Latife Hanım biz gençlere diyor ki: “ATATÜRK, MİLLETİNİ ÇOK AMA PEK ÇOK SEVİYORDU. HAYATINI TÜRK MİLLETİNE ADAMIŞTI. SEVİLMEYİ DE AYNI DERECEDE İSTİYORDU. SİZ GENÇLER, O’NU SEVMEK, O’NU SEVDİRMEK İÇİN MÜTEMADİYEN O’NDAN BAHSEDİNİZ, O’NA DAİR YAZINIZ.”
FİKRİYE HANIM’IN İNTİHARINI ATATÜRK’ÜN ENİŞTESİ MUSTAFA MECDİ BEY’İN HATIRATINDAN DİNLEYECEĞİZ:
—“ Benim bildiğim ve gördüğüme göre, ATATÜRK ‘ün şahsi sebeplerde en çok üzüldüğü, müteessir olduğu olay, FİKRİYE ‘nin intihar edişidir.
Bizim ailece FİKRİYE dediğimiz bu çok güzel hanım, ATATÜRK ‘ün üvey babasının erkek kardeşinin kızı olmak dolayısıyla, bilhassa ZÜBEYDE Hanım’ı sık sık ziyarete gelir, AKARETLER ‘deki evimizde günlerce misafir kalır ve bu arada MUSTAFA KEMAL PAŞA ’yı da bir ağabey gibi sever, sayar, her hizmetinde bulunurdu.
Hele nikâhlanarak birlikte gittiği bir MISIR ‘lı ile harem hayatına katlanamadığından geçinemeyip İSTANBUL ‘a dönüşünden hemen sonra, PAŞA ’ya bütün bütün üstüne titreyerek bağlanmış, her işini bizzat görmeye, ona bir evlat gibi bakmaya başlamıştı.
MUSTAFA KEMAL PAŞA, Anadolu’ya geçinceye kadar bu, böyle devam etti ve PAŞA, SİVAS Kongresi’ni topladıktan sonra ANKARA ‘ya yollanırken FİKRİYE Hanım da, her tehlikeyi ve meşakkati göze alıp İSTANBUL ‘dan kalkarak “İNEBOLU-KASTAMONU” yoluyla ANKARA ‘ya gitti.
Fakat hayli zamandan beri, FİKRİYE ‘nin MUSTAFA KEMAL PAŞA ’ya karşı gösterdiği alaka ve merbutiyetten manalar çıkardıkları halde, Paşa’nın bunu tabii ve hoş görüşünden dolayı herhangi bir şekilde FİKRİYE ‘yi uzaklaştırmaya teşebbüs edemeyerek üzülen ZÜBEYDE Hanımla kızı, bu defa bu ANKARA ‘ya gidiş emrivakisi karşısında çok müteessir oldular.
Zira İSTANBUL ‘dayken, aynı evde, daima dikkatli bulunup durumu idare ederek, “KORKTUKLARI EVLENME İHTİMALİNİ” önledikleri halde, şimdi uzakta kalarak, FİKRİYE ‘nin dilediği gibi harekette serbest kalışına seyirci olmaktan başka bir şey yapamayışı her ikisini de çok sarsmıştı.
ZÜBEYDE HANIM:
—“MUSTAFACIĞIMDAN EMİNİM… KATİYEN BÖYLE BİR ŞEY DÜŞÜNMEZ, YAPMAZ AMA, İNSAN BU… FİKRİYE’NİN FENDİNDEN KORKUYORUM… HELE ANKARA GİBİ ÜCRA BİR YERDE!…” diye üzülüp duruyordu.
FİKRİYE ‘nin ise, hakikatten ZÜBEYDE Hanım’ın endişe ettiği kadar niyetinin kötü olduğunu ben, pek kısa bir zaman sonra, ANKARA ‘ya giderken, uğradığım KASTAMONU ’da evine misafir olduğum Posta ve Telgraf başmüdüründen öğrendim. Bu zat, bana bir süre önce FİKRİYE Hanım’ın da evinde misafir kaldığını söylerken, onun:
-…” MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE EVLENMEYE GİDİYORUM. VAKIA ANNESİYLE HEMŞİRESİ MUHALEFET EDİYORLARSA DA ARTIK ŞERLERİNDEN KURTULDUM. NE OLURSA OLSUN, EVLENECEĞİM!…” dediğini anlattı.
Ben de kendisine:
-…”FİKRİYE HAKİKATTEN BÖYLE SÖYLEMİŞSE, KENDİ KENDİNE GELİN GÜVEY OLMAK HEVESİNE KAPILMIŞ DEMEKTİR. HER HALDE AKLINDAN ZORU OLMALIDIR. MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN HELE BU ZAMANDA EVLENMEK AKLINA BİLE GELMEZ. BÖYLE BİR ŞEY YOK. SİZDEN DE ÇOK RİCA EDERİM, BANA BU SÖZLERİ SÖYLEMEMİŞ OLUN, KİMSEYE DE BUNDAN BAHSETMEYİN!…” dedim ve ANKARA ‘ya gittim.
Oraya, FİKRİYE ‘yi yine, PAŞA ’nın en yakın, sadık, müşfik ve hassas bir akrabası durumunda, üstüne titrer bir vaziyette buldum.
GÖRSEL: FİKRİYE HANIM ÇANKAYA’DA GAZİ’YE GELEN MEKTUPLARI İNCELEMEKTE.
—“PAŞAM!..” diye gözlerinin içine bakarak her emrini yerine getiriyor, o da (-…”FİKRİYE!…) diye, bütün bir samimiyetle onu en mahremi, yakını biliyordu.
Bir aralık kaçak malzeme bulup getirmek üzere MERSİN ‘e gitmiştim. Bir de baktım, PAŞA’DAN BİR TELGRAF, BENİ ANKARA’YA ÇAĞIRIYOR. O sırada Fransız yazarı CLAUDE FARRERE ‘ de İSTANBUL ‘dan PAŞA ile buluşmak için İZMİT ‘e gitmek üzereydi.
ÇANKAYA ‘ya varır varmaz beni görünce:
-…”MUSTAFA BEY, VALİDE İLE HEMŞİREYİ BURAYA GETİRMEYE KARAR VERDİM, HEP BERABER OTURALIM ARTIK. İSTANBUL’A GİT, ONLARI AL, İZMİT’E GETİR. KLOD FARRER’LE GÖRÜŞTÜKTEN SONRA, BİRLİKTE BURAYA GELİRİZ…” dedi.
Ben, validesi ile hemşiresinin FİKRİYE ‘ye karşı vaziyetlerini yakından bildiğim için, kem küm ederek, kendisini bundan vazgeçmeye çalışsam da, ısrarla, açık konuşmamı emretti:
Ben de dedim ki:
—“ VALİDENİZLE HEMŞİRENİZ, HERHALDE SİZ DE HİSSETMİŞ OLMALISINIZ Kİ, FİKRİYE’YE KARŞI ÇEKİNGEN VE MUĞBERDİRLER. BURAYA HEP BERABER GELİRSEK, RAHATINIZ KAÇAR. İSTERSENİZ YALNIZ VALİDE HANIMI GETİREYİM?…”
-…” EMREDİYORUM. DEDİĞİM GİBİ YAPACAKSIN!…” dedi.
Bunun üzerine ben de:
—“ VALİDE VE HEMŞİRE HANIMLAR HAKKINDAKİ EMRİNİZİ YERİNE GETİRİR, ONLARI ALIR ANKARA’YA GETİRİRİM. FAKAT MÜSAADE BUYURURSANIZ, BENDENİZ İSTANBUL’DA KALIRIM…” deyince, kısa kesmek maksadıyla:
-…” YORGUN GÖRÜNÜYORSUNUZ… İÇMİŞSİN, HAYDİ İSTİRAHAT ET, BUNU SONRA GÖRÜŞÜRÜZ.” buyurdu.
Kalktım, yine orada ÇANKAYA KÖŞKÜ ‘nde bana ayrılan odaya gittim, hemen yattım. Ertesi ve daha ertesi günler de zaten işim olduğundan sabahları erkenden çıkıp, akşamları da geç gelerek, sofraya bile gitmedim. İkinci günün gecesi saat ikide, bir gürültü ile uyandım. O zaman emir subayı olan SİİRT Milletvekili Mahmut, yaver Muzaffer KILIÇ ve Salih BOZOK:
—“ KALK, SENİ PAŞA İSTİYOR!..” diye başımın ucuna dikilmişler…
Hastalık, yorgunluk filan gibi mazeretlerin, bahanelerin para etmeyeceğini bildiğimden, ister istemez kalktım, gittim ve sofraya oturdum. FİKRİYE de oradaydı. Ruşen EŞREF, Kılıç ALİ, Fuat BULCA filan da vardı, kalabalıktı.
PAŞA, bana bir bardak dolusu viski uzatarak, hemen mevzua girdi:
-…” SENİNLE GÖRÜŞMEMİZ YARIDA KALMIŞTI. BİZ, FİKRİYE İLE GÖRÜŞTÜK. O DA SENİN FİKRİNDE. BİNAENALEYH, VALİDE İLE HEMŞİREYİ İZMİT’E GETİR, BEN KLOD FARER’LE GÖRÜŞTÜKTEN SONRA, VALİDE İLE BİRLİKTE ANKARA’YA GELİRİM, SİZ DE HEMŞİRE İLE İSTANBUL’A DÖNERSİNİZ.” dedi.
—“ PEKİ, EMREDERSİNİZ.” dedim ve İSTANBUL ‘a gittim.
Fakat tam İZMİT ‘e doğru hareket edeceğimiz sırada, mühim bir kaçak malzeme işi çıkınca, ZÜBEYDE Hanım’la kızını aile yakınlarından Salih BOZOK ‘un eniştesi Ali SAİP Beye emanet ederek, İZMİT ‘e yollandım.
Sonradan öğrendiğime göre, ZÜBEYDE Hanım’la kızı MAKBULE Hanım, İZMİT ‘e vardıkları zaman, daha önce MUSTAFA KEMAL PAŞA ’nın ashabı istirahatını temin ve ikametgâhını hazırlamak için oraya gönderilmiş olan Fuat BULCA ‘ya arkadaşlık eden yeğeni FİKRİYE Hanım’la karşılaşınca, ZÜBEYDE Hanım her ne kadar sükûnetini ve itidalini muhafaza ediyorsa da, MAKBULE Hanım, asabına hâkim olamayarak, evvela Fuat BULCA ‘ya bir:
—“ NEDEN FİKRİYE’Yİ BURALARA GETİRDİNİZ?…”
Sonra da FİKRİYE ‘nin kendisine, demediğini bırakmıyor, bir kelime ile bir çıngardır kopuyor.
GÖRSEL: 18 HAZİRAN 1922 KOCAELİ / İZMİT
Ertesi gün İZMİT ‘e gelen ATATÜRK, bu olup biteni duyunca çok müteessir oluyor ve bana hak veriyor. CLAUDE FARRERE ‘le mülakatı bittikten sonra da validesini alıp ANKARA ‘ya götürüyor. Hemşiresi de yine Ali SAİP Bey’le İSTANBUL ‘a dönüyor.
Bu sırada ben de, MERSİN ‘deki işimi bitirmiş, İSTANBUL ‘a avdet etmiştim. Bir gün MAKBULE Hanım, ana hasretine dayanamadığından, fena rüyalar gördüğünden bahisle, mutlaka ANKARA ‘ya gitmek istediğini söyledi.
—“OLMAZ!” dedimse de ısrar etti.
Bunun üzerine:
—“FİKRİYE İLE KAVGA ETMEYECEĞİNE, KUR’AN’ A EL BASARAK YEMİN EDERSEN, BU ŞARTLA ANKARA’YA GÖTÜRÜRÜM, FAKAT ŞARTA RİAYET ETMEZ DE, YEMİNİNDEN DÖNERSEN, SENİ BOŞARIM!” dedim.
Böylece mutabık kaldık ve hemen iki gün sonra ANKARA yolunu tuttuk. Varınca tabii doğru ÇANKAYA ‘ya gittik. Karşımıza çıkan FİKRİYE, hiçbir şey olmamış gibi gayet tabii ve samimi bir hal ile istikbal etti ve:
—“PAŞA BURADA DEĞİL, CEPHEDE… FAKAT SİZ YABANCI DEĞİLSİNİZ. FUAT BULCA İLE CEVAT ABBAS BEY’LERİN HANIMLARI DA BURADA, BUYURUN, HEP BERABER YEMEK YİYELİM…” diyerek sofraya davet etti.
Baktım, hepimizin önünde birer ufacık kadeh… Tam bu sırada FİKRİYE, dönüp de MAKBULE Hanıma:
“ABLA!.. SEN NİYE İÇMİYORSUN?” demez mi?..
MAKBULE Hanım’ın halini görmeliydiniz. Birdenbire ateş kesildi:
—“VAY!.. SEN BENİM RAKI İÇTİĞİMİ NEREDEN BİLİYORSUN? BENİ KOCAMIN YANINDA MASKARA MI ETMEK İSTİYORSUN?!..” diye açtı ağzını yumdu gözünü…
Bunun üzerine:
—“KÖŞKTE BU KADAR İNSAN VAR. HEPSİNE KARŞI MAHÇUP BİR VAZİYETE DÜŞÜYORUZ. HEMEN CEBİMDEN KALEMİ KÂĞIDI ÇIKARIP (İŞTE BOŞ KÂĞIDINI YAZIYORUM…)” Der demez, MAKBULE Hanım, işi anladı, yerinden fırlayarak, sofradan kaçtı…
Kimsede de iştah kalmamıştı. Biz de sofradan kalktık.
Bir köşeye çekildim, düşündüm, yirmi iki yıldır eşim olan MAKBULE Hanım’ın ağzına katiyen içki koymadığını bildiği halde, FİKRİYE, neden içme teklifinde bulunmuştu? Bunun bir hınç alma olmak ihtimali yok muydu? Fakat sebep ne olursa olsun, olan olmuştu.
Bu olaydan iki gün sonra ALAŞEHİR ‘e gittim. Derken “BÜYÜK TAARUZ” başladı.
Zafer kazanıldı. ATATÜRK de muzafferle girdiği İZMİR ‘den sonra ANKARA ‘ya döndü. Bir süre sonra da başka bir hatıramda anlattığım gibi, validesiyle de görüşerek, “İZMİR’DE LATİFE HANIM’LA EVLENDİ.” Biz de İSTANBUL ‘a geldik.
Sayın BOYSAN ‘ın başka bir hatıramda anlattığım dediği “ANNESİ, ATATÜRK’Ü EVLENDİRMEK İSTİYOR!” başlıklı hatıratını da sizlerle paylaşmak isterim.
GÖRSEL: ATATÜRK’ÜN ENİŞTESİ MUSTAFA MECDİ BEY
“ANNESİ, ATATÜRK’Ü EVLENDİRMEK İSTİYOR!”
—“GAZİ, Büyük Zafer’i müteakip İZMİR ‘e gittiği zaman, validesi ZÜBEYDE Hanım ve hemşiresi MAKBULE Hanım’la ben, ANKARA ‘da ÇANKAYA ‘daki köşkte bulunuyor, O’nu bekliyorduk.
Nihayet geldi. Her zamanki gibi vakur, ciddi ve neşeliydi. İstasyonda karşılaştığımız anda, evvela annesini sordu.
ZÜBEYDE Hanım kalbinden rahatsız yatıyordu. Endişe edilecek bir şey olmadığını, istirahatta bulunduğunu söyleşim üzerine mahzun oldu ve doğru köşke gittik…
ZÜBEYDE Hanım eski Köşkte, GAZİ ‘nin yatak odasının karşısındaki odada yatıyordu.
MAKBULE Hanım’la, yine köşkte misafir bulunan (ZÜBEYDE HANIM’IN İKİNCİ ZEVCİ REJİ MEMURLARINDAN RAGIP BEY’İN BİRADERİNİN KIZI FİKRİYE HANIM İLE BERABER KARŞILAŞTILAR. ÖNDE GAZİ, ARKASINDA BİZ, HEP BERABER ZÜBEYDE HANIM’IN ODASINA GİRDİK.)
Hiç unutmam o muzaffer Başkumandan, kendisine her zamanki gibi:
—“MUSTAFACIĞIM!..” Diye gazasını tebrik ile hoş geldin diyen annesinin elini öperken, bir çocuk safiyetiyle, mahcup ve mütevazıydi.
-…”ANNECİĞİM!.. BANA SÜTÜNÜ HELAL ETTİN Mİ?” diyerek gülümsüyordu.
—“HELAL OLSUN YAVRUM!.. SENİN GİBİ BİR EVLADI OLAN HANGİ ANA ŞAD OLMAZ!.. ALLAH SENİ BU MİLLETE BAĞIŞLASIN… BABACIĞIN DA SAĞ OLUP, BU GÜNLERİ GÖRMELİYDİ… AMA ŞİMDİ ONUN DA RUHU ŞADDIR. VAROL MUSTAFACIĞIM!..” deyip oğlunu yanına oturttu, dereden tepeden konuşurlarken, annesi birdenbire:
—“OĞLUM, ARTIK SEN DE MURADINA ERDİN, BİZ DE, MİLLET TE… AMA BENİM BİR MURADIM DAHA VAR… BİLİRSİN YA KAÇ DEFA İSTEDİM, BİR TÜRLÜ OLMADI. ŞİMDİ ARTIK SIRASI GELDİ… BAK, HASTAYIM… ÖLMEDEN, SENİ KENDİ ELİMLE… ANLADIN YA… BAŞ GÖZ ETMEK İSTERİM, YOKSA GÖZÜM ARKADA KALIR!..” deyince GAZİ güldü:
-…”SEN NE İSTERSİN DE BEN YAPMAM, ANNECİĞİM!..” ŞİMDİYE KADAR İŞLERDEN BAŞ ALIP EVLENMEYİ DÜŞÜNMEYE VAKİT Mİ VARDI? AMA ŞİMDİ, SENİN DE İSTEDİĞİN GİBİ, EVİMDEYİM… MERAK ETME, BU MURADINA DA PEK YAKINDA ERECEKSİN…” dedi.
GÖRSEL: UŞAKKİZADE MUAMMER BEY
Meğer İZMİR ‘de iken, GÜZELYALI ‘daki köşküne misafir olduğu “UŞAKKİZADE MUAMMER BEY’İN KERİMESİ LATİFE HANIM’LA TANIŞMIŞ VE HER HALİNİ BEĞENEREK, EVLENME KARARINI DA VERMİŞMİŞ…”
Bunu, annesine de açarak, mümkün olsa da, İZMİR ‘e gidip LATİFE Hanım’ı görse iyi olacağını söyledi. ZÜBEYDE Hanım da sevinçten hastalığını unutmuş bir vaziyette, mahut İZMİR yolculuğuna karar verdi ve birkaç gün sonra, ZÜBEYDE Hanım’ın koluna girerek yolcu ettik.
Gitti.
O DA LATİFE HANIM ÇOK BEĞENMİŞTİ. GÜNLERCE KÖŞKLERİNDE MİSAFİR KALDI, DÜĞÜNDEN BİR SÜRE SONRA DA, YİNE ORADA VE LATİFE HANIM’IN KOLLARI ARASINDA, MÜSTERİH OLARAK HAYATA GÖZLERİNİ YUMDU.” (KAYNAK: Niyazi Ahmet BANOĞLU)
İşte bu sırada, FİKRİYE de, zafiyeti umumiye bahanesiyle, tedavi ve istirahat için ALMANYA ‘ya gönderilmiş, yıllardan beri sürüp giden FİKRİYE meselesi de, nazarımızda artık tamamen kapanmış, bitmişti ki, günün birinde, malum şekilde ALMANYA ‘dan dönüp gelir gelmez, ANKARA ‘ya giderek, ATATÜRK ‘ü ziyaret etmek istediği halde, Başyaver RÜSUHİ Beyin (HERHALDE DAHA ÖNCEDEN ALMIŞ OLDUĞU TALİMAT VE EMİRLERE UYARAK) nezaketle mani üzerine, FİKRİYE ‘nin, son derece mahzun ve meyus bir vaziyette “ÇANKAYA KÖŞKÜ’NDEN ÇIKARKEN, ORACIKTAKİ ÇOLAK İBRAHİM’İN KÖŞKÜ KARŞISINDA TABANCASINI KALBİNE SIKARAK CANINA KIYIŞIYLA, TEKRAR ALEVLENMİŞ VE BU OLAY, ATATÜRK’Ü FEVKALEDE MÜTEESSİR EDEREK GÜNLERCE ÜZMÜŞTÜ. (KAYNAK:KANDEMİR)
GÖRSEL: FİKRİYE HANIMIN ANNESİ, VASFİYE HANIM VE DADI BACI BİRLİKTE GÖRÜLMEKTE.
EKSİKLİKLER BENİM FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR. BİR BAŞKA YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALINIZ.
Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.