Pek çoğumuzun, adını ilk olarak 1999 Gölcük depremi sonrası dillendirilen komplo teorileriyle duyduğumuz, aslında pek çok bilimsel amaçlı uygulamalara yönelik araştırmalar için yürütülmüş fakat bu araştırmaların sunduğu imkanlar sebebiyle de silah haline gelebilmesi ihtimali bulunan, iyonosfer ısıtıcıları teknolojisi olarak da özetleyebileceğimiz bir teknolojinin öncüsü olması nedeniyle de kötü bir ün kazanmış olan, özel olarak HAARP Programı ve genel olarak da bu ve benzer teknolojilerden, elimden geldiğince, dilim döndüğünce bahsetmeye çalışacağım sizlere.
Öncelikle HAARP nedir?
Yüksek Frekanslı Aktif Kutup Işımaları Araştırma Programı ifadesinin İngilizce baş harfleriyle isimlendirilen, Alaska Fairbanks Üniversitesi, Gelişmiş Savunma Araştırmaları Projeleri Ajansı (DARPA) ve ABD Savunma Bakanlığı’nın beraberce 1990’larda başlatmış oldukları, 2015 itibariyle ABD ordusunun devreden çekildiği ve Alaska Fairbanks Üniversitesi’ne devredilen iyonosferik bir araştırma programıdır. İyonosfer, Dünya’nın üst atmosferini çevreleyen elektrik yüklü küredir. Dünya yüzeyinden 60 ila 90 km arasında değişken olarak bulunmaktadır. HAARP’ın iki önemli tesisi Alaska – Gakona ve Alaska – Fairbanks’te, bir diğeri PuertoRico – Arecibo’da olmak üzere üç önemli vericisi bulunuyor. HAARP programı günümüze kadar sadece Alaska’daki araştırma merkezi ile tanınmış olsa bile aslında tüm Dünya’da başka isimler altında ve çok daha güçlü HAARP benzeri programlar uygulanmaktadır. HAARP programının pek çok elektromanyetik gözlem yapabilme yeteneği olduğu gibi, ayrıca üst atmosferde yüksek yoğunluklu plazma bulutları oluşturmak, iyonosferik manipülasyon yapabilmek, manyetosfer ile etkileşime girmek, Van Allen kuşakları ile etkileşime girmek, gözle görülebilir fakat oldukça düşük parlaklıklı suni kutup ışımaları oluşturmak, iyonosfer ısıtıcılığı gibi kabiliyetleri de vardır. HAARP 2000’li yıllara kadar Dünya’nın en güçlü elektromanyetik vericisi unvanını taşımaktaydı. Yayınladığı elektromanyetik ışınımı atmosferin üst tabakalarında odaklama ve iyonosfer tabakasının suni olarak ısıtılması, yükseltilmesi, başkalaştırılması gibi yetenekleri bulunmaktadır. HAARP projesinden sorumlu akademisyenler, kamu yetkililerine verdikleri ve basına açık toplantılarda HAARP programının esas amacının “iyonosferin yönetilmesi” olduğunu ve bu görevin başarıldığını açıkça belirtmektedirler.
HAARP ve benzeri teknolojiler, üst atmosfer tabakalarına birkaç milyon Watt gücünde elektromanyetik ışınım odaklayarak, iyonosferi ısıtıp genleştirme yeteneğine sahiptir. Bu sebeple bu türden vericilere “iyonosfer ısıtıcısı” veya TTA (Tesla Teknolojisi Anteni) denilmektedir. HAARP antenleri de odaklı ve yönetilebilir elektromanyetik ışınımlarını üst atmosfer tabakalarına göndermek üzere tasarlanmıştır. Gakona – Alaska’daki verici 3,6 milyon, Arecibo’daki verici ise 1 milyon Watt gücünde elektromanyetik ışınım üretebilmektedirler. HAARP antenleri 2000’lere kadar “gelişmiş iyonosfer ısıtıcıları” olarak kabul görmekteydi fakat günümüzde EISCAT, NORAD, NEXRAD, LOFAR gibi çok daha güçlü, çok daha geniş çaplı ve çoklu verici anten sistemleri vardır. Tüm bu sistemler HAARP benzeri programlar olup hepsi de güçlü elektromanyetik verici sistemleri ve iyonosfer ısıtıcılarıdır. Bu alandaki patentlerin çoğu, Nikola Tesla’nın 1900’lü yıllarda yaptığı yüksek miktarda enerjilerin kablosuz olarak iletilmesi çalışmalarını temel almaktadırlar.
2014 yılı yazında kapatılması gündeme geldiği sıralarda basına açık bir toplantıda bir araya gelen ilgili kurumlardan bilim insanları, “Eğer HAARP programı kapatılırsa önemli bir şey kaybetmiş olur muyuz?” sorusu üzerine şu cevabı veriyorlar:
“İyonosferi yönetmenin diğer yöntemlerine yönelmiş bulunuyoruz. HAARP’ın tasarım amacı da budur, iyonosfer tabakasına enerji enjekte ederek iyonosferin yönetilmesidir ki bu görev tamamlanmıştır.”
Pek çok bağımsız araştırmacı için, ilgili kurumların yaptıkları resmî açıklamalar neticesinde, “İklim olaylarını kontrol etme teknolojisi bulunmuyor, bu bir şehir efsanesidir” türünden uzman görüşleri, “Tüm Dünya’ya beş bilgisayar yeter” türünden açıklamalar arasında çoktan yerini almış bulunuyor.
Peki bu ve benzer teknolojilerin başka ne gibi yetenekleri bulunuyor?
HAARP programı hakkındaki resmi, askeri dökümanlar, bu yetenekleri söyle sıralıyorlar:
En çok merak edilen konuya da değinelim. Bu teknoloji, deprem üretir veya beklenmekte olan bir depremi tetikleyebilir mi?
Çok uzunca bir zamanını bu konuyu araştırmaya harcamış, biraz bilimden, fizikten anlayan bir kardeşiniz olarak net bir şekilde söyleyeyim:
HAARP benzeri teknolojilerin, jeofizik tarama ve toprak altı tomografisi vs gibi alanlardaki deneyleri sırasında deprem gözlendiği olmuştur fakat bu olaylar gayet rastlantısal gözükmektedir. Elektromanyetik teknolojiler kullanılarak, iyonosfer gibi atmosfer tabakalarını başkalaştırmak yoluyla iklim ve hava olaylarını etkilemek veya kontrol etmek gayet mantıklı bir iddiadır fakat bu teknolojiyi çok çok daha büyük kütleli tektonik levha parçalarını hareketlendirmek için kullanmayı denemek, pek de mantıklı görünmüyor.
Bu tür iddialara bir de şu açıdan bakmak gerekir, bazı şeylerin “şüyuu, vukuundan beterdir” denir, yani o şeyin dedikodusunun yapılması, gerçekleşmesinden bile daha kötüdür. Deprem silahı dedikodusu da bu türden bir konudur çünkü doğası gereği depremler yaşayan bir gezegenin üzerinde yaşıyoruz ve özellikle bizim gibi az gelişmiş ülkelerin depremlerde ciddi can kayıpları verdiği düşünüldüğünde, bu iddiaların nasıl bir toplumsal travmaya dönüşebileceği açıktır.
Toprak altını görüntülemek ile toprak altını fiziken etkilemek, takdir edersiniz ki tamamen farklı şeylerdir.
Bu noktada şu açıdan da düşünmek gerekir, Dünya’yı yöneten küresel güçler için, ellerinde bir deprem silahı bulunduğu algısı, en az o silahın kendisi kadar değerlidir. Hele ki böyle bir silahı yapmak ve tutarlı bir şekilde çalıştırmak imkânsız ise.
Şöyle de örneklendirebiliriz: Hatırlayın 2015 yazında TSK Amerikan planlarını, taşeronlarını vurmaya başladığında şöyle bir söylem duyduk: “Türkiye’nin fay hatları kırılır” Elbette herkes bu söylemi sosyolojik bir söylem olarak algıladı fakat benim zihnim biraz farklı çalışır, herkesin gördüğünden farklı bir şeyler görebilmeyi severim. Bu “fay hatları kırılır” söylemi, Türkiye’yi tehdit etmeye çalışan dış güçler mi var gibi bir soru oluşturmuştu benim zihnimde. Hem sosyolojik hem de fiziken bir tehdit. Fakat neticede gördük ki ne şekilde algılarsak algılayalım, tehdidin içi boşmuş. Adı ister HAARP olsun ister toplum mühendisliği gibi bir şey olsun, gördük ki Atlantik ötesindekilerin borusu burada ötmüyor. Burası Türkiye.
İklim olaylarını etkilemek ve yönetmek ise küresel güçlerin uzunca zamandır üzerinde çalıştığı bir konudur ve yapılan resmî açıklamalar, bu konuda ciddi mesafe kat edildiğini gösteriyor. Fakat burada da şu nokta gözden kaçırılmamalıdır ki iklim olaylarını başkalaştırma teknolojilerinin uygulamasının Dünya üzerinde bir hukuki temeli yoktur. Çünkü soluduğumuz havanın mülkiyeti tüm insanlığa aittir. Bugün televizyon ekranlarına çıkarak, göğsünü gere gere “Türkiye’de iklim deneyleri yapıyoruz” şeklinde insanların aklını çelenler, yarın “iklim olaylarını başkalaştırmak suretiyle Türk Devletini ve Türk çiftçisini zarara uğratmak” konulu bir iddianamenin sanığı olabileceklerini göz ardı etmemeleri gerekir.
Bu noktada kısa bir anımı anlatmak istiyorum:
Mezunu olduğum İstanbul Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri bölümünde 2015 yazında yapılan ve dinleyici olarak katıldığım bir seminerde, laf lafı açmış ve konu bir şekilde Apollo 10 uçuş verilerinin bildiğimiz fizik kanunları ile çelişmekte olduğu, bu veriler ile yapılan kütle hesaplamasının ciddi şekilde hatalı olduğuna gelmişti. Bu iddialarım karşısında konuşmacı akademisyenlerden biri “ne olmuş yani, böyle küçük hesap hataları her zaman olabilir, bazen biz de böyle hatalar yaparız, sonuçta yağmur yağacağına dolu yağar” deyince kendisine Jeo mühendislik ile mi meşgul olduğunu sorduğumda salonda kısa süreli bir sessizlik olmuştu. Hayır diye cevapladı konuşmacı akademisyen arkadaş sorumu biraz sonra. Fakat o kısa süreli sessizlik manidardı. Sanırım ya İstanbul Ün. Astronomi bölümü akademisyenlerinin Jeo mühendislik konusunu öğrenmelerine vesile oldum ya da daha düşük bir ihtimalle uygulamanın Türkiye ayağı zannettiğimden daha yakınımdaydı…
Özetle, “HAARP teknolojisi bir süper silahtır, bu teknoloji ile küresel güçler tüm Dünya’yı diledikleri şekilde tehdit edebilirler” türünden bir söylemin içi boştur ve küresel güçlerin elini daha da güçlendirmekten başka bir işe yaramaz. “HAARP teknolojileri ile iklim olaylarını başkalaştırmak BM sözleşmelerine göre ciddi bir suçtur” söylemi, bu teknolojileri araştıran firmaların bile itiraz edemeyecekleri, daha yerinde ve strateji olarak daha doğru bir söylemdir.
İklim mühendisliği sözcülerinin “Türkiye’de iklim deneyleri yapıyoruz” söylemi ortada olduğuna göre, artık kendisini iklim mühendisliği karşıtı olarak görenlere daha ciddi görevler düşmektedir. Bu satırların yazarı kardeşiniz de iklim olaylarını milyonlarca yıldır yönetmekte olan iradenin şimdiye kadar bu işi gayet iyi idare ettiğini düşünmekte, insanoğlunun Dünya’nın fazla ısındığı veya soğuduğu türünden şikayetlerini ise geçmişte de örnekleri yaşandığı üzere, sosyo-politik bir manevra olarak görmektedir. Ne 1970’lerde iddia edildiği gibi bir mini buzul çağı gelmiştir ne de Al Gore ve ekibinin küresel ısınma öngörülerinden bir tanesi bile tutmuştur. Her ikisi de aynı yalandır. “Bizler çok büyük bilim insanlarıyız!” yalanı..
Yerseniz… Ben artık yemiyorum.
Kal sağlıcakla sevgili okur…