Atatürk, 19 Ağustos 1929 akşamı, İstanbul-Büyükdere’de arkadaşı Ali Fethi Okyar’ın misafir kaldığı yalıya gitmişti. Kısa bir süre içerisinde bundan haberdar olan halk, yalının önündeki caddeyi hınca hınç doldurmuş, kendisini görmek istiyor, hiç durmadan sevgi tezahüratında bulunuyorlardı.
Hal böyle iken, bir ara oturduğu yerden kalkan Atatürk, yalının balkonuna çıkarak, o çelik inilti, gür sesiyle halka şöyle hitap etmişti:
-…”Benim için zahmet ediyorsunuz, bundan mahcup oluyorum. Beni görmek demek, behemal yüzümü görmek demek değildir; benim fikir ve düşüncelerimi anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir.
Ankara’dan buraya gelmeden evvel işittim ki, hakkımda: ”Hastadır, eli ayağı tutmuyor, ölüme mahkûmdur” demişler. İşte karşınızdayım, sıhhatteyim; elim-ayağım tutuyor, kendi gözlerinizle görüyorsunuz ki sapasağlamım, kuvvetim yerindedir. Siz bu akşam benim karşımda milletin bir kitlesi, bir timsalisiniz; size hitap ederken, bütün millete sesimi işittireceğime kaniim.
İşitiniz ve işittiriniz…
Sizin menfaatiniz için sıhhatini, ömrünü vakf ve hasr eden adam sıhhattedir; sizin için çalışacaktır, o sizin için yaşıyor. Benim kuvvetim; benim, size olan muhabbetimle, sizin bana olan muhabbetinizdir. Bu millet, bu memleket yeni rejimi üzerinde, dünyanın en makbul bir mevcudiyeti olacaktır; ben bunu gözlerimle görmeden ölmeyeceğim.”
O gece halkın heyecanı son haddini bulmuş, ”Sen Çok Yaşa, Düşmanların Kahrolsun!” tezahüratları uzunca bir süre Boğazın üstünde çınlayıp durmuştu. O günlerden bu yana ilerleme hamleleriyle dolu tam 9 sene geçmiş ve kendisiyle beraber millet ve memleketi, dünyanın gerçekten en makbul, çok sevilip sayılan birer varlığı olmuştu. Fakat ne yazık ki, Büyük Adam bu sefer yayıldığı gibi olmasa dahi, ciddi olarak hasta idi. Yoksa diyordum; bizim için, O’nun güzel ve erkek yüzünü görmekten mahrum, yalnız fikirleri ve duyguları ile baş başa kalmak zamanı mı gelmişti?
Günlerden 31 Aralık Cumaydı ve o gece yılbaşı gecesiydi…
Atatürk’ün, 12 yıl hizmetinde bulunan Cemal Granda hatıralarında o günü şöyle kaydettirmişti:
”… Atatürk, Çankaya Köşk’ünde, 1937’yi 1938’e bağlayan yılbaşı gecesini, nedense içine kapanarak geçirmek istemişti.
Belki de son yılbaşı gecesini yaşadığını içine doğmuştu. Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras, köşkte bulunuyordu. Kütüphaneye çağırttı:
-…”Doktor, ben bu gece bir tarafa çıkmayacağım. Sen de herhalde suare görmekten bıkmışsındır. Yılbaşını burada geçiririz,” dedi.
Tevfik Rüştü Aras’ın yüzünde bir sevinç halesi dalgalandı. Böyle bir şeyi aklından geçiriyordu:
”…Sevinç duyarım Paşam,” diye karşılık verdi.
O gece herkes eğlenirken, Cumhurbaşkanı ile Dışişleri Bakanı baş başa vermişler, yılın olaylarını ve gelecek yılda yapılacak işleri görüşüyorlardı. Bu ağır çalışma belki daha da sürecekti. O sırada yanlarına Kavalalı İsmail Hakkı gelince konuyu değiştirip, günün olaylarına sözü getirdiler. Havadan sudan konuşmaya başladılar.
Gecenin yarısına doğru yatak odasına geçildi. Başka yapılacak iş kalmamış gibi, Atatürk’ün elbise ve çamaşır dolaplarını birlikte göz geçirmeye başladılar.
Atatürk, elbiselerini, çamaşırlarını ara sıra çok sevdiği kimselere dağıtırdı. O gece de öyle yaptı. Elbiselerinden, gömleklerinden, kravatlarından bazılarını yılbaşı hediyesi olarak dağıttı.
Tevfik Rüştü Aras teşekkür ettikten sonra şunları söyledi:
”…Paşam, mendilden ayakkabıya kadar giyeceklerinizi bize vermekten hoşlanıyorsunuz. Keşke bir ay önce aklımıza geleydi de, bütün giyeceklerinizi yeniden ısmarlasaydık. Bu gece başka arkadaşları da çağırıp sevindirseydik. Elbiselerinizi, gömleklerinizi aramızda kapışsaydık. Bu güzel yılbaşı gecesinin hatırası olarak sizden bir şeyler taşısaydık ne iyi olurdu,” dedi.
-…”A doktor! bunu niçin daha önce düşünüp söylemedin?”
Tevfik Rüştü Aras, bu sözlerinden dolayı üzüldüğünü gördüğü Atatürk’ü teselli etmek istercesine şöyle karşılık verdi:
”… Zararı yok Paşam, Gelecek yıl böyle yaparız.”
Atatürk, bu söz üzerine uzun düşündü. Arada derin bir sessizlik oldu. Ne söyleyeceğini herkes merak ediyordu. Sonra herkesi taş gibi donduran şu sözleri yavaşça fısıldadı:
-…”Bakalım gelecek yıla yaşayacak mıyım?”
Ortalığı derin bir hüzün kapladı. Kimse ağzını açıp bir söz edemedi. Atatürk ’de istemeyerek çevresini üzdüğünü anlamış olmalı ki, hemen kasvetli havayı şu sözlerle dağıttı:
-…”Yılbaşı gecesi böyle kederli şeyler düşünmeyelim ve konuşmayalım.”
Atatürk, bu sözlerini perçinlemek istercesine yazlık gömleklerinden Tevfik Rüştü Aras’a uzatarak:
-…”Bunlardan da al. Yazın Yalova’da beraber giyeriz,” diyordu.
Atatürk’ün cömertliği üzerindeydi. O gece gömlekten başka pijama bile verdi.
Atatürk, acaba, ”Gelecek yıla bakalım yaşayacak mıyım?” derken ölümün yaklaştığını içinde duymuş muydu?
Öyle olmasaydı, o sevinçli yılbaşı gecesi, herkesin içini karartan o kötü düşünceyi ortaya atar mıydı?”
1938 senesi, yeni yıl münasebeti ile yurdun her tarafından, Atatürk’e vatandaşların yüksek duygularını ve samimi temennilerini bildiren birçok telgraf gelmiştir. Bundan çok müteessir olan Atatürk, ”teşekkürlerinin ve saadet dileklerinin” Anadolu Ajansı vasıtası ile iletilmesini istemiştir.
10 Kasım 1938 Perşembe günü, saat 9.05’te İstanbul-Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk’ün, tinsel bedenin ebediyete intikalinin üzerinden, sonsuzluk özlemi başladı. Bugünkü imkânlar içerisinde Atatürk’e ilişkin araştırmalar genişledikçe, yeni metinler ve belgeler yayımlandıkça, hiç şüphesiz O’nun ruhunu yansıtan eşsiz fikir ve düşüncelerini Seç Haber ailesi olarak sizlere sunarken görevimizi yaptığımız inancı içerisinde; Yeni yılınızı kutluyor, sağlıkla, huzur ve mutluluk dolu güzel bir yıl diliyoruz efendim.
Her yeni yıl üzerine tek bir cümle yazılmamış, karalanmamış, silinmemiş ve lekelenmemiş bembeyaz bir hayat sayfasıdır. Öyleyse bana ait olan beyaz sayfama yazacağım ilk cümle:
”Sadece Büyük bir lider geleceği küçük kalplere emanet eder. Bu küçük kalpler Seni unutur mu?”olacaktır.
Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.