Fenerbahçe’nin dün akşam evinde Eskişehirspor karşısında oynadığı müsabakada mental anlamda gördüklerim beni çok rahatsız etti. Bundan dolayı bu yazıda hocanın taktik ve oyuncu tercihlerini sorgulamak yerine dışarıdan objektif şekilde yaptığım psikolojik değerlendirmeleri paylaşmak istedim.
Öncelikle; liderlik yapmak, bir organizasyonu yönetmek, yönetirken bir amaç doğrultusunda organizasyona yön vermek herkesin haddi olmayan, oldukça zor bir iştir. Liderlik vasfı genellikle ufak yaşlarda kişinin karakterine işleyen ya da çevredeki yaşça daha büyük ve tecrübeli insanlardan etkilenerek kazanılan bir vasıftır. Bu vasıf binbir güçlükle elde edildikten sonra kişi kendi benliğini toplumun büyük bir kesiminin önünde görmeye başladığı için (buna ego denir) artık evrilme dönemi gelmiştir. Kişi daha çok okuyarak, sorgulayarak, yeri geldiğinde hatalar yaparak kendi prensiplerini yaratır ve bu prensiplerden disiplin doğar. Kişi belirli bir yaşa kadar bu meziyeti kazanamadığı sürece hayatı boyunca liderlik yapamayacak, en iyi ihtimalle ikinci adam konumunda çakılı kalacaktır.
Yukarıda yazdıklarım tam anlamıyla Fenerbahçe futbol takımının temel sorunu ile alakalıdır. Fenerbahçe futbol takımının başında şu anda İsmail Kartal görev yapmakta. Kendisinin sıfatı ‘’Teknik Direktör’’. Direktör kelimesi Fransızca’dan gelir ve anlamı ‘’bir bölümün başındaki en yüksek rütbeli, yetkili, yön veren kişi’’ dir. Yani bu şu demek; İsmail Kartal Fenerbahçe Futbol Takımı’nın patronudur, takımın kaptanları da dahil bütün oyuncuları başta olmak üzere, yardımcı antrenörler, aşçılar, malzemeciler, kulüp doktorları kendisinin altındadır ve İsmail Kartal’ın dediklerini yapmak zorundadırlar. Anlayacağınız İsmail Kartal, Aziz Yıldırım ve Yönetim Kurulu’ndan sonra bu takımdaki en yetkili ve kuvvetli adam olmak zorundadır.
Gerçeğe dönecek olursak, İsmail hocanın oyuncular ile ‘’patron – işçi’’ seviyesinde bir iletişim kurmadığını/kuramadığını, onlar ile daha çok bir arkadaş gibi iletişim kurduğunu gözlemlemekteyiz. Ancak İsmail Kartal’ın farkında olmadığı bir şey var. Türk futbolcusu cahildir, kazandığı ilk parayla gider 500.000 liralık araba alır, karısına gider istediği malikâneyi satın alır, etik değer ve sosyal düzenden anlamaz. Türk futbolcusu en kötüsü çıkarcıdır. Seninle bir gün arası bozulursa iki dakika da kuyunu kazmaya başlar. Antrenman programını beğenmezse, yoğun çalışıyorsa gider arasının iyi olduğu başkanına senin çalışma metotlarını şikâyet eder. Maç içinde aldığı dakikalar azalırsa, formayı eskisi kadar sık giyemiyorsa takım içindeki arkadaşları ile çete kurar, trip atar. Boyu 1.88 olan bir Türk kaleciye 100 kilo olması sorun teşkil etmez, topa uçup uçamaması mühim değildir çünkü işine saygısı yoktur. Önemli olan canı istediği müddetçe o kaledeki yerini almaktır.
Durum böyle olunca, hoca takım üzerinde istediği otoriteyi kuramayınca Fenerbahçe’nin de hali vahim oluyor tabii. Yıllardır uysallaştırılamayan bir Emre Belözoğlu var misal. Benim bu insanın takımda neden tutulduğuna dair en ufak bir fikrim yok. İstiyorsa dünyanın en iyi topçusu olsun, adamın dünkü maçta kendi takımının doktoruna bile ettiği küfürler ne kadar sorunlu ve sıkıntılı bir insan olduğunu gösterir nitelikte. Geçen hafta da Caner kendi hocasına parmak sallayıp ‘’bir daha bu takımda oynamam lan’’ diye tepki vermişti hatırlayacağınız. Bu Caner dün ilk 11 de idi. Şimdi İsmail Kartal dönüp bir aynaya baksın; ‘’Bu adam bana geçen hafta parmak salladı, takımda oynamam diye trip attı, performansı da 3-4 haftadır çok kötü. Ben bunu niye oynattım?’’ diye bir özeleştiri yapsın. Yapar mı? Sanmam.
Dün disiplinsizlikte yüksek lisans ve doktora yapmış Emre’nin kırmızı kartı için söylenecek bir şey yok. Lakin, benim Fenerbahçe Yönetim Kurulu ve İsmail Kartal’a bu husus üzerinde bir sorum olacak. Benim nefret ettiğim Bruno Alves’in kalemi Galatasaray maçında takımı çok gereksiz bir şekilde 10 kişi bıraktı diye kırılmıştı. Dün Emre Belözoğlu bu hareketten çok daha kötüsünü gerçekleştirdi. Bruno Alves gibi kendisinin “kalemini kırabilecek misiniz?” yoksa olayın üstünü ‘’başkanın has adamı’’ diye örtecek misiniz? Ben cevabı biliyorum da, hani belki utanırsınız diye sorayım dedim yine de.
Sonuç olarak, ülke futbolu niye bu kadar vahim durumda diye herkes yıllardır konuşuyor. Bunu anlamak gerçekten çok mu zor? Ülke futbolu vahim durumda çünkü bütün kararlar sistemsel bir yapı yerine kişisel ve bireysel keyiflere göre alınıyor. İnsanların yaptığı işin kalitesi değil, iş veren tarafından ne kadar sevildiği önemli.
Bir Fenerbahçe düşünün:
Takımın hücum hattının 3 yabancısı Kuyt, Sow ve Emenike haftalardır sefilleri oynamasına rağmen sürekli ilk 11 de, kesilemiyorlar. Takımın tek gerçek santraforu Webo ise sessiz, sakin, mülayim ve diğerlerine göre daha düşük kalibreli bir isim olduğu için yedek kulübesine mahkum durumda. Neden? Çünkü diğerlerini kesmek sıkıntı. Hoca kestiği anda başına gelecekleri biliyor, kesemiyor. Hak edene formayı veremeyince de rakip senden 5-6 kilometre fazla koşup galip geliyor.
Biri Sayın Aziz Yıldırım’a söylesin; ‘’Antrenman programlarını hatunlara göre ayarlıyordu, disiplinsizdi’’ diyerek yolları ayırdığı Ersun Yanal hocanın takımı şu takımdan çok daha disiplinliydi. Bilmem farkında mı? Sanmam.
Rahmetli Kemal Sunal’ın da dediği gibi ‘’Tünelin ucu bom… bir yere çıkacak’’ galiba bu sene Fenerbahçe için. Hakkımızda hayırlısı.
İyi haftalar dilerim.
@josephintavugu