VANCOUVER günlüğü…
EĞER GERÇEKTEN VAR İSEN, LÜTFEN SENİ BULMAMA YARDIM ET
Kafamızı çevirmek isteriz, görmemezlikten gelmek, gözümüz değdiğinde… Yok sayarız onları! Meczuplar, evsizler…
Anlamak,dokunmak, neden diye sormak… Neden bu yok oluşa konu olmak? Güç vermek. Bir şeyler yapmak istemek ama yapamamak. Yürüyüp gitmek, ardında anlaşılmaz hayatları bırakırken, bir suçlu gibi, öylesine…
Doğup büyüdüğüm şehrin, İstanbul’un arka sokaklarında rastladığım. Şişli’de her daim aynı noktayı evi gibi benimsemiş, saçı sakalı birbirine geçmiş genç adam. Şişhane’de, Galata’da, Beyoğlu’nda, Balat’ta nedense tarihi yaşanmışlıkların dolu olduğu, eskimiş sokaklarda karşımıza çıkan, darmadağın olmuş, bu dokunaklı hikayeleri anlamak isterim, sormak, dokunmak ve neden yıkanmıyorsun? neden çalışmıyorsun? Neden hayata karışmak yerine darmadağın bekliyorsun, bakıyorsun, onca çözüm varken hayata tutunmak için, neden bu yok oluşa giden hikayeye güç vermek, konu olmak istemek, neden diye sorarım hep kendime onlara rastladığımda…
Bir şeyler yapmak isterim yapamam; suçluluk duyar, yürür giderim. Anlaşılmaz hayatları arkamda bırakırken.
Bu yaşam şeklinin sadece yaşanan toplumun ekonomik geliri ile doğru orantılı olduğunu düşünürken, Vancouver’da, dünyanın refah düzeyi en yüksek şehirlerinden birinde yine karşıma çıktılar, her yaşta, çokça genç! Çokça eğitimli! Çokça da güzel…
Neden sokaklar, neden pislik, neden yok olmayı tercih etmek yine çokça bu soruları sordum kendime. Her köşe başında karşıma çıktıklarında…
Dün bir tanesi yine trafik ışıklarda bekliyordu. Elinde yazmış olduğu tabela ile. “Homeless living out door work,food, change…” (Evsiz yaşayan işsiz ve aç…)
Kırmızı ışık yanınca durdum. Solumda, caddenin orta yerinde öylece oturuyor, kimliksiz, genç, sarı sakalları birbirine karışmış, önüne bakıyor, göz teması yok, sadece elindeki kartona yazmış olduğu mesaj ile ulaşıyor dış dünyaya… Cami açtım,bozukluk uzattım, hafif bir heyecan ile kımıldadı bana doğru uzandı, parayı aldı ve “thank you madam” yumuşak, kibar, satıcı ses tonu, dilenci olduğuna şahit olmasam, Tim Hortans’ tan kahve alıyorum zannedebilirim kendimi. Bu kibar ve yumuşak ses tonunun içinde, trafik ışıklarını geçtikten sonra, Vencouver”in arka sokaklarından birinde onlardan biri ile tanıştım. Okulun hemen parallelindeki caddenin arka sokağına park ediyorum arabamı. Sokak, caddenin arka yüzünde, duvarları rengarenk boyalı, işyerlerinin dizili olduğu “ARKA” sokak. Nedense evsizler bu sokağı mesken edinmiş. Park etmek üzere sokağa girdiğimde tek bir nokta vardi park edecek. O aralıkta, hıncahınç eski püsküllerle dolu market arabaları kaldırımdan dışarıya taşmıştı.
Kaç kişiydiler sayamadım, bakmak istedim, bakamadım, çekindim, kaldırımda oluşturdukları bir branda evde eski püskü eşyaların ortasında evcilik oynayan yetişkinleri andırıyorlardı. Onlar “ Homeless” ya, yaklaşmak istemiyor, kendini uzak tutma duygusu sarıyor benliği, aman yaklaşmayayım, bela bulaşmasın duygusu ile birlikte bir merak sarıyor, tanıdık bir duygu taa İstanbul’dan kalan, benliğimdeki o meraklının sorularına cevap bulmak, içimi kemiren “ insan sokakta yaşamayı neden seçer?” Sorusunu ararken, cevabı birazdan gelecekmiş meğer!
Tabii hepimiz şu cevabı vereceğiz hemen “Canim psikolojik sorunları vardır” ama hayır! Daha derin bir cevabı olmalı, derin bir sebebi olmalı, adının ‘Ken’ olduğunu sonradan öğrendiğim, yaşını asla tahmin edemeyeceğim, çünkü ağzında hiç diş yoktu, benimle arabanın dikiz aynasından göz teması yaparak eskiler dolu market arabasını kenara çekti ve arabamı yanaştırmamı sağladı. Teşekkürler dedim. Sarışın, yaşsız, kırışık, dişsiz suratı ve ışıltılı gözleri ile “you are welcome” dedi. Konuşmaya basladık; 49 yaşındaymış. Kanada’da doğmuş , direkt sordum:
-Neden böyle yaşıyorsun?
-Özgürüm…
-Emin misin?
-Sen emin misin?
-Neden?
-Gerçekten özgür olduğundan?
-Bilmem hiç düşünmedim.
Caddeye çıkmıştık bu arada, bana eşlik etti.
-Birkaç ay oldu sokaklarda yaşamaya başlıyalı dedi. Durdum elimde olmadan yüzüne baktım .
– Dişlerim yok ya daha yaşlı duruyorum dedi açıklama ihtiyacı hissederek.
-Gitmeliyim dedim geç kaldım.
-Durakladı. Merak ettin dedi.
-Neyi? dedim –
Niye sokakta yaşadığımı dedi.
-Evet dedim, caddenin karşısına geçmeye çalışırken.
– Onu arıyorum dedi.
-“Eğer gerçekten var ise onu bulmama yardim edecek. Dedi.
-Kimi dedim. Cevap vermedi. Geri döndü, yürüdü, gülümsedi…Elimdeki telefonu gösterdim. Çekebilir miyim? dedim. Elbette, dedi. İşte bu fotoğraf o anın fotoğrafı.