Türkiye Büyük Millet Meclisi, “23 Nisan 1920” tarihinden “15 Kasım 1924” tarihine kadar bugünkü Kurtuluş Müzesi olan birinci binasında çalışmıştı. 1.Meclis binasının çalışmalar için yetersiz olması, bazı komisyon toplantılarının Meclis dışında kiralanan yerlerde yapılması, yeni bir binayı zorunluluk haline getirmeye başlamıştı. Bu yetersizlik, gelişen Cumhuriyet Türkiye’sinin ihtiyaçlarının artmasıyla daha da belirginleşerek yapılan görüşmeler ve çoğunluğun kararıyla yeni bir bina arayışına geçilmişti.
Mevcut binanın hemen yanında Mimar Vedat TEK tarafından Cumhuriyet Halk Fırkası Mahfeli olarak tasarlanan ve inşa edilen yapı uygun görülmüş, binanın yapılan değişiklerle işlevi farklılaştırılarak “18 EKİM 1924” tarihinde yeni Meclis binası olarak kullanıma açılmıştı.
Müzakerelerin heyecanlı bir şekilde devam ettiği, 9 Şubat 1925 Pazartesi günü, saat beşi yirmi geçe Büyük Millet Meclisi binasında, Halit Paşa, Afyon Mebusu ve İstiklal Mahkemesi Reisi Ali Bey (KEL ALİ NAMIYLA MARUF ALİ ÇETİNKAYA) tarafından öldürüldü.
Halit Paşa, askerlikten ayrılmak istememişse de, Mustafa Kemal Paşa’nın ısrarı üzerine siyaset hayatına atılmıştır. İkinci Dönem TBMM seçimlerine Ardahan’dan adaylığını koymuştur. 5 Temmuz 1923 tarihinde yapılan seçimler sonucunda 183 oy alarak mebus seçilmiştir.
Mazbatası 11 Ağustos 1923 tarihinde Birinci Şube’de, 12 Ağustos 1923’te ise mecliste onaylanmıştır.
16 Ocak 1924 tarihinde kendi el yazısıyla TBMM’ye sunduğu Tercüme-i Hal belgesine göre; Halit Bey, Kastamonu’nun Taşköprü kazasının Yazı Köyü eşrafından Tütün Gümrüğü Nazırı Hacı Osman Bey’in torunudur. Halit Bey’in babası Ahmet Bey İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Halit Bey ise 1884 yılında İstanbul Beşiktaş’ta doğmuştur.
Halit Paşa, sırasıyla dördüncü, birinci ve üçüncü şubelerde görev yapmıştır. Birinci şube başkanlık görevini de yürütmüştür.
İki defa izin kullanmış, beş farklı konuda söz almıştır. 72 açık oylamaya katılmış, 71’inde evet, birinde hayır oyu kullanmıştır.
Halit Paşa’nın dört takriri, dört kanun teklifi ve üç değişiklik teklifi vardır. Çoğu askerlikle ilgili olan bu tekliflerin sadece bir tanesi kabul edilmemiştir. Takrirlerinin en önemlisi malûl gazilerin terfihine dairdir. Seksen sekiz arkadaşıyla verdiği takrir Müdafaa-i Milliye ve Maliye encümenlerine sevk edilmiştir.
3 Şubat 1925 tarihinde, mecliste takririni savunmuştur. Kanun teklifinin kabul edilmesinin artık “FARZ” ve meclis için “NAMUS BORCU” olduğunu söylemiştir. Askerlik hayatından verdiği örneklerle malûl gazilerin kahramanlıklarını gözler önüne sermiştir.
HALİT PAŞA’NIN MECLİSTE ÖLDÜRÜLME HADİSESİ 1.BÖLÜM
Halit Paşa, Milli Mücadelenin namdar kumandanlarındandı. Aşırı cesareti, ölümü hiçe sayması ve bu arada asabiyeti dolayısıyla kendisine “DELİ HALİT PAŞA” denilirdi. Mert, vatanperver, mutlak disiplinli bir kumandandı. Ölümüne kadar, girdiği bütün harplerde düşman arkasını görmemişti. Zaferden sonra Ardahan’ın mebusu olarak Meclis’e iltihak etti.
Halit Paşa, 9 Şubat 1925 Pazartesi günü, saat beşi yirmi geçe Büyük Millet Meclisi binasında, Afyon Mebusu ve İstiklal Mahkemesi Reisi Ali Bey (KEL ALİ NAMIYLA MARUF ALİ ÇETİNKAYA) tarafından öldürüldü.
Cinayete iştirak ve Ali Bey’e yardım edenler, Rize Mebusu Rauf, Bozok Mebusu Salih Bey ile Cebelibereket Mebusu Avni Paşa idi.
Hadisenin evveliyatı vardı; Mecliste, bir kısım Mebuslar, Dâhili Nizamname’nin “MECLİS MÜZAKERELERİNE SİLAHLI OLARAK GİRİLMEZ. MECLİS BİNASI İÇİNDE ATEŞLİ SİLAH VESAİRE TAŞIMAK YASAKTIR.” kaydına rağmen, Afyon Mebusu Ali, Gaziantep Mebusu Kılıç Ali, Rize Mebusu Rauf, Bozok Mebusu Salih Bey ile Cebeli Bereket Mebusu Avni Paşa’nın daima silahlı olarak müzakerelere iştirak ettikleri biliniyordu. Mecliste Refet Paşa’nın mebusluktan istifası meselesi münakaşa edilirken, Yunus Nadi Bey ’in;
—“MUHALİF PAŞALAR BİR HÜKÜMET KURACAKMIŞ…” kinayeli sözü üzerine oturduğu yerden;
—“EVET, GENERALLER HÜKÜMETİ.” diye Ali Bey ’in müdahalesi, Halit Paşa’yı sinirlendirmiş, ani bir kararla Ali Bey ’in yanına gelmiş;
—“BİRAZ KORİDORA ÇIK… SENİNLE KONUŞACAĞIM.” demişti.
Halit Paşa’nın sözü ne pahasına olursa olsun tatbik edileceğini bilen Ali Bey kalkmış, Halit Paşa önde, kendisi arkada müzakere salonundan dışarı çıkmışlardı. Halit Paşa gözlerini muhatabının gözlerine sabit bir bakışla dikerek sordu;
—“DEMİN GENERALLER DİYE BİR TABİR KULLANDIN. BU TABİRLE, GENERALLERE HAKARET Mİ ETMEK İSTEDİN?”
Ali Bey şaşırmıştı. Karşısındakinin kararlarında ne kadar ani ve bu kararlarını gözünü kırpmadan tatbik mevkiine koyacak bir insan olduğunu çok iyi biliyordu. Tereddütsüz cevap verdi;
—“ASLA. BEN DE ASKER DEĞİL MİYİM? NİÇİN GENERALLERE HAKARET EDEYİM?”
Halit Paşa vaziyetini bozmadan cevap verdi;
—“SEN DE ASKERSİN AMMA, GENERAL DEĞİLSİN… NEDEN PAŞALIĞA TERFİ EDEMEDİĞİNİ BEN DE SENİN KADAR BİLİRİM. SANA EMRÜ KUMANDA ETMİŞ İNSANLARA KİNAYELİ LAF ATMAYA UTANMIYOR MUSUN?”
Ali Bey, bu tehevvür karşısında büsbütün şaşakalmıştı Koridorlarda kimsecikler yoktu. Halit Paşa’yı tatmin etmek ihtiyacını duydu;
—“PAŞAM… BENİM ORDUYA VE ORDU MENSUPLARINA NE KADAR HÜRMETKÂR OLDUĞUMU BİLİRSİN. HATIRIMDAN, HİÇBİR KUMANDANA HAKARET ASLA GEÇMEDİĞİNE SENİ NAMUSUMLA TEMİN EDERİM…”
Halit Paşa, muhatabının yüzüne dikkatle baktı, baktı… Bir karar safhasında olduğu belli idi. Sonra ne düşündü bilinmez, hiçbir şey söylemeden arkasını döndü ve Meclis binasını terk etti.
Birinci bölümün sonu…
Ali Bey salona döndüğü zaman, geçirmiş olduğu şok’un tesiri altında idi ve bunu, İhsan BEY (CEBELİBEREKET MEBUSU, ESKİ BAHRİYE VEKİLİ) ne yavaş sesle anlattı.
Halit Paşa’nın karakterini, müthiş cesaretini, kuvvetini, kararları ne olursa olsun onu tatbik için asla tereddüt etmediğini bilenler üzerinde hâdise derin bir tesir yapmıştı
İhsan Bey dedi ki;
—“BUNU GAZİYE ANLATMALISIN.”
Daha sonraki hadiseler, Halit Paşa ile Ali Bey arasındaki ilk hâdisenin GAZİ’YE arz edildiği kanaatini veriyor…
Ali Bey’le aralarındaki hadiseden haberdar olan GAZİ, ertesi günü Halit Paşa ’yı davet ediyor. GAZİ ’YE anlatılan;
—“HALİT PAŞA’NIN, HER AN BİR VAK’A ÇIKARMAK İSTİDADINI GÖSTEREN ASABİ MİZACININ CİNNET-İ MUVAKKATE HALİNE GELEBİLMEK ÜZERE OLDUĞUDUR.”
Kendisini ta Makedonya Cephesinden tanıyan, Trablus’ta beraber bulunan, Ahiska ve Şark Cephesi kahramanının sıhhati hakkında bu üzücü iddianın varit olup olmadığını anlamak için, Halit Paşa ’yı şahsen davet etti ve hadiseden asla bahsetmeyerek sıhhatini merak ettiğini söyledi. Kendisine kanun teklifinin safhasını sordu ve görüşmeyi sağlık durumuna intikal ettirerek dedi ki;
-…”BU MEMLEKETİN SİZE İHTİYACI VARDIR. ŞAHSEN SİZİ NE KADAR SEVDİĞİMİ BİLİRSİNİZ. SIHHATİNİZLE ALAKADAR OLMAK KARARINDAYIM. BANA HEKİMLERİN TAVSİYESİNİ YERİNE GETİRECEĞİNE SÖZ VERECEKSİN.”
Halit Paşa’nın GAZİ ’YE büyük hürmeti vardı. Teşekkür etti ve söz verdi.
Bunu üzerine GAZİ dedi ki;
-…”BEN BU VAZİFEYE AKRABANIZ OLAN DOKTOR HAKKI ŞİNASİ PAŞA’YI MEMUR ETTİM. İNSAN KENDİ SAĞLIĞINI EKSERİYETLE İHMAL EDER. FAKAT ARADA İTİMAT ETTİĞİ BİR DOKTORUN DELÂLETİ OLURSA, O ZAMAN TEDAVİ VAZİFE HALİNİ ALIR. NETİCEDEN HAKKI ŞİNASİ PAŞA BENİ HABERDAR EDECEK.”
GAZİ o gün Halit Paşa’yı yemeğe alıkoydu. Yemekte mümkün olduğu kadar afakî mevzular konuşuldu.
Halit Paşa, GAZİ’NİN yanından ayrılmadan evvel, Hakkı Şinasi Paşa da gelmişti. O yıllarda Ankara’da bulunan en tanınmış hekimler, Halit Paşa’nın muayenesine iştirak ettiler. Doktorların vardığı netice, kendisinin mutlak olarak tedavisi, istirahatı, siyasi hayattan ve her türlü yıpratıcı, yorucu mesaiden hiç olmazsa bir müddet uzak kalması ve evlenmesi idi.
Halit Paşa dedi ki;
—“DOĞRUDUR. BEN DE BİR MÜDDET İSTİRAHAT ETMEK İSTİYORUM. FAKAT ŞU MALÜL GAZİLER KANUNUNU ÇIKARTMADAN ÖLECEĞİMİ BİLSEM, GİTMEM.”
Ve mevzu derhal kendisini asabileştirdi.
—“BUGÜN HAKKI HAYAT İSTİYEN BU ESKİ MUHARİBLER, MEMLEKETİN İSTİKBAL VE HÜRRİYETİ İÇİN MALÜL OLDULAR. HİÇ BİR SEBEP, ONLARI REFAHA ERİŞTİRMEKTEN MENEDEMEZ. NEYMİŞ, BÜTÇE MESELESİ İMİŞ, NEYMİŞ, UMUMİ KADRO MESELESİ İMİŞ… İSTEDİKLERİNİ PEK ALA YAPIYORLAR.”
Sonra, ara seçimlerinde İstanbul’dan mebus seçilen Hakkı Şinasi Paşa’ya kendisinin tedavi mevzuunu bir tarafa bırakıp şu suali sordu;
—“SİZ DE KANUN TEKLİFİNİ İMZALAR MISINIZ?”
Paşa derhal müspet cevap verdi.
Aradan üç gün geçmişti…
Tarih 9 Şubat 1925 Pazartesi
Meclis Fethi Bey hükümetinin ilk bütçesini müzakere ediyordu. Halit Paşa, malul gazilerin terfihi ve bilhassa “ESKİ MALÜLLER, YENİ MALÜLLER” diye maaş tahsisini farklı hale getiren tasnifi önleyen teklifini hazırlamış, müstaceliyetle müzakeresini temine uğraşıyor ve imza topluyordu. İkinci Meclis’in bilhassa ilk iki yılında devam eden geleneğe göre, bir kanun teklifine imza koyanların yekûnu, Meclis ekseriyetini sağladığı takdirde kanunlaşmış telakki etmektedir. Halit Paşa’da bunu bildiği için, sıraları takiben imza topluyordu. Herkes kendisine hürmet ediyor ve mevzuu da bildikleri için, hiç ses çıkarmadan ve hatta teklifi okumadan imza ediyordu.
Halit Paşa, ön sıralara doğru ilerlerken, sağ köşede, yazı yazmakta olan Elaziz Mebusu Hüseyin Bey ’e (HÜSEYİN DEVECİ) gözü takılıyor. Hüseyin Bey’i eskiden de tanımaktadır. Yanına yaklaşıyor;
—“ŞUNU İMZALAYIVER. BİLDİĞİN MALÜL GAZİLER MESELESİ” diyor.
Hüseyin Bey, kısa bir zaman önce, Malul Baytarların da, askeriyenin diğer sınıfları gibi, Maluliyet haklarından istifade etmeleri için bir kanun teklifi yapmış ve bu teklif, Meclis’in tasvibine iktiran etmiştir. Bir anda intikal edemiyor;
—“PAŞAM. ONLARIN İÇİNDE MALÜL MAAŞI ALAMAYAN BİR BAYTARLAR VARDI, ONLARI DA BİR TEKLİFLE BEN KANUNLAŞTIRDIM.” diyor.
Paşa zaten ifrat asabiyet içinde, teklifine karşı yapılacak Hükümet itirazının muhasebesini zihnen yapmakla meşgul iken, Hüseyin Bey ’in mevzuu karıştırmasına birden sinirleniyor, Riyaset makamının bile dikkatini çekecek tarzda yüksek sesle bağırıyor;
—“SADECE BAYTARLAR MI BİRADER?”
Teklife o sırada göz atmakta olan Hüseyin Bey’in elinden, toplanan imzalarla üç sahife haline gelmiş olan evrakı şiddetle alıyor. Hatta bu çekiş esnasında, iğnelenmiş olan son kâğıdın kısmen yırtılması, Halit Paşa’yı büsbütün çileden çıkarıyor;
—“VER ŞUNU… BENDE KABAHAT Kİ SENİ DOST VE HAKLI İŞE YARDIM EDER BİLEREK YANINA GELDİM.” diyor.
Hüseyin Bey, hem müteessir, hem şaşırmış, evrakı geri almak istiyor;
—“PAŞAM… NEDEN ASABİLEŞİYORSUN? BEN MEVZUU ÖĞRENMEK İSTEDİM Kİ, MÜZAKERE SIRASINDA BİR FAYDAM OLUR DİYE… FAKAT SEN BİLİRSİN.” diyor.
İşte bu “SEN BİLİRSİN” tabiri, Halit Paşa’yı büsbütün asabileştiriyor;
—“NEYİ BEN BİLİRİM? BU ADAMLAR, SİZİ BURADA RAHATÇA OTURTMAK İÇİN SAKAT KALDILAR. ONLARIN DERDİNİ BENİM KADAR HEPİNİZ BİLMEKLE MÜKELLEFSİNİZ. BEN SANA, BENİM BAŞKA ŞEYLER DE BİLDİĞİMİ İSPAT EDERİM. BURASI MÜZKERE SALONU. MECLİSE HÜRMETİM VAR. SEN, GELSENE DIŞARI.” diyor.
Hüseyin Bey ’le Halit Paşa arasındaki münakaşayı, etrafta olan birçok mebus duymuş ve kendilerine doğru gelmeye başlamışlardır. Bunlar arasında, Rize Mebusu Rauf Bey de vardır. Rauf Bey, Hüseyin Bey ’i Halit Paşa’nın “DIŞARIYA GELSENE” davetinin neticesini tahmin ediyor ve hemen arkadaşlarını haberdar ediyor.
İkinci bölüm sonu…
MECLİSE KİMLER SİLAHLI GELİYORDU?
Bu zevat malumdu ve Rize Mebusu Rauf Bey arkadaşlarına Halit Paşa’nın münakaşasını haber verdiği zaman bu arkadaşların hepsi silahlı idiler.
ARKADAŞLAR;
AFYON MEBUSU ALİ BEY (ÇETİNKAYA), CEBELİBEREKET MEBUSU AVNİ BEY (PAŞA), KILIÇ ALİ BEY (GAZİANTEP), SALİH BEY (BOZOK).
Rauf Bey’in derhal haberdar ettiği grup, hemen Halit Paşa’nın etrafında toplandılar. Meclis müzakereleri devam ediyor ve kürsüde, Saruhan mebusu Abidin Bey bulunuyordu. Münakaşa mevzuu Başvekâlet bütçesi idi. Müzakereler hararetli oluyordu. Ali ÇETİNKAYA ve Kılıç Ali Beyler, Halit Paşa’yı tatmin ve teskin etmeye uğraşıyorlardı. Ali ÇETİNKAYA, nispeten geri duruyor ve söze fazla karışmak istemiyordu. Salih Bey, Halit Paşa’ya hitaben dedi ki;
—“SEVGİLİ PAŞAM… GEL ALLAH AŞKINA, İDARE ODASINA GEÇELİM. BİR KAHVE İÇ. SÜKÜN BUL… FAZLA ASABİYET İÇİN HİÇBİR SEBEP YOK. HER ŞEY SENİN İSTEDİĞİN GİBİ OLUR…”
Ve cevap beklemeden, laubali bir tavırla Halit Paşa’nın koluna girerek, yan kapılardan birisinden çıkardı. Arkasından diğerleri de geliyordu. İdare odasında, Yunus Nadi Bey, yazı yazmakla meşguldü. Rauf Bey kendisine vaziyeti anlatınca, Yunus Nadi Bey, babacan bir tavırla Halit Paşanın yanına gelerek;
—“BAK PAŞA, dedi. SEN BU MEMLEKETİN NADİR YETİŞTİRDİĞİ BİR KUMANDANSIN. SENİN DERTLENDİRİLMENE, ÜZÜLMENE, SİNİRLENMENE ASLA TAHAMMÜL EDEMEYİZ. SENİN CİVANMERTLİĞİNİ BÜTÜN VATAN BİLİR. HÜDA ŞAHİT, RAHATSIZLIĞINI DUDUĞUM ZAMAN KALBİM KANADI. SEN, BU PARLAMENTO HAYATININ GİRDİ ÇIKTILARINA İNTİBAK EDEMEZSİN. NE ARZUN VARSA BANA SÖYLE… HİÇ BİR ARKADAŞ SENİ KAT’A ÜZMEK İSTEMEZ. BAK, RENGİN NE KADAR DA DEĞİŞMİŞ. GEL ŞÖYLE ŞU MASA BAŞINA VE BU MESELELERİ KAPAT. AFAKİYATTAN BAHSEDELİM. NE ZAMAN ALMANYA’YA GİDİYORSUN?”
Halit Paşa, Yunus Nadi Bey’in, bu samimi sözleri karşısında nispeten sükûn bulmuştu. Elini alnına götürdü;
—“ GİDECEĞİM YUNUS NADİ BEY, ŞU İŞİ BİR BİTİREYİM DE…”
Yunus Nadi Bey, odada bulunanlara gizli bir işaret verdi. Onlarsız paşayı daha çok kolay teskin edebileceğini anlamıştı. Nitekim yalnız kaldıkları zaman, bir müddet daha konuştular.
Halit Paşa, nispeten bir sükûn bulmuş bir şekilde, müzakere salonuna dönmek üzere ayrıldı ve salona girdiği zaman, kuvvetli bir ihtimale göre, biraz evvel Yunus Nadi Bey’e söylediği teklifini riyaset makamına verdikten sonra müzakereleri terk etmek arzu ve kararında idi.
Fakat…
—“BU KADARI FAZLA… YA SEN, YA BEN…”
Fakat salona girdiği zaman, Elâziz Mebusu Hüseyin Bey’i, Ali ÇETİNKAYA, Kılıç Ali, Rauf, Salih ve Avni Beylerin teşkil ettikleri halka arasında oldukça yüksek sesle bir şeyler söylerken buldu. Halit Paşa tam içeri girdiği anda, belki tesadüf, Hüseyin Bey kendisini gördü ve sustu. Bu sırada, bütün bakışlar, Halit Paşa’nın üzerine dönmüştü.
Paşa bu bakışlarda bir meydan okuma mı buldu, nedir, ani bir kararla gruba doğru yürüdü…
Hüseyin Bey’e hitap etti;
—“BAK SANA GÖRE HADİSE DAHA KAPANMAMIŞ… AĞZINIZA SAKIZ LAZIMDI ANLAŞILAN… ÖYLEYSE DEVAM EDELİM. BU KADARI DA FAZLA; (YA SEN, YA BEN!)…”
Hüseyin Bey’in etrafındaki grup, yine müştereken ayağa kalktılar ve yine müştereken ricada bulunmaya başladılar. Bu sefer, en ısrarlı rica Ali Bey’den geliyordu. Paşanın diğer tarafında Rauf Bey (RİZE) vardı. Müzakerelerin heyecanlı bir safhada olması, nispeten gerilerde cereyan eden hadiseyi, umumi heyetin alaka ve dikkatinden uzak tutuyordu. Grup, beraberce salonun sağ yan kapısından çıktı. Herkes paşaya, bir müddet dinlenmesini rica ediyordu. Hüseyin Bey, Salih Bey’in ikazı üzerine içerde kalmıştı.
Ali Bey’in, bu hadiseden kısa bir müddet evvel, çay istediği anlaşılmaktadır. Çünkü tam bu sırada, bir hademe elinde çay fincanı ile geliyor. Ali Bey, Paşayı kapıya kadar uğurladıktan sonra geri dönmek niyetini tevsik etmek üzere, çay fincanını eline alıyor ve bir taraftan da Halit Paşa ile konuşmaya devam ediyordu;
—PAŞA, BÜTÜN BU İŞLER, MALÜL GAZİLER MESELESİ DEĞİL Mİ? NEDEN BİZE İTİMAT ETMİYORSUN? EMİN OL, EL BİRLİĞİYLE BU İŞİ HALLEDERİZ…”
Grup, Meclis’in dış kapısının önündeki camekana yaklaşmıştır. O anda ne oluyor? Halit Paşa, kendisi için olduğu kadar, memleketin muhafazası için canla başla vuruşarak, vücutlarından uzuvlar kaybetmiş ve malul kalmış binler, on emektar namına binlerce emektar namına, bu afakî sözlerin ani asabiyeti ile mi veya altıncı hissiyle meşum bir niyeti düşünmüş olmanın nefis müdafaası duygusu ile mi, nedendir bilinemiyor. Süratli birkaç adımla gruptan ayrılıyor ve aradaki mesafeyi birkaç metreye çıkardıktan sonra birden geri dönüyor. Fakat bu dönüşle beraber, iki eli ile sağ ve sol cebinden iki tabanca çıkarmıştır. Paşanın kısık sesi duyuluyor;
“SİZDEN EVVEL BEN DAVRANIYORUM… AL SANA ALİ…”
İşte, ALİ ÇETİNKAYA ‘yı hayatta bırakan hadise, iki tabancanın birden patlamasıdır. Ünlü bir nişancı olan Halit Paşa’nın, bu kadar kısa mesafeden tam isabet kaydetmemesinin tek sebebi, iki elle birden ateş etmesidir. Çünkü daha sonraki tahkikat safhası ve rüyet şahitlerinin ifadelerinde;
“PAŞANIN İLK İKİ ATEŞ SIRASINDA, HİÇ BİR MÜDAHALEYE MARUZ KALMADIĞINI GÖSTERİYOR.”
Ali Bey’in yaşamasını takdir eden kader, ona ikinci bir şans lütfediyor. Bu atıl ateş karşısında şaşalı yan ve kendi ifadesiyle “NE OLDUĞUNU ANLAMAYAN” Ali Bey, elindeki çay fincanını düşürüyor, gerisin geriye giderken merdivene ayağı takılıyor ve düşüyor.
İşte bu düşme Ali Bey’i kurtarmıştır. Çünkü Halit Paşa’nın elindeki iki tabancada da kurşunlar mevcuttur. O mesafeden, Halit Paşa çapında bir askerin, birisini öldürmek kastıyla ateş etmesi halinde karşısındakinin kurtulma ihtimalini, paşayı bilenler sadece mera retli bir tebessümle karşılıyorlar ve şunları söylüyorlar;
—“EĞER HADİSE, RÜYET ŞAHİTLERİNİN DEDİKLERİ GİBİ CEREYAN ETMİŞSE, ALİ BEY’İN ÖLÜMDEN KURTULMASI ASRIN MUCİZESİDİR.
Bu rüyet şahitlerinin ifadesine göre, hadisenin bundan sonraki safhası şöyle cereyan etmiştir;
Ali Bey tökezleyince, ikinci basamağa sendeleyerek oturmuştur. Bu ani çöküş, paşaya hedefini şaşırtmış ve o anda, Ali Bey’in üstüne atılarak onu altına almış ve sağ dirseğiyle göğsünün üzerine istinat yaparak, tabancalarından birisini alnına dayamış, tam ateşleyeceği sırada, Cebelibereket Mebusu Avni Bey (PAŞA) Halit Paşa’nın üzerine atılarak, elini çekmiş hedef tegayyür etmiş ve patlayan silah, Ali Bey’in beynini dağıtacağı yerde, yüzünü sıyırarak geçmiştir.
Yine, rüyet şahitlerinin ve tahkikatın sonunda kendisinin ifadesine göre;
—“ALİ BEY, BU SIRADA SERBEST KALAN SAĞ KOLUNU, ARKA CEBİNE DOĞRU KAYDIRARAK (YİNE BİR TESADÜF ESERİ DİYELİM) KAYIŞINDAN KAYIP SOLA GELMİŞ OLAN TABANCASINI ZORLA ÇEKEREK PAŞANIN KARNINDAN ATEŞLEDİ. KARNINDAN GİREN KURŞUN CİĞERLERE DOĞRU BİR SEYİR TAKİP EDEREK CİĞERLERİ PARÇALADI VE HALİT PAŞA BAYGIN BİR VAZİYETTE TİTREDİ. İŞTE BU SIRADA, BİR ADAMIN ELİNDE TABANCA VE BU TABANCANIN ATEŞLENMİŞ OLDUĞU İFADELERİ VAR. PAŞANIN ÜZERİNE EĞİLEREK ELİNDEKİ TABANCASINI, KOLUNU BÜKMEK SURETİYLE ALDIĞI GÖRÜLDÜ.”
HALİT PAŞA’YI VURDULAR!
Biz yine bir an için müzakere salonuna dönelim. Kürsüde, Saruhan Mebusu Abidin Bey vardır ve Başvekalet bütçesini tenkit etmektedir. Vekiller Heyeti sırasında, başta Başvekil Fethi Bey olarak bütün vekiller (MALİYE VEKİLİ MÜSTESNA) mevcuttur. Müzakereler heyecanlı geçtiği için alaka ile takip edilmektedir.
İşte bu sıradadır ki, birbirini takiben üç bazı ısrarlı iddialara göre, dört silah sesi salonun camlarını titreterek akisler yapıyor. Meclisin ta hariminde patlayan bu silah sesleri, bütün mebusları heyecanla ayağa kaldırıyor. Herkes birbirine soruyor;
—“NE OLDU?. NE OLDU?.”
Bu sırada kısık bir ses duyuluyor;
—“HALİT PAŞA’YI VURDULAR…”
Kürsüde olan Abidin Bey, o anda, heyet-i umumi yenin hissine tercüman olarak bağırıyor;
—“EFENDİLER… SİLAH HÂKİM OLACAKSA, HEPİMİZ ÇEKİLİR GİDERİZ…”
Mebusların bir kısmı, celsenin tatilini istemektedir. Süreyya Bey (BALIKESİR) bu teklife itiraz ediyor;
—“HEPİMİZİN ANLAMASI MEŞRUT HADİSAT CEREYAN EDİYOR. MAKAM-I RİYASET İZAHAT VERSİN.” diyor.
Reis Kazım Paşa, sükûnetle ve elindeki nota bakarak diyor ki;
—“HALİT PAŞA İLE ALİ BEY ARASINDA BİR MÜNAKAŞA VUKUA GELMİŞ VE HALİT PAŞA VURULMUŞTUR.”
Riyaset makamının bu kısa hadisenin vukua geliş safhası itibariyle şayan-ı dikkat olan izahatını müteakip celse tatil ediliyor ve hemen riyaset divanı toplanarak, ilk tahkikattan sonra şu tebliğ neşrediliyor;
—“BUGÜN SAAT ALTIYA DOĞRU MECLİS KORİDORLARINDA ARDAHAN MEBUSU HALİT PAŞA İLE AFYON MEBUSU ALİ BEY ARASINDA MÜESSİF BİR VAK’A TAHADDÜS ETMİŞTİR. DİVANI RİYASETÇE İSTİMA EDİLEN ŞÜHUNUN İFADELERİNE NAZARAN VAK’A BERVEÇH-İ ATİ CEREYAN ETMİŞTİR;
HALİT PAŞA, ELAZİZ MEBUSU HÜSEYİN BEY’LE TAHADDÜS EDEN MÜNAKAŞADAN MÜTEVELLİT HEYECAN, HİDDET VE İNFİALİNİ TESKİN İÇİN TAVASSUTTA BULUNAN VE İKİ ARKADAŞ ARASINDA BİR HADİSE VUKUUNA MEYDAN VERMEMEYE ÇALIŞAN AFYONKARAHİSAR MEBUSU ALİ BEY’E BİRDENBİRE İZHARA ŞİDDETLE, ARTIK HÜSEYİN BEY’LE OLAN NİZAMI TERK ETTİĞİNİ İFADE ETMİŞ VE MECLİSİN MEDHAL KORİDORUNDA HER İKİ CEBİNDEN ÇIKARDIĞI İKİ ROVELVERLE ALİ BEY ÜZERİNE ATEŞ ETMEYE BAŞLAMIŞTIR. BUNUN ÜZERİNE ALİ BEY, TAHAFFUZ İÇİN GERİ GERİ GİTMEKTE İKEN MERDİVEN BASAMAĞINA AYAĞI TAKILARAK ARKASI ÜSTÜ DÜŞMÜŞ VE HALİT PAŞA, ALİ BEY’İN ÜZERİNE TEKRAR SALDIRMIŞTIR. BU BOĞUŞMA NETİCESİNDE ALİ BEY HAFİF SURETTE YÜZÜNDEN VE ARDAHAN MEBUSU HALİT PAŞA DA KARNINDAN MECRUH OLMUŞTUR. MECLİS DİVANI RİYASETİ İCRA EYLEDİĞİ TAHKİKATI EVVELİYEYİ MÜTEAKİP DERHAL ANKARA MAHKEME-İ ASLİYE MÜDDE-İ UMUMİLİĞİNE DAVET VE TAHKİBATI KANUNİYE DEVAM ETMEKTEDİR. HALİT PAŞA’NIN AHVAL-İ SIHHİYESİNDE BİR VEHAMET OLMADIĞI MÜDAVATA BAŞLAYAN ETİBBA TARAFINDAN TEMİN OLUNMAKTADIR.”
Hadise, bütün memlekette, büyük bir akis yaptı… Muhalefet matbuatı, o güne kadar Mecliste cereyan eden hadiselerin nihayet (KULİSTEN SİLAHA) döndüğünden acı acı şikâyet ettiler, Halit Paşa’nın öldürülmesi, o günkü şartlar içinde memleketin siyasi havasında yer tutmuş, fakat çeşitli sebeplerle izhar edilmemiş düşüncelerin meydana çıkmasına yol açtı. Halk Fırkası’nın müfrit mahfilleri, hadiseye “MECLİS İÇİNDE VUKUA GELMİŞ BİR VAK’A” dediler…
Muhalefet, zımni olarak şu sualleri sormak istedi:
1-)HALİT PAŞA, VAK’AYA TEKADDÜM EDEN GÜNLERDE GAZİ HAZRETLERİ TARAFINDAN KABUL EDİLDİĞİ ZAMAN, ETRAFINA TOPLANMIŞ BAZI KİMSELER İÇİN HALK EFKARINDA HÂSIL OLAN TERDDÜTTEN VE HATTA ENDİŞEDEN BAHSETMİŞ MİDİR?
2-)HALİT PAŞA İLE HALİT PAŞA’YI TOPLU BİR HALDE TAKİP EDEREK, ONA KARŞI ÜÇ KİŞİNİN BİRDEN SİLAH ÇEKTİĞİ (ALİ ÇETİNKAYA, RAUF VE AVNİ BEYLER) SADECE BİR TESADÜF MÜDÜR?
3-)EĞER ORTADA, BİR HADİSEYE SEBEBİYET VERMEMEK ENDİŞESİNDEN GAYRI BİR HİS HÂKİM DEĞİLDİYSE, NEDEN ORADA OLANLARIN HEPSİ BİRDEN HALİT PAŞA’YA SAF TUTARAK CEPHE ALDILAR?
4-)NİÇİN HİÇ BİRİSİ HALİT PAŞA’YI KORUMAK İSTEMEDİ DE, KENDİSİNİ FEVRİ MÜTECAVİZ TELAKKİ EDEREK, ONUN VURULMASINA İMKÂN BIRAKTILAR?
5-)HALİT PAŞA, HÜSEYİN BEY’LE OLAN MÜNAKAŞASINDAN SONRA TATMİN EDİLMİŞ OLARAK MECLİSTEN AYRILIRKEN, NEDEN BEŞ KİŞİLİK BİR GURUP, HEM HEPSİ DE SİLAHLI OLAN, ARALARINDA RABITANIN DAHA ÇOK SİLAHLI VURUŞMALARA İSTİNAT ETTİĞİ MALUM OLAN BEŞ KİŞİLİK BİR GRUP KENDİSİNİ TAKİP ETTİ?
6-)ADLİ MAKAMLAR BU NOKTAYI DİKKATLE TETKİKE TABİ TUTMALARI İCAP ETMEZ MİYDİ?
7-)MECLİSE, SİLAHLI OLARAK GİRMEK MEMNU OLDUĞUNA VE BU MEMNUNİYETİ MÜNHASSIRAN HALİT PAŞA’NIN İHLAL ETTİĞİ KAYDEDİLDİĞİNE GÖRE, AYNI HÜKMÜ HİÇE SAYARAK MECLİSE İLK GÜNDEN BERİ MÜSELLAH OLARAK GELMEYİ ADET EDİNMİŞ OLANLARDAN BU HAREKETLERİNİN RUHİ SAİKİNİ ÖĞRENMEK İCAP ETMEZ MİYDİ?
8-)BEŞ KİŞİLİK ÖLDÜREN GRUBUN DAİMA BERABERCE BULUNMALARI VE HALİT PAŞA’NIN PEŞİ SIRA, BİRBİRİNİ BULARAK ÇIKMIŞ BULUNMALARI, BİR VAK’AYA, HEM DE SİLAHLI BİR MÜCADELEYE KARAR VERİP HAZIRLANMIŞ OLMALARINI ANLATMAZ MI?
Dördüncü bölümün sonu…
GAZİ GELİYOR;
Hadise, 9 Şubat 1925 günü, saat beşi yirmi geçe vukua gelmişti. GAZİ o anda, Çankaya’da bulunuyordu. Keyfiyet, telefonla, Kâzım Paşa (ÖZALP) tarafından bildirilince, hemen Meclise geldi.
Halit Paşa bu sırada vakanın cereyan ettiği mahallin camekân arkasına, gece bekçilerinden birisine ait olan somyanın üzerine yatırılmıştı. Paşanın ıstırabı cidden büyüktü. O metin asker, defalarca ölümle yüz yüze gelmiş olan cesur kumandan, bu tahammül edilmez ıstırabın sevkiyle inliyor;
—“BİRAZ SU… BİRAZ SU!…” diye feryat ediyordu.
Riyaset makamı, adli tahkikat başlayıncaya kadar izlerin ve delillerin kaybolmaması için vaki ikaz üzerine tedbir almış, Meclis komiserliğince vazifeli kılınan polisler bir kordon teşkil etmişlerdi.
İlk tedaviyi, Mersin Mebusu Doktor Reşit Galip Bey yapmıştı. Reşit Galip Bey, Paşanın yarasının vahametini anlamış, ilk anda kurşun seyrini isabetle tahmin etmiş, kendisine kımıldamamasını tavsiye ederek, hemen telefonla, Sıhhat vekâletinden ve Numune Hastanesi’nden mütehassıs hekimlerin istenmesini temin etmiş ve cerrahi bir müdahalenin şart olduğunu söyleyerek;
—“DERHAL ORHAN HOCA (ORHAN ABDİ BEY) ‘Yİ GETİRELİM.” demişti.
GAZİ geldiği zaman, Reşit Galip Bey, paşanın yanında bulunuyordu. Bir taraftan da, adliyeye haber verilmiş, o sırada nöbetçi bulunan bidayet müddei umumîlerinden Nazım Bey gelerek tahkikata başlamıştı.
GAZİ geldiği anda adli tahkikat devam ediyordu. Yüzünde, büyük bir teessür ifadesi ile Halit Paşa’ya yaklaşan GAZİ, üzerine doğru eğildi ve elini paşanın alnına koyarak sordu;
-…”NASILSIN PAŞA? YARAN FAZLA ISTIRAP VERİYOR MU?”
Halit Paşa bu suale şu cevabı verdi;
GAZİ, bu itham üzerine başını kaldırdı ve yarayı ilk muayene etmiş olan Reşit Galip Bey’e bakarak onun fikrini öğrenmek istedi. Reşit Galip Bey, sükûnetle şu cevabı verdi;
—“KURŞUN SEYRİNE GÖRE, KARINDAN GİRDİĞİ ANLAŞILIYOR. CİĞERLER ZEDELENDİĞİ İÇİN ISTIRAP ARKADAN GELİYOR HİSSİNİ VERMEKTEDİR. KURŞUN VÜCUDA ARKADAN GİRMEMİŞTİR.”
Bunun üzerine GAZİ;
-…”KURŞUN ARKADAN GİRMEMİŞ. REŞİT GALİP BEY, HEKİM OLARAK BÖYLE SÖYLÜYOR. HER ŞEY ANLAŞILACAK. FAZLA HAREKET ETME, SAKİN OL.”
O sırada Reşit Galip Bey, Orhan Abdi Bey’in getirilmesi fikrini GAZİ ’ye arz etti.
GAZİ yüksek sesle;
-…”DERHAL, DERHAL, İLK VASITA İLE HEMEN DÂVET EDİLSİN.” dedi.
Ve buradan riyaset odasına giderek, Orhan Bey’in hemen hareketinin teminini İstanbul Valisi’ne tebliğ ettirdi. Yanında Meclis Reisi Kazım Paşa ve Başvekil Fethi Bey olduğu halde, Ali Bey’i kabul etti. Hâdiseyi kendisinden dinledi, adli tahkikat safhası hakkında malumat aldı ve Halit Paşa’nın sıhhatinden kendisine sık sık haber verilmesini söyleyerek riyaset odasından ayrıldı.
Çankaya’ya dönmeden evvel tekrar Halit Paşa’nın yanına uğradı. Mecruh, bitkin vaziyette ve dalgın yatıyordu.
GAZİ,
-…”REŞİT GALİP BEY’DEN YAVAŞÇA, HAYATI İÇİN BİR TEHLİKE OLUP OLMADIĞINI SORDU.”
Aldığı cevap üzerine Fethi Bey’e;
-…”AİLESİNE HABER VERİLSİN.” diye tavsiye etti.
YAPILAN TAHKİKAT FEZLEKESİNE GÖRE;
Halit Paşa, iki cebinden tabanca çıkarıp Ali Bey’in üstüne hücum ettikten sonra, Ali Bey geriye doğru kaçmaya çalışmış, bu sırada merdivenden düşmüş, kurşunların boşuna gittiğini gören Halit Paşa, Ali Bey’in üstüne atılarak derhal elini yakalamış ve tabancasını kapmıştı. Bu anda patlayan tabancanın kurşunu Ali Bey’in sol yanağını yaktığı gibi, tabancanın arpacığı da aynı mahalli çizmişti.
Fezleke aynen şöyle devam ediyordu;
Ali Bey bu esnada tabancasını hayatını kurtarmak maksadıyla Halit Paşa’nın göğsüne dayamış ve ateş etmiştir. Çıkan kurşun paşanın sol tarafından seyrini yaparak, Paşanın üstünde bulunan Avni Bey’in üstünde kalmıştır. Kurşun Avni Bey’in vücuduna nüfuz etmemiş ise de, Avni Bey büyük bir baygınlık ve ağrı hissetmiştir.
Vurulduğunu zanneden Avni Bey, paşanın elinden tabancasını arkadaşlarına verirken;
—“BEN DE VURULDUM!” diye haykırmıştır.
İstanbul’dan gelen Operatör Orhan Abdi Bey, 12 Şubat 1925 Perşembe günü, Halit Paşa’nın yarasını açtı. Paşanın kardeşi Sami Bey’de İstanbul’dan gelmişti. Yarada dâhili bir nezif alâmeti yoktu. Doktorlar ateşin yükselmesinden ürküyorlardı. Orhan Bey bir hekim olarak, böyle bir yara almış bir insanın ölümle mücadelesine ve bünye salâbetine hayrandı. Nitekim Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan gecenin ilk saatlerinde, Halit Paşa’nın ateşi ani olarak yükselmeye başladı. Orhan Bey, telaşlı ve endişeliydi. Fiyevri, muttarit şekilde yükseliyordu. Vaziyetin vahametini anlayan Orhan Bey, derhal Sami Bey’i haberdar etti.
Kazım Paşa, GAZİ ’ye haber vermişti.
Maalesef, on üç Şubat’ı on dört Şubat’a bağlayan Cumartesi gecesi, gece yarısından iki saat sonra cesaret ve kahramanlık başta olarak, askerlik meziyetlerine kelimenin mutlak manasıyla sahip bir Türk kumandanı, hayatının kırk üçüncü baharında, bir arkadaş kurşunuyla hayata gözlerini kapıyordu…
Ölüm, vaktin gece sonra olmasına rağmen, nöbetçi yaverlik vasıtasıyla GAZİ ‘ye bildirildi. Taş han’da olan kardeşi Sami Bey, hemen Meclis’e gelmişti. Ölüm haberini alanlar, gecenin bu ileri saatinde Meclis’te toplanıyorlardı. Kısa bir zaman sonra Kazım Paşa’da geldi. Müddei umumî Nazım Bey, müstantik Hidayet Bey orada hazır idiler. Hükümet tabibi naaş üzerinde kanuni muayeneyi yaptı ve ölümü tespit etti. Daha sonra müddei umumî’nin talebi üzerine “ÖLÜM SEBEBİ” üzerinde de salâhiyetli hekim raporunun alınması icap etmişti. Halit Paşa’nın ailesi, cenazenin İstanbul’a, aile kabristanının bulunduğu Eyüp’e naklini istediklerinden, cesedin Memleket Hastanesi’ne kaldırılarak tahnit edilmesi icap ediyordu. Adli makamların talebi üzerine de, aynı zamanda feth-i meyit (OTOPSİ) yapılması kararlaştırıldı. Bu suretle ölümün vukuu sureti, tıbben tespit edilmiş olacaktı.
Cenazenin Memleket Hastanesi’ne nakil hazırlıkları tamamlandığı zaman şafak da sökmüştü.
O sırada GAZİ, beraberinde Başkâtip Tevfik Bey (TEVFİK BIYIKLIOĞLU) olduğu halde geldi. Riyaset odasına geçmeden evvel, cenazenin bulunduğu mahalle girdi. Sami Bey orada idi. Yüzünde büyük bir teessürün ifadesi okunuyordu.
Halit Paşa’nın kardeşi Sami Bey diyor ki;
—“GAZİ, EVVELÂ, PAŞANIN CENAZESİNE DOĞRU YÜRÜDÜ. AĞABEYİM, ÇEKTİĞİ ISTIRABA RAĞMEN, BÜYÜK BİR SÜKUN İÇİNDE VE SANKİ HUZURLU HALİNDE İMİŞ GİBİ, YÜZÜ NORMAL, SAKİN VE TABİİ İDİ. GAZİ, ARTIK BİR DAHA GÖREMEYECEĞİ HALİT PAŞANIN YÜZÜNE UZUN UZUN BAKTI. BİZE DÖNDÜĞÜ ZAMAN, GÖZLERİ NEMLİ İDİ. SAMİMİ VE DERİN BİR ACI DUYDUĞUNA BÜTÜN VİCDANIMLA KANİYİM.
GAZİ, TİTREK BİR SESLE BANA;
-….”BUYURUN BEYEFENDİ”
DEMEK NEZAKETİNİ GÖSTERDİ. MECLİS RİYASET ODASINA GİRDİĞİMİZ ZAMAN, KARŞISINA OTURTTU;
-…”ÇOK MUSTARİBİM. MEMLEKET, TEMİZ BİR EVLADINI, ORDU VE KAHRAMAN BİR KUMANDANINI KAYBETTİ. KENDİSİNE BİR AN EVVEL ALMANYA’YA GİDEREK ISTİRAHAT VE TEDAVİSİ İÇİN ÇOK ISRAR ETMİŞTİM. HAKKI ŞİNASİ PAŞAYI’DA BU İŞE MEMUR ETMİŞTİM. KADERİN BU ACI TECELLİSİ BENİ ÇOK ÜZDÜ. YAZIK OLDU, YAZIK OLDU.” DEDİ.
SONRA İLAVE ETTİ;
-…”AİLENİZE BÜTÜN MEVCUDİYETİMLE BEYANI TAZİYET EYLERİM. LÜTFEN BU HİSSİMİ YAKINLARINIZA NAMIMA İBLAĞ EDİNİZ. NE ARZUNUZ VARSA, ELİMDEN GELENİ İFAYA ÂMADEYİM. HALİT’İN SONU BU OLMAMALIYDI. ÇOK YAZIK OLDU, ÇOK YAZIK OLDU…”
Eksiklikler benim fazlalıklar daha önce emek verenlerindir.