Benim çocukluğumda soframıza kuşlar konar, rüyalarımıza melekler uğrardı. Kapımızdan yoğurtçu, bahçemizden ishakkuşu, kalbimizden yeni çıkan şarkılar geçerdi; Kışın bir sobamız olurdu, sobanın yanında kedimiz, kedinin önünde yün yumağı…
Bir Hayat Bilgisi fotoğrafı gibiydik der İbrahim Sadri “Kuş Hatıraları” adlı şiirinin ilk dizelerinde.
Hatırlar mısınız?
Bir de Hayat dergisi vardı…
6 Nisan 1956 günü yayın hayatına İstanbul’da başlamış olan haftalık Hayat dergisi, dönemin sohbet yazıları ve radyo programları ile tanınan Şevket RADO (D. 21 Nisan 1923, Üsküp, Makedonya – Ö. 9 Nisan 1988 İstanbul) tarafından çıkarılmıştı. Sahibi her ne kadar Yapı Kredi Bankası olsa da 1956 yılının sonunda kâğıt yokluğu nedeniyle bir süre yayını durdurulan dergi, ikinci yayın dönemine ithal kâğıda renkli resimlerle basılan bir dergi oldu. Renkli kapakları ve derginin ortasında yayımlanan tam sayfa resimleri ile büyük ilgi uyandırdı.
Yazı işleri müdürlüğünü sırayla Hikmet Feridun Es (D. 1909, İstanbul – 1992, İstanbul), İbrahim ÇAMLI, Sadun ALTUNA, Çetin EMEÇ (D. 1935, İstanbul – Ö. 7 Mart 1990), Mehmet KAYABAL, Seyfettin TURHAN üstlendi.
Yazarlar kadrosunda yer alan isimler ise; Nezihe ARAZ, Hikmet Feridun ES, Semiha ES, Şevket RADO, Yılmaz ÖZTUNA, Naşit Hakkı ULUĞ, Rakım ÇALAPALA, Nihat MENTEŞ gibi isimler bulunsa da 70’lerdeki siyasal ortamda işlevini kaybetmiş ve başlayan bir grev sonucu 6 Temmuz 1979’da son sayısını yayımlayarak kapandı. Satışa çıkan dergiyi Kemal UZAN satın aldı ve 1980’lerin sonuna kadar Star Medya Grubu’nun bir parçası olarak aynı adla çıkarmaya devam etti.
Hayat dergisinin 1956 yılında yayımlanan 36’ncı sayısının 15’nci sayfasında, Balkan Savaşları sırasında Yanya’da gösterdiği savunma direnişi ile tanınmış ve Çanakkale Savaşı’nda büyük başarı göstermiş; düşman kuvvetlerinin boğazı geçip İstanbul’a varmasını önleyen komutanlarımızdan Esat Paşa’nın Çanakkale Hatıralarına yer verilmişti.
Mehmet Esat BÜLKAT 1303 (1887) P.-1 (D. 18 Ekim 1862 Yanya, – 2 Kasım 1952, İstanbul.)
Hatıratta;
—‘16 Temmuz 1915 tarihinde İstanbul’dan Çanakkale harp alanını gezmeye gelen gazeteci, yazar ve şairlerden oluşan bir edebi heyetin gelişleri ve heyette olan kişiler;
1- Hamdullah Suphi (Tanrıöver), 2-Ahmet Ağaoğlu, 3-Ali Canip (Yöntem), 4-Ömer Seyfettin, 5- Mehmet Emin (Yurdakul),6-İbrahim Alaettin (Gövsa)
7- Hakkı Süha (Gezgin),
8- Enis Behiç (Koryürek)’in de içinde bulunduğu heyet, Çanakkale cephesine gelerek 5. Ordu ve 3. Ordu karargâhlarını ziyaret etmiş, Arıburun ve Seddülbahir harp bölgelerini gezmiştir. Heyet, Cesarettepesi’ne giden yolun düşman kontrolünde ve tehlikeli oluşu nedeniyle Atatürk ’ü ziyaret edememiş, ancak telefonla konuşarak başarılarını kutlamıştır.”
Yazar İsmail ÇOLAK ‘ın “Okuldan Çanakkale’ye: Mahşerin İrfan Ordusu” adlı eserinde yayımlanan aşağıdaki fotoğrafı lütfen dikkatle inceleyelim:
Aynı görsel,Türk Silahlı Kuvvetleri Genel Kurmay Başkanlığı’nın “Çanakkale Muharebelerinden Kesitler ve Fotoğraflar” bölümünde yer alır ve:
—“Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal Bey, Çanakkale’de İstanbul’dan gelen misafirlerle görüşmesi” notu ile yayımlanmaktadır. Fotoğrafta da görüldüğü üzere ATATÜRK, Çanakkale’ye gelen heyet ile bizzat yüz yüze görüşmüştür. Ayrıca Sayın ÇOLAK ‘ın eserinde Hayat dergisinin vermiş olduğu “16 Temmuz” tarihini “15 Haziran” olarak verir ve bu heyette yer alan Sayın TANRIÖVER ‘in İkdam Gazetesindeki yazısını tanımlar.
İşte eserin o sayfası;
— “Hamdullah Suphi’nin Gözüyle “Maarif Ordusu”;
Osmanlı Devleti, 1915 Haziran’ında, bazı şair, yazar ve ressamları Çanakkale’ye götürmüş ve cephede gördüklerini, hissettiklerini halka ve gelecek nesiller için aktarmalarını istemişti.
Bunlar arasında Hamdullah Suphi (TANRIÖVER) de vardı. Hamdullah Suphi, aynı yıl İkdam Gazetesi’nde, cephedeki intibalarıyla ilgili şunları anlatmıştır:
—“Görüştüğüm kumandanlara, Erkân-ı Harbiye reislerine, bütün zabitlere (subaylara) daima aynı suali sordum;
İhtiyat zabitleri (yedek subaylar), ordumuzun kendilerinden beklediği hizmeti yapabildiler mi? Bu muharebeye onların bir yararlılığı dokundu mu?
Kumandan Paşa (Cevat Paşa), bu sualime, mealinin bir zerresini değiştirmediğim, imkân nispetinde sadakatle naklettiğim aşağıdaki cümlelerle cevap verdi:
—“İhtiyat zabitlerinden son derece memnunuz. Ordumuza pek büyük bir yardım getirdiler. Onların müşkül addedilen (sayılan) yerlerde vazifelerini hakiki askerlere lâyık bir dürüstlük ve kahramanlıkla ifa ettiklerini gördük. Kendilerine emanet ettiğimiz vazifede, o kadar yararlılık gösterdiler ki bundan dolayı haklarında ne kadar minnettarlık göstersek yeridir.
Daima, bugünkü muharebenin, nasıl bir ehemmiyete malik (sahip) olduğunu; kaybedersek, bu mağlubiyetin ne gibi akıbetler doğuracağını pek güzel idrak eden gençlerden başka ne beklenebilirdi?
Şimdiki muharebemizin, dünkü muharebeden niçin bu kadar farklı olduğunu düşündüğünüz vakit, araya ihtiyat zabitlerinin hizmetlerini de katmak icap eder.”
Mevki-i müstahkem Kumandanı (Cevat Paşa) başka cümlelerle aynı şeyi tekrar etti ve dedi ki:
—“Tahsil görmüş, terbiye almış gençler hiç şüphe yok ki, ordumuza bu kadar yüksek nispette dâhil olunca onların anlayışından, duyuşundan iyi bir netice hâsıl olacaktı.
Bu muharebede nasıl bir dava güttüğümüzü, memleketimizin tarihi ve atisi (geleceği) mevzu bahis olduğunu, onlar gibi derin bir surette idrak eden kimseler, şüphesiz ordumuza fayda vereceklerdi. Pek çabuk bir surette yetiştirdikleri halde, ihtiyat zabitlerimiz eski askerler gibi alışkın bir ruh ile muharebenin bütün şiddetlerine tahammül ettiler ve kendilerine nerede bir vazife tevdi ettikse (verdikse), o vazifeyi aşkla, faziletle ve kahramanlıkla ifa ettiler. Bu gençlerimiz, sağlam bir ruh ile demir gibi asker olduklarını, ayrı ayrı dikkate layık yüzlerce misal ile bize gösterdiler. Biz onlardan son derece memnunuz.”
Ben dedim ki: Hususiyetle pek uzun bir müddet mülki terbiye gördükten sonra acele olarak askerliğe sevk edilen İstanbullu veya taşralı delikanlıların gösterecek bir mukavemette olmaları şüpheli addedilebilirdi. Bu hususta düşündüklerinizi söyler misiniz?
Kumandan Paşa:
—“İlk tahmin ne olursa olsun, onların büyümelerinde kendilerini, tam asker payesine eriştirecek müessirler (faktörler) ne kadar bilinmemiş olursa olsun gerçek şudur ki, ihtiyat zabitlerinin orduya yollanılması bizim için pek büyük bir hayır oldu. Ben buna dair düşündüklerimi hulasa ederek size, eski muharip (savaşçı) ırklarının seciyelerini kaybetmemiş olan bu delikanlılar, tarihlerinin, milletlerinin hayatı ve namusu ortaya konulduğunu görünce, kendilerinden, hatta müfrit (aşırı) olmak üzere, ne isteyebilirsek ne umabilirsek hepsini yaptılar, hepsini temin ettiler, derim. “
Yazar İsmail ÇOLAK ‘ın “Okuldan Çanakkale’ye: Mahşerin İrfan Ordusu” adlı eserinde Hamdullah Suphi (TANRIÖVER) ‘in görüştüğü Kumandan Paşa, Mevki-i müstahkem Kumandanı (Cevat Paşa);
İsmail Cevat ÇOBANLI 1307 (1891)- P.4 (D. 14 Eylül 1870, İstanbul – Ö. 13 Mart 1938, İstanbul.) 29 Ekim 1914’te Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı görevine atanmıştır. Komutanlık boğazın ve kıyıların savunmasından sorumluydu. 18 Mart 1915 tarihindeki Çanakkale Deniz Savaşlarındaki üstün başarıları dolayısıyla 19 Mart 1915 tarihinde tekrar Mirliva rütbesine terfi etti ve Paşa oldu. Bu başarısından sonra “18 Mart Kahramanı” unvanını aldı.
—“EDEBİYAT ÇANAKKALE’DE SINIFTA (mı) KALDI?
Bir dönüşle dönüyor ve tekrar karşılaştığımız Star Medya Grubunu Çanakkale Deniz Zaferi’nin 100.yılında; 13 Mart 2015’te yayımlanan “Edebiyat Çanakkale’de Sınıfta Kaldı” kültür – sanat konulu internet haberini yakalıyoruz.
İlgili haberde:
Edebiyatçı – yazar Beşir AYVAZOĞLU, Çanakkale’ye şahitlik etmek için gönderilen Edebi Heyet’i ve beklenen etkiyi oluşturmayan bu tarihi gezinin hikâyesini yazdı.
Edebiyatçı – yazar Beşir AYVAZOĞLU, Çanakkale’ye giden bu ekibin nasıl bir araya geldiği ve gezinin sonuçlarını “Edebiyatın Çanakkale’yle İmtihanı; Arıburnu ve Seddülbahir’de On gün” adıyla kitaplaştırmıştı.
1915 yılında Harbiye Nezareti Karargâh-ı Umumi İstihbarat şubesi müdürlüğünden bir davet alan otuz kadar şair, yazar, ressam ve bestekârdan Çanakkale’de muharebe alanlarını gezerek duygu ve düşüncelerini, icra ettikleri sanatın diliyle halka ve gelecek nesillere anlatmaları istenir.
Davet edilen isimlerden Abdülhak Hamid, Sami Paşazade Sezai, Cenab Şabahettin, Süleyman Nazif, Tevfik Fikret ve Halit Ziya gibi tanınmış isimler çeşitli gerekçelerle bu tarihi görevi kabul etmezken genç ve tecrübesiz yazarlardan oluşan bu ekip de bu projeden beklentiyi karşılayamaz.
Gördüklerimiz…
Kitaba kaynaklık eden tek ve en temel metnin Hamdullah Suphi’nin İkdam gazetesinde yayınlanan “Gördüklerimiz “ başlıklı yazısı olduğunu söyleyen AYVAZOĞLU, bu notlarda yer alan detaylardan hareketle edebiyatçıların Çanakkale yolculuğunun hikâyesini kayda geçirmiş.
Eli kalem tutan tam on altı kişinin Arıburnu ve Seddülbahir cephelerinde her faniye nasip olmayacak olaylara ve sahnelere şahit olduğu Çanakkale gezisinden geriye kalan yok denecek kadar azdır. Bazıları hiçbir şey yazmamış, şairler de sıradan manzumelerle yetinmişlerdi diyen Beşir Ayvazoğlu, heyetin – devrin şartları yüzünden basına yansımasa da edebiyat ve sanat çevrelerinde ciddi bir rahatsızlık yarattığını ifade ediyor ve ekliyor;
—“Geziye katılanların da katılmayanlarında yazdıkları şiirler vasatın çok altındadır.”
Edebiyatçıların Çanakkale hezimetine dair en sert eleştiri O dönemde Peyami Safa’dan gelir. Ayvazoğlu ise bu başarısızlığı şöyle değerlendiriyor:
—“Çanakkale’de yazılan, Mehmet Akif gibi büyük bir şairin bile bütün şairlik kudretini kullandığı halde zor anlatabildiği bir destanı, Mehmet Emin YURDAKUL ‘dan gencecik, tecrübesiz ve kabiliyetleri sınırlı şairlerden beklemek büyük bir hata ve haksızlıktı. Başarısızlığın sorumluluğu elbette heyeti teşkil ederken yanlış kararlar verenlerindir.”
Mehmet Emin (YURDAKUL): Doğum: 13 Mayıs 1869, İstanbul. Ölüm: 14 Ocak 1944 (74 yaşında). Meslek: Şair, Milletvekili. (Milli Şair diye anılır.)
Değerli yazarımız Beşir AYVAZOĞLU, “Edebiyatın Çanakkale’yle İmtihanı; Arıburnu ve Seddülbahir’de On gün” adıyla yayımladığı eserinde Çanakkale cephesine giden şair, yazar ve sanatçılar için şu isim listesini verir;
1-Mehmet Emin (YURDAKUL), 2-Ağaoğlu Ahmet, 3-Yusuf Razi (BEL), 4-Nazmi Ziya (GÜRAN), 5-Çallı İbrahim,
6- Ömer Seyfeddin, 7-Celâl Sahir (EROZAN), 8- Hamdullah Suphi (TANRIÖVER), 9-Ahmet Yekta (MARDAN),10- Müfid Râtib, 11-Ali Cânip (YÖNTEM), 12-İbrahim Alaettin (GÖVSA), 13- Orhon Seyfi (ORHON), 14- Enis Behiç (KORYÜREK), 15- Hıfzı Tevfik (GÖNENSAY), 16- Hakkı Süha (GEZGİN) yer alıyordu der.”
Fotoğraf: Can DÜNDAR, “Lüsyen; Tarihe Gizlenmiş Bir Aşkın Hikâyesi, s: 192.”
—“MEHMET AKİF (ERSOY) ÇANAKKALE CEPHESİNE HİÇ GİTTİ Mİ?
Cemal KUTAY ’ın 1962 yılında 20 cilt olarak yayımlanan eseri “Türkiye İstiklal ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi” sayfa 10.189’da:
—“Çanakkale’de karşımıza çıkan Mehmet Akif’in ifadesiyle:
‘ESKİ DÜNYA, YENİ DÜNYA, BÜTÜN AKŞAM-I BEŞER, KAYNIYOR KUM GİBİ, TUFAN GİBİ MAHŞER MAHŞER, YEDİ İKLİMİ CİHANIN DURUYOR KARŞISINDA, OSTRALYA İLE BERABER BAKIYORSUN KANADA,’ yazar. Mecazi anlamda olduğu düşünülse de aynı
eserin 10.384 -385’nci sayfasında ise “İbret Aynası ; ÇANAKKALE’DE EDİPLER” başlığı altında ise Mehmet Akif’in de imzası olduğunu iddia ettiği bir de klişe yayınlar:
“ÇANAKKALE’DE EDİPLER”
—“Bütün gözler heyecan ve ümitle Çanakkale’ye çevrilmişti. Düşman donanması istihkâmlarımızı aşabilecek miydi?
İstanbul halkı hicrete başlamıştı; varlıklı aileler hükümetin hiçbir ikazını beklemeden, Anadolu’ya çekilmeye başlamışlardı. Çeşitli sebepler bulunarak başlayan bu Göç’ün umumileştirilmesinden çekinilmiş, halkın maneviyatını yükseltmek, İstanbul’un şahlanan bir iman abidesi önünde, nasıl müdafaa edildiğini memlekete duyurmak için, tanınmış kalem erbabından bir davet heyeti Orduca Çanakkale’ye davet edilmişti.
Şeref defterinde imzalarını gördüğümüz yandaki klişede; şair, edip, bestekâr, ressamlar grubu, Çanakkale’de On dört gün kalmışlar, en ileri siperlere kadar girmişler, kumandanlardan nöbetçi neferlerine kadar müdafaanın bütün kademesiyle konuşmuşlar, 23 Temmuz 1915 Cuma günü Sultanhisar torpidosuyla İstanbul’a dönmüşlerdi.
Mehmet Akif, Mehmet Emin, Enis Behiç, Celal Sahir, Yusuf Akçura, Ağaoğlu Ahmet, Ali Canip, İbrahim Alaettin, Nazmi Ziya, Çallı İbrahim, İbnüvreffik Ahmet Nuri, Ömer Seyfettin, Hıfzı Tevfik gibi gidenlerden bir kısmının müşterek olarak imzaladıkları şeref defterinde, Çanakkale’de gördüklerini, yapılmış ve yapılmakta olanları bir tek cümleye sıkıştırttılar. Bu cümlede, İstanbul’un Türk kalıp kalmamasının da kaderi vardı;
—“ Düşman Çanakkale’yi aşamayacaktır.”
El, kalem tutan edipler, kelimeleri kafiyeleştirebilen şairler, gördüklerini tablolaştıran ressamlar, duyduklarını besteleyebilen sanatkârlar, kalpleri ve kafaları, İstanbul’u kurtarmak için Mehmetçiğin yarattığı harikalarla dolu olarak döndüler.
İbrahim Alaettin (GÖVSA), payitahta şöyle sesleniyordu:
“EY İSTANBUL İÇİN DOLU HİCRANLA,ETEĞİNLE GELDİM YİNE
HÜSRANLA, GÖNLÜMDE VAR ACI, DERİN BİR DÜĞÜM, SENİN İÇİN ÇEKİLENİ HEP GÖRDÜM. SENİN İÇİN BÜTÜN ÂLEM DÖKTÜ KAN, SİNENDEKİ GÜZELLİĞE YAKIŞAN, ŞU MUAZZAM VAKARINLA SEN DE BİL, ÇANAKKALE SENİN İÇİN ÇOK DEĞİL, AH… ORADA MAHVOLANA YAZIKTIR, FAKAT SANA KURBAN OLMAK LÂYIKTIR. ÇOCUKLARIN SANA FEDÂ OLSUN SEN KURTUL, EY CİHANIN PIRLANTASI İSTANBUL!..”
Mehmetçik, bu kahramanlar kahramanı, Türk’ün özü olan yiğitler yiğidi 1913’den yedi yıl sonra, İstanbul için üçüncü defa kan bedeli ödeyecekti: Fetih’te, Çanakkale’de ve Dumlupınarda!..
İstanbul Anadolu’ya daha neler borçlu olduğunu bir bilse!..”
—“ŞEREF DEFTERİNDE İMZALARINI GÖRDÜĞÜMÜZ ŞAHSİYETLER:
Mehmet Akif (ERSOY): Doğum: 20 Aralık 1873, İstanbul. Ölüm: 27 Aralık 1936, İstanbul (63 yaşında). Meslek: Vatan Şairi ve Milli Şair, Veteriner Hekim, Öğretmen, Vaiz, Hafız, Kur’an Mütercimi ve Siyasetçi.
Mehmet Emin (YURDAKUL): Doğum: 13 Mayıs 1869, İstanbul.Ölüm: 14 Ocak 1944 (74 yaşında). Meslek: Şair, Milletvekili. (Milli Şair diye anılır.)
Enis Behiç (KORYÜREK): Doğum: 11 Mart 1891, İstanbul. Ölüm: 18 Kasım 1949 (58 yaşında). Meslek: Şair, Öğretmen, Diplomat, Bürokrat.
Celal Sahir (EROZAN): Doğum: 29 Eylül 1883, İstanbul. Ölüm: 16 Kasım 1935 (52 yaşında). Meslek: Türk Dil Kurumu’nun kurucu dört üyesinden biri olup, Türk Şair, Yazar, Yayıncı ve Politikacı.
Yusuf Akçura: Doğum: 2 Aralık 1876, Ulyanovsk, Simbir, Rusya İmparatorluğu. Ölüm: 11 Mart 1935 (58 yaşında) Meslek: Türk Tarih Kurumu Başkanı, Milletvekili, Yazar.
Ağaoğlu Ahmet (Ahmet AĞAOĞLU): Doğum: 1869, Şuşa, Azerbaycan. Ölüm: 19 Mayıs 1939, İstanbul (69 yaşında). Meslek: Siyaset adamı, Hukukçu, Yazar, Gazeteci.
Ali Canip (YÖNTEM): Doğum: 1887, İstanbul. Ölüm: 26 Ekim 1967, Ankara (80 yaşında). Meslek: Yazar, şair, Edebiyat Tarihi Araştırmacısı, Siyasetçi.
İbrahim Alaettin (GÖVSA): Doğum: 1889, İstanbul. Ölüm: 29 Ekim 1949, Ankara (60 yaşında). Meslek: Yazar, Şair, Öğretmen.
Nazmi Ziya (GÜRAN):Doğum: 1881, İstanbul. Ölüm: 11 Eylül 1937 (56 yaşında). Meslek: Türk Ressam ve Sanat Eğitimcisi.
İbnüvreffik Ahmet Nuri (SEKİZİNCİ): Doğum: 1874, İstanbul. Ölüm: 6 Mart 1935, Ankara (61 yaşında). Meslek: Tiyatro oyuncusu ve Yazar.
Ömer Seyfettin: Doğum: 11 Mart 1884 Gönen, Balıkesir. Ölüm: 6 Mart 1920 (35 yaşında). Meslek: Şair, Öğretmen, Yazar, Türkolog ve Asker.
Hıfzı Tevfik (GÖNENSAY): Doğum: 1892, Selanik. Ölüm: 13 Kasım 1949, İstanbul. Meslek: Eğitimci ve Edebiyat tarihçisi.
Görsel ’de Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal Bey, İstanbul’dan Gelen Yazarlar Heyetine Muharebe Sahasını Anlatırken.
Sizi bilmem ama yukarıdaki fotoğrafta ben Mehmet Akif ERSOY ’u seçemedim. Eğer siz de benim gibi görmediyseniz Sayın Cemal KUTAY ‘ın bir başka eserindeki şu satırları okumak faydalı olacaktır:
—“ Mehmet Akif ve Teşkilat-ı Mahsusa ekibi Arabistan yolunda iken mola verdikleri el-Muazzam adlı İstasyon’da, aylardır hasretle beklenilen Çanakkale zaferinin haberini alırlar. Hakikatte, Mehmet Akif’in Çanakkale için ağlamadığı gün yoktur. Aynı gece, el-Muazzam İstasyonu’nda aldığı bu zafer haberini yeni nesillere aktarmadan canını almaması için Allah’a yalvaran Mehmet Akif’in hissiyatını, yol ve görev arkadaşı Eşref Sencer Kuşçubaşı şöyle ifade eder:
“Duası hıçkırıklarla kesiliyordu. Onu teskin etmek mümkün değildi zaten müdahale etmek de istemiyorduk. Bu bir ilham manzarası idi ve ben onu görebilmiş mutlu bir fani idim.”
Eksiklikler benim, fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.
*Yazının her türlü hakkı saklıdır.