-…”Eğitim orduları kurup cehaleti yok edemezsek çabamız boşa gider, cehalet ile savaşmak düşman ile savaşmaktan kolay değildir.”
Ülkemizde her yıl 24 Kasım Öğretmenler günü olarak kutlanmaktadır. Bu kutlama, 1981 yılında başlamış bir uygulamadır ve ATATÜRK ‘ün 100. Doğum yıl dönümü olan 1981 yılında “BAŞÖĞRETMEN” oluşunun yıl dönümlerinde ülke çapında Öğretmenler Günü kutlanmasına karar verilerek 26 Kasım 1992 günü Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu kutlu gün vesilesi ile Başta Ebedi Başöğretmenimiz Büyük Atatürk olmak üzere, ebediyete intikal etmiş bulunan tüm öğretmenlerimizi rahmet ve şükranla anıyor, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda bizleri karanlıktan aydınlığa çıkarmak için Öğretmenlik mesleğine yeni başlayan tüm eğitimcilerimizin gününü kutluyorum efendim.
Bugünkü makalemi zaferleri ve geçmişi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber uygarlık nurlarını taşıyan şanlı Türk Ordusu’nun kahraman genç subayı ve Cumhuriyet’in Ülkücü Öğretmen Heyeti’nin kıymetli uzvu Mustafa Fehmi Kubilay’ın aziz anısına ithaf en yazıyorum.
Mustafa Kemal Atatürk’e, 23 Nisan 1920 günü Ankara’da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin sayın üyelerinin tezahür eden arzu ve talepleri üzerine 5 Mayıs 1921’de “Başkomutanlık” unvanı ve yetkisi verilmiş, 24 Kasım 1928 ‘de ise Bakanlar Kurulu tarafından “Millet Mekteplerinin Başkanı ve Başöğretmen” ilan edilmiştir. Dünyada bu iki sıfatı kişiliğinde toplayan başka bir önder yoktur.
O’nun Başöğretmenliği, en büyük eserlerinden biri olan harf inkılabından sonra meydana gelmiştir. Fakirlik ve yoksulluk içerisinde geçirdiği çocukluk yıllarında, eline iki kuruş geçtiğinde bunun bir kuruşu ile kitap satın alan Atatürk demiştir ki:
-…”Daha çocukken, dersler, kitaplar arasında yuvarlanırken hissederdim ki bu dilin bir şeye ihtiyacı var. O ihtiyacın ne olduğunu, nasıl elde edileceğini bilmezdim. Fakat mutlaka bir şey lazım olduğunu duyardım…”
Atatürk, Selanik Askeri Rüştiyesini bitirdikten sonra 1896 yılında Manastır Askeri İdadisi ’ne girmiş, bu okulda Bursa’dan gelen Ömer Naci ile arkadaşlık etmiştir. İleride önemli bir hatip olarak tanınacak bu kişi, Atatürk’ün hitabet ve edebiyat sevgisinde rol oynamıştır. O dönemde askeri öğrenimini sürdüren Atatürk, yabancı dil öğrenimini de ihmal etmiyor, yazları izinli olarak Selanik’e dönüyor ve burada da Fransızca dersler alıyordu. Bu dönemde izinli olduğu bir yaz günü, Selanik’te bulunan ünlü Türkolog Bulgar İvan Manalof, O’nun Türk devrimine ait düşüncelerini dinlemiştir. O gün, yarın inşa edeceği Türkiye Cumhuriyetini büyük bir heyecan içerisinde anlatan Atatürk, Manalof’a demiş ti ki:
-…”Bir gün gelecek, ben hayal sandığınız bütün bu devrimleri yapacağım. Mensup olduğum ulus bana inanacaktır… Bu ulus gerçeği görünce arkasından duraklamasız yürür, dava uğrunda ölmesini bilir. Saltanat yıkılmalıdır; devlet yapısı türdeş bir ögeye dayanmalıdır. Din ve devlet birbirinden ayrılmalı, Doğu uygarlığından benliğimizi sıyırarak Batı uygarlığına aktarmalıyız. Kadın ve erkek arasındaki farklar silinerek yeni bir toplumsal düzen kurmalıyız. Batı uygarlığına girmemize engel olan yazıyı atarak, Latin kökünden bir alfabe seçmeliyiz… İnanınız ki bunların hepsi bir gün olacaktır…”
Kurtuluş ateşini yakmak için, 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıkarak Anadolu’ya geçen Atatürk, kutsal görevine başlamış, Amasya tamimini izleyen günlerde Erzurum’da iken yakın çalışma arkadaşlarından Mazhar Müfit Kansu’ya kimseye göstermemesi koşuluyla, Selanik’te bulunan ünlü Türkolog Bulgar İvan Manalof’a açıkladığı programın bir benzerini şöyle yazdırmıştı:
“Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır; Padişah ve soyu konusunda zamanı geldiğinde gerekli işlem yapılacaktır. Kadınların kaç-göçü kaldırılacaktır. Fes kaldırılacak, uygar uluslar gibi şapka giyilecektir. Latin harfleri kabul edilecektir.”
Üstte verdiğim birkaç örnekten de anlaşılacağı üzere büyük devrimci Atatürk, Nutuk’ta kendi ifadesi ile “milli bir sır gibi kendi vicdanında saklamış”, yeri ve zamanı geldikçe uygun fırsattan yararlanarak hayata geçirmiştir. Memleketi düşman işgalinden temizleyen Atatürk, büyük askeri zaferleri takiben, siyasi faaliyetlere önem vermiş:
-”11 Ekim 1922’de İtilaf Devletleri’yle yapılan Mudanya Ateşkes Anlaşması sonucu, Edirne’yi de içine almak üzere Doğu Trakya’nın Yunanlılar tarafından boşaltılması kabul edilmiş; İstanbul ve boğazlar, bazı kayıtlarla idaremize bırakılırken;
-”1 Kasım 1922’de saltanat ile hilafet birbirinden ayrılarak saltanat kaldırılmış;
-”24 Temmuz 1923’de İsmet Paşa tarafından Lozan Antlaşması’yla Türkiye Devleti’nin bağımsızlığı, bütün dünya devletleri tarafından kabul edilerek milli sınırlar belirlenmiş, ekonomik alanda Osmanlılar döneminden kalan eski pürüzler temizlenerek kapitülasyonlar kaldırılmış;
-”13 Ekim 1923’te Ankara devlet merkezi olmuş;
-”29 Ekim 1923’te Cumhuriyet İlan edilerek Gazi Mustafa Kemal (ATATÜRK), devletimizin ilk cumhurbaşkanı seçilmiş,
-”3 Mart 1923’te artık hiçbir gereği kalmayan, aksine zararlı bir kuruluş durumunu almış bulunan halifelik kaldırılmış ve son halifeyle beraber Osmanlı hanedanı yurt dışına çıkarılmıştır.
Bundan sonra devletin çağdaş bir biçim alması ve milletin çağdaş uygarlık düzeyine en kısa zamanda erişebilmesi yolunda büyük inkılaplar birbirini izlemeye başlamıştır. Bu süre içinde de:
-”Şapka ve kıyafet inkılapları yapılmış;
-”Tekkeler, zaviyeler, türbeler kapatılarak türbedarlıklar kaldırılmış;
-”Laik ve devlet ilkesi kabul edilerek din ve devlet işleri kesin olarak birbirinden ayrılmış;
-”Hukuk alanında, Şeriye mahkemeleri ve Mecelle kaldırılarak Türk Medeni Kanunu’yla beraber birçok çağdaş yeni kanunlar kabul edilmiştir.
-”İnkılapların birbirini izlediği bu dönemde İlim ve kültür işlerine büyük önem verilerek Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu kurularak Türk tarihi ve Türk dili üzerinde çalışmalar yapılmış:
-”Öğretim birliği gerçekleştirilerek, medreseler kapatılmış ve çağdaş kültürü benimseyen Cumhuriyet okulları açılarak eğitim ve öğretimde laik ve milli bir yol izlenmiş;
-”Atatürk’ün en büyük eserlerinden biri olan harf inkılabı meydana gelmiş, Arap harfleri bırakılarak Latin harfleri temeline dayanan Türk alfabesi yapılmış;
-”Üniversite reformu gerçekleştirilerek çeşitli yeni fakülteler açılmış;
-”Uluslararası takvim, saat ve rakamlar kabul edilmiş,
-”Kadın hukukunda çağdaş atılımlar yapılarak, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.
-”Devletin çağdaş bir biçim alması ve milletin çağdaş uygarlık düzeyine en kısa zamanda erişebilmesi yolunda yapılan bu büyük inkılaplara ekonomik alanda etkinliklere de önem verilmiş:
-”1923 yılında Türkiye’de ilk defa olarak bir İktisat Kongresi toplanarak memleketin ekonomik sorunları görüşülerek tarımsal etkinlikler genişletilerek ticaret ve milli sanayi geliştirilmiştir.
İnkılapların birbirini izlediği yine bu dönemde:
-”Sağlık işlerine önem verilmiş, güçlü bir ordu kurulmuştur.
Yeni Türkiye Devleti’nin temeli olan bütün bu inkılaplara “Atatürk İnkılapları” adı verilmiştir. Ahmet Cevat Emre, Atatürk’ün en büyük eserlerinden biri olan harf inkılabı konusunda şöyle dediğini aktarmaktadır:
-…”Ben bu konuları daha gençliğimden beri düşünen bir insanım. Eğer ben size bu konuları yeni düşünmeye başladığımı söylersem inanmayınız.”
Atatürk’ün Başöğretmenliği, en büyük eserlerinden biri olan harf inkılabından sonra meydana gelmiştir. Türk kültürünün özgürce oluşup gelişmesi yolundaki bu engelleri kaldırmak işine önce yazıyla başlanmıştır.
Osmanlı aydınları son yüzyıl boyunca Avrupa dillerini öğrenirken Latin harfleriyle karşılaşmış, Avrupalıların Türkçeyi öğrenmek üzere Fransızlar, Almanlar, İngilizler, İtalyanlar… için yayımladıkları sözlüklerde Türkçe’nin Latin harfleriyle yazılışına tanık olmuşlardı. Şinasi, Namık Kemal, Ebüzziya Tevfik, Şemseddin Sami, Ali Suavi gibi yazarların yazının düzeltilmesi konusunu tartıştıklarını Enver Paşa’nın I. Dünya Savaşı öncesinde, orduda kullanılmak üzere ayrışık harflerle yazılan bir alfabe hazırladığını ancak Arapçaya uymadığı için başarısız kaldığını… biliyoruz.
Bu arada başta İçtihat dergisi yayımcısı Abdullah Cevdet olmak üzere; Kılıçzade Hakkı, Hüseyin Cahit, Celal Nuri gibi yazarların Latin Harflerini kabul etme gereğini ortaya atıp tartıştıklarını görüyoruz. Hatta Hafız Ali Efendi adlı bir hocanın da Latin harflerinden yana bir görüş savunmuş olması ilginçtir.
Şubat 1923’te toplanan İzmit İktisat Kongresi’nde işçi temsilcilerinden İzmirli Nazmi ve iki arkadaşının Arap harflerini bırakarak Latin harflerinden oluşturulacak bir yeni yazı benimsenmesi yolundaki önerisi kongre başkanı Kâzım Karabekir tarafından gündeme alınmamış olsa da, kuşkusuz çok önemli bir göstergedir. Nitekim Kılıçzade Hakkı ve Hüseyin Cahit basında Latin harflerini savunarak Karabekir Paşa’yı yanıtlamışlardır.
1924 yılında Almanya’da öğrenim görmekte olan Türk gençlerinin, kendi aralarında 5’i ünlü harf olmak üzere 30 harften kurulu, Latin kökenli bir yeni alfabe hazırladıkları ve bunu tanıtmak üzere “Yeni Yazı” adlı bir de dergi yayımladıkları görülüyor.
1926 yılında da Azerbaycan’da toplanan Birinci Türkoloji Kongresi’nde Sovyetler Birliği’ndeki bütün Türkler için Latin kökenli bir alfabe kabul edilerek Arap harflerinin yerine konması kararı alınıyor. Bu oluşumların Türkiye’deki yazı devrimini bir ölçüde etkilemiş olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak 1928 yılında Latin kökenli yeni Türk yazısının kabul edilmesi üzerine Rus egemenliğindeki Türk devletlerinde Latin harflerinin bırakılarak Kiril kökenli Rus yazısına geçildiğini de belirtelim!
Çağdaşlaşma, ancak gerçek bağımsızlık varsa olanaklıdır; gerçek bağımsızlık ise ancak ulusal egemenlik ilkesiyle, yani demokrasiyle sağlanıp sürdürülebilir.
Cumhuriyet hükümetinin Latin harflerinin kabul edilmesini 1927 yılında kararlaştırdığı görülüyor. Türk basınında Yunus Nadi, Falih Rıfkı, Celal Nuri, Mithat Sadullah, İbrahim Necmi, Ahmet Cevat gibi yazarların Latin harflerinin kabulünü destekleyen yazılar yazdıklarını görüyoruz. Türk Ocağı Hars Heyeti (=Kültür Kurulu) ‘nin Latin yazısı konusundaki çalışmalarına Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey’in Başbakan İsmet Paşa’nın destek verici yönde katılmalarına tanık oluyoruz.
20 Mayıs 1928 günü Milli Eğitim Bakanlığı, Başbakanlık ‘a sunduğu bir önergede, Latin yazısının uygulanma olanaklarını incelemek üzere bir kurul oluşturulmasını ister. Bakanlar Kurulunun onayladığı bu öneri üzerine o günün önde gelen yazarları olan Falih Rıfkı (Atay), Fazıl Ahmet (Aykaç), Ruşen Eşref (Ünaydın), Ragıp Hulusi (Özdem), Ahmet Cevat (Emre), İbrahim Grandi (Grantay), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Mehmet Emin (Erişirgil), Mehmet İhsan (Sungu), Ahmet Rasim, İbrahim Necmi (Dilmen), Celal Sahir (Erozan), Avni (Başman), İsmail Hikmet (Ertaylan), Beylerin yer aldığı bir kurul oluşturuldu.
Bundan dört gün sonra 24 Mayıs 1928 günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi Latin sayılarının kabul edilmesine ilişkin olarak C.H.P. Genel Sekreteri Yazı kurulunun hazırlıklarını 17-19 Temmuz günleri çalışmalara katılan Başbakan İsmet (İnönü) Paşa’da kurulla birlikte inceler ve kimi düzeltme önerilerinde bulunur. Yeni yazıya ”Türk Alfabesi” adını veren İsmet Paşa’dır.Kurulun hazırladığı “Elifba Raporu” 1 Ağustos 1928 günü Atatürk’e sunulur ve 6 Ağustos’ta Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin başkanlığındaki toplantısında da yeni abeceye kesin biçimi verilerek Atatürk’e takdim edilmiştir.
Atatürk, 9 Ağustos 1928 akşamı, yeni Türk yazısını İstanbul’da Sarayburnu Parkı’nda düzenlenen bir aile gecesinde tüm ulusa müjdeler; toplantıda bulunan bir bayanın defterinden kopardığı bir sayfaya şunları yazar: ”Sevinçliyim, duygulandım; mutluyum. Bu durumun bende uyandırdığı duyguları önünüzde ufak notlarla saptadım. Bunları içinizden bir yurttaşa okutacağım” ve yanına çağırdığı bir yurttaşa kâğıdı verir; o okumaya çalışırken elinden alır ve yurttaşlara şunları söyler:
-…”Yurttaşlar, bu notlarım Türk harfleriyle yazılmıştır. Kardeşiniz bunu hemen okumaya çalıştı ve okuyabilir de. Ancak daha yeterince alışmamış olduğu görülüyor. İsterim ki bunu hepiniz beş on gün içinde öğrenesiniz.
Arkadaşlar, bizim uyumlu, zengin dilimiz, yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan beri kafalarınızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bu gerçeği anlamak zorundayız. Anladığımızın izlerine yakın zamanda bütün dünya tanık olacaktır.”
Bolu Milletvekili Falih Rıfkı (Atay) Bey’in yazıyı okumasından sonra Mustafa Kemal yeniden söz alır ve özellikle şu noktaları vurgular:
-…”Çok işler yapılmıştır. Ama bugün yapmak zorunda olduğumuz, son değil, ancak çok değerli bir iş daha vardır: Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Türk harflerini her yurttaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu yurt severlik ve ulusseverlik ödevi biliniz.
Bu ödevi yaparken düşününüz ki, bir ulusun, bir toplumun yüzde onu, yirmisi okuma-yazma bilir, yüzde sekseni bilmezse, bu ayıptır. Bundan insan olarak utanmak gerekir. Bu ulus, utanmak için yaratılmış bir ulus değildir. Övünmek için yaratılmış, tarihi övünçlerle doldurulmuş bir ulustur. Ama ulusun yüzde sekseni okuma-yazma bilmiyorsa, bu yanlış bizde değildir. Türk’ün öz yapısını anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlarındır. Artık geçmişin yanlışlarını kökünden temizlemek dönemindeyiz. Yanlışları kökünden temizleyeceğiz. Yanlışların temizlenmesinde bütün yurttaşların çalışmasını isterim. En çok bir yıl iki yıl içinde bütün Türk toplumu yeni harfleri öğrenecektir.
Ulusumuz yazısıyla, kafasıyla, bütün uygarlık dünyasının yanında olduğunu gösterecektir.”
9 Ağustos’tan sonra yurdun her yanında yeni yazıyı öğretmek ve öğrenmek için herkes arı gibi çalışmaya başladı.
Yeni Türk yazısının yasayla saptanacağı yıl olan 1 Kasım 1928 gününe değin bu çabalar eşliğinde, bir yandan da yazı kurulunun oluşturduğu ”alfabe” daha da denemeden geçirildi ve geliştirildi:
“…”-se, -le, -dir” gibi eklerin ayrı yazılmasına gerek olmadığı, kalın ve ince ”k” yi ayırt etmek için ayrı harflere ya da ”k” nin yanına ”h” eklemeye gerek olmadığı, ”k” yi ayırtetmek için ayrı harflere ya da ”k” nin yanına ”h” eklemeye gerek olmadığı, ”kâr”, ”kâmil” gibi sözcüklerde ”A” nın üzerine inceltme ya da uzatma işareti koymanın yeterli olduğu görüldü.”
Tüm ulus, yeni yazıyı öğrenmek ve okumaz-yazamaz durumdan kurtulmak için tam anlamıyla canla, başla çalışmaya koyulmuştu. Alfabeler basıldı: gazeteler dersler yayımladılar; devletten de yardım gören gazete ve dergiler, önce birkaç satırla başlayıp uzun yazılara, tüm bir sayfaya varana dek yeni harflerle yayın yapmaya koyuldular. Bu arada Dil Kurulu Üyesi Ragıp Hulusi Bey, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ders kitaplarını basması, yeni yazım sözlüğünün basılması, gazetelerin de birer-ikişer sütunlarını yeni yazıya ayırması ile yaklaşık beş yıl içinde yeni yazının tam olarak yaygınlaşacağını söylüyordu.
Atatürk, yazı kurulu üyelerinden Falih Rıfkı (Atay) Bey’e sordu:
-…”Yeni yazıyı uygulamak için ne düşündünüz?”
Falih Rıfkı’nın yanıtı şudur:
”…Bir on beş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa süreli iki öneri var. Önerileri verenlere göre, ilk dönemler her iki yazı birden öğretilecektir. Gazeteler yarım sütundan başlayarak yavaş yavaş yeni yazılı bölümü arttıracaklardır. Devlet kuruluşları ve yüksekokullar için de aşamalı kimi yöntemler düşünülmüştür.”
Atatürk, Falih Rıfkı’nın yüzüne bakar ve :
-…”Bu ya üç ayda olur, ya da hiç olmaz!” der.
Falih Rıfkı’nın duraksadığını görünce de şunları ekler:
-…”Çocuğum, gazetelerde yarım sütün eski yazı kaldığında bile herkes bu eski yazıyı okuyacaktır. Bu arada bir de savaş, bir iç bunalım, bir terslik oldu mu, bizim yazı da Enver’in yazısına döner; hemen bırakılıverir.”
Atatürk, 29 Ağustos 1928 günü Dolmabahçe Sarayı’nda, T.B.M.M. Başkanı Kazım (Özalp) Paşa ile Başbakan İsmet Paşa’nın ve milletvekillerinin de bulunduğu toplantıda yeni Türk yasasıyla ilgili olarak şu tarihsel kararı aldırdı:
”1- Ulusu bilgisizlikten kurtarmak için, kendi diline uymayan Arap harflerini bırakıp Latin kökünden Türk harflerini almaktan başka çıkar yol yoktur.
2- İnceleme kurulunun önerdiği alfabe gerçekten Türk alfabesidir, kesindir. Türk ulusunun bütün gereksinmelerini gidermeye yeterlidir.
3- Dil yapısı ve yazım kuralları, dilin düzelmesini, gelişmesini, ulusal beğeniyi izleyerek evrimleşecektir.
Kesin olan şudur ki, yeni harfler ile dile ve yazıma ilk biçimini vermek için, kurulun tasarısı en kısa ve en işlemsel tasarıdır.”
Yeni Türk harflerinin yasalaşacağı 1 Kasım 1928 tarihine değin geçen iki ay içinde çalışmalar her gün daha da yoğunlaşarak sürdü. Gazeteler Mustafa Kemal’in hemen açıklamasından sonra kimi başlıklarla, küçük haber ve yazılarla yeni harfleri kullanmaya, halka tanıtmaya başladılar. Her yerde kurslar açılmaya başladı. İstanbul Hattat Okulu yeni Türk harflerini öğretecek dersler açmıştı. Cumhuriyet Halk Partisi her mahallede bir dershane açmayı kararlaştırdı. Telefon rehberleri yeni harflerle basılıyor, ticaret sicillerine imzalar yeni harflerle atılıyor, okul diplomaları yeni harflerle basılıyordu.
19 Ağustos 1928 günlü Cumhuriyet gazetesinde Gazi’nin Yunus Nadi’ye yazdırdığı not yeni harflerle basılmıştı: “Yeni Türk alfabesini güzelce öğrenmek ve öğretmek gerekir. Bunun için de kuşkusuz yıllara gerek yoktur.”
23 Ağustos’ta Tekirdağ’da yurttaşlara şunları söylüyordu:
-…”Tekirdağlı yurttaşlarım, daha şimdiden yeni Türk harflerini yazıp okumayı hemen öğrenmişlerdir diyebilirim. Memurların hepsini kendim sınavdan geçirdim. Sokaklarda ve dükkânlarda halkla görüşmeler yaptık. Arap harfleriyle hiç yazmak, okumak bilmeyenlerin, Türk harflerine hemen alışmış olduklarını gördüm. Daha ortada yetkili katların onayından geçmiş bir kılavuz olmadan, daha okul öğretmenleri yol gösterme çabalarına başlamadan, yüce Türk ulusunun yararlı olduğu kanısına vardığı bu yazı sorununda böylesine yüksek bilinç ve anlayış ve özellikle ivecenlik göstermekte olduğunu görmek, benim için gerçekten çok büyük bir mutluluktur.
Yeni Türk harfleriyle elde edilecek gözler kamaştırıcı Türk manevi gelişmesinin az zaman sonra erişebileceği güç ve yaygınlığın uluslararası düzeyini, gözlerimi kapayarak, şimdiden, öyle parlak görüyorum ki, bu görünüş karşısında kendimden geçiyorum.”
28 Eylül 1928 günü Gemlik’ten bir esnaf topluluğunun mektubuna verdiği şu yanıt çok öğreticidir:
”Gemlik’te Gazozcu Haydar, Tuhafiyeci Yahya, Zahireci İsmail, Bekir Ali, Adil ve Hüseyin, Çiftçi Ethem, Zeytinci Mustafa, Sait, Bakkal Osman ve Halit Efendilere:
Okuma ve yazmayı bir haftada öğrenme çabasını gösterdiğinizden kıvanç duydum, kutlarım.
Arapça ve Farsça sözcüklerde k ve g’nin önlerine ‘h’ gelmesi sorunuyla kafalarınızı oyalamayınız ve karıştırmayınız. Saptanmakta olan sözlük, bunu istediğiniz yolda çözümleyecektir efendim.
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal”
28 Ağustos’ta Ankara’da toplanan Öğretmenler Birliği Kongresi’nde öğretmenler, yeni harfleri öğrenmek ve halka öğretmek için ant içiyorlardı. Telgraf Genel Müdürlüğü yeni Türk harflerinin “rumuz” unu saptıyor, İçişleri Bakanlığı otomobil plakalarını yeni harflerle veriyordu. İstanbul Belediyesi genelgelerini yeni harflerle yayınlıyordu.
Devlet Basımevi yeni harfler döktürüyor, illerde valiler tahta başında memurlara yeni harfleri öğretiyordu.
Eski yazının güçlüklerinden kurtuluşu kutlayan güldürü plakları yapılmaya başlanmıştı. Bunlardan bir tanesi:
“…Gül’ü kel, kel’i gül okurduk, Kargayı bülbül okurduk, Şimdi bütün çoluk çocuk Gül’ü aldık, keli kovduk.” diyordu.
29 Eylül 1928’de “Yeni Türk Harfleri Marşı” yayımlandı. Bu tarihli Cumhuriyet Gazetesi ve daha başka gazeteler Osman Zeki (Üngör)’nin bestelediği marşın notasını yayımlamışlardır.
1 Ekim 1928 günü ilk Türkçe Gazete yayımlanmıştır.
Görüldüğü gibi Yeni Türk yazısı daha Türk Türkiye Büyük Millet Meclisi açış konuşmasında Mustafa Kemal, yeni yazıyı yasalaştıracak olan Meclisi şu sözlerle kutluyordu:
-…”Değerli arkadaşlarım, her şeyden önce her gelişmenin ilk yapı taşı olan konuya değinmek isterim. Büyük Türk ulusuna, her araçtan önce, onun bütün emeklerini kısır yapan çorak yol dışında kolay bir okuma-yazma anahtarı vermek gerekir. Büyük Türk ulusu bilgisizlikten, ancak kendi güzel ve soylu diline kolay uyan böyle bir araçla sıyrılabilir. Bu okuma-yazma anahtarı, ancak latin kökünden alınan Türk alfabesidir. Kolay bir deney, latin kökenli Türk harflerinin, Türk diline ne denli uygun olduğunu, kentte ve köyde, yaşı ilerlemiş Türk çocuklarının nasıl kolay okuyup yazdıklarını güneş gibi ortaya çıkarmıştır.
Uluslar ailesine aydın, yetişmiş, büyük bir ulusun dili olarak kuşkusuz girecek olan Türkçeye bu yeni canlılığını kazandıracak olan Üçüncü Büyük Millet Meclisi, yalnız sonsuzluğa değin sürecek Türk tarihinde değil, bütün insanlık tarihinde seçkin bir kurul olarak kalacaktır.”
Atatürk’ün bu konuşmasından sonra Yeni Türk Harfleri Yasa Tasarısı Meclis’e sunuldu ve oy birliği ile kabul edildi. Yasa bütün devlet dairelerinde, özel kurumlarda, yalnızca Türk harfleriyle yazılan yazıların kabul edilerek işlem göreceğini belirtiyor ve bu iş için son tarih olarak 1 Ocak 1929’u saptıyordu. Meclis, ayrıca Atatürk’e altın bir yüzey üzerine kabartma harflerden bir Türk alfabesi armağan edilmesini de kabul etmişti.
24 Kasım 1928 günlü Resmi Gazete ’de yeni Türk harflerini halka öğretmek üzere 1 Ocak 1929’dan başlayarak açılması kararlaştırılan Millet Mektepleri yönetmeliği yayımlandı. Bu okullar, eski yazıyı bilenlere olduğu gibi hiç okuma-yazma bilmeyenlere de yeni yazıyı öğretecek, kadın-erkek herkesi çatısı altında toplayacaktı. Yönetmelik, “Millet Mekteplerinin Başkanı ve Başöğretmeni Cumhurbaşkanı’dır” diyordu.
Bu arada, İçişleri Bakanlığı’nın valiliklere gönderdiği bir genelgede emekliliği yakın kimi memurlarla, yeni bir yazıyı öğrenmeyi “onurlarına yediremeyen” kimi görevlilerden söz ediyorken, aynı günlerdeki gazetelerde Bursa Tutukevi’ndeki hükümlülerin yeni Türk harflerini öğrenmek üzere çalıştıklarını gösteren fotoğraflar yayımlanıyordu. 30 Kasım 1928 günü gazeteler son kez Arap yazısıyla çıkıyor, 1 Aralık 1928 günü ise gerçek bir devrimin başarıldığının göstergesi olmak üzere tümüyle yeni Türk alfabesiyle yayımlanıyorlardı.
1 Ocak 1929 günü Türkiye Cumhuriyetinde, okuma-yazma seferberliği tüm görkemiyle başlamış, her yerde coşkulu törenlerle, bandolarla açılan millet mekteplerin de 1936 yılına değin 2,5 milyondan çok yurttaş okuma-yazma öğrenmiştir. Halk daha işin başında yeni Türk harflerini ve okuma-yazma öğrenmeyi içtenlikle benimsemişti.
Osmanlı Devleti’nin 300 yıla yakın bir gecikmeden sonra 1726’da kurulmasına müsaade ettiği basımevinde, yazı devriminin yapıldığı 1929 yılına değin geçen 200 yıllık sürede basılan kitapların sayısı 30.000 kadar iken, yazı devrimini izleyen 15 yılda, yani 1944 yılına değin 31.000 kitap basılmıştır.
Türk yazı devrimi yurt dışında da büyük ve olumlu yankılar uyandırdı. Yazıldığı gibi okunan ve konuşulduğu gibi yazıya bir sahip bulunmayan İngiltere’nin ”Daily Mail, Times” gazeteleri ile Fransa’nın ”Exelcior” gazetesi bunlara örnek olarak alınabilir. İngilizlerin Yazımı Kolaylaştırma Derneği’nin kutlama yazına Atatürk’ün verdiği karşılık da çok öğreticidir:
“Yazımı Kolaylaştırma Kurumu Glasgow Bölümü Üyelerine
Saygıdeğer Baylar,
Türk yazımının kolaylaştırılması konusundaki kutlama yazınızı kıvançla aldım. Şurasını denemeye dayanarak belirteyim ki, yazım ve abece düzeltimi, gerçekten çocukları güçlüklerden kurtaran, onlara küçük yaşta başarı tadını tattıran en etkili araçtır. Yaşlı kişilerin sevinçleri ise daha belirgindir. İnsanlar arasında kolay ve istekli okumak aracının sağlanması, hem ulusal gelişmeye, hem de uluslararasında anlaşmaya yarar.
İnce davranış ve duyuşlarınız beni çok duygulandırdı. Teşekkürlerimi ve yolunuzda başarılı olmanız konusundaki dileklerimi bildiririm, saygıdeğer, nazik baylar.”
Türkiye Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal”