Hierapolis, dişil Anadolu’nun bilge, bereket tanrıçasına, ana Tanrıça Kibele’ye adanmış kutsal kentti. Tarihte bir kez daha Yunan kolonilerinden sonra bölgenin tanrıça inancı erile dönüştü ve bu kez Zeus’un oğlu Apollon kentin Tanrılığını üstlendi..
Çok sayıda tapınak ve dinsel yapı nedeniyle arkeoloji literatürüne “Kutsal Kent” olarak geçen Hierapolis’in, kurulduğu MÖ 2. yüzyıldan MS 80 yılına kadar pagan inanışın merkezlerinden biri olduğu, Hazreti İsa’nın havarilerinden Aziz Philip’in burada çarmıha gerilmesiyle de Hristiyanlık merkezi haline geldiği biliniyor.
Ben kente Apollon ve Hades efsaneleri üzerinden bakacağım:
Apollon ünlü oklarıyla savaşçı olduğu kadar Yunan mitolojisinde müziğin, şiirin, erkek güzelliğinin, güneşin ve kehanetlerin de Tanrısıdır. Lir çalar ve müziğiyle dinleyenleri büyüler. Marsyas çobanların Tanrısıdır, dağlarda dolaşır. Yarı insan yarı keçidir. Aynı zamanda hazzın ve hayvani cinsel tutkunun da sembolüdür. Marsyas bir gün sazlıkta bir flüt bulur ve çalmaya başladığında çıkan sesten kendisi de dahil her canlının büyülendiğini görür. Flütü elinden düşürmez olur. Şöhreti Apollon’a kadar uzanır. Apollon kendisinden daha iyi müzik yapabildiğini iddia eden Marsyas’ı Tanrılar ve insanların önünde yapılacak müzik yarışmasına davet eder. Bir bakıma Marsyas yarışmaya katılmayı kabul ederek de müziğin Tanrısına kafa tutar. İki taraf için de iyi geçen aşamalardan sonra Apollon flütü ters çalmasını ister fakat O hiç ses çıkaramaz. Marsyas yenildi kabul edildiğinde Kral Midas araya girerek Marsyas’ın flütünün, Apollon’un lirinden daha güzel ses çıkardığını söyler. Halk da ‘Marsyas, Marsyas’ sesleriyle ritm tutar. Apollon o kadar sinirlenir ki Midas’ın kulaklarını eşek kulağına çevirir. Marsyas’ı da bir ağaca bağlayıp, derisini yüzer ve yüzdüğü derisinden davul yapar. Bir rivayete göre davulu Hierapolis’teki ölüm Tanrısı Hades’in mekanı olan Plutonium’un girişine asar. Bunlara şahit olan doğa ve insanlar o kadar ağlar ki Marsyas’ın öldüğü yer bugünkü Dinar, Suçıkan’dan Menderes nehri oluşur. Rüzgar asılı duran davula çarptıkça da canlılar bu hikayeyi hatırlar ve çağlar boyu menderes nehrini göz yaşlarıyla sular, çoğaltırlar.
Yeraltı Tanrısı Hades de tüm bunları görür. Marsyas’a ölüler diyarına yolculukta rehberlik eder.
Hierapolis Apollon tapınağında yapılan arkeolojik çalışmalarda buranın tapınak değil kehanet merkezi olduğu anlaşılmış.
Yunan mitolojisinde Hades, Roma mitolojisinde Plüton ismiyle anılan yeraltı Tanrısının ölüleri, ölüler ülkesine geçirdiği kapı kabul edilen mağara Plutonion olarak anılıyor. Diğer ismi cehennem kapısı veya ölüler diyarı. Plutonium’un önünde küçük bir havuz vardır. Karbondioksit gazının açığa çıktığı mağaranın önünde çok tanrılı dönemde törenler yapılır, boğalar mağaradaki zehirli gazla boğularak kurban edilirdi. Töreni izlemek isteyen kişiler için dörtgen planlı 800 kişilik tören tiyatrosu vardı . Kybele rahipleri gazdan etkilenmez, mağaraya girerlerdi. Mağaranın önündeki alan zehirlenmeleri önlemek için inançlı kişilere yasaktı..
Mağaranın girişinin üstünde yer alan Hades, onun cehennem bekçisi köpeği üç başlı Kerberos ve yeraltı dünyası ile bağlantılı yılan heykelleri orjinaline uygun restore edilerek yerleştirilmiş.
Plutonium’da törenlere sahne olan zehirli gazlar aslında Pamukkale’nin de oluşumuna katkı sağlayan aynı yerden gelir. Şöyle ki sıcak su kaynaklarında yer alan karbondioksit gazı yeryüzüne çıkarken temas ettiği kireç taşlarındaki kalsiyumu eriterek suyun kireçli hale gelmesine sebep olur. Yeryüzüne çıktıktan sonra hava ile temas eden sıcak su hızlı bir biçimde soğumaya başlar ve bunun sonucunda sudaki eriyik kalsiyum çökelerek kireç taşlarını oluşturur.
Birinci yüzyılda tarihçi, coğrafyacı ve filozof Strabon, Ploutonion adını alan yeraltı tanrılarına adanmış mağara ile birlikte bir kutsal alandan söz etmiştir.
Hierapolis Pamukkale’den ayrı düşünülemez. Pamukkale’nin hemen yanında uzanan bu harika Roma dönemi antik kentinin şifalı suları, bölgenin şifa merkezi olmasını da sağlamıştı. Antik dönemden bu yana kaplıca suları somatik (bedensel) ve psikotik (ruhsal) hastalıkların tedavisinde uygulanan sağaltım yöntemi olmuştur.
Burada değinmeden geçemeyeceğim. Pamukkale bir Anadolu klasiği, Türkiye’nin yurtdışında en bilinen bölgelerinden biri. UNESCO dünya mirası listesine girebilmiş 18 yerden biri. Fakat her ziyaretimde daha da kötü durumda buluyorum (Daha fazla kararma ve daha az gezi alanı). 9 yaşındaki kızım bile “anne bunlara basarak zarar vermiş olmuyor muyuz?” diye sordu. Korumak için neler yapıldığının detaylarına hakim değilim ancak buradan yola çıkarak asma gezi terasları ile travertenlere basmadan gezilecek bir düzenek oluşturulsa, sadece belli alanlarda havuzlu kısımlara girilebilse daha koruyucu olmaz mı, yetkililere sormadan geçemiyorum?
Kaynaklar: Turizm Rehberi @apolkon66