Üstteki görsel 2 Nisan 1921’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi balkonunda çekilmişti. O gün, İkinci İnönü Meydan Zaferini kutlayan Atatürk, Nutuk’ta şöyle anlatır:
-…”Bundan sonra sıra bize geliyordu. İsmet Paşa, 31 Mart günü karşı saldırıya geçti ve düşmanı yenerek 31 Mart’ı 1 Nisan’a bağlayan gece, geri çekilmek zorunda bıraktı. Böylece devrim tarihimizin bir sayfası, İkinci İnönü zaferiyle yazıldı. Efendiler, düşman çekilirken Batı Cephesi Komutanı ile 1 Nisan günü yaptığımız yazışmalar o günün duygulanımlarını tespit eden belgelerdir,” dediği halde;
“İkinci İnönüMeydan Zaferi ne zaman kazanılmıştır, 30 Mart’ta mı, 31 Mart ya da 1 Nisan da mı?
Bu üç tarihi, O Büyük Zaferin Kazanıldığı gün olarak ileri süren vesikalar vardır. Mesela, “On beşinci Yıl Kitabı” adı ile yayımlanan büyük eserin “On beş yılın kronolojisi” bölümünde İkinci İnönü Zaferinin tarihi “30 Mart 1921”de kazanıldığı yazılıdır.
23 Nisan 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Matbaası tarafından yayımlanan “Yirmi Üç Nisan Takvimi”ndeİkinci İnönü Meydan Muharebelerinin 26 Mart 1921’de başladığını ve “31 Mart 1921”de kazanıldığı kaydedilmiştir.
Orgeneral İzzettin Çalışlar, “İstiklal Harbinde İkinci İnönü Muharebesinde 61’nci Fırka” adlı eserinde:
(—)”İkinci İnönü Meydan Muharebesi, 26 Mart 337 (1921) günü akşamı sağ cenahta 61’nci fırkanın muharebesi ile başlamış ve 1 Nisan 337 akşamı aynı mahalde 61’nci fırkanın son hücumu ile hitam bulmuştur. Muharebe 26, 27, 28, 29, 30, 31 Mart ve 1 Nisan, yani yedi gün devam etmiştir,” şeklinde yazmıştır.
Bu durumda İkinci İnönü Muharebesi “1 Nisan 1921” günü bitmiştir ama 31 Mart – 1 Nisan gecesi kazanılmıştır. Düşmanın eline geçmiş olan Metris Tepe’nin o gece yarısı geri alınması Büyük Zaferin müjdecisi olmuştur. Şu halde İkinci İnönü Zaferini 31 Mart günü gibi 1 Nisan günü de kutlamak mümkündür. İkinci İnönü Zaferi Resmi bir bayram olmadığı halde aşağıdaki eserler incelendiğinde bu tarih “1 Nisan 1921” olarak görülmektedir:
“Türk İstiklal Harbi, Cilt:II, Kısım:III, Sf:444;
Türk Devrim Tarihi, Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Yayını, 1971, Sf:86-87;
Mondros ve Mudanya Mütarekelerinin Tarihi, Ali FuadTürkgeldi, 1948, Sf:139;
Milli Mücadele, Cilt: I, Kazım Özalp, 1971, Sf:175;
Hatıralarım (Milli Mücadele), Damar Arıkoğlu, 1961, Sf:.214;
Komutan Atatürk, Celal Erikan, 1972, Sf:648,651;
Atatürk (Komutan, Devrimci ve Devlet Adamı Yönleriyle), Hazırlayan: Cihat Akçaylı, T.C. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, 1980, Sf:336-337;
İstiklal Savaşı’nın Vesika ve Resimleri, Nurettin Peker, Sf:.310;
Tarih IV (Türkiye Cumhuriyeti),Hazırlayan: Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, 1931, Sf:81;
İslam Ansiklopedisi, 10.Cüz, 1969, Sf:754;
İsmet İnönü, Ali Fuad Erden, Sf:151;
Atatürk Diyarbakır’da, Kadri Kemal Top, 1938, Sf:564;
Milli Mücadele (Ulusal Kurtuluş Savaşı), Cilt:II.
Sabahattin Selek, 1971, Sf:231-234;
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi (1918 – 1965), Enver Ziya Karal, 1973, Sf:106-107”…
10 Ocak 1921’de kazanılan Birinci İnönü Zaferinden sonra savaş yerinde birlikleri gezen Büyük Millet Meclisi’nden bir heyetin Millet Meclisi’ne sundukları raporda şöyle deniyordu:
(—)”Cephede bulunan bir Alay Komutanı; ‘Alayım yedi aydan beri çıplaktır. Büyük Millet Meclisi’nin yüceliğine inanıyor ve ona sığınıyorum. Evlatlarımı giydirelim ama gerekiyorsa böyle de savaşırız,’ demişti.Aynı heyet aynı raporuna; ‘Subay ve eratın moralini çok yüksek bulduk. Ama bununla beraber Ordu savaş sırasında oldukça hırpalanmıştır. Açık konuşursak eratın çarığı yoktur, ayakkabıdan vazgeçtik bize çarık gerektir. Eratın ne yazık ki ayakları yalındır, unutmayalım; Piyadenin atı çarıktır. Geceleri de soğuk oluyor, kaputları da yoktur. Eratın mataraları noksan, kırbaları ve su ikmali için fıçıları yoktur. Suyu bulunca avuçlarıyla içiyorlar. Süvarinin kendisi var, kılıcı yoktur, kılıçsız süvari ne yapar?’ eklemişlerdi. Ayrıca; ‘Subayların üç aydır maaş alamadıklarını ve ailelerine para gönderemediklerini ama bundan şikâyet etmediklerini’ heyet raporuna ilave ediyorlar, Erat elbise, çarık isterken utanıyorlar; ‘biz yurdumuzu kurtarmak için geldik, milletimiz sağ olsun, yeter ki silahımız olsun,’ dediklerini de belirtiyorlardı.
Rahmi Apak, “Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları” adlı çalışmasında: (—)”Birinci İnönü Savaşı’nda, İnönü mevzilerinde Türk Ordusu’nun tüfek sayısı 4500 civarında olmasına karşın 20.000 kadar Yunan Ordusu’nu püskürttüğünden söz ederken (Bakınız: Sf:220, Türk Tarih Kurumu,1988.)”;
Sabahattin Selek ise “Türkler” adlı çalışmasında: (—)” 417 subay, 8500 er (6000 tüfek), 18 hafif makineli tüfek, 47 ağır makineli tüfek, 72 top gücüne sahip olduğunu söylemektedir (Bakınız: Sf:133, Milli Mücadele -2-, Milliyet Yayınları, 2011).”
Ahmet Hür, “50 Soruda Milli Mücadele” adlı eserinde: (—)”10 Ocak 1921’de kazanılan Birinci İnönü Zaferinin savaş sonucunu; Türk Ordusundan 8 subay, 95 er şehit olurken, Yunan Ordusu’ndan 8 subay ve 49 er şehit olmuştur. Yaralı askerler ise Türk Ordusundan 19 subay 183 er yaralanırken, Yunan Ordusundan 9 subay 145 er yaralanmıştır demektedir.(Bakınız: Sf:252, Puslu Yayıncılık, Mart-2017
Ahmet Hür, eserinde ayrıca 1 Nisan 1921’de Türk Ordusunu Zaferi ile sonuçlanan İkinci İnönü Savaşında tarafların kayıplarında, Birinci İnönü Savaşı’na göre farklılık vardır demekte ve aşağıdaki tespiti paylaşmaktadır:
(—)”Birinci İnönü Savaşında saldıran Yunan Ordusu, savunan Türk Ordusu olmasına ve mevzii savaşına karşın Türk Ordusunun şehit ve gazi sayısı Yunanlılardan fazladır. İkinci İnönü Savaşı Zaferinde ise, Yunan ölü ve yaralı sayısı fazladır. Yalnız Türk Ordusunda çok fazla firar bulunmakta ve 1359 Türk askeri kayıp görülmektedir. İkinci İnönü Zaferinde, Türk Ordusunda subaylardan 44 şehit / 102 yaralı varken; Yunan Ordusunda 53 ölü / 149 yaralı subay bulunmaktadır. Er sayısında ise Türk Ordusunda 637 şehit / 1720 yaralımız varken Yunan Ordusunda 669 ölü / 2874 yaralı bulunmaktadır. İkinci İnönü Savaşı yukarıdaki sayılardan da anlaşılacağı üzere Türk Ordusunun Zaferi ile sonuçlanmıştır.”
Olağanüstü yetkiye sahip olarak, yeniden seçilen milletvekilleri ile taarruza uğrayan Hükümet Merkezi’nden canını kurtararak Ankara’ya gelmeyi başaran milletvekilleri, Atatürk’ün önderliğinde 23 Nisan 1920 Cuma günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışında toplanmışlardı. Tek amaçları hür ve istiklali tam millet olarak yaşamak ve bu yolda mücadele vermek olan Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı günlerde Türkiye topraklarında 38.000 İngiliz, 59.000 Fransız, 17.000 İtalyan askeri ve 90.000 kişilik Yunan ordusu bulunuyordu.
Bütün bir düşmanlık cihanına karşı ayağa kalkan Türkiye Büyük Millet Meclisi, toplamında 200.000’i bulan işgal ordularına ve Doğu Anadolu’da Ermenistan devleti kurmak isteyen Ermenilere karşı savaşmak zorundaydı. Ayrıca Fransız işgal bölgesinde 10.000 Ermeni ve Karadeniz bölgesinde de Pontus devleti kurmak için uğraşan 20-25 bin Rum’a karşı da savaşmalıydı.
Ama nasıl?
Uzun yıllar savaşların getirdiği yılgınlık ve süresiz askerlik gibi o günün koşullarında zorunlu da olsa, kimsenin kabul edemeyeceği yaklaşımlar sonucu, ciddi bir asker kaçakları sorunu olmuştu. Asker kaçakları bir yanda düzenli ordu birliklerini mum gibi eritirken diğer yanda, eşkıyalık, haydutluk gibi olumsuz bir suç ağının ana nedenini de oluşturuyordu. 1918’de Türk ordusunun asker kaçağı sayısı 300.000 olup, bunlar kendi memleketlerine (doğdukları yer) kaçıp, hırsızlık yağmacılık, her çeşit güvenlik bozucu işlere girişiyorlardı. Kaçaklar vurulma tehlikesine rağmen, trenden atlamak, kollardan ayrılmak, karargâhlardan kaçmak şeklinde oluyorlardı.
Rahmi Apak, “Garp Cephesi Nasıl Kuruldu?” adlı eserinde Birinci İnönü Savaşı’nın çeteciliğin sonunu getirdiğini belirtmektedir. Rahmi Apak’a göre; (—)”Bundan üç yıl önce Türk milletinin en mühim mesuliyet makamını işgal eden Büyük Milli Şef, bundan on dokuz yıl önce, Garbi Anadolu’da; herkesin korktuğu, ürktüğü, başarılamaz ve çok tehlikeli sandığı ve hatta münakaşasına cesaret edemediği bir meseleyi, çeteciliği ortadan kaldırmak meselesini, sakin bir iman ile eline almış, birkaç hafta içinde halletmiş, muntazam orduyu kurmuştur demektedir.(Bakınız: Sf:229, TTK Yayını, 1990)”
Aslında, 29 Nisan 1920 Perşembe günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi, ilk kanun yasalaşmıştı.
Bu kanun: “Hıyaneti Vataniye Kanunu” idi.
Bu kanun ile Türkiye Büyük Millet Meclisi kararlarına karşı gelmek ve ayaklanmak vatan hainliği olarak kabul edilip cezalandırılacaktı. Cezalarında mahkemeler aracılığıyla yapılmasını karar altına alan kanun, İstiklal Mahkemeleri’nin de meşruluk zeminin hazırlamış oluyordu. Çünkü normal mahkemeler ve Divan-ı Harpler, olağanüstü koşullar açısından uygun değildi. Uygun olan olağanüstü dönemin olağan üstü Meclisinin olağanüstü mahkemesi idi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Divan-ı Harpler ’in yerine, (Bazı kişilere göre, Fransız İhtilalinden etkilenerek) 11 Eylül 1920 günü İstiklal Mahkemelerini “Devrim/İhtilal Mahkemesi” olarak kurdu. Devrim/İhtilal Mahkemelerinin kuruluşunda da en önemli neden asker kaçakları olmuştu. Zaten o dönemde, Divan-ı Harpler hem çok daha fazla keyfiliğe yol açarken, diğer yandan uzun savaş dönemleri nedeniyle zaten üniformalı kişilere özellikle subaylara düşmanlık besleyen halkın gözünde, ordunun tamamen itibar kaybetmesine yol açtığı ve Milli Mücadele’nin bir halk savaşına dönüşmesi istendiğinden de Divan-ı Harpler uygun bulunmamıştı.
Başlangıçta asker kaçakları suçlarına bakan İstiklal Mahkemeleri kısa sürede vatana ihanet, ayaklanma, eşkıyalık, yolsuzluk, hırsızlık gibi suçlara da bakmaya başladı.“İstiklal Mahkemelerinin casusluk, vatana ihanet, düşmana hizmet konularında verdikleri cezaları, toplam cezalara göre kıyasladığımızda; Ankara’da %5, Eskişehir’de %41, Isparta’da %1, Konya’da %17 oranlarını görmekteyiz.”
İstiklal Mahkemeleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına görev yapmıştır. Üyeleri ve başkanları genel olarak hukukçu değildir. İstiklal Mahkemesine seçilen milletvekilleri, verdikleri karardan dolayı sorumsuzdur ve asker-sivil herkes İstiklal Mahkemelerinin kararlarını uygulamak zorundadır. Verilen kararların temyiz yolu yoktur, yani kesindir. İstiklal Mahkemesindeki, hâkimler vicdanlarına göre karar verirken, delile ve kanuna bağlı değildir. Ezici çoğunluğunu hukukçu da değildir. En çok tartışılan konuda budur. Mahkemelerde önceden savcı yokken sonra savcı da eklenmiştir. Hâkim sayısı da önceden üç iken sonra dörde çıkarılmıştır. İstiklal Mahkemeleri halka açık olarak yapılmıştır. Sanıklar tek tek veya toplu olarak yargılanmıştır.
“Her mahkemenin kapısında büyük bir levha ile mahkemenin adı yazılı bulunurdu. Mahkeme heyetinin oturduğu yerin arkasında yine büyük bir levha ile‘İstiklal Mahkemesi, Mücadelesinde, Yalnız Allah’tan Korkar’yazısı asılıydı.
Yalnızca Allah’tan korkan, yürekleri iman ve serhatle dolu Türk Ordusunun 1 Nisan 1921’de Batı Cephesi’nde ikinci kez zafere ulaşması, bağımsızlık inancını güçlendirmiş, ülkede büyük coşku yaratmış, yurttaşlarımıza, savaşı yürütenlere moral ve güç vermiş, halkın orduya güvenini arttırmıştır. Ulu Önder Atatürk’ün zaferin ardından İsmet İnönü’ye gönderdiği telgraflarda vurguladığı gibi;
-…”Bundan sonra sıra bize geliyordu. İsmet Paşa, 31 Mart günü karşı saldırıya geçti ve düşmanı yenerek 31 Mart’ı 1 Nisan’a bağlayan gece, geri çekilmek zorunda bıraktı. Böylece devrim tarihimizin bir sayfası, İkinci İnönü zaferiyle yazıldı. Efendiler, düşman çekilirken Batı Cephesi Komutanı ile 1 Nisan günü yaptığımız yazışmalar o günün duygulanımlarını tespit eden belgelerdir. Bunları yeniden canlandırmak için, izin verirseniz, o günkü yazışmalarla ilgili kimi telleri, olduğu gibi okuyacağım:
“Metris Tepe’den, 1.4.1921 Saat 6.30 sonrada Metris Tepe’den gördüğüm durum: Gündüzbey kuzeyinde sabahtan beri direnen ve artçı olduğu sanılan bir düşman birliği sağ kanat grubunun saldırısı üzerine, dağınık olarak çekiliyor. Yakından kovalanıyor. Hamidiye yönünde karşılaşma ve çatışma yok. Bozüyük yanıyor. Düşman binlerce ölüleriyle doldurduğu savaş alanını silahlarımıza bırakmıştır. Batı Cephesi Komutanı İsmet’”
“Ankara, 1.4.1921 İnönü Savaş Alanında Metris Tepe’de Batı Cephesi Komutanı ve Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa’ya: Bütün dünya tarihinde, sizin İnönü Meydan Savaşlarında yüklendiğiniz görev kadar ağır bir görev yüklenmiş komutanlar pek azdır. Ulusumuzun bağımsızlığı ve varlığı, çok üstün yönetiminiz altında şerefle görevlerini yapan komuta ve silah arkadaşlarınızın duyarlılığına ve yurtseverliğine büyük güvenle dayanıyordu. Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz. İstila altındaki talihsiz topraklarımızla birlikte bütün yurt bugün, en kıyıda köşede kalmış yerlerine dek utkunuzu kutluyor. Düşmanın yurdumuzda yayılma tutkusu, dayancınızın ve yurtseverliğinizin yalçın kayalarına çarparak paramparça oldu. Adınızı tarihin övünç yazıtları arasına geçiren ve bütün ulusta size karşı sonsuz bir gönül borcu duygusu uyandıran büyük savaşınızı ve utkunuzu kutlarken, üstünde durduğunuz tepenin, size binlerce düşman ölüleriyle dolu bir şeref alanı gösterdiği kadar, ulusumuz ve kendiniz için yükseliş parıltılarıyla dolu bir geleceğin ufkuna da baktığını ve hâkim olduğunu söylemek isterim. Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal”
“Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine: Zulüm ve zorbalık dünyasının en zalimce saldırılarına karşı yalnız ve şaşkın kalan ulusumuzun maddi ve manevi bütün yetenek ve güçlerini ruhundaki ateşle toplayan ve harekete geçiren Büyük Millet Meclisi’nin Başkanı Mustafa Kemal Paşa!. Yiğit erlerimiz ve subaylarımız adına, komutanları adına övgü ve kutlamalarımıza büyük bir övünçle teşekkür ederim.Batı Cephesi Komutanı İsmet.”
İkinci İnönü Zaferi ile birlikte Türkleri Anadolu’dan atmanın mümkün olmadığı netlik kazanmış ve Ankara’yı dikkate alma zorunluluğu da emperyalistlerce kabul edilmiştir. Nitekim İtalyanlar 1 Haziran itibarıyla Anadolu’dan çekilmeye başlamışlar, İngilizler ise Ankara ile görüşme kanalları açma girişimlerinde bulunmuşlardır. 28 Nisan’da Malta’da tutuklu bulunan kırk kişi serbest bırakılmış, 13 Haziran tarihinde İnebolu’ya gelen iki İngiliz subayı General Harrington’dan Mustafa Kemal Paşa’ya mesaj getirmiş ve görüşme talebinde bulunmuştur. Fransızlar da Franklin Boullion’u gayri resmi olsa da görüşme yapmak için Ankara’ya yollamış, 21 Haziran tarihinde de Zonguldak’ı tahliye etmişlerdir…
Seç Haber ailesi olarak bugün, Büyük ve Şanlı Zaferi bir kez daha kutluyor, bölünmez Türk vatanı ve milletinin istiklali için canlarını vererek, bu toprakları bize mukaddes bir vatan olarak emanet eden tüm şehitlerimizi, başta Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm kahramanlarımızı rahmet ve şükranla anıyoruz efendim.
***Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.