18 KASIM 1938 GÜNÜ HALKIN ZİYARETİ DOLMABAHÇE SARAYI’NDA ÖNCEDEN BELİRLENEN PROGRAM ÇERÇEVESİNDE DEVAM ETTİ.
Dolmabahçe Sarayı’nda meydana gelen izdihama rağmen katafalk ziyaretine devam edildi. Ulus Gazetesine göre, gece yarısından sonra saraya giremeyen halk evine dönmedi, 10.000 kişi geceyi sokakta geçirdi.
Katafalkın önünden İstanbulluların geçişi tüm gün sürdü ve 18 Kasım 1938 günü saat 24.00’de üç gün süren ziyaret sona erdirildi.
Aynı gün Başbakan Celal Bayar, saat 12.00’de Ankara’dan İstanbul’a geldi. Cumhurbaşkanı İnönü, İstanbul’a gelmedi, Ankara’da kalmayı tercih etti. Bayar, cenazenin İstanbul’dan Ankara’ya nakil töreni için gelmişti. Başbakan, Dolmabahçe Sarayı’nda katafalkı ziyaret etti.
19 KASIM 1938 GÜNÜ İSTANBUL’DAN ANKARA’YA CENAZENİN NAKİL TÖRENİ YAPILACAKTI.
Atatürk’ün naaşının yer aldığı tabut, 19 Kasım günü Dolmabahçe’den çıkarılmadan önce cenaze namazı kılındı. Ancak öncesinde cenaze namazı konusunda bir tartışma yaşandı. Hükümet, camide kılınacak cenaze namazının amacından saptırılabileceğini düşünüyor, dini olayların meydana gelmesinden çekiniyordu. Cenaze namazı tartışmasını, töreninin güvenliğinden sorumlu olan Orgeneral Fahrettin Altay, şöyle anlatmaktadır:
“Programa göre cenaze İstanbul’dan alınacak, Ankara’ya gönderilecekti. Ankara’ya sordum: ‘Cenaze namazı İstanbul’da mı yoksa Ankara’da mı kılınacak?’ Akşama kadar bir cevap alamadığım için akşam tekrar sordurdum. ‘Yarın sabah Başbakan Celal Bey, oraya gelecek. Görüşürsünüz’ cevabını aldığım vakit hayret ettim. Acaba bunda görüşecek ne vardı? Ertesi sabah Bayar, geldi. Dolmabahçe Sarayı’nda görüştük. Cenaze namazı konusunda düşünceleri, İstanbul’da veya Ankara’da cenaze namazı esnasında bazı dini olaylar meydana gelmesinden laik hükümet çekiniyordu. Kendilerine ben: ‘Bir şey olacağını sanmam. Bu gelenek olmuş bir dini vecibedir, namaz kılınmazsa bu millet elli sene sonra, yüz sene sonra mezardan çıkarır, namazını kılar. Onun için namaz kılınmayacaksa, beni vazifemden affetmenizi rica ederim’ dedim.”
*Orgeneral Fahrettin Altay ile cenaze namazı konusundaki görüşmeyi Bayar ise; “Benim babadan kalma hocalığım da var ya… Cenaze namazının camide kılınmaması halinde istifa edeceğini söyleyen Altay’a, bunun farz değil farz-ı kifaye olduğunu anlattım. Cenaze kaldırılmadan önce namazın kılınmasının şeriata aykırı olmadığını, yani dini hükümlere aykırılık bulunmadığını izah ettim. Böylece Dolmabahçe Sarayı’nda Vakıflar Müdürü tarafından Atatürk’ün cenaze namazı kıldırıldı.” şeklinde dile getirmektedir.
Cemal Kutay’ın aktardığına göre, cenaze namazının kılınması için naaşın bir camiye götürülmesinin dinen şart olup olmadığı konusunda “Bayar’ın babadan kalma hocalık” bilgisi ile yetinilmediği anlaşılmaktadır. Kutay, konunun İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Mehmet Şerafettin Yaltkaya’dan sorulduğunu, Yaltkaya’nın böyle şer’i bir zorunluluk olmadığını, fakat bir kere de Diyanet İşler Başkanı Mehmet Rıfat Börekçi’ye sorulmasını istediğini, Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi’nin de Yaltkaya’nın düşüncesini paylaşarak, “O’nun cenaze namazı, tertemiz hale getirdiği bütün vatanda, bu farizanın yerine getirilebileceği her yerde kılınabilir” dediğini yazmaktadır.
*18 Kasım günü Dolmabahçe Sarayına gelen Bayar’ı, cenaze namazı konusunu görüşmek için bekleyen yalnızca Fahrettin Altay değildi. Gazeteci Cemal Kutay’a göre Bayar, Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan’ın cenaze namazı konusundaki sorusu ile karşılaştı; “Makbule Hanımefendi, hole çıktı. Yüksek sesle ‘Bayar, cenaze namazı kılınmayacakmış’ diye ağladı. Bunun üzerine Celal Bayar merdivenlerden çıktı. Yüksek sesle duyurulurcasına ‘Atatürk’ün cenaze namazı kılınacaktır.Ananelerimiz, adetlerimiz neyse sonuna kadar yerine getirilecektir. Müsterih olun rahat edin, üzülmenize hiçbir sebep yoktur’ gibi birkaç cümle kullandı.”
*Münir Hayri Egeli de Cemal Kutay’ın aktardığı olayı doğrulamaktadır. Egeli, Dolmabahçe Sarayı’nda Cemal Kutay ve birkaç gazetecinin de bulunduğu sırada, Makbule Atadan ile Bayar arasında cenaze namazı konusunda görüşme olduğunu, Bayar’ın “Elbette Cenaze Namazı kılınacaktır” dediğini aktarmaktadır.
Atatürk’ün cenaze namazının bir camide kılınmasının, güvenlik endişesine neden olduğu görülmektedir. Camide kılınacak namazın denetlenemeyen yoğun bir kalabalığa neden olacağı düşünülüyordu. Anlaşılan bu nedenle, cenaze namazının cami yerine Dolmabahçe Sarayı’nın Merasim Salonu’nda kılınmasına karar verildi. Ancak tek neden güvenlik endişesi değildi. Laik devletin resmi cenaze töreninde, cenaze namazı gibi dini bir ritüelin nasıl uygulanacağı sorunu ile karşılaşıldı. Celal Bayar, cenaze namazının kılınmaması önerisini “laikliği yobazca yorumlayanların” düşüncesi olarak nitelemektedir.
*Gazeteci Asım Us da, cenaze namazı konusunda yaşanan tartışmayı günlüğüne şu şekilde not etti:
“Atatürk din hususunda (laik) idi, yani devlet işleri ile din ve vicdan işlerini tamamıyla birbirinden ayırmıştı. Atatürk (laik) olduğu için cenaze namazını da, resmi merasim dışında olarak kendi ailesi kırdıracaktır. Hükumet’in bu husus ile alakası bulunmayacaktır.”
*Anadolu Ajansı, 19 Kasım 1938 günlü bülteninde cenaze namazının “Atatürk’ün ailesinin talebi ile kılındığını” belirtmeye ihtiyaç duydu.
*Behçet Kemal Çağlar’ın notlarına göre, 19 Kasım 1938 günü saat 08.10’da, salonun ortasındaki büyük avizenin altına konmuş iki masa üzerine tabut yerleştirildi ve cenaze namazına başlandı.
*İmamlık görevini Şerafettin Yaltkaya, müezzinlikleri de Hafız Yaşar ve Hafız İsmail yaptılar. Tekbir, Türkçe verildi. Atatürk’ün cenazesi, aynı zamanda devletin resmi cenaze töreni ritüelinin oluştuğu bir uygulama oldu.
* İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Sir Percy Loraine de İngiliz Dış işleri Bakanlığı’na gönderdiği raporda, cenaze töreninin bu yönüne dikkat çekmektedir; “Türkiye’de Batı anlamında devlet cenaze töreni geleneği yoktur; Fakat Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu için oldukça parlak bir tören yapılmayacağı akıldan geçmezdi. Bilakis Türk Hükümeti, bu günü en ciddi ve en parlak bir gün haline getirmek için elden gelen gayreti esirgemedi. Batı’da uygulanan usul, dini kısımları adapte edilerek veya değiştirilerek büyük ölçüde tatbik edildi. En titiz aranjmanlar, pek ala bir şekilde yerine getirildi ve törenler münasip ve layık bir şekilde yapıldı.”
Atatürk’ten sonra hayatını kaybeden devlet büyüklerinin cenaze törenlerinde devlet töreni geleneği oluştu. Bu geleneğin başlangıcı Atatürk’ün cenaze töreni oldu.
20 KASIM 1938 GÜNÜ SAAT 10.03′ TE ATATÜRK’ÜN NAAŞINI TAŞIYAN TREN ANKARA GARINA ULAŞMIŞTIR.
Cenaze namazının kılınmasından sonra naaşın bulunduğu tabut, 19 Kasım 1938 günü 08.21’de, Dolmabahçe’den çıkarılarak top arabasına konuldu. Resmi nakil törenini oluşturan cenaze korteji saat 08.59’da hareket etti. Kortej, tramvay yolunu takiben Tophane, Karaköy, köprü yolu ile Eminönü Meydanı, Bahçekapı, Sirkeci ve Salkımsöğüt üzerinden Gülhane Parkı ve park içindeki yolu takiben Sarayburnu’na 12.26’da ulaştı.
Atatürk’ün cenazesinin geçeceği yolları İstanbullular doldurmuştu. Sadece yollar değil, Marmara Denizi’nde de cenaze alayını izlemek için kayıklar ve motorlardaki insanlar vardı Gazetelere göre, Atatürk’ün top arabasındaki tabutunu gören halk gözyaşlarına boğuldu. Pek çok insan feryat ederken, pek çoğu da bayılmaktaydı.
Dolmabahçe’den Sarayburnu’na kadar bütün caddeler, caddelere inen bütün yollar, yamaçlar, binalar, damalar, cami kubbeleri, minareler insanlarla doluydu.
Ulus gazetesi, güvenlik endişesi nedeniyle geceden itibaren tüm vapur seferlerinin kaldırılmış, tramvayların durdurulmuş olmasına rağmen saat 07.00’den itibaren güzergâhı görebilecek her noktanın insanlarla dolduğunu belirtmektedir.
Camilerin minarelerine çıkanların içinde gazeteci Zekeriya Sertel’de vardı. Sertel, anılarında o günü, şöyle anlatıyordu; “Cenazenin kaldırılacağı gün, bütün şehir halkı erkenden sokaklara dökülmüştü. Dolmabahçe’den Sultanahmet’e giden yol daha sabahtan Atatürk’e son saygı ödevini yapmak isteyen insanlarla dolmuştu. Eşimle ben cenaze alayını daha iyi görebilmek için Yeni Cami minarelerinden birinin birinci şerefesine çıkmıştık. Karaköy’e kadar her yer insanla doluydu. Nihayet köprünün Karaköy ucundan cenaze alayı göründü. En önde elinde siyah şapkasıyla başı açık yürüyen Celal Bayar, arkasından top arabasında Atatürk’ün tabutu. Arkasından tekbir sesleri, matem havası çalan askeri muzika. Ve sonra gençler, öğrenciler ve bir karabulut yığını halk yığınları… Aşağıdan ilahi sesleri ve hıçkırıklar yükseliyordu.”
“