Tüm var oluşun temelinde DİŞİ VE ERKEK sembolü bulunur. İlk var oluş anında nötr parçacıktan uzaklaşan, ayrışan eril ve dişil parçacıklar o bir olma arzusu ile her ne halde olursa olsunlar (bir)leşme duygusunu tutku halinde yaşamaya devam ediyorlar.
Dişil parçacıklar(-) birbirlerine yarattıkları çekim kuvveti ile eril (+) parçacığın çevresinde bir yörüngeye yerleşip, ahenk içinde dönmeye başladıklarında atom parçacıkları oluşmaya başladı ve maddeye dönüşme ve Var olma…
Mini atomik alanda… İLK DANS, İLK VALS.
Bir atomik parça halinden biz insanoğluna kadar eşini bulma arzusu devam ediyor ve edecek. İlk o bütünlük haline dönme arzusunu, en minik yapımızdan tetiklenerek yaşıyoruz ve yaşayacağız. Bu tetiklenme bizim kontrolümüzün dışına çıkmaya başladığında uyumsuz bir birleşme halini de göz ardı edebiliyor ve dengemizi kaybedecek bir hayat sürmeye başlayabiliyoruz.
Zaman akışı dahi eril ve dişil yanı ile gece ve gündüz olarak var oldu. Erkek gündüz, gece kadın akışındayken, Güneş erkek – Ay kadın ile sembolleşti ve var olduklarından beri birbirlerinin peşinden koşmaya başladılar; bir gün buluşmak üzere…
Merkezinde dönenen çekirdek, çevresinde dönen elektron yapısallığı güneş sistemlerine örnek oldu ve makro mikronun yansımasında sonsuza süren bir var oluşlar akışı oluşturdu.
Var olma bu yansımalarla akıyorsa hayata bizim için bu düzlemde akıyor olabilir mi? Bu bize var oluşun yaşama dair verdiği kopyalar olabilir mi?
Belki Merkezi Güneş ile erkeğin duruş hali anlayabiliriz. Güneş çevresinde dönerken çekim kuvveti ile kendi alanının hâkimi halinde. Çevresinde dönenler ise, hâkimiyeti altındaki eş ve çocukları. Kadın kocasını yaşantısının güneşi olarak göremiyorsa, erkek güneş gibi hem ısıtarak hem koruyarak hem de besleyerek hâkimiyetini kuramıyorsa o evlilik mutluluk getirmiyor ve her ikisi de mutsuz oluyor.
Güneş ve Ay, Erkek ve Kadın, Tanrı ve tanrıca mitlerinle bize masalsı akışlarıyla hep kadını ve erkeği anlattılar. Bunlardan ne anlamalıydık? Anlamamız gerekenleri anladık mı?
İlk erkek ve kadın, bu konuda ki bilgilerde en eski kaynaklardan biri olan Tevrat’a bir tutarsızlık göze çarpıyor. Kutsal kitabın da “Ve Allah insanı kendi suretiyle yarattı ve onları erkek ve dişi olarak yarattı.” deniliyor. Ancak ilerleyen baplarda bu tezat anlatım yapılıyor: Tanrı doğuda Aden’de bir bahçe yapıyor. Âdem’i oraya koyuyor ve yalnız kalmasın diye kaburgasından kadını yaratıyor. Talmud’a göre Âdem’le aynı anda yaratılan kadının adı Lilith’tir. Çünkü başka türlü kutsal kitaptaki bu tutarsızlığı açıklamak mümkün değildir.
Adem’in ilk eşi Lilith’e daha sonra yazarı bilinmeyen 9. ya da 10. yüzyıllara ait “Ben SiraAlfabesi”nde rastlıyoruz. Bu el yazmasına göre Tanrı topraktan Adem ve Lilith’i yaratmıştı. “Kısa bir süre sonra birbiriyle kavga etmeye başlarlar. Lilith şöyle der: Ben altta yatmak istemiyorum. Ama Adem: Ben altta değil, üstte yatmak istiyorum, çünkü sen altta yatacak kişi olarak belirlendin. Lilith ona: İkimiz de aynı haklara sahibiz, çünkü ikimiz de topraktan yaratıldık. Ama ikisi de birbirini dinlemez.” Bunun üzerine Lilith gökyüzüne yükselerek kaybolur. Üç meleğin Lilith’i geriye dönmeye ikna çabaları işe yaramayınca, Tanrı, Âdem için bu kez Havva’yı yaratır.
Yani Lilith merkezi güneşi olarak Âdem’i kabul edemez. Atomik yapımıza ters bir yaklaşım onları ayırır. Belki de Âdem ona merkezi güneş gibi yaklaşamamıştır. Uyum ve ahenk yakalanamamış ilk âdemoğlunun dişisi ve erkeği mutluluğu yakalayamamıştır.
Tanrı ona eş olarak, Âdem’in bir kaburga kemiğinden Havva’yı yaratmıştır. Âdem Cennet bahçesine bekçi olarak gönderilmiştir. Bu bahçede “Hayat” ve “İyi ile Kötüyü Tanıma” ağaçları vardır, bu son ağacın meyvesini yenmesi Âdem’le Havva’ya yasak edilmiştir. Yılana uyarak önce Havva, sonra da Âdem bu meyveden yemişler, bunun neticesi olarak da Cennet’ten koyulmuşlardır. Tevrat’ın başında ele alınan bu konu aslında Asur kaynaklarından gelmektedir. Âdem ile Havva biz insanoğullarının kaynağı ve bize neler anlatıyor acaba Cennet’ten kovularak.
Yasak elma nedir ve neyi sembolize ediyor?
Şeytanın yılan halinde sunduğu meyve, iyiyi ve kötüyü bilen ağaçtan olan meyve. Şeytan bir ürünü kullanarak yaklaşıyor ilk ana-babamıza. Şeytan nefsi kontrolsüzce kullanılmasına sebep olacak bir meyve sunuyor ve bu iyi- kötü tanıyan ağaçtan. İyi ve kötüyü tanımak. Negatif-pozitif artık alana iyi ve kötü olarak girmeye başlıyor. Var oluşumuzun kaynağı (-)ve (+) iyi ve kötüyü sembolleşmeye başlıyorlar. Aslında Ağaçtaki bu bilgi insana geçmesi için yılan Yaradan’ın izni ile akıl çelen görevini yerine getiriyor ve bilmediği bilgi için yasak elma ile beden bilgisi olmak üzere kayıtlanmak yediriliyor.
Bunu böyle düşünürsek Yaradan bizim iyiyi ve kötüyü öğrenmemiz için bu dünya sahnesini mi kurdu?
Şimdi 8 Mart Kadınlar günün de biz kadınlar var oluş kaynağımızdan akan bu bilgilerle iyi ve kötü algımızla nasıl mutlu olmalıyız?
Uyum sağlaya bileceğimiz bir merkezi güneş ile birleşmek, kontrollü kolay olmayan en minik parçamızın tetiklediği duygularla erkeğimize çekilişimizi nasıl iyi bir düzlemde oluşturacağız? Doğamızın kurduğu düzlem dışında mutluluk ve huzur bulunmuyorsa bu düzlemi kendimizde nasıl oluşturmalıyız?
Bu sorular benim içimde inanılmaz dalgalanmalar başlattı. Bu soruların cevabını bulmak ve yaşama yansıtabilmek bize neler kazandırır. Bunlar için biraz sizlere de kendime zaman tanımak istiyorum. Bu konuda paylaşımları ve soruları olanlar iletebilirler.
Yaşamınızın Merkezi Güneşini bulmuş kadınlar olmanız dileği ile Kadınlar Gününüzü kutluyor ve mutluluklar diliyorum.
Yurdaay ONARAN / TSDE Terapisti – Kişisel Gelişim Uzmanı Eğitmeni
İsis Mu Akademi