Türk tarihine yeni bir yön, Türkiye Cumhuriyeti’ne hayat veren, ruh veren Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İstanbul’un 16 Mart 1920’de İtilaf Devletleri tarafından işgali üzerine, çeşitli millet temsilcilerine gönderdiği protesto da:
-…”Osmanlı Devleti’nin siyasi hâkimiyet ve hürriyetine yöneltilen bu son darbe, hayat ve mevcudiyetini, ne pahasına olursa olsun müdafaa etmeye azmetmiş olan biz Osmanlılardan ziyade, yirminci medeniyet ve insaniyet asrının mukaddes saydığı bütün esaslara, hürriyet, milliyet, vatan duyguları gibi bugünün insan cemiyetine esas olan bütün kurallara ve bu kuralları koyan insanlığın umumi vicdanına yöneliktir.” (Nutuk: I, Sf:417)
İngilizler Meclis-i Mebûsan’ı dağıtmak, kendilerine kayıtsız şartsız boyun eğecek bir hükümetin kurulmasını sağlamak, arzu ettikleri barış şartlarını kabul ettirmek ve milli hareketi sindirmek maksadıyla İstanbul’u 16 Mart 1920 sabahı saat altıdan itibaren işgal etmiştir.
İngilizler, önce Şehzadebaşı’ndaki X. Kafkas Tümeni karargâhına baskın düzenlemiş ve henüz uykudaki 6 erimizi şehit edilerek 15 eri de yaralamışlardır. Sonra Harbiye ve Bahriye Bakanlıklarını da işgal ederek şehirde sıkıyönetim ilan edilmiş ve milliyetçi liderler ile işgal kuvvetlerince zararlı görülen şahısları tutuklamışlardır. Özetle; İtilaf güçleri muharebe ile girilen bir şehre girer gibi İstanbul’u yeniden işgal etmişler bütün telgrafhaneleri kontrol altına alarak başkentin Anadolu ile bağlantısını kesmişlerdir.
16 Mart sabahı İstanbul’da İşgalin fiilen başlamasından saatler sonra, İtilaf Devletleri Hükümet’e İşgal Notasını vermişlerdir. Notada İstanbul’un o gün saat 10’dan itibaren işgal edileceği, bunun barış anlaşmasının imzalanmasına kadar devam edeceği bildirildikten sonra, Babıali’den Mustafa Kemal ve öteki millici liderleri reddetmesi istenmekte, aksi halde barış şartlarının ağırlaştırılacağı ve verilmiş olan ödünlerden vazgeçileceği belirtilmektedir. Ayrıca verilen Nota ekinde de Harbiye ve Bahriye Bakanlıklarının işgal, haberleşmenin sansür ve denetime tabi tutulacağı, PTT’nin kontrol edileceğini, asayişin muhafazası için basına ve polise denetim uygulanacağı bildirilmektedir.
İtilaf Devletleri tarafından İstanbul halkına yayınlanan bildirilerde ise:
…”İşgalin geçici olup, amaç Padişah’ın otoritesini yıkmak değil aksine güçlendirmek olduğu ve İtilaf Devletlerinin İstanbul’u Türklerden almak gibi bir niyetlerinin olmadığı ancak taşrada umumi karışıklık veya katliam gibi olayların meydana gelmesi halinde, bu karar değişebileceği ve bu hassas dönemde herkesin işiyle gücü ile meşgul olup asayişin muhafazasına yardım etmesi…”
Özetle; herkesin Padişah’ın emirlerine itaat etmesi gerekmektedir. Sözü edilen entrikalara karışmış olan bazı kimseler tutuklanmışlardır. Bunlar yaptıklarından ve onun sonuçlarından dolayı hesap vereceklerdir.
Bu bağlamda, İtilaf Devletleri İstanbul’u barış anlaşmasına kadar bir rehin gibi tutmak, onu bir şantaj aracı gibi kullanmak istemektedirler. İstedikleri diğer bir husus da Anadolu harekâtının kınanması, Ali Rıza Paşa Hükümeti zamanından beri Anadolu ile başlayan yakınlaşmaya son verilmesi ve hatta Mustafa Kemal’e karşı cephe alınmasıdır. Buna karşılık Padişah’a destek verilmekte ve halktan onun emirlerine itaat edilmesi istenmektedir!
Nota İtilaf temsilcilerince Padişah’a sunulduğunda, onun cevabı: …”Müttefik devletlerle daima iyi ilişkiler içinde olmak istediği, işin bu raddeye gelmesinden dolayı üzüntü duyduğu ve belgeyi almış olduğu” şeklindedir.
Bu sözlerde bir tepki veya kınama yoktur.
Nitekim aynı gün Rauf, Meclis Başkanı yardımcısı Abdülaziz Mecdi ve Hoca Vehbi, Padişah’la görüştüklerinde, …”Heyetin Meclis kararı olmadan her hangi bir belgeyi imzalamaması ve işgal devletlerinin tekliflerinin reddedilmesi” yolundaki sözlerine Vahidettin sinirlenerek, …”Milletvekillerinin Meclis’te sözlerine dikkat etmelerini, İngilizlerin isterlerse yarın Ankara’ya gidebileceklerini ileri sürmüş ve …“Bu millet bir sürüdür. Her sürüye bir çoban lazımdır. Bu çoban da benim. Canım ne isterse onu yapacağım” cevabını vermiştir.
İşgalci güçler önde gelen milliyetçi kişileri tutuklamışlardı. Tutuklanması gerekenler arasında milletvekili olan Rauf ve Kara Vasıf Beyler Meclis’ten İngilizlerce zorla alındılar. Atatürk’ün aylarca önce söylediği gerçekleşmişti.(Mustafa Kemal, meclisin Anadolu’da toplanmasını istemesine karşın Meclis 12 Ocak 1920’de İstanbul’da toplanmıştı.) İşgalci güçlerin süngülerinin baskısı altında Meclis’in iradesini hür olarak kullanamayacağı ortaya çıkmıştı. Meclis olayı protesto etti ve süngü altında hürriyet olmaz gerekçesi ile geçici ve süresiz olarak tatile girdi. Esasen kısa bir süre sonra Meclis Padişah tarafından resmen kapatılmıştır (11 Nisan 1920).
Atatürk, İstanbul’un işgal edildiğin haberini, işgal henüz devam etmekte iken telgrafçı Manastırlı Hamdi (Martonaltı ) ‘den öğrendi: …” 16 Mart 1920 tarihinde yani İstanbul’un resmen ve cebren işgali sırasında İstanbul Merkez Telgrafhanesi Baş memuru İhsan (Pere) Bey nöbetten çıkmaya hazırlanıyorken telefonu çalmaya başlamıştır. Gelen telefonda, Harbiye Nezareti Telgrafhanesi memuru, Şehzadebaşı Muzıka Karakolu’ndaki bizim askerlerle işgal kuvvetleri arasındaki çatışmayı haber veriyordu. Telefonu kapatır kapatmaz Beyoğlu Telgrafhanesinden telefon gelir. Tophane’den aldıkları malumata göre İngilizler karaya asker çıkarmış ve Tophane Telgraf Merkezi’ni işgal ettikten sonra Beyoğlu cihetine doğru ilerlemeye başlamışlardır. İhsan (Pere) Bey, topladığı bu bilgileri Ankara’da ki Mustafa Kemal Paşa’ya iletmek için Ankara cihetine bakan Manastırlı Hamdi’ye emir verir. İhsan (Pere) Bey, gelen telefonlardan aldığı bilgi ve haberleri saniyesi saniyesine Manastırlı Hamdi aracılığıyla Ankara’daki Mustafa Kemal Paşa’ya bildiriyordu.”
Atatürk, Nutuk’ta İstanbul’un işgalini şöyle anlatmaktadır:
-…”Efendiler, 1920 senesi Mart’ının 16’ncı günü öğleden önce, saat 10.00’da makine başında şöyle bir telgraf geldi;
Ankara’da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne
Bu sabah, Şehzadebaşı’ndaki Muzıka Karakolu’nu İngilizler basıp oradaki askerlerle çarpışarak, sonunda şimdi İstanbul’u işgal altına alıyorlar. Bilgilerinize arz olunur.
Manastırlı Hamdi İstanbul, 16.03.1920.”
Ben bu telgrafın altına kurşun kalemle “İvedi olarak kolordulara benim imzamla Mustafa Kemal” işaretini koyduktan sonra, telgrafı verenden açıklama istemeye başladım. Manastırlı Hamdi Efendi birbiri ardınca bilgi vermeye devam etti:
“Bizim en çok güvendiğimiz bir arkadaşımız var ki, yalnız o değil, herkes, yani gelenler söylüyor. Şimdi de Harbiye’nin işgalini haber aldık. Hatta Beyoğlu Telgrafhane ’sinin önünde İngiliz askerlerinin bulunduğunu öğrendik, fakat telgrafhaneyi işgal edip etmeyecekleri bilinmiyor.”
Bu sırada Efendiler, Harbiye Telgrafhane ’sinde görevli memurlardan Hamdi, bilgi vermeye başladı:
“Sabahleyin İngilizler basarak altı kişiyi şehit ettiler. On beş kadar da yaralı var. Şimdi İngiliz askerleri dolaşıyor. Şimdi, işte İngiliz askerleri Harbiye Nezareti’ne giriyorlar. İşte içeri giriyorlar. Nizamiye kapısına. Teli kes! İngilizler buradadır.”
Manastırlı Hamdi Efendi, bizi yeniden buldu.
“Paşa Hazretleri, Harbiye Telgrafhane ’sini de İngiliz askerleri, işgal edip teli kestikleri gibi bir yandan Tophane’yi işgal ediyorlar, bir yandan da zırhlılardan asker çıkarılıyor. Durum ağırlaşıyor efendim. Sabahki çarpışmada 6 şehit 15 yaralımız var. Paşa Hazretleri, yüksek emirlerinizi bekliyorum.
16 Mart 1920 / Hamdi.”
Hamdi Efendi devam etti:
“Sabahleyin bizim asker uykuda iken, İngiliz deniz askerleri karakola gelip giriyor. Askerimiz uykudan şaşkınlık içinde kalkınca çarpışmaya başlanıyor. Sonunda bizden 6 kişi şehit oluyor, 15 kişi yaralanıyor. Bunun üzerine, zaten melunluklarını tasarlamışlar ki, hemen zırhlıları rıhtıma yanaştırıp bir yandan Beyoğlu tarafını ve Tophane’yi bir yandan da Harbiye Nezareti’ni işgal etmişlerdir. Şimdi artık ne Tophane’yi ne de Harbiye Telgrafhane ’sini bulmak imkânı olmuyor. Şimdi aldığım habere göre işgal Derince’ye kadar yayılıyormuş, Efendim.
İşte Beyoğlu Telgrafhanesi de yok. Orayı da işgal ettiler galiba, Allah korusun, burayı işgal etmesinler. İşte Beyoğlu telgraf memurları, müdürleri geldiler. Kovmuşlar. “Bir saate kadar burası da işgal olunacaktır. Şimdi haber aldım, Efendim.”
Rahmetli Hayati Bey, benim ilk haber telgrafı üzerine yaptığım işarete uygun olarak, verilen bilgileri özetlemiş; Rumeli ve Anadolu’daki bütün komutanların adresine telgraf çektiriyordu. Bir an önce İstanbul üzerinden Edirne’ye çektirilmesini söylemiştim. Hamdi Efendi:
“Yüksek emirleriniz yerine getiriliyor. Edirne’ye yazıyorum ve bütün merkezleri hazır ettirdik.”
Hamdi Efendi’den: “Milletvekilleri ile ilgili bir haber aldınız mı? Meclis Telgrafhanesi cevap veriyor mu?” diye sordum. Hamdi Efendi:
“Evet veriyor. 14’ncü Kolordu Komutanı hazır. Paşa istiyordu, verelim mi?”
Efendiler, bundan sonra artık Hamdi Efendi’nin sözünü işitemedik. İstanbul merkezinin de işgal edilmiş olduğuna hükmettik. Bu vatansever ve cesur, Manastırlı Hamdi Efendi olmasaydı, İstanbul felaketinden haber almak için kim bilir ne kadar çok beklemek zorunda kalacaktık. İstanbul’da bulunan nazır, milletvekili, komutan ve teşkilatımızdan bir kimsenin çıkıp da bize vaktinde haber vermeyi düşünememiş olduğu anlaşılıyor. Demek ki, hepsini heyecan ve korku bürümüştü. Bir ucu Ankara’da bulunan telin İstanbul’da bulunan ucuna yanaşamayacak kadar şaşkın bir duruma gelmiş olduklarına hükmetmek, bilmem ki doğru olur mu?”
Nutuk’tan Atatürk’ün, İstanbul’un işgal edildiğin haberini, işgal henüz devam etmekte iken telgrafçı Manastırlı Hamdi (Martonaltı ) ‘den öğrendi ve derhal harekete geçtiğini öğreniyoruz.
Atatürk, Temsil Heyeti Başkanı sıfatıyla bütün askeri ve sivil otoritelerle, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Merkezlerini İstanbul’un zor kullanılarak resmen işgal edildiğini bildirdi ve ilgililere şu tedbirleri aldırdı:
İstanbul’un İşgali Sebebiyle Mustafa Kemal’in Kolordu’ya Emri (16 Mart 1920):
“Kolorduya
Bu sabah İngilizler, 16 Mart 1920’de İstanbul’da Şehzadebaşı Karakolu’nu basarak altı eri şehit ve 15 eri de yaraladıktan sonra söz konusu karakolu ve bir taraftan da Harbiye Nezareti, Tophane ve bütün telgrafhaneleri işgal ederek, başkentin Anadolu ile bağlantısını kesmişlerdir. İngilizler rıhtıma, denizci asker çıkarmaya devam etmişlerdir. İzmit’e bir torpido ile gelen İngiliz 1’inci Tümeni, mahalli mutasarrıfa İstanbul’da alınan askeri tedbirlere karşı sükûnetin korunmasından şahsen sorumlu olduklarını tebliğ etmiştir. Heyetimiz, gelişmelere göre tedbirler almak üzere durumu takip etmektedir. Elde edilecek bilgiler ve durumun gerektireceği tedbirler hakkında görüşümüzü arz edeceğiz. Bu bilgilerin bütün Müdafaa-i Hukuk Merkez Heyetlerine ve idare heyetlerine süratle tebliğ edilmesi rica olunur. Hiçbir tarafta kişisel bir girişim ve harekette bulunulmayarak, kaderimizi milletin ortak ve kararlı tedbirleriyle savunmak hususunda kamuoyunun dikkatini çekmeyi, faydalı bir görev olarak kabul ederiz.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Heyet-i Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal.”
İstanbul’un İşgali Sebebiyle Mustafa Kemal’in Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine Emri (16/17 Mart 1920):
“Telgraf
16/17 Mart 1920
Bütün Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Merkez Heyetlerine
İçinde bulunduğumuz olağanüstü durumun, ne derecelerde basiretli ve birlik olmayı gerektirdiği açıktır. Milli mücadelemizde başarının en önemli şartı, bütün milletin tek vücut olarak hayatını ve bağımsızlığını savunmaya hazır oluşudur. Bundan dolayı merkez heyetlerimizin bir taraftan milleti fikir birliği ve aynı amaca sevk ederek, en alt tabakadaki insanlara kadar giriştiğimiz mücadelenin kutsallığı ve meşruluğundan haberdar etmeleri, diğer taraftan bulundukları yerlerin başkanları, mülki ve askeri memurlarıyla bütün işlerde birlikte hareket etmeleri kesinlikle gereklidir. Saygıdeğer heyetinizin de bu esaslar içerisinde haysiyetli çalışmalar göstereceğinden emin olarak, milletin başarı ve selametini temenni ederiz.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Heyet-i Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal.”
Atatürk, Temsil Heyeti Başkanı sıfatıyla ilgililere şu tedbirleri aldırdı:
Ayrıca, işgal olayı İtilaf Devletleri temsilcileri ile Amerikan siyasî temsilcisi nezdinde şiddetle protesto edildi. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal imzasıyla gönderilen yazıda özetle şu hususlar vurgulanmaktadır:
-…”İstanbul’da bulunan bütün resmi binalar ile milli istiklâlimizi temsil eden Mebuslar Meclisi askeri güçler tarafından resmen ve zor kullanılarak işgal edilmiş, milli amaçlara uygun hareket eden birçok vatansever kişiler tutuklanmıştır. Osmanlı milletinin siyasi hâkimiyet ve hürriyetine indirilen bu son darbe; hayat ve mevcudiyetini, ne pahasına olursa olsun müdafaaya azmetmiş olan bizden ziyade yirminci yüzyıl medeniyetinin kutsal addettiği bütün esaslara hürriyet, milliyet ve vatan hisleri gibi, bugünün insan cemiyetlerine esas olan bütün ilkelere bir darbedir. Biz hukukumuzu ve istiklâlimizi müdafaa için giriştiğimiz mücadelenin kutsallığına ve hiçbir kuvvetin bir milleti yaşama hakkından mahrum edemeyeceğine inanıyoruz…”
Yazının sonunda bu haksız işgal protesto edilerek olay dolayısıyla meydana gelecek sorumluluğa dikkatleri çekilmekteydi. Bundan başka, İslâm dünyasına yönelik bir bildiri de yayınlandı. Bunda İstanbul’un işgali, İslâm’a karşı düzenlenmiş bir Haçlı Seferine benzetiliyor ve bu hareketin Osmanlılardan çok, hilâfet makamını istiklâllerinin dayanağı gibi gören İslâm âlemini hedef aldığı vurgulanıyordu.
Bu gelişmeler üzerine, Salih Paşa Hükümeti, asayişsizlik gerekçesi ile yapılan işgali protesto etti. “Müttefik kuvvetlerin bol bulunduğu İstanbul’da bir karışıklık olmadığı gibi, olmasının da beklenmediğini şikayet konusu olan Anadolu harekâtının, İzmir’deki Yunan işgali ve bu işgalin neticesi olan dehşet ve nefretten ile geldiğini; bu işgalin daha fazla genişlemesi, Büyük Ermenistan ve Pontus Rum Devleti yaratılması söylentilerinin ortalıkta dolaşmasından kaynaklandığını ileri” sürdü.
Harbiye Bakanı Fevzi Paşa da 17 Mart 1920 tarihli bir yazı ile Şehzadebaşı Karakolu katliamını protesto etti. Diğer taraftan da Anadolu’da en kıdemli komutan olan 14. Kolordu Komutanı Yusuf İzzet Paşa’nın Anadolu’da komutayı üzerine almasını istedi. Bu suretle Anadolu’daki askeri birlikler İstanbul’a bağlanmış olacaktı. Yusuf İzzet Paşa bu emrin derhal yerine getirilmesini, bunu yapmaya muktedir olmayanların yerlerine birer vekil tayini ile kıtalarını derhal terk etmelerini istedi.
Konya’da bulunan 12.Kolordu Komutanı, Harbiye Bakanlığı ile haberleşemediğinden, en kıdemli komutan Yusuf İzzet Paşa’nın emrine girdiğini, Anadolu’daki diğer kolordu komutanlarına bildirdi ve onların durumlarını sordu. Kendilerini aydınlatmak için meslektaşlarınca yapılan telkinler gerek Yusuf İzzet Paşa ve gerekse Fahrettin Bey’in tutumlarında bir değişiklik meydana getirmedi.
Ne olacaktı?
Anadolu’da bunca emekle meydana getirilen direniş hareketi, İstanbul’un güdümüne mi girecekti?
Konya’nın özel durumu ve 12. Kolorduya mensup 23 ve 57, tümenlerin batı cephesiyle yakın ilişkileri olmalarından dolayı, Albay Fahrettin’in durumunun düzeltilmesi öne alındı. Bu işi çözümlemeye Batı Cephesinde bulunan Albay Refet Bey memur edildi. Refet Bey meseleyi maharetle çözümledi. Fahrettin Beyi ve Konya Valisi ile eşrafı Konya civarında Saray önünde görüşmeye çağırdı. Geldiklerinde milletçe alınan kararları izah ile onları Ankara’ya gitmeye ikna etti. Ankara’da Fahrettin Bey ikna ve kısa bir süre sonra eski görevine iade edildi. Yusuf İzzet Paşa ise, Mustafa Kemal’in direktifleri doğrultusunda, kolordu subaylarınca hazırlanan tertibat ile Ankara’ya getirilmiş ve davaya kazanılmıştı. Böylece ciddi sonuçlar doğurabilecek olay millî hareket için kazanç olarak kapatılmıştı.
Salih Paşa Hükümeti, ateşkes hükümlerine aykırı hareketlerden kaçınılması, huzur ve sükûnun devam etmesi, işgal kuvvetlerine karşı nazik davranılması yolundaki tutumuna rağmen, sallantıdaydı. İtilaf Devletleri Anadolu’daki harekâttan hükümeti sorumlu tutuyorlar ve onun Anadolu hareketini açıktan kınamasını istiyorlardı. Hükümetçe bu isteğe cevap olarak hazırlanan ılımlı metinler birkaç kere gözden geçirilmesine rağmen müttefiklerce yeterli bulunmamıştı. Yansız bir politika izlemeye çalışan Salih Paşa Hükümeti, İngiliz yanlısı bir siyaset izlemeye kararlı Padişah tarafından da tutulmamaktaydı. Meclis dağılmış olduğundan Meclis’in desteği söz konusu olamazdı. İstanbul’un işgalinden sonra, Anadolu ile olan yollar tamamen kapanmıştı. Mustafa Kemal 19 Mart’tan beri, yeni bir Meclis’in oluşması çalışmasına girmişti. Bu durumda hiçbir dayanağı kalmayan Salih Paşa Hükümeti istifa etmek zorunda kaldı (2 Nisan 1920).
İstanbul’un 16 Mart 1920’de İşgali Sebebiyle Çeşitli Görüşler:
(—)”İngilizler, 14.03.1920 tarihinde İstanbul Sirkeci Telgrafhanesini denetlemişler ve İtalyan kaynakları 16.03.1920 tarihinde işgalin başlayacağını çeşitli Türk temsilcilerine söylemişlerdir.” (Bakınız: M. Sunullah Arısoy, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten Bize, Söylevleri, Konuşmaları, Söyleşileri, Anıları, Genelgeleri, Yazışmaları (1903–1938)”, Cilt:1, Hürriyet Vakfı Yayınları, Sf:523.)
(—)”Mustafa Kemal, İstanbul’un yakın zamanda işgal edileceğini Fransızlardan da haber almıştı. Haberi, Rauf Bey’e ulaştırarak, Milliyetçi liderlerin şehirden ayrılmaya hazır olmalarını istedi. Meclis, ne olursa olsun İtilaf Devletleri’nin kararlarını dinlememeli ve çalışmalarını sürdürmeliydi. Ancak, İstanbul’dakinin yerini alacak bir hükümet kurabilmek için yeteri kadar Milliyetçinin Anadolu’ya gelmeleri gerekiyordu. Bunların kaçışını kolaylaştırmak için Osmanlı Bankası’na para da yollanmıştı.” (Lord Kınross, “Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu”, İstanbul 2007, Sf:249)
(—)”Mustafa Kemal Nutuk’ta, İstanbul’un işgalini telgrafçı Manastırlı Hamdi’nin bildirdiğini yazmasına rağmen işin iç yüzü farklıdır. Manastırlı Hamdi, işgal gününde Sirkeci Telgrafhanesi Ankara cihetinde görev yapan makine başında bir telgraf memurudur. Kendisinin işgal esnasında, makine başında bulunması nedeniyle gelişen olayları dakika dakika bilmesi mümkün değildir. Hamdi Bey’e, Mustafa Kemal Paşa’yı bağlamasını emreden kişi Başmuhabereci İhsan (Pere) Bey’dir. İhsan Bey kendisine telefonla bildirilen işgalin başladığı haberini, telefonla gelen bütün bilgileri ve sonrasında gelişen olayları dakikası dakikasına Ankara telgraf cihetindeki Manastırlı Hamdi’ye yazdırmıştır. Mors usulüyle Ankara’ya çekilen, bütün işgal telgraflarının altına Manastırlı Hamdi, kendi ismini yazmıştır. İşgal telgrafları da Manastırlı Hamdi ismiyle geldiği için Mustafa Kemal, olayın kahramanı olarak onu bilmiştir. Olayın gerçek kahramanı ise üç yıl boyunca İngiliz istihbaratının bir türlü izini bulamadığı “Gizli PR Telgraf Teşkilatı”nın kurucusu İhsan Bey’dir. Yanlış bilinen bu durum, İstiklal Harbi’nin kazanılmasından sonra İhsan Bey tarafından Mareşal Fevzi Çakmak’a anlatılmasına ve Mareşal’in bu konuyu Mustafa Kemal’e uygun bir zamanda açacağına dair söz vermesine rağmen o zamanki Yeni Türk Devleti’nin ve Cumhuriyet’in başındaki birçok sıkıntı ve problemden dolayı gündeme gelmemiş ve sadece İhsan (Pere) ve Cevad (Besen) Beylerin hatıralarında kalmıştır.” (“İstiklal Harbimizde PTT”, PTT Genel Müdürlüğü Ankara, 2009, ISBN: 978-975-493-019-1)