Istakozların kan rengi mavi. Peki ama neden mavi? İşte merak edenler için istakozların kan rengi neden mavi sorusunun cevabı…
Istakoz denizlerde yaşayan kabuklulardandır. Renkleri türine göre değişiklik gösterse de mavinin tonlarından yeşil ve kahverengiye kadar çeşitli renklerde görülebilir. 30-35 cm boy 4-5 kiloya kadar büyüyebilir. Kuyruklarındaki yüzgeç sayesinde saniyede dört buçuk metre yol katedebilirler. Bazıları eş ve yiyecek bulabilmek için bir yılda 150 kilometreden fazla dolanabilirler. Istakozların en büyük doğal düşmanları ahtapotlardır. Türkiye’de ıstakozlar en çok Marmara denizi, boğazlarda ve Ege denizinde görülürler.
Istakozlar çok lezzetli ve pahalı bir deniz ürünüdür. Yaygın inanışın aksine canlıyken haşlanıp yenilmek zorundadır ve bu işlem sırasında bağırmazlar. Çünkü diğer kabuklu deniz hayvanları gibi ıstakozların ses telleri yoktur. Istakoz pişirilirken çıkan sesler aniden çok sıcak suya maruz kalmasından dolayı, çatırdayan kabuklarından gelir. Ani ölüm gereklidir yoksa su dışında kalan ıstakoz bir çeşit salgı salgılar ve ölmeden önce kendi etini yenilmez hale getirir. Bu şekilde yenecek bir ıstakoz zehirlenmeye sebebiyet verebilir. Pişirilmiş ıstakozlar kırmızı renklidir çünkü yüksek sıcaklık kabuktaki protein moleküllerini kırmızı ışık dışında her şeyi emebilecek hale getirir. Kırmızı ışık emilemez, yansıtılır, bu yüzden ıstakoz kırmızı renkli görünür. Istakozların acıyı hissedip hissetmediklerine dair ise henüz net bir kanıt yok.
ISTAKOZLARIN KANI NEDEN MAVİ RENKTİR ?
Bilindiği gibi kan’a rengini içinde taşıdığı pigmentler verir. Hemoglobin (omurgalılarda) ve Hemoeritrin pigmentini içeren kanlar kırmızı renkli olur. Bunların yapısında demir elementi bulunur. Hemosiyanin pigmentini (bazı eklembacaklılar, yumuşakçalar gibi) içeren kanlar ise mavi renkli olur. Bunların yapısında ise demir yerine bakır elementi bulunur. Istakozların yapısında da demir elementi yerine bakır elementi bulunur. Bu nedenle ıstakozların kanı mavi renk olur.
KIRMIZI DIŞINDA KAN RENGİ OLAN HAYVANLAR
Omurgalı hayvanların aksine, bazı omurgasız hayvanlarda (özellikle ıstakoz,atnalı yengeci, karides ya da yengeçlerde) kan rengi mavi renktedir. Kabuklular, örümcekler, mürekkepbalıkları, ahtapotlar ve bazı yumuşakçaların vücutlarındaki pigmentlerin farklı olmasından ötürü kanları da farklı renktedir. Bu canlılarda hemoglobin yerine hemosiyanin bulunur. Bu molekül içerisinde demir değil, bakır bulunur. Bakırın varlığı, ışığın farklı dalga boylarının emilmesine ve geri yansıtılmasına neden olur. Bu hayvanların kanları oksijenlenmişken mavi renktedir, oksijenin yokluğunda ise renksizdir. Bakır, demire kıyasla oksijene biraz daha farklı şekilde bağlanır: tek bir bakır değil, 2 bakır atomu tek bir oksijen molekülüne bağlanabilir.
Bazı solucanlar ve sülüklerde ise kan rengi yeşildir. Bunun sebebi, klorokruonin isimli bir diğer kimyasaldır. İşin ilginç tarafı, bu proteinlerin yapısı hemoglobine çok benzerdir. Hatta kimyasal yapıları neredeyse tıpatıp aynıdır, sadece 1 adet vinil grubu yerine aldehit grubu bulunur. Bu fark çok ufak olsa bile, renk değişimi çok barizdir. Bu hayvanların oksjensiz kanları, klorokruonin nedeniyle açık yeşildir, oksijenlendiğinde ise daha koyu bir yeşile döner. Kimyasal yapının benzerliği, bu hayvanlarda kanın yoğun bir solüsyon olarak hazırlanmasında ortaya çıkar: yeterince yoğun olduğunda, kanları kırmızı gözükür. Üstelik bu canlıların bazılarında klorokruonin ile hemoglobin bir arada bulunur. Bu nedenle onların kanları biraz daha kırmızıya yakındır. Ayrıca bu kimyasalın içerisinde, adından öyleymiş gibi anlaşılsa da, klor bulunmaz.
Bu noktada garip bir örnek olarak yeşil kanlı skink kertenkeleleri verilebilir. Yeni Gine’de bulunan bu kertenkelelerde, diğer omurgalılardaki gibi hemoglobin bulunmasına rağmen kan net bir şekilde yeşildir. Ancak bunun rengi, molekülün kendisinden ziyade hemoglobinin döngüsünden kaynaklanmaktadır. İnsanlarda ve diğer tüm omurgalılarda kan karaciğerde parçalanır. Karaciğere gelen hemoglobin önce biliverdin isimli bir kimyasala dönüştürülür, sonrasında bilirubin diye bir diğer kimyasala. Kertenkelelerde ise biliverdin bilirubine dönüşemez. Bu nedenle biliverdin kanda birikerek yeşil bir renge neden olur.
Son olarak, mor bir kan rengi de canlılarda görülebilir. Çok sınırlı sayıda bazı denizel solucanda (özellikle penis solucanlarında) tespit edilmiştir. Bu renk de, yine, bir diğer oksijen taşıyıcı kimyasal olan hemoeritrin moleküllerinden kaynaklanır. Bu molekülde de demir bulunur; ancak yapısal olarak daha farklıdır. Bu canlılarda kan oksijensizken renksizdir, oksijenlendiğinde pembemsi ve parlak mora döner. Diğer moleküller gibi, bu da hemoglobine kıyasla daha düşük verimliliğe sahiptir. Hatta bazı türlerde hemoglobinin %25’i kadar oksijen taşıyabilir.
KAN RENGİ MAVİ OLAN ATNALI YENGECİ
Her yıl milyonlarca atnalı yengeci mavi kan için avlanıyor ! Söz konusu atnalı yengeçleri antibakteriyel özelliklere sahip bir kana sahiptirler. Bu hayvanların en ilginç tarafı ise, kan renginin mavi renkli olmasıdır. Bu renk, bakır temelli hemosiyanin içermesinden ötürüdür. Normalde omurgalı hayvanlarda hemoglobin bulunur ve kana kırmızı rengini veren de hemoglobin içerisindeki demirdir. Atnalı yengeçlerindeki bakır ise kana mavi bir renk verir. Ayrıca omurgalılardaki akyuvarların aksine, enfeksiyonlarla mücadele etmek için birçok omurgasız amebositlere sahiptir. Atlantik atnalı yengeçleri (Limulus polyphemus), aşırı yüksek tıbbi değere sahip olacak kadar rafine edilmiş amebositlere sahiptir.
Atnalı yengeci amebositleri 1 trilyon parçacıktan 1 tanesi bakteri olsa bile hemen pıhtılaşabilecek kadar güçlüdür. Dahası, bu tepkime omurgalılardaki 2 günlük süreye kıyasla sadece 45 dakika alır ! Bu hızlı pıhtılaşmayı mümkün kılan kimyasal olan koagülan, tıbbi ekipmanların ve aşıların kullanım öncesi testlerinde kullanılırlar. Bunlar olmasaydı bugün olandan kat kat insan enfeksiyonlar nedeniyle ölürdü. Ne yazık ki atnalı yengeçleri bu koagülanı yavruluk dönemlerinde sentezlerler. Bu sebeple her yıl milyonlarca atnalı yengeci yakalanır ve fotoğrafta gösterildiği gibi kanları çıkarılır.
Ne yazık ki Kuzey Amerika’daki atnalı yengeçlerinin aşırı avlanması bu yengeçlerin popülasyonlarında kırılmaya neden olmuştur. Eğer bu şekilde devam ederse, türün soyu tehdit altına girecektir. Türü koruyabilmek için avcılar hayvanların kanının %30’unu alırlar; sonrasında okyanusa geri bırakırlar. Her ne kadar geride bırakılan kan miktarı onların yaşaması için yeterli olsa da, geri bırakılan yengeçlerin %10-30 arasının hayatta kalamadığı hesaplanmaktadır. Dahası, geri salındıktan sonra hayatta kalabilmeyi başaran dişi yengeçler de, hiç yakalanmayanlara kıyasla daha az üreyebilmektedir.
Maalesef ekonomi acımasızdır. Litresi 15.000 dolara satılan bu kanın alınması, türün tehlikeye sokulması için yeterli bir sebep olarak görülmektedir. Bu, korkunçtur.
Daha fazlası için tıklayın: