Murathan Mungan hayata dair kendi gözlemlerini, birikimlerini ve hissettiklerini yansıtan bir ayna tutuyor okuyucunun gözleri önüne. O aynada okuyucu kendini, annesini, babasını, kardeşini, arkadaşını, karısını, kocasını, çocuğunu görüyor yüreğinin derinliklerine kadar inen ince bir sızı eşliğinde.
Duru ve sade bir anlatımla, ağır bir edebi dile başvurmadan söz sanatını ölçülü bir tutumlulukla kullanan Mungan edebiyat tutkunlarına keyifle okunacak hikayeler sunuyor.
Kitabın ilk öyküsü Eldivenler, aşk evliliğinden umudunu kesmiş ve 30’lu yaşlara gelmiş bir kadının yakın bir arkadaşına artık evlenmek istediğini açıklamasıyla başlar, birkaç gün sonra telefon çalar; arayan arkadaşıdır. “Biri var” der, “evlenmek istiyormuş.” Ortak bir tanıdıklarının evindeki yemekte bir araya gelirler ve kadının dikkatini çeken ilk özelliği sakinliğidir adamın. Sonrasında kendini göstermek için öne çıkmayan ama geri de durmayan dengeli tavrı, daha ilk anda insana güven veren duruşu, karşısındakini dinlerken de, kendi düşüncelerini dile getirirken de gösterdiği özen ve dikkat…
Bir buçuk ay sonra sade bir düğünle evlendiklerinde herkes şaşırır. “İnişsiz, çıkışsız, patırtısız; beklentilerin ve sitemlerin olmadığı, işbölümü tanımlarının doğru yapıldığı, büyük dalgalanmaların yaşanmadığı günler” geçirmeye başlarlar. “Kendince renkleri ve için için heyecanları da vardır “ hayatlarının. Kocasına aşık değildir kadın ama beraber olmaktan aldığı keyif ve ona olan hayranlığının gün geçtikçe arttığını da hissetmekten alıkoyamaz kendini. Günün birinde, aslında kocasını hiç tanımadığını fark eder dehşetle. “Birini tanımak ne demektir? Hem, en yakınlarımızı bile ne kadar tanıyabiliriz ki? Birdenbire bunlar üzerinde düşünmeye” başlar kadın. “Aşk mıydı, değil miydi bilemiyorum ama, gün günden ona bağlandığımı hissediyor, ama onu hiç tanımıyordum. Aşkla tanımanın ne ilgisi var? demeyin. Galiba yavaş yavaş ona tutulduğumu da böyle anladım: Kocamı merak ederek… Birinin her şeyini merak etmeye başlamak, aşkın ilk göstergesidir bana göre.”
Yaşadıklarını anlatmaktan hoşlanan bir insan değildir kocası, bırakın geçmişinden, gündelik şeylerden bile bahsetmeyi sevmeyen, çok kitap okuyan bir ekonomist. Sayısı beş binlere yaklaşan kitaplarını saklamak için küçük bir çatı katı aldığını bile apartman görevlisinin bir sorunu bildirmek için telefon etmesiyle öğrenir kadın. Kocasını sadece bir ekonomist sanırken, aslında babasının gönlünü kırmamak adına hukuk okuduğunu, profesyonel dalgıç olduğunu, tam altı dil bildiğini ve sönmeyen bir ilgiyle yenilerini öğrenmeye çalıştığını keşfeder şaşkınlık içinde. İlk çocukları doğduğunda kendisine ve kızına adanmış bir kitap yazdığını da öğrenir, bu kitaptan önce üç tane daha yayımlanmamış kitabı olduğu, evliliklerinin ketum dünyasından tek tek cımbızla çıkardığı bilgi kırıntılarından biridir. Kocasının geçmişi ile ilgili öğrendiklerini henüz daha sindirememişken, bir yenisi çıkar, şaşırtır kadını. Evliliği aniden önüne gelen ya da tırnaklarıyla kazıyıp bulduğu hediye paketleri gibidir ve içinden neler çıkacağı hiç belli değildir. Yeni sürprizler devam eder birbiri ardınca…
Ansızın Her şey’de Murathan Mungan, çocukluk ve delikanlılık yılları boyunca şişman olan genç bir adamın liseyi bitirdikten sonra ani bir kararla zayıflamaya başlamasının ardından değişen hayatını ve yaşadıklarını kendine has değişik bir bakış açısıyla ve yalın bir dille anlatır. “İnanç, çaba ve kararlılıktan, en önemlisi kendisinden bir mucize” yaratan, “ikinci bir hayat yaşar gibi yeni bir gövdenin içine” doğan genç adam, bunca yıldır ondan esirgenip saklanmış hayatın heyecan dolu çekici anlarını birer birer yaşamaya adar kendini.
“Büyücüsü olduğu bu mucize” den başı döner, sadece bedeninin değil, yaratıcılığının da sarhoşluğunu yaşar. Çekici ve karşı konulmaz gövdesinin ne kadar güçlü bir silah olduğunu keşfeder ve kadınlarla oynadığı oyunlara fazla kaptırır kendini. Bir gün düzenlenen bir kitap fuarına gitmesi ve ünlü bir yazara okuduğu ilk romanını imzalatmasıyla hayatının seyri değişir, bilinmedik kıyılara yelken açan bir gemi misali farklılaşır.
Kaset , kendiyle beklenmedik bir iç hesaplaşmayla karşı karşıya kalan bir kadının hikayesi. Büyük bir gazetede çalışan Sibel’in, iş yoğunluğu yüzünden yapılan bir röportajın kaset çözümlenmesinin sekreterler yerine kendisine kalmasına canı sıkılır ama çok satanlar listesine girmeyi başaran bir kitap yazan ve beklenmedik bir popülerliğe ulaşan yazar arkadaşının zorlu röportajının dökümünü yapmasında iyi bir yan olduğunu da düşünür. “Kaseti çözerken içinde zaman zaman kabaran nedensiz öfkeyi ilk başta kendi de” anlamaz. Birdenbire içinde alevlenen öfke ve sinirlenmeleri, kasette söylenenlerin zaman zaman anlaşılamamasına, sesin boğuklaşıp dışarıdan gelen gürültü ve cızırtıların yoğunlaşmasına bağlamaya çalışsa da, gerçek nedenin bunlar olmadığını fark eder şaşkınlıkla. “Kaseti dinledikçe içinde kabaran öfke, giderek engelleyemediği sinsi bir düşmanlığa” dönüşür, gerçeklerle yüzleşmekten kaçamayacağı bir noktaya gelir. “Onu kızdıran şey, düpedüz yazar arkadaşının sesidir. Sahibinin yüzünden bağımsızlaşarak serbest kalmış, neredeyse ayrı bir varlık kazanmış olan bu ses, odanın boşluğunda yüzerek, onu içinin en ham duygularıyla baş başa bırakır. Sahibine yönelik olmadığı gibi, sesin kendisine karşı duyduğu öfke de değildir bu. Sesin neredeyse sahibinden bağımsız olarak çağrıştırdıklarına, o sesteki edaya, nağmeye, kıvrımlara, bükümlere, onların hatırlattıklarına ilişkin bir öfkedir. Açıkçası sesteki bu efeminelik, bu kadınsılıktı ona itici gelen ve onda nedenini anlayamadığı dipsiz bir kızgınlık uyandıran… Birdenbire içinde karanlık bir kapağın açılmasıyla ortaya dökülen, kendisine yakışmadığını düşündüğü bu duygulardan” utanır Sibel ama bir kez bilince yansıyan duyguların hiçbir engel tanımadan kendini ortaya döküp saçtığını ve sahibinin içinde acımasızca yol aldığını da bilir. Artık yüzleşmeden kaçamayacağını, “içinin iyice açılan kapağından” gerçeğin çıkacağını anlar Sibel; eşcinsellerden nefret etmektedir, sesli düşünmekten ve söylemekten kaçınsa da , gizlice içinde filizlenen ve kök salmaya başlayan acı gerçek budur.
Türk öykücülüğünün önde gelen kurmaca ustalarından biri olan Murathan Mungan, Eldivenler, Hikayeler ‘de hayatın içinden çekip çıkardığı insan ilişkilerini yumuşacık dokunuşlarla ele alırken, okuyucusuna tanıdık gelen kişi ve olaylarla harmanladığı keyifli bir edebi karışım sunuyor bize. Bu leziz karışımın tadına bakmanız dileğiyle…
YAZAR HAKKINDA : 1955 yılında İstanbul’da doğan Murathan Mungan ‘ ın çocukluk ve ilk gençlik yılları Mardin’de geçti. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nü bitiren Mungan Devlet ve Şehir Tiyatroları’nda dramaturg olarak çalıştı. 1988’den beri serbest yazarlık yapan Murathan Mungan’ın pek çok hikayesi ve oyunu yurtiçinde ve yurtdışında çeşitli tiyatrolarda sahneye konulmuş ve yazdığı senaryolardan biri Atıf Yılmaz ‘ ın yönetmenliğinde Dağınık Yatak adıyla filme çekilmiştir. 1975’den beri gazete ve dergilerde yazılar yazan Mungan’ın , bu yazılardan yaptığı derleme Murathan ’95 adı altında bir kitap halinde yayımlanmıştır. Önemli eserleri arasında Kırk Oda, Lal Masallar, Son İstanbul, Cenk Hikayeleri, Paranın Cinleri, Üç Aynalı Kırk Oda, Yüksek Topuklar, Çador, Yedi Kapılı Kırk Oda, Kibrit Çöpleri, Şairin Romanı sayılabilir.