Atatürk, diktatörlük hakkında demiştir ki:
-…”Ben istese idim derhal askeri bir diktatörlük kurar ve memleketi öyle idareye kalkışırdım. Fakat ben istedim ki, milletim için modern bir devlet kurayım ve onu yaptım.”
6 Aralık 2019 günü, Almanya yada resmi adıyla Almanya Federal Cumhuriyeti’nin devlet televizyonu olan ARD, tarihinin büyük küstahlığını yapmıştır. ARD, Türkiye Bağımsızlık Savaşı’nın Önderi, Laik ve Demokratik Cumhuriyeti’nin Kurucusu Atatürk’ü –dünyayı kan gölüne çeviren faşist diktatör Adolf Hitler’e benzeterek, Türkiye’nin, 1937-1938 yıllarında yaşanan Dersim İsyanı döneminde Hitler Almanya’sından zehirli gaz aldığını ve bu gazı kullandığını da iddia etmişti. Haber, başta Almanya’da yaşayan Türkler tarafından (CHP Kuzey Ren Vestfalya Birlikleri, Atatürkçü Düşünce Dernekleri ve İyi Toplum Gönüllüleri) protesto edilirken, Türkiye’de de siyasiler yayına büyük bir tepki göstermişlerdir.
Esasen, İstiklâl Savaşı’nın Batı Cephesi Komutanı, Lozan Başdelegesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı ve Atatürk’ten sonra ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 1963 yılı Eylül’ünde Alman Televizyonu’nun Atatürk’e ve Türk Devrimi’ne ilişkin sorularını cevaplamıştı. Televizyon sunucusunun Almanca olarak sorduğu soruları İsmet İnönü, Türkçe cevaplamış, bu cevaplar o sırada Almanya’da bulanan Prof. Dr. Ahmet Mumcu tarafından Almanca ’ya çevrilmişti. Basınımızda bilinmeyen bir söyleşiye geçmeden önce Türk ve Alman dostluğunun geçmişine kısaca bir göz atmak isterim:
Bilindiği üzere, Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkiler uzun ve köklü bir tarihi geçmişe sahiptir. Özelikle I. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı Devleti’nin yöneticileri, Avrupalı diğer devletlere karşı Almanya ile ittifak içerisinde olmayı devletin devamlılığı için gerekli görmüşlerdir. I. Dünya Savaşı’na birlikte giren Almanya ve Türkiye savaş sonunda yenilen devletler olarak bu müttefikliğin bedelini ağır ödemiştir. Savaşın sonunda İtilaf Devletleri’yle Almanya’nın imzaladığı “Versay Antlaşması” ile Osmanlı Devleti’nin imzaladığı “Sevr Antlaşması” oldukça ağır hükümler içermektedir.
Milli Mücadele döneminde Almanya ile Türkiye diplomatik olarak herhangi bir ilişki içerisine girmemiştir. I. Dünya Savaşı sonrasında yıkılan imparatorlukların üzerine Türkiye ve Almanya’da, daha önce hiç denenmemiş olan cumhuriyet rejimleri kurulmuş ve yeni anayasalar kabul edilmiştir. Bu devrede iç ve dış politika hedeflerinin saptanmasından dolayı taraflar arasında ilişkiler oldukça asgari düzeyde olmuştur. Türk-Alman ilişkilerinin yeniden kurulmasına yönelik çalışmalar ise ancak Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra yoğunlaşmış ve 3 Mart 1924’te taraflar arasında bir dostluk anlaşması imzalanmıştı.
Ayrıca İran Şahı Rıza Pehlevi’de Hitler’e sempati duymaktaydı. Almanya, İngiliz işgali altındaki Ortadoğu topraklarına geçebilmek için Türk topraklarından geçmek zorundaydı. Bu amaçla Türkiye’den resmen izin istendi; bu isteğin kabulüne karşılık Türkiye’nin bazı sınır düzeltmeleri yapmasını kabul edeceğini de bildirdi. Bu konudaki görüşmeler uzun sürdü ve Mayıs 1941 sonlarında İngiliz askeri gücünün Bağdat’a girip Raşid Ali Geylani’nin Alman yanlısı yönetimini iktidardan uzaklaştırmasıyla sorun kendiliğinden çözüldü. İran’ın güneyi de İngilizler tarafından işgal edildi. Kuzey İran’a ise Sovyetler Birliği girdi.
Adolf Hitler’in asıl amacı en kısa sürede Sovyetler Birliği’ne saldırmaktı. Ama bundan önce Türkiye’nin Almanya’ya karşı herhangi bir harekâta girişmemesi güvence altına alınmalıydı. Bu amaçla Almanya- Türkiye ile bir saldırmazlık antlaşmasına varabilmek için çabalarını yoğunlaştırdı. Türk-Alman Dostluk Paktı 18 Haziran 1941’de imzalandı. Antlaşmaya göre, her iki devlet de o tarihten önce imzaladığı antlaşmaları ve kabullendiği yükümlülükleri saklı tutacaktı. Her iki devlet de karşılıklı olarak birbirlerinin toprak bütünlüğünü onaylıyor, birbirlerine yönelik dolaylı ya da dolaysız her türlü harekâttan kaçınmayı taahhüt ediyordu. Ortak çıkarları ilgilendiren sorunlar ise uzlaşma ve ortak görüş sağlayacak dostça görüşmeler yoluyla çözülecekti. Antlaşma, imzalandığı tarihte yürürlüğe girecek ve 10 yıl süreyle geçerli olacaktı. Türk-Alman Dostluk Paktı Müttefiklerin yanında savaşa girmekten kaçınan Türkiye tarafında savaş boyunca bir gerekçe olarak kullanıldı.
Anlaşmanı imzalanmasından dört gün sonra Almanya, Sovyetler Birliği’ne savaş ilan etti (22 Haziran 1941). Antlaşmanın imzalanmasından sonra, 10 Ağustos 1941’de Sovyetler Birliği ve Birleşik Krallık Türkiye’ye ortak bir nota göndermiştir. Bu notada, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olunacağı, ancak “Montrö Antlaşması” gereği Türkiye’nin Boğazlar’ savaş gemilerine kapalı tutması gerektiği belirtilmiştir. Türk-Alman Dostluk Paktı, 24 Ekim 1945’t Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’e üye olmasıyla fesh edilmiştir.
“İsmet İnönü, Alman Televizyonu’nun Atatürk’e ve Türk Devrimi’ne ilişkin sorularını cevaplıyor (Basınımızda bilinmeyen bir söyleşi);
Prof. Dr. M. Utkan Kocatürk, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu eski başkanlarından, Atatürk Araştırma Merkezi’nin kurucu başkanıdır. 19 Mayıs 2006, Atatürk’ün doğumunun 125. Yıldönümü nedeniyle Uluslararası Sempozyumu Bildirilerinde:
—“Değerli bilim adamları, değerli konuklar!
Sunacağım bildiri “İsmet İnönü, Alman Televizyonu’nun Atatürk’e ve Türk Devrimi’ne ilişkin Soruları Cevaplıyor (Basınımızda Bilinmeyen Bir Söyleşi)” başlığını taşıyor. İstiklâl Savaşı’nın Batı Cephesi Komutanı, Lozan Başdelegesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı ve Atatürk’ten sonra ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki konuşmaları, gerekse Meclis dışındaki söylev, demeç, makale ve söyleşileri son yıllarda dizi yayınlar halinde kitaplaşmış bulunmaktadır. Ben bu bildiride, söz konusu yayınlarda bulunmayan İsmet İnönü’ye ait uzun ve önemli bir söyleşiden sizlere bazı bölümler aktaracağım. Bu söyleşi, 1963 yılı Eylül’ünde Alman televizyonu’nda yayınlanmıştır. Televizyon sunucusunun Almanca olarak sorduğu soruları İsmet İnönü, Türkçe cevaplamış, bu cevaplar o sırada Almanya’da bulanan Prof. Dr. Ahmet Mumcu tarafından Almanca ’ya çevrilmiştir.
Değerli bilim adamları, değerli konuklar!
Alman Televizyonu’nun İsmet İnönü’ye, “Atatürk’le ilk tanışması ve ilk temaslarını sorması üzerine İnönü şunları söylemektedir:
…”Mustafa Kemal Paşa ile biz kurmay sınıflarında yakın sınıflarız. Biz birinci sınıftık, o üçüncü sınıftı. Kurmay sınıflarının bir özelliği vardır; kurmay sınıflarında bütün genç subaylar birbirlerini mutlaka tanırlar. Yakın bir münasebet te değil ama o şekilde tanışıyoruz. Onun, ciddi, kıymetli bir kurmay subayı olarak yetiştiğini, sağlam bir karakter sahibi olduğunu mektepten biliyoruz; ama fazla bir münasebetimiz yok!
Mustafa Kemal Paşa’yı ben, II.Meşrutiyet’ten sonra İttihat ve Terakki’nin inkılap günlerinde ciddi bir iki vesile ile tanıdım. Fakat asıl tanışmam, Birinci Cihan Harbi’nin ilk yıllarında oldu. Birinci Cihan Harbi’nde Atatürk’le aramızda haki ki bir yakınlaşma, dostluk ve itimat oluşmuştu. Birbirimizi çok iyi anlıyorduk. Muharebe içinde konuşmalarımızda, memleketin karşı karşıya olduğu tehlikeleri açık bir şekilde görüyorduk ve muharebeden sonra Mütareke ile gelen halleri çok ıstırapla takip ediyorduk. Atatürk bu zamanda çok faal bir vaziyette idi. Bir defa muharebeden bir büyük kumandan olarak çıkmıştı. Askerî çevrelerde, devlet teşkilâtı içinde hususi bir mevkii vardı. Kendisi de çok enerjik olduğu için her işi yakından takip eder, o zamanki padişah hükûmetinin daireleri ve nazırlarına muhatap olurdu.”
İnönü, söyleşisine şöyle devam ediyor:
…”Mütareke ’de Atatürk’le zaman zaman buluşurduk; gördüğümüz hadiseleri birbirimize anlatırdık. Atatürk bu dönemde devamlı olarak sivil olsun, asker olsun herkesle görüşür, memleketin durumu hakkında malûmat sahibi olarak telkinler de bulunurdu. Bu günlerde münasebetimiz çok iyiydi ve gelecek günler için hazırlanmak fikri, birçok vazifelerin bize teveccüh edeceği fikri galip geliyordu. Bu vazifeler ne şekilde, ne ehemmiyette teveccüh edecek, bunun hakkında sarih bir fikrimiz yoktu. Ama bir vaziyet olacaktı.”
İsmet İnönü, Alman Televizyonu’nun “Atatürk, Türk Millî Mücadelesi’nde nasıl ön plana çıktı?” sorusuna şu cevabı veriyor:
…”Birinci Cihan Harbi sırasında ‘harbin neticesi çok adaletli olacaktır, intikam politikası takip olunmayacaktır’ diye çok propaganda yapılmıştı.
Meşhur 1. maddeyi bir hatırlayın!
Hâlbuki Türkiye, harp sonunda Mütareke akdi olarak her tarafta işgal olundu. Her tarafta silâh alınması, çok ciddi olarak Türklere karşı tatbik edildi ve nihayet en kıymetli topraklarımız, Yunanlılara teslim edildi. Yirmi seneden beri uğradığımız felaketlerin en fenasına uğramıştık. Kimse tayin de etmediği halde, bir toplantı yerinde böyle bir hareketi idare etmeye salahiyetli odur, diye söz verilmediği halde, o devrin en ileri yetişmiş insanı ve davayı yürütmek için fedakârca ileri atılmış insan olarak Atatürk, kendiliğinden tabii bir lider olarak ortaya çıktı.”
İsmet İnönü, Atatürk’ün Anadolu’ya geçişiyle ilgili olarak da şunları söylüyor:
…”Bu fırsat Atatürk’ü, Ordu Müfettişi olarak Anadolu’ya göndermek kararıyla ele geçmiş bir fırsat haline geldi. Biliyorsunuz ki İstanbul Hükûmeti, onu Anadolu’ya Ordu Müfettişi olarak gönderirken, İtilâf Devletleri’nin isteklerini memlekete tatbik ettirmek için, İstanbul Hükümeti’nin gördüğü güçlükleri Padişah lehine, onun hesabına belki kolaylaştıracak bir otorite olarak kullanmak istiyorlardı.”
Değerli bilim adamları, değerli konuklar!
Atatürk, Türk Devrimi’ni 1935 yılında şöyle ifade ediyordu:
-…”Uçurumun kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş… Ondan sonra içerde ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız, devrimler…”
İsmet İnönü de aynı görüşten hareketle Alman Televizyonu’ndaki söyleşisinde Türk Devrimi’ni 1-Millî Mücadele, 2-Devrimler olmak üzere iki dönemde yorumlamakta ve şunları söylemektedir:
…”Türk İnkılabının askerî kısmını, İstiklâl Harbi’ni bitir dikten sonra memlekette ciddi ıslahat yapmak fikri, bizde prensip olarak köklü ve çok hararetli idi. Atatürk bu hususta en ilerde idi. Bütün ıslahatı Zafer’i müteakip radikal olarak hemen yapmayı kesin olarak lüzumlu görüyordu. Atatürk’ün tabiatında, büyük hareketleri süratle kesin olarak yapmak, derhal tatbik etmek âdeti vardı. Bu tarzda başladık. Yapılan ıslahatta beraber düşündüklerimiz var, Atatürk’ün doğrudan doğruya kendi zihniyetiyle, kendi buluşuyla telkin edip sonra bizim beraber takip ettiklerimiz var. Bunun heyet-i umumiye si, Türk cemiyetini ortaçağ nizamından esaslı ve köklü olarak kurtarıp bu asrın bütün ihtiyaçlarını karşılayacak bir zihniyetle yeni bir devlet kurmak fikrine istinat eder. Bu tarzda hareket ettik, düşündüklerimizi süratle tatbik ettik.”
İsmet İnönü, söyleşisine şöyle devam ediyor: …”Bunun en gücü Harf İnkılabı idi. Milletlerin hayatında en güç olan budur. Eski harfle yetişmiş büyük bir nesil var, büyük bir hazine! Bunu bırakıp yeni bir harfe, yeni bir kültüre girmek, son derece güç bir şeydir. Ve yeni bir harf, zannolunduğu kadar bir şekil değiştirmesi değildir; tam manasıyla bir kültür istikametinin değiştirilmesidir. Her çeşit mukavemetler olmuştur; fakat bunların hepsi muvaffakiyetle aşılmıştır. Demokratik rejime girdikten sonra, bunların mille tin bünyesinde esaslı olarak yerleşmiş olduğunu tecrübe ile tespit ettik.”
Değerli bilim adamları, değerli konuklar!
İsmet İnönü, Alman Televizyon sunucusunun, ”Sizce, yapılan en önemli devrim hangisidir?” sorusuna da şu karşılığı veriyor:
…”Benim kanaatimce inkılapların hepsi önemlidir; en önde gelen iki tanesi, en önemlisidir. Biri harf inkılâbıdır, biri Türk kadınının cemiyete girmesidir. Bu ikisini ben, kendi anlayışımla en ehemmiyetlileri görmüşümdür. Türk kadınını cemiyete sökmek için ehemmiyetli kitle içinde fazla mukavemet görmedik; fakat uzun sürdü. Zamana ihtiyaç gösteren iki unsur vardı. Biri harf inkılâbı biri kadının cemiyete girmesi… Büyük ölçüde yeni nesiller yeni harf üzerine yetişiyor; büyük ölçüde yeni nesiller kadının hürriyeti nizamı içinde yetişiyor. Fakat eski mukavemet şurada, burada âdet halinde devam ediyor. Biz her inkılâbı kuvvetle ve derhal tatbik ettik. Kadın inkılâbını kuvvetle ve derhal tatbik etmedik. Bir özellik buradadır. Onu teşhis ettik, kadın cemiyete girdi, çalışmaya girdi, peçe kalktı. Fakat mecburi olarak bütün aileler, bütün kadınlar derhal bu nizamı tatbik edecek diye bir kanun çıkarmadık. Telkinle, teşvikle ve daima tatbik ile tedvir etmeye çalıştık. Ve isabet ettiğimizi zannediyorum.”
Değerli bilim adamları, değerli konuklar!
İsmet İnönü, söyleşinin bir bölümünde “Türkiye’nin çok partili demokratik rejime nasıl geçtiği”ni de şöyle anlatmaktadır:
…”Bizim rejimi demokratik rejime geçirmek teşebbüsü, Millî Mücadele’nin başından beri beslediğimiz bir idealin tabii sonucudur. Biz Millî Mücadele’ye başladığımız, Büyük Millet Meclisi’ni teşkil ettiğimiz zaman, esas itibariyle demokratik rejimi de temel olarak almıştık. Atatürk kendi zamanında, ciddi olarak demokratik rejimin kurulmasına teşebbüs etmiştir; en sonu 1930’da oldu, Serbest Fırka. Fakat inkılapların, re formların pek taze olduğu bir zamanda yapılmış olduğu için büyük tehlikeler meydana çıkardı ve yürümedi. Anladık; Atatürk bu suretle devri kapadı.
Ben Cumhurbaşkanı olduğumun ilk günlerinde demokratik rejimi getirmek fikrinde olduğumuzu ilan ettim. Ama arkasından II. Cihan Harbi çıktı; bu harbin nihayetini bekledik. Demek ki tek parti sisteminden çok parti sistemine geçmek, bizim programımızın ve esas anlayışımızın tabii bir neticesi sayılmak lazım gelir. Onun üzerine demokratik rejime geçtik ve çok partili hayata girdik. Sadece bu değil, tek dereceli seçime de girdik. Tek parti zamanında seçim, tek dereceli değildi, iki dereceli idi ve büyük ölçüde iktidar da bulunan insanların tesiri altında idi. Demokratik rejime geçiş böyle oldu.
Ancak, demokratik tam serbest hayat oluştuk tan sonra iki hakikat meydana çıktı. Birisi bizim aradığımız hakikat: Reformlar memleket içinde sağlam bir zemin bul muşlardır; bu reformlarla yeni nesiller yetişmiştir. Bu müspet tarafı. Diğer, bunun karşısında olan bir ciddi mukavemet de şu: Reaksiyoner cereyan büsbütün kaybolmamıştır, fakat bundan da ehemmiyetli olan siyasi hayatın her vasıtadan istifade etmek hastalığına tutulacağı ve her vasıtadan istifade ederken reaksiyoner bütün temayüllerden de istifade etmek isteyeceği gerçeği idi. Bu gerçeği tam ölçüsüyle görmemiş ve tahmin etmemiştim. Fakat asıl davada, yani reformların, yeni devlet temellerinin memleket içinde büyük bir tabakaya yerleşmiş, kök salmış olduğu anlaşıldıktan sonra, çıkan güçlüklere dayanmak mümkün oldu. Bu suretle demokratik hayat işledi.”
Değerli bilim adamları, değerli konuklar, İsmet İnönü’ye ilişkin basınımızda bilinmeyen bir söyleşiden bazı bölümler içeren bildirim burada sona eriyor. Bildirimi İsmet İnönü’nün yine Atatürk hakkında şu sözleriyle noktalıyorum:
…”Beraber çalıştığımız zamanlarda bana daima rehber ve yardımcı olan büyük Atatürk’e karşı yüreğim sevgiler ve minnetlerle doludur.”(Bakınız: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi / 2011 / ISBN:978-975-16-2388-1 / İLESAM:11.06.Y.0150-344/Korza Yay. Basım San.Tic.Ltd.Şti)