus devriminin önde gelen isimlerinden Yahudi bir ailenin ferdi olarak dünyaya gelen Lev Davidoviç (Troçki) 26 Kasım 1917 tarihinde anlaşmayı kamuoyuna deşifre etmiştir. İtalya’nın Sykes-Picot Anlaşmasını öğrenmesi üzerine, bu paylaşıma dahil edilmesi “Saint-Jean-de-Maurienne Antlaşması” ile olmuştur. Bu Gizli Antlaşmaya göre de İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’nin paylaşımında toprak vereceklerini vadederek İtalya’yı İtilaf Devletleri safında savaşa girmeyi ikna etmişlerdir. İtalya’ya Mersin dışında Antalya, Konya, Aydın ve İzmir verilmek istenmiştir. İtalya Büyük Roma İmparatorluğu hayali ile Ortadoğu’dan bir pay alabilmek düşüncesi ile bu teklifi kabul etmiştir.
Gazeteci yazar Murat Bardakçı’nın “Enver” isimli eserine göre, İngiltere ile Fransa tüm bu gizli anlaşmalara rağmen, her iki devlet de Ortadoğu’da kendi menfaatleri için birbirlerinin aleyhinde de çeşitli girişimlerde bulunmuş, projeler üretmiştir: …”Mesela Arap ve Yahudi kartlarını müttefiklerine duyurmadan senelerce oynayan İngiltere’nin Mısır’daki Yüksek Komiseri Sir Henry McMahon 1915 yazından itibaren Mekke Şerifi Hüseyin ile altı ay boyunca mektuplaşarak (Osmanlı Devleti’ne İsyan Etmeleri Karşılığında!) bir Hicaz Krallığı’nın kurulmasını kabul ettiklerini bildirmiş, İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour da 1917 Kasım’ında İngiltere’deki Yahudi cemaatinin liderasyonu’nda hükümetinin Filistin’de bir Yahudi vatanı kurulması için destek vereceğini yazmıştır.
Fransa ise Ortadoğu’daki İngiliz varlığına karşı seneler boyunca yine gizli ama şiddete uzanan faaliyetler içinde bulunacaktır. Bir örnek: İngiliz arşivlerinde 2007’de fark edilen 1945 tarihli bir istihbarat raporuna göre, İngiltere’nin Filistin’de manda idaresinin devam ettiği senelerde başlayan Yahudi terörünü finansa edenlerin arasında Fransa vardır! İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman işgaline uğrayan Fransa’nın Naziler’den kurtulması için İngiliz askerleri de mücadele verdikleri sırada, Fransa özellikle Yahudi Milis Örgütü Hagana İngilizler’e karşı kullanılması için silah ve cephane göndermektedir.”
İtilaf Devletleri, Sykes Picot Anlaşması gereğince Osmanlı topraklarını işgal etmeye 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası derhal başlamışlardır. İşgali kolaylaştırmak içinde ordunun terhisine önem vermişlerdir. 14 Ekim 1918 tarihinde hükümeti kuran Ahmet İzzet Paşa ilk iş olarak ateşkes antlaşması yapmak için koşulları zorlamış, antlaşma sonrasında teslimiyetçi bakışıyla ordulara gönderdiği talimatla, işgal güçlerine direnmemeyi emretmiştir. Bu duruma Mustafa Kemal Paşa dışında net olarak karşı çıkan olmamıştır.
İngilizler, Sykes Picot Anlaşması’nda belirlediği sınırları çizebilmek için önce Süveyş, Körfez ve Hindistan yolunu güvenlik altına alma düşüncesi ile Musul, Batum, İskenderun çizgisi üzerinde zengin petrol kaynaklarını ele geçirmek amacıyla işgallere başlamıştır. Ayrıca; Doğu ve Güneydoğu savunma ve güvenlik hattı boyunca mandaterliğinde Ermeni-Kürt-Arap ve Süryani devletçiklerini de oluşturabilmek için işgal bölgelerini seçmişlerdir. Bu amaçla ilk iş olarak Musul’u işgal etmek için harekete geçmişlerdir:
-9 Kasım 1918 tarihinde Musul’u,
-10 Kasım 1918 günü Çanakkale Boğazı’nı,
-13 Kasım’da 1918 tarihinde de İstanbul Boğazı’nı,
-24 Kasım 1918 günü Adana’yı,
-6 Aralık 1918 tarihinde Kilis’i ve 24 Aralık günü de Batum’u işgal etmişlerdir.
Eğitimci, araştırmacı ve yazar Zeki Sarıhan, “Kurtuluş Savaşı Günlüğü” adlı eserin birinci cildinde: “4 Aralık 1918 tarihinde Siyonistlerin lideri Weizmann, İngiliz Dışişleri Bakanı A.J. Balfour ile Filistin sorununu tartışmış, Filistin’e aynı kuşaktan 4-5 milyon Yahudi yerleştirilmesini, buranın bir Yahudi yurdu haline getirilmesini istemiştir. Balfour’un sorusu üzerine Weizmann; Yahudi devleti içinde, Yahudi olmayanların yurttaşlık haklarından bütünüyle yararlanacaklarını söylemesi üzerine Balfour; Faysal ile anlaşmalarını söyledi” demektedir. Burada adı geçen Siyonist lider Yahudi kökenli Haim Weizmann Azriel ‘dir, Rusya’nın Belarus bölgesindeki Pinsk kentinde doğmuş politikacıdır ve gelecekte İsrail Devleti’nin ilk cumhurbaşkanıdır. Weizmann, İsrail Devleti’nin kuruluşunda önemli rol oynayan ‘Balfour Deklorasyonu’nun yayılması için özellikle uğraşmış ve 3 Ocak 1919 tarihinde Hicaz Kralı Hüseyin adına Faysal ile Filistin’de Yahudi devleti kurulmasını öngören bir anlaşma imzalamıştır. Weizmann, Arap davası Konferans önüne geldiğinde ise Arapları desteklemeye söz vermişti.
Anlaşmaya göre;
-Filistin’de din ayrılığı güdülmeyecek.
-Yahudilerin Filistin’e göçmesi teşvik edilecek.
-Yahudiler, Arapların ekonomik kaynaklarının işletilmesi için yardım edecekler.
-Anlaşma Arap Bağımsızlığı gerçekleşince yürürlüğe girecek.
Anlaşma, Fransızların aleyhinde ve İngiliz planlarına uygun düşmektedir. Öyledir ki, 29 Aralık 1918 tarihinde Fransız Parlamentosu’nda bir konuşma yapan Dışişleri Bakanı Stephen M. Pichon, “Bizim Osmanlı İmparatorluğu’nda karşı çıkılamayacak haklarımız vardır; Tarihe ve anlaşmalara dayanan haklarımız Suriye, Lübnan, Kilikya, Filistin’i içine almaktadır. Manda sistemi karşısında bile bu istek ve haklarımızdan hiçbir zaman vazgeçmedik” demiştir.
İngiliz işgalleri 1919 yılının başından itibaren de devam etmiştir.
3 Ocak 1919 tarihinde Cerablus’u,
10 Ocak 1919 günü (Gazi)Antep’i,
23 Ocak 1919 tarihinde Konya İstasyonu’nu,
22 Şubat 1919 günü (Kahraman)Maraş’ı,
27 Şubat 1919 tarihinde Birecik’i,
9 Mart 1919 günü Samsun’u (Sadece bir müfreze asker çıkarılmış, Merzifon’a da bir kıta gönderilmiştir.),
24 Mart 1919 tarihinde Urfa’yı,
13 Nisan 1919 günü de Kars’ı işgal etmişlerdir.
Ancak, Skyes-Picot Anlaşması gereğince Fransızlara bırakılan yerlerin İngilizler tarafından işgal edilmesi Fransızları rahatsız etmiş, nitekim bu bölgeler “15 Eylül 1919’da Suriye İtilaf namesi” adında yapılan anlaşma ile Fransızlara terk edilmiştir. Suriye İtilafnamesi ile İngiltere, Musul ve Filistin’i almış karşılığında da Suriye, İskenderun ve Kilikya’yı Fransa’ya vermiştir.
Mondros Ateşkes Antlaşması ile Osmanlı Devleti’ni fiili olarak ortadan kaldıran Müttefik Devletler Osmanlı topraklarını paylaşma konusunda aralarındaki uyuşmazlığı çözmek için barış görüşmelerine başlamışlardır. İlk aşama olarak 18 Ocak 1919 tarihinde Paris’te, “Paris Barış Konferansı” düzenlenmiştir. Birinci Dünya Savaşı’na katılmış 32 devletin temsilcisinin katıldığı Paris Barış Konferansı ülkelerin sınırlarını tekrar çizmek için yapılmış bir konferanstır. Konferansta ağırlıklı söz sahibi olan İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri başbakan ve dışişleri bakanlarından oluşan “10’lar Konseyi” denilen bir yapıda oluşturulmuştur. Yine Japonya dışındaki dört ülkenin başkan ve başbakan yardımcılarının oluşturduğu “4’ler Meclisi” özel toplantılarla istedikleri kararları alır boyuta ulaşmıştır. ABD Cumhurbaşkanı Wilson, İngiliz Başbakanı Orlando, Paris Barış Konferansı’na damga vurmuş olmasına rağmen, İngiltere ve Fransa en karlı çıkan ülke olmuştur.
Çünkü İngiltere bu konferansa gizli bir plan hazırlayarak katılmıştır. Plan gerçekleşirse, Suriye – Filistin – Mezopotamya – Arabistan – Ermenistan ve Kafkasya’da Osmanlı egemenliği sona erecek, FİLİSTİN, AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ (ABD) ’nin veya İNGİLİZLER ‘in denetimine verilecekti. Musul, Bağdat veya Basra’da İngiliz denetiminde Arap devleti veya Arap devletleri kurulacaktı. Yine plan gereği ABD veya Fransa koruyuculuğunda Ermenistan, ABD koruyuculuğunda Kafkas devletleri kurulacak ve İngiltere rehberliğinde Kürtlerin ve Nasturilerin özerkliği olacaktı…
Nitekim, 30 Ocak 1919 Perşembe günü İngiltere, Fransa, ABD ve İtalya temsilcilerinden meydana gelen Yüksek Konsey, Ermenistan – Suriye – Mezopotamya – Filistin – Arabistan ve Kürdistan’ın Türkiye’den ayrılması ve himaye sisteminin kabulünü kararlaştırmıştır. 30 Ocak tarihli bu karar Birinci Londra Konferansı günlerinde 27 Şubat 1920 günü karara bağlanmış hazırlanan anlaşma metni 18 Nisan – 16 Nisan 1920 tarihleri arasında düzenlenen San-Remo Konferansında son hali verilmiştir.
Birinci Londra Konferansı’nda hazırlanan ve San- Remo Konferansında son hali verilen antlaşma metninin sunulması için çağrılan Osmanlı Hükümeti temsilcileri olan çeşitli zamanlarda sadrazamlık yapmış olan Tevfik Paşa, Nafıa/Bayındırlık Bakanı Cemil Paşa, Dahiliye Nazırı/İçişleri Bakanı Ahmet Reşit (Rey), Milli Eğitim Bakanı Fahrettin Bey Paris’e gitmişlerdir. Hazırlanan antlaşma metni 11 Mayıs günü Fransız Başbakanı Millerand tarafından kendilerine sunulmuştur. Fransa Başbakanı, cevabın yazılı olmasını istemiş ve bunun için Osmanlı Hükümeti’nin bir aylık süresi olduğunu belirtmiştir.
Bu süreçte İstanbul Hükümeti’nin Sadrazam Damat Ferit Paşa başkanlığında bir kurul oluşturarak, antlaşma koşullarını hafifletmek için haziran ayında tekrar Paris’e gittiğini biliyoruz. Bu kurulda Damat Ferit Paşa’dan başka; eski sadrazamlardan Tevfik Paşa, Danıştay Başkanı aynı zamanda Nazır/Bakan olan Rıza Tevfik Bey, Maliye Nazırı/Bakanı Mehmet Tevfik Hamdi Bey ve danışman olarak Bern Elçisi Reşat Halis Bey, Dışişleri Bakanlığından Şevket Bey, Tevfik Paşa’nın oğlu Ali Bey ile Sadrazamın danışmanlarından Rıfat Bey bulunmaktadır.
Emperyalistler, Osmanlı Hükümeti’nin San-Remo kararlarının ağır koşullar içerdiğini belirterek, anlaşmada yer alan hükümlerin hafifletilmesi isteklerini bildirmelerini istemiş, ayrıca delegelere 27 Temmuz tarihine kadar da son kez süre verildiği belirtilmiştir. Bunun üzerine Padişah Vahdettin’e sunulan ve Osmanlı Hükümeti tarafından kabul edilmesi önerilen antlaşma, padişahın biraz da sorumluluktan kaçmak için Saltanat Şurası’ndan karar çıkarılmasını istemesi üzerine 22 Temmuz 1920 tarihinde Yıldız Sarayı’nda Saltanat Şurası’nda görüşülmüş ve kabul edilmiştir.
İstanbul Hükümeti; Hadi Paşa, Rıza Tevfik Bey ve Reşat Halis Bey’den oluşan delegasyonu Paris’e göndererek, anlaşma hükümlerinin hafifletilmesini ve Fransız Devleti’nden tekrar istemiş, ancak teklif kabul edilmeyince 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr’de tarihimize kara bir leke olarak geçen “Sevr Antlaşması” bu kişilerce imzalanmıştır.
Sevr Antlaşması’nın imzalandığı haberi Ankara’ya ulaşınca, Mustafa Kemal Paşa derhal Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni toplamış ve çok sert bir açıklama ile Sevr Antlaşması’nın kabul edilmeyeceğini şöyle belirtmiştir: …” Siyasi, adli ve mali istiklalimizi imhayı ve tüm varlığımızı inkâr ve yok etmeyi hedef alan Sevr Antlaşması bizim için mevcut değildir.”
Sevr Antlaşması 433 maddeden oluşmaktadır. İlk 26 maddesi Milletler Cemiyeti ile ilgilidir ve Milletler Cemiyeti’ni kabul edip üye olan devletlerin amacını tekrarlayarak Sevr Anlaşması başlamaktadır: “Uluslararasında işbirliğini geliştirmek ve uluslararası barışı ve güvenliği sağlamak için, savaşa başvurmamak konusunda bir takım yükümlülükler kabul etmek, gizlilikten uzak, adaletli ve onurlu uluslararası ilişkiler sürdürmek, Hükümetlerce bundan böyle eylemsel davranış kuralı kabul edilen uluslararası hukuk kurallarına kesinlikle uymak, örgütlenmiş hakların karşılıklı ilişkilerinde adaleti korumak ve antlaşmalardan doğan bütün yükümlülüklere titizlikle saygı göstermek gerektiğini göz önünde tutarak, Milletler Cemiyeti’ni kuran işbu Antlaşmayı (Sevr) kabul etmiş sayılır.”
Okunduğu üzere Sevr Antlaşması’nda, Osmanlı Devleti’nin paylaşımından başka, emperyalist güçlerin dünya paylaşımını da bir şekilde düzenlemek gibi amacı da vardır. Antlaşmanın ‘94 – 95 – 96 ve 97’nci maddelerde Suriye, Elcezire/Irak ve Filistin bölgeleri belirtilip bu yerlerin “manda” yönetimi tarafından idare edileceği yazılmıştır.
94.Madde: …” Bağıtlı/Anlaşmalı yüksek taraflar, kendi başlarına yaşayacak duruma gelinceye kadar, bir mandaterin öğütleri ve yardımıyla yönetimlerine yön vermek koşuluyla I. Bölümün (Milletler Cemiyeti Misakı) 22’nci maddesinin 4’üncü paragrafı uyarınca, Suriye ile Mezopotamya’nın/Elcezire/Irak’ın bağımsız devlet olarak geçici tanınmaları konusunda karara varmışlardır. İşbu antlaşmanın yürürlüğe girişinden başlayarak on beş gün içinde, 27’inci maddenin II/2’nci ve 3’üncü fırkalarında tanımlanan sınır çizgisi arazisi üzerinde saptamak üzere bir Komisyon kurulacaktır. Bu Komisyon, Fransa, İngiltere ve İtalya’nın her birine atanacak üç üye ile Devlet-i Osmaniye’nin /Türkiye’nin atayacağı bir üyeden oluşacaktır. Bu Komisyona, gereğine göre, Suriye ile sınıra ilişkin olarak Irak’ın bir temsilcisi olacaktır. Adı geçen devletlerin öteki sınırları ile mandaterin seçimi, Başlıca Müttefik Devletlerce saptanacaktır.”
95.Madde: …” Bağıtlı/Anlaşmalı yüksek taraflar, 22’nci madde hükümlerinin uygulanmasıyla, Başlıca Müttefik Devletlerce saptanacak sınırlar içinde Filistin yönetimini, sözü edilen devletlerce seçilecek bir Mandatere vermeyi kararlaştırmışlardır. Mandater, Yahudi halkı için Filistin’de bir ulusal yurt kurulmasından yana İngiliz Hükümetince daha önce 2 Kasım 1917 tarihinde açıklanan ve diğer müttefik devletlerce kabul edilen bildirinin uygulanmasından sorumlu olacaktır. Şu kadar ki, Filistin’deki Yahudi olmayan toplumların yurttaşlık haklarıyla dinsel haklarına ve başka herhangi bir ülkedeki Yahudilerin yararlandıkları haklara ve siyasal statüye zarar verecek hiçbir şey yapılmayacaktır. Mandater Devlet, çeşitli dinsel toplumlara ilişkin bütün sorunları ve istemleri incelemek ve bunların çözümünü sağlamak için en kısa sürede bir Komisyon kurmak yükümlülüğünü kabul eder. Bu Komisyonun kuruluşunda ilgili dinsel çıkarlar göz önünde tutulacaktır. Komisyon başkanı, Milletler Cemiyeti Konseyince atanacaktır.”
96.Madde: …” Yukarıda sözü edilen topraklara ilişkin mandaterin koşulları, Başlıca Müttefik Devletlerce saptanacak ve onaylanmak üzere Milletler Cemiyeti Konseyine sunulacaktır.”
97.Madde: …” Türkiye, bu bölümde sözü edilen sorunlara ilişkin olarak alınabilecek her türlü kararı, 132’nci madde hükümlerine uygun olarak kabul etmeyi şimdiden yükümlenir.”
Sonuç olarak; Sykes-Picot Anlaşması’nın uzantısı olan Sevr Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’daki topraklarının paylaşımı tamamlanmış, Milletler Cemiyeti’ni oluşturan devletler Kudüs’te beraberce yer alacakları müstakil bir yönetim konusunda anlaşmışlardır. 1922’de Milletler Cemiyeti İngiltere’ye Filistin’de Manda Yönetimi için yetki vermiştir. Aynı Cemiyetin önerisi doğrultusunda, Filistin ile Yahudiler ‘in tarihsel bağları nedeniyle Yahudiler’e “Jewish National Home” adı altında yörede yerleşim olanakları sağlamayı uygun gören İngilizler, bugünkü Ürdün ve havalisini yerleşim için serbest bırakmışlardır.
İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Balfour’un yöreye Yahudi göçünü onaylar tutumdaki beyanatından sonra, yöreye Yahudi göçü arttı. 1919 ile 1923 yılları arasında çoğu Rusya’dan olmak üzere 35.000 kişi göç etmiştir. Bunlar Kibutz ve Moşav bazında tarımsal yerleşim birimleri kurarken, daha sonra (1924 – 1932) çoğu Polonya’dan gelen 60.000 göçmen, kentsel yerleşime ve küçük ticarethanelere yönelmiştir. II. Dünya Savaşı’ndan önce gelenler ise yaklaşık 165.000 dolayındadır ve çoğu Almanyalı serbest meslek sahibi ve bilim adamıdır. Bunlar yerleşim yerlerinin teknik ve kültürel düzeyini yükseltmişlerdir.
İngiliz Manda Yönetimi, Arap ve Yahudi toplumlarını içişlerini yönetmekte serbest bırakmıştır. Ancak 1920 ve 1939 arasında Yahudilerin bölgeye göçü ve yerleşimi yüzünden yerli Araplar arasında gelişen milliyetçi akımın da baskısıyla, İngilizler Yahudi göçünü yasaklayan bir belge yayınlamışlar, Nazi rejiminden kaçanları kabul etmemişlerdir. İngilizler, Holokost’un ve Savaş bitiminden sonra da Yahudi göçüne engel olmuşlardır. Buna karşın 85.000 kişi ülkeye gizlice girmeyi başarmıştır. İngilizler 1948’de Manda yönetimine son verdiklerinde, kurulan İsrail Devleti’nde 650.000 Yahudi bulunmaktaydı…
İsrail Devleti (Medinat Yisrael), 14 Mayıs 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun taksim planı diye bilinen 29 Kasım 1947 tarihli kararı uyarınca, Filistin üzerindeki İngiliz manda yönetiminin sona ermesinden birkaç saat önce kurulmuştur. Yeni devletin başkenti 1980’de Knesset tarafından ilan edilen Kudüs (Yeruşalayim)’tür. Bununla beraber İsrail’de elçiliği bulunan ülkelerin çoğu, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımadıklarından, büyükelçilerin hemen hemen tamamı, Tel-Aviv-Yafa ’dadır. Devletin sınırları, ilk olarak Arap devletlerini karşı karşıya getiren Birinci İsrail-Arap Savaşı’ndan sonra 1949’da silah bırakılmasıyla beraber saptanmış, 1967’deki “Altı Gün” Savaşı sonunda Ürdün’ün Yarden Nehri’nin batısındaki Batı Şeria’yı, Kudüs’ün Araplara ait bölümünü ve Suriye sınırındaki Golan’ı topraklarına katmıştır.
1991’de nüfusu 5.000.000 olan İsrail Devleti’nin 2023 itibarıyla düzenlenen verilere göre 9 milyon 656 bin kişi olarak saptanmıştır. Nüfusun 1/6 dolaylarında bir bölümü Arap azınlıktan oluşmuştur. Ülkeye 1919’a kadar 60.000 kişi, 1919-1946 arasında daha çok Doğu ve Orta Avrupa’dan gelen 450.000 kişi, 1948-1951 arasında yaklaşık yarısı Orta Doğu’daki ve Kuzey Afrika’daki Müslüman ülkelerinden 685.000 kişi gelmiştir. Sonraki yıllarda Batı Avrupa’dan, Kuzey Amerika’dan ve S.S.C.B ‘den göçler daha düşük tempolarla devam etmiştir.
İsrail Devleti’nin 14 Mayıs 1948 tarihli Kuruluş Beyannamesi’nde, “tüm vatandaşlarına sosyal ve siyasal haklarda din, ırk veya cinsiyet ayrımı söz konusu olmaksızın eşitliğin; din, vicdan, dil eğitim ve kültürde özgürlüğün, tüm dinlerin kutsal yerlerinin muhafazasının ve Birleşmiş Milletler ’in akdine bağlı kalınacağı” vurgulanmıştır.
Ancak 2004’te resmiyet kazanan “Hatikvah (Umut)” isimli milli marşın sözleri bu vurgudan çok uzaktır. Araştırmacı yazar Yusuf Basael (d. 1948, İstanbul), “Yahudi Tarihi” adlı eserinde “Bu devletin temelinde Yahudi milliyetçilerin, Diaspora ‘da Yahudilere karşı uyanan düşmanlığa çare olarak Filistin’de ulusal bir yurt yaratma konusundaki 19. Yüzyılın sonlarından beri süre gelen çabalar yatar” demektedir.