Hoşça kal Bam Bam…
Benim dört ayaklı dostum hiç olmadı çocukken. Zaten annem eve sokmazdı pis diye, ben de çok ısrar etmedim, bir gün ölürse dayanamam diye…
Benim de korkularım vardı; herkes gibi; mesela çok sevmekten korkardım, bir şeylere bağlanmaktan, bir gün giderse dayanamam acısına diye…
Ama çocuklarımız bizden daha cesur.
Bir Aralık günü, yıl 2000, yani bundan tam 15 yıl önce, Suadiye’de bir mağazada çalışıyorum, evimiz Caddebostan’da…
Telefonum çaldı, kızım her zamanki bıcır, itiraz kabul etmeyen, ısrarcı tutumu ile “Anne minik bir yavru köpek var, arkadaşımın evinde doğmuş, almışlar, şu anda kuaförün ortasında duruyor, ne olur alalım.” dedi.
“Kesinlikle olmaz Melis” dedim.
Aslında istiyorum ama korkuyorum. Neden mi? Onu çok sevmekten, bağlanmaktan ve bir gün kaybedeceğimi düşünmekten korkuyorum.
Sonra eve geldim, açılan kapının ardında, bir avuç büyüklüğünde koşturan bir kadife yumağı ile karşılaştım. Tuvaletini yapması için yere serilen gazetelere, çişini isabet ettiremediği poposunu gördüm, gülümsedim.
Kızmış gibi de yapmaya çalıştım ama nafile! Eğildim, onu avuçlarıma aldım, sonra göğsüme bastırdım, ıslak burnunu, nefesini, suratımı yalayan yumuşacık dilini hissettim ve sevgi dolu serüvenimiz böyle başladı.
Giderken onu bir daha göremeyeceğimi biliyordum. Valizleri dışarı taşırken; göz göze geldik, beni yorgun, hüzünlü ve olgun bakışlarla süzdü. Çok sevdiğim, oğlumun silgiye benzettiği burnunun üzerine bir öpücük kondurdum. O bizimle büyüdü, mutluluklarımızın, kırılma noktalarımızın, hüzünlerimizin sessiz ve sadık tanığı oldu. İyi günlerimizde bizimle birlikte kuyruğunu salladı, zor zamanlarımızda varlığı ile destek verdi yanı başımızda ve bir kap yemekten ve sevgiden başka bir şey istemedi.
DÜN HABER GELDİ…Kaybetmekten korkmayan, cesur kızımdan…
Her kaybedişlerimde kendime sorduğum, yüreğimi yakan soruyu bir daha sordum kendime; bu dar zamanlarda yeterince sevgi verdin mi ona?
HOŞÇA KAL BAM BAM…
Sevgiyle kalın…