Bilge kişiler uyarıyor: “İnsanlığın geleceği tehlikede”. Bu tehlike ne nükleer savaşla ne de küresel ısınma ile ilgili. Tehlike kendimizden kaynaklı; dünyadaki yaklaşık 1 Milyon hayvan ve bitki türü tükenmek üzere. Eğer gereken önlemleri almazsak önümüzdeki 10 yıllarda yaşam için elzem olan türlerin çoğu yok olacak.
Bilim insanları, dünyadaki türlerin yok oluşlarını insanların eseri olarak görmekte ve genelde alınan yanlış kararların yeni bir küresel tükenişe yol açacağını söylüyorlar. Dünya daha önce doğal nedenlere dayanan 5 kere büyük tükeniş yaşamıştır. Altıncı küresel tükenişin yakın bir gelecekte insanları tehdit ettiğini söyleyen bilge kişiler var.
Paris’te yapılan doğayı koruma toplantısında konuşan İngiliz Prof. Robert Watson dedi ki: “Çok karanlık bir tablo ile karşı karşıyayız. Varlığımızın temeli olan doğal ortam hızlı bir şekilde yok olmaktadır. Kendi ekonomimizi, besin kaynaklarımızın ve yaşamımızın temellerini oluşturan doğal kaynakları dünya çapında hızla aşındırıyoruz” [1]. Bu sözlerin anlamı şudur: “İnsanlar kendi küçük çıkarları uğruna, dünyadaki doğal yer altı ve yerüstü kaynakları tüketirken ve canlı türleri yok ederken, kendilerinin de yok olacaklarını düşünmüyorlar.”
Dünyada kısa vadede üstünlük sağlamak ve kendi çıkarlarını korumak amaçlı önlemler ve kararlar alan liderler, tüm dünya insanlığına ve de kendilerine zarar verdiklerinin farkında değiller. Zira insanlık ve doğa bir bütündür ve bir kısmına verilen zarar bütüne verilmiş olur. Prof. Watson, insanlığın günümüzdeki değerlerini sorgulamakta ve bu değerlerin değişmeleri gerektiğini savunmaktadır. Yani, bilginin yeterli olmadığını ve bilgeliğin gerekli olduğunu söylemeye çalışmaktadır. Bilgi, kısa vadeli çözümler üretmeye yarasa da, bilgelik olmadan bilginin faydası kısıtlıdır. Bilgelik uzun vadeli çözümler üretir ve olaylara yerel değil, tümel bakar. İnsanlığın doğaya ve insanlığa tümel bakabilen ve kararlar alıp uzun vadeli tedbirler üretebilen liderlere gereksinimi var.
Dünyanın bugünkü durumuna bakacak olursak, karaların üçte ikisinde ve denizlerin önemli bir bölümünde insanların etkisiyle doğal denge değişmiş ve bozulmuş durumdadır. Doğanın yozlaşmasına en büyük katkıda bulunan ülkeler, kalkınmış ve kalkınmakta olan az gelişmiş ülkelerdir. Yerel halkların yaşadığı doğal ortamlarda ise bozulma çok daha az olmuştur. Zira yerel kültürler doğaya daha saygılıdırlar ve bilge kişilerin sözlerine o toplumlarda daha çok önem verilir. Batılı gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlarda ise, bilgi önemsenmekte bilgelik küçümsenmektedir. Onlar için kalkınmanın yolu ve metodu, teknik bilgi sayesinde doğal kaynakları tüketmek ve doğaya verilen zararı göz ardı etmektir. Zira ‘kalkınmak’ için, zenginleşmek ve kendi refah düzeyini yükseltmek önemsenmekte, diğer toplumlar ve kültürler dışlanmakta, hatta küçümsenmektedir. Yabancılaşmanın sonucu olarak doğa da büyük zarar görmektedir.
Örneğin, dünyadaki tatlı su kaynaklarının % 75’i, yani dörtte üçü, ekinlerin sulanmasına tahsis olmuş durumdadır. Geriye kalan % 25 ise doğanın kendini yenileyip gelişmesine yeterli değildir. Oksijen kaynağı olan ormanlar kesilmekte ve 1980’den bu yana ağaç kütüğü tüketimi büyük çapta artmış durumdadır. Ayrıca 1980’den bu yana plastik madde üretimi 10 kat artmıştır. Plastiğin yüzyıllar boyunca doğada yok olmadığını ve hem denizleri hem de karaları kirlettiğini hepimiz biliyoruz.
2020 yılında, dünyadaki iklim değişimini ve doğal kaynakların ve canlı türlerin yok oluşlarını konu alan iki konferans planlanmış durumdadır. Ümit edilir ki bu iki toplantıya katılan dünya liderleri, insanlığın geleceğini kurtaracak tedbirleri almak için gerekli adımları atarlar.