Vapurla, Sarayburnu önlerinden, Kadıköy’e doğru yol aldığımızda, Anadolu yakasında bir tepede tüm heybetiyle gözümüze çarpan dört kuleli dev bir yapı karşılar bizleri: “Selimiye Kışlası”.
İstanbul’un Anadolu yakasından, İstanbul’un Tarihi Yarımadası’na tüm heybetiyle gövde gösterisi yapan Selimiye Kışlası’nın yerinde; önceleri Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı bir saray vardı… Sonrasında III. Selim tarafından kurulan düzenli ordu, “Nizam-ı Cedid” askerleri için, 1794-1799 yıllarında yaptırılan “Ahşap Kışla”.
İşte böyle başlar Selimiye Kışlası’nın hikâyesi…
1807 yılındaki Yeniçeri ayaklanmasıyla yıkılan “Ahşap Kışla” günümüze kadar ulaşamazken, Sultan II. Mahmut, 1827-1829 yılları arasında, yirmi sene önce yıkılan “Ahşap Kışla” nın yerine, dönemin ünlü mimar ailesi “Balyan” lardan, Mimar KrikorBalyan’a: “Kagir” (taştan) bir kışla yaptırır… Sultan Abdülmecid döneminde ise yapılan düzenlemeler ve dört köşesine eklenen yedişer katlı kulelerden sonra “Selimiye Kışlası” bugünkü halini almıştır.
29 Ekim 1923 gecesi, geç saatlerde, gizemli ışıklarıyla İstanbul’a selam duran “Selimiye Kışlası”ndan 101 pare top atışı yapılarak Cumhuriyet’in İlanı tüm İstanbul’a duyurularak kutlanmıştı. O kutlu geceyi, 31 Ekim 1923 günü yayımlanan “İkdam” gazetesi şöyle aktarmıştı:
“… Cumhuriyet’in İlanı resmi olarak İstanbul’a gece yarısı ulaşmıştır. 29 Ekim gecesi Üçüncü Kolordu Komutanı Şükrü Naili Paşa’ya Müdafaa-i Milliye Vekâletinden haber resmi olarak gece saat “On iki” de ulaşmıştı. Şükrü Naili Paşa derhal gerekli bildirileri yapmıştı. Cumhuriyet, İstanbul’da Selimiye Kışlası’ndan yüz bir pare top atışı ile kutlanmış ve okullar tatil edilmiş, ayrıca;‘Yavuz’, ‘Kemal Reis’, ‘Taşoz’ ve ‘Muin-i Zafer’ gemilerinden top atışları yapılmış, öğleden sonra da limandaki yabancı gemiler bayrakla donatılmıştı. (Bakınız:“İkdam Gazetesi, 31 Ekim1923,No.9547”)”
Hüseyin Cahit Yalçın, Başyazarı bulunduğu, İstanbul’da yayımlanan “Tanın” gazetesinde yazdığı bir makale de:
“…Anadolu’da Büyük Millet Meclisi, vatanın kaderine fiilen hâkim olmaya başladığı dakikalardan beri; Türkiye’de Cumhuriyet kurulmuştu. Atılan toplar bize; yeni bir şey öğretmiyor, yeni bir değişiklik yapmıyor, yalnız ortaya çıkmış bir hali tespit ediyor…” diyerek, okurlarına Cumhuriyet’in 29 Ekim 1923 gününden önce ilan edildiği gerçeğine dikkatleri çekiyordu. (Bakınız: “Cumhuriyet Gazetesi, 31 Ekim 1923, Sf:1”)
Hüseyin Cahit Bey’in dikkati çektiği bu konuyu analiz etmek için biraz daha eskiye, 1919 yılına kadar gidilebileceğini gösteren tarihi bir hatırayı anımsamak gerekir diye düşünüyorum.
Milli Mücadele’nin ilk günlerinden itibaren Atatürk’ün yanında bulunmuş olan Mazhar Müfit Kansu’nun Erzurum Kongresi’nin bittiği gün, 7/8 Temmuz 1919 Erzurum’da sabaha karşı yaşananları anlattığına göre,
“… Konu, memleketin sosyal bünyesine atladı. Atatürk, vatanın kurtulmasından sonra Cumhuriyet’in İlanının şart olduğu hakkındaki görüş ve inancını bir kere daha belirttikten sonra:
-…”Mazhar, not defterin yanında mı?” diye sordu.
“… Hayır, Paşam.” dedim.
-…”Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel,” dedi.
Nerede ise sabah olacaktı. Fakat O’nun yanında iken; dünya, gecesi gündüzü olmayan bir âlemden ibaretti. Bu nedenle, uyku ihtiyacı da yoktu. Hemen aşağıya indim. Not defterimi alıp geldim. O, hatıra defterime ve günü gününe her hadiseyi not edişime hem memnun olur, hem de bazen latife etmekten kendisini alıkoyamazdı;
-…” Hafızalarımız zayıfladığı zaman, Mazhar Müfit’in defteri çok işimize yarayacak,” derdi.
Defteri getirdiğimi görünce, sigarasını birkaç nefes üst üste çektikten sonra:
-…”Ama bu defterin yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir Süreyya bir de sen bileceksin. Şartım bu,” dedi.
Süreyya Yiğit’de, ben de:
“… Buna emin olabilirsiniz Paşam,” dedik. Atatürk, bundan sonra:
-…” Öyle ise tarihi sen koy!” dedi.
“…” Koydum: ‘7/8 Temmuz 1919, sabaha karşı.’Atatürk, attığım tarihi,sayfanın üstüne koyduğumu görünce:
-…” Pekâlâ, yaz!” diyerek devam etti:
-…”Zaferden sonra Hükümet şekli ‘Cumhuriyet’ olacaktır. Bunu size daha önce de bir sualiniz münasebetiyle söylemiştim. Bu bir.
İki: Padişah ve Hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır.
Üç: Örtünme kalkacaktır.
Dört: Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.”
Bu anda gayri ihtiyari kalem elimden düştü. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme baktı. Bu bakış, gözlerin bir takılışta birbirine çok şey anlatan konuşuşu idi. Atatürk ile zaman zaman senli-benli konuşmaktan çekinmezdim.
Atatürk:
-…” Neden durakladın?” deyince:
“… Darılma ama Paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var,” dedim. Atatürk gülerek:
-…”Bunu zaman tayin eder,” dedi. (Bakınız: “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Cilt I, 1966, Sf: 130 – 131″)
Prof. Dr. A. Afet İnan, “Cumhuriyet’in İlanı ve Atatürk’ten Anılar” başlıklı makalesinde:
…”Bu fikirleri o zaman için hayal kabul eden Mazhar Müfit Kansu, Atatürk’ün yazdırdığı maddelerin yer aldığı not defterini saklar. İlerideki yıllarda kendisi de milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunduğu zamanlar Atatürk 1919’da yazdırdıkları yapıldıkça kendisine soruyor:
-…” Kaçıncı maddedeyiz? Mazhar Bey…”(Bakınız: Cumhuriyet Gazetesi, 29 Ekim 1971, Sf:2)