-14 KASIM 1938’DE ATATÜRK’ÜN CENAZE PROGRAMI İÇİN YAPILACAK HARCAMALARA İLİŞKİN KANUN MECLİS’TE KABUL EDİLDİ.
Kanun tasarısının Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmesi, 30 milletvekilinin söz alarak Atatürk’ün kaybından dolayı duydukları üzüntüyü dile getirmeleri için vesile oldu. Kanun, tahsis edilen karanın nerelere harcanacağı kararını, Bakanlar Kurulu’na bırakmıştı. Bakanlar Kurulu, Atatürk’ün cenazesi için yapılan tahsisatın hangi hizmetlere harcandığının belli olmaması nedeniyle 23 madde halinde belirtilmiş hizmetler için yapılan harcamanın kabulünü, 9 Mart 1939’da kararlaştırdı.
-15 KASIM 1938 GÜNÜ CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL SEKRETERLİĞİ PARTİ TEŞKİLATLARINA BİR GENELGE YAYINLADI.
21 Kasım 1938 Pazartesi günü Ankara’da ve diğer illerde düzenlenecek tören ile ilgili olarak on beş maddeden oluşan genelgede, heykel ve büstlerin ne şekilde süsleneceğinden, söylenecek nutuklara, marşlara ve hatta çiçeklere kadar törende yapılması gereken hususlar sıralandı.
Hükumet de aynı gün cenaze töreni ile ilgili kararname gönderdi.
Hükumetin kararnamesi, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterliği’nin genelgesine göre daha kısaydı. Hükumetin kararına göre, cenaze töreninin yapılacağı 21 Kasım günü tüm ülkede resmi daireler ve okullar kapalı olacak, özel müesseselerin de kapanması için valilikler ricada bulunacak, sinema, tiyatro, bar gibi eğlence yerlerinin kapalı olmasına dikkat edilecek, devlet memurları 10 Aralık 1938’e kadar davet edildikleri akşam yemeklerine katılmayacak ve akşam yemeği de vermeyeceklerdi.
Tören programı belirlenirken İstanbul ve Ankara’da son hazırlıklar yapılıyordu. İstanbul’un yanı sıra Ankara’da da katafalk hazırlandı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin önünde hazırlanacak katafalk çok daha gösterişli olacaktı. Katafalkı hazırlama görevi, Eğitim Bakanlığı Mimarlık Bürosu’nda görevli Alman mimar Bruno Taut’a verildi. Zaman kısıtlıydı, üstelik Taut hastaydı. Yine de projeyi kısa süre içinde 15 Kasım 1938’de hazırladı. Meclisin giriş aksına yerleştirilen katafalk, 1,5m x 1,5m boyutunda defne ve meşe dalları sarılmış dört büyük kolonların yanda ve arkada düz kirişlerle birbirine bağlanması ile oluşuyordu. Arka plan açık renkte bir kumaş ile örtülüydü.
Tabut için kolonların ortasında yükseltilmiş basamaklı bir podyum yapıldı.Koyu kırmızı renkli podyumun üstüne doğru 10 metre yukarıdan inen bayrak, dramatik kurguyu tamamlıyordu.
16 KASIM 1938 GÜNÜ SABAH SAAT 10.00’DA DOLMABAHÇE SARAYI’NDA ÖNCEDEN BELİRLENEN PROGRAM ÇERÇEVESİNDE KATAFALK ZİYARETİ BAŞLADI.
Birinci Ordu Müfettişi Orgeneral Fahrettin Altay ve askeri erkan ilk ziyareti gerçekleştirdi. 10.15’de sivil erkan, 10.30’da üniversite heyeti, onları subaylar, askeri öğrenciler, Cumhuriyet Halk Partisi ve halkevleri yetkilileri ve izciler takip etti. Saat 12.00’den sonra İstanbul halkının ziyareti başladı.
Her kesimden insan bulunmaktaydı. Ziyaretçilerden biri de Afganistan’ın Eski Kralı Amanullah Han’dı. O da diğer insanlar gibi ağlıyordu. Akşama doğru Dolmabahçe Sarayı’ndaki yoğunluk daha da arttı.
*Cumhuriyet Gazetesi, ilk gün sarayın kapısının kapandığı saat 24.00’e kadar ziyaret eden insan sayısını 150.000 olarak verir. Ulus Gazetesi de aynı sayıda ziyaretçi olduğunu belirtmektedir.
*Cumhuriyet Gazetesi, Dolmabahçe Sarayı’ndaki tabloyu:
“Kadın-erkek, çoluk-çocuk, genç-ihtiyar halk seli… Hıçkırıklar, iniltiler, feryatlar ve dinmez gözyaşları… Fenalaşıp kollarına girilerek salondan çıkarılanlar, üzüntüden bayılanlar…” şeklinde betimlemektedir.
*O günlerde İstanbul’da bulunan Alman Arkeolog Dörner, Dolmabahçe Sarayı’na halkın akınını; “Yüksek demir kapılar ardına kadar açılmış, güller solmuş, fıskiyeler susmuştu; sadece sarayın merdivenlerinden çıkan yüz binlerce insanın ayak sesi duyuluyordu. Haberi duyan yola koyulmuştu. Düzgün kıyafetleri içinde memurlar, balıkçılar, hamallar, tüccarlar ve işçiler, yaşlı solgun yüzlü siyah çarşaflı kadınlar arasında kürklü mantolu hanımlar, herkes yas tutuyordu. Tek bir kişi bile sarayın halılarına, resimlere, kristal avizelerine bakmıyordu, tüm bakışlar sadece yüksekte duran, yanında genç subayların bronzdan heykellermiş gibi dimdik nöbet tuttukları tabuta dikilmişti” sözleri ile anlatmaktadır.
*Gazeteci Cemal Kutay ise, o günü; “Zerrece protokol, merasim, telkin, hiçbir fani hissin izi yoktu. Bir millet, evet bütün bir millet bir vatandaşı için kendisine başta haysiyet ve istiklal, bütün güzel ve iyi şeyler armağan etmiş, bu uğurda nefsini feda etmiş şefkatli bir babadan öksüz kaldığında nasıl gözyaşı döker? Asrın büyük hadisesine şahit olmayanları yazı-söz-fotoğraf-beste- tablo hiçbir şeyle anlatmak mümkün değildir bu vefa ve minnet selini…” şeklinde tasvir etmekteydi.
*Kurun Gazetesi’nden Hakkı Süha Gezgin ise gece geç saatlerde Dolmabahçe Sarayı ile Beşiktaş arasında her tarafın insanlarla dolu olduğunu, kalabalığın sarayın kapısından sığmadığını belirterek saraydaki ziyareti; “Daha kapıdan girerken, salonun derin, heybetli sessizliği içine damlamaya başlayan hıçkırıklar, burada bir sağanak halini aldı. Önümde, arkamda sarsılan omuzlar ve yerlerde gözyaşıyla ıslanmış halılar görüyorum. Burada, bereket ki halk hala birleşik bir yığın oluyor. Onları ayakta tutan budur. Nitekim ayrılınca sendelemeler başladı. Düşenler oldu. Polisler koşuştu. Baygınlar, kenarlara çekiliyor. Halinde korkulacak alametler görülenler, cankurtaranlara konuluyor” sözleriyle anlatmaktadır.