Yazar Ahmet GÜREL ‘in 2009 yılında yayımlan eseri ATATÜRK ‘ten Gençliğe Unutulmaz Anıların ’da Elefterios Venizelos’un ülkemize gelerek Türk – Yunan dostluğunun temellerini atan ATATürk‘le görüşmelerini şöyle anlatır:
“Yunan Başbakanı Venizelos’un İstanbul’a gelişi oldukça enteresan oldu Daha birkaç yıl önce Türkiye’yi almak, Ankara’yı kendi ülkesine katmak isteyen bu adama, Tanrı Ankara’ya gelmeyi nasip etmişti. Fakat yenildikten sonra, askerleri denize döküldükten sonra, konuk olarak, acı duyarak…
Venizelos’un geldiği gün ATATÜRK, kendisini eski köşkte huzurlarına kabul etti. Bu ziyaret nedeniyle arkadaşlarıyla herhangi bir fikir yürüttüğünü hatırlamıyorum. Yalnız sabah giyinirken berber Mehmet’e takılarak:
-…”Mehmet, bugün Venizelos’un ayağına gideceğiz. Kendisiyle görüşeceğiz. Buna ne dersin?”
ATATÜRK, Selanikli berberi Mehmet ile sık sık şakalaşırdı. Mehmet bir ara düşündükten sonra:
—“Paşam, ben sizin yerinizde olsam ne gider, ne de görüşürüm. Çünkü o millet, bizim Selanik’imizi, toprağımızı, yerimizi aldı. Bu yetmiyormuş gibi, bir de Ankara’mızı almaya kalktı. Bütün bunlardan sonra siz onlarla dost gibi konuşacaksınız. Ben olsam yapmam.”
ATATÜRK, berber Mehmet’in safça sözlerini dinlerken hiç kızmamış hatta onun samimiyetinden memnun kalarak:
-…”Bu memleket işidir. Bu yüzden dost olmaya, dost görünmeye mecburuz. Hem bunu yapmazsak tarih bizi affetmez.”
ATATÜRK, işte ilk Türk – Yunan dostluğunun temellerini o gün atmış, Venizelos ile eski Köşk’te iki saat kadar görüşmüştür. Ertesi gün Gazi Orman Çiftliği’nde konuk onuruna otuz kişilik bir yemek verilmiş, yemek çok samimi bir havada geçmiştir. Yunan Başbakanı, Atina’dan gelirken armağan olarak bir sandık şarap getirmiş, ATATÜRK ise Ankara’dan ayrılırken konuğuna bir kafes içinde beyaz renkli çok güzel bir Ankara Kedisi hediye etmiştir.
ATATÜRK ve Venizelos, Ressam Rahmi PEHLİVANLI (1926 , Ankara – 1992)
OysaMustafa Kemal Paşa, İzmir’in Yunanlılar tarafından İşgali olayına çok üzülmüş, bütün kazalardaki Müdafaa-i Hukuk ve Reddi-i İlhak Cemiyet’lerine telgraflar çekerek, “milletle beraber olduğuna dair” kendisi de yemin etmişti.
Mayıs 1919’da durum genel olarak şöyle görünüyordu:
Altı ay var ki, silahlar susmuştu. Fakat büyük fırtınalar öncesinin sessizliği sona ermek üzereydi. Samsun ve çevresinde duyulan gürültüler, bir iç mesele, alelade asayişsizlik olayları sanılıyordu. Gerçekte ise bunlar, yakında Anadolu’da başlayacak büyük kavganın uvertüründen başka bir şey değildi. Karadeniz Bölgesinin yerli Rumları bu derece ileri gitmekle, İstanbul’da bir başlangıç noktası arayarak vakit geçiren Mustafa Kemal Paşa’ya görev verilmesine sebep oldular. Diğer taraftan Yunanistan, Anadolu’dan pay almak için hazırlığını tamamlamış bulunuyordu.
Liyod George, Clemenceau ve Wilson, küskün İtalya’nın konferanstan çekilmesini fırsat bilerek Venizelos’u memnun etmenin yollarını araştırıyorlardı. Üçler Konseyinin 5 Mayıs günkü toplantısında Liyod George şöyle dedi:
—“İtalyanların Doğu’da, bütün davranışları şüphelidir. Batı Trablus ’da yapılan İtalyan seferi de gizlilik içinde tertiplenmişti. Şimdi de Anadolu’ya öyle bir sefer yapmalarından şüphelenmekteyim. Günün birinde, İtalyanları Anadolu’yu zapt etmiş bir halde görebiliriz. Onları, oradan çıkarmak güç olur. Rumlar öldürülmekte olduğundan Yunanlılara, İzmir’i işgal izni verilmelidir. Türkiye’de işgal kuvvetleri işini İtalyanlar Paris’e dönmeden çözmeliyiz. Mümkünse bugün öğleden sonra, İtalyanlarla birlikte bu iş görüşülecek olursa, onlar, daha evvel davranacaklardır.”
6 Mayıs’ta da: “Türkiye’deki Rumları korumak için, Venizelos’a İzmir’e 2 – 3 tümen çıkarmak izni verilmelidir” tavsiyesinde bulundu.
Clemenceau ve Wilson razı oldular.
Mayıs’ın yedisinde, İtilaf Devletlerinin donanmaları İzmir önünde toplandılar. Olaylar öylesine hızlı gelişmekte idi ki, Rum Patriği daha fazla beklemeyerek 9 Mayıs’ta, İstanbul Rumlarını Türk tabiiyetinin mükellefiyetlerinden muaf ilan etti.
Türkler de boş durmuyorlardı, iş görecek kimseler yavaş yavaş yerlerini almakta idiler. Dokuzuncu Ordu Müfettişliğine tayin edilen Mustafa Kemal Paşa, kendisine geniş yetkiler veren talimatı 6 Mayıs’ta cebine koymuş bulunuyordu. Kazım Karabekir Paşa, Erzurum’a varmış ve 3 Mayıs’ta Kolordusunun başına geçmişti. Rauf Bey (ORBAY), askerlikle ilgisini kesmiş (8 Mayıs), olayların gelişmesini beklemekte idi. Albay Refet (BELE) Bey, Sivas’taki III. Kolordu Kumandanlığını almak üzere Mustafa Kemal Paşa karargâhı ile beraber Anadolu’ya gidecekti. Ali Fuat Paşa, izinli olarak geldiği İstanbul’dan Ankara’ya, Kolordusunun başına dönmüştü.
Tesadüfler ve tertipler, böylece Anadolu İhtilalinin şef kadrosunu tam zamanında belli etmiş oluyordu.
Mayıs’ın ilk haftası sonunda Genelkurmay Başkanlığı’nın kolordulara genel durum hakkında gönderdiği genelgede özet olarak şu bilgiler vardı:
“Kars’a Ermeni Vali tayin edilmiş ve bir Ermeni müfrezesi gelmiştir.”
“Trabzon’a Rusya’dan Rum göçmenleri gelmeye başlamıştır.”
“Hopa’da son günlerde bazı İslam çeteleri görülmüştür.”
“Marmaris’e İtalyanlar bir müfreze çıkararak İskele ve Kömür deposu inşasına başlamışlardır.”
“Tekirdağ’a bir İtalyan taburu gelip yerleşmiştir.”
“Edirne’deki İtalyan müfrezesi Karaağaca gitmiştir.”
“Hadım Köyü’ne 25 kişilik bir İngiliz müfrezesi gelmiştir.”
“İngilizler, 4 kafile halinde 200 subay, 1780 nefer esirimizi Mısır’dan İzmir’e getirmişlerdir. 4’ncü kafiledeki 310 nefer kördür.”
“Fransızlar 117 esirimizi Rusya’dan İstanbul’a getirmişlerdir.”
İzmir’in işgalinden önce Osmanlı idaresinin dikkatini çeken başlıca olaylar bunlardı.
Karadeniz Bölgesindeki Pontus’cu faaliyet ve asayişsizlik ile Doğuda tespit olunan İngiliz ve Ermeni hareketlerine karşı fazlaca hassas davranılıyordu. Bu arada, müttefiklerine karşı güvensizlik duyan İtalyanların daha aktif hale geçtikleri göze çarpmaktadır. Nitekim Yunanlılar İzmir’e çıkmadan, İtalyanlar Kuşadası, Bodrum, Marmaris ve Fethiye’yi işgal etmiş bulunuyorlardı.
Bütün olup bitenlerin dışında, Mayıs ayının ikinci yarısı çok daha önemli olaylara gebe idi. Anadolu ihtilalin şartlarının tamam olması için Yunanlıların İzmir’e, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkması gerekiyordu.
9’uncu Ordu Kıtaatı Müfettişliğine atanan Mustafa Kemal Paşa, 14 Mayıs akşamı Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın Nişantaşı’ndaki evine akşam yemeğine davet edilmiş, yemekten sonra Cevat (Çobanlı) Paşa da olduğu halde Sadrazamla yeni vazifesi hakkında görüşmüştü.
Mustafa Kemal Paşa, Sadrazam’ın yanından Cevat Paşa ile ayrıldıktan sonra arasında şöyle bir konuşma geçecek:
—“Bir şey mi yapacaksın Kemal?”
-…”Evet, Paşam, bir şey yapacağım!”
—“Allah muvaffak etsin!”
-…”Mutlak muvaffak olacağız!” diyecekti.
Ertesi sabah, Genelkurmay Başkanlığı’na giderek Cevat (ÇOBANLI) ve Fevzi (ÇAKMAK) Paşalara veda eden Mustafa Kemal, Babıâli’ye giderek Hükümet üyelerine de veda etmek istemişse de, Yunanlıların İzmir’e çıkışını görüşen kabine toplantı halinde olduğundan, Sadaret bekleme salonunda Dâhiliye, Hariciye ve diğer bir kısım nazırlarla görüşerek onlara veda etmişti.
İzmir’in 15 Mayıs’ta, Yunanlılar tarafından işgali, Mondros Mütarekesinin 7. maddesindeki esaslara, yani, müttefiklerin güvenliklerine tehdit gelecek durumda herhangi stratejik bir yeri işgal etme hakkına göre gerçekleştirilmişti.
Oysa İzmir’de müttefik devletlerin güvenliklerini sarsacak bir durum meydana gelmediği açık olarak görülmekteydi. İzmir’de, müttefiklere karşı bir teşkilat yapılmadığı gibi, herhangi bir olay da çıkmamıştı. Ancak, İtilâf Devletleri, Mondros Mütarekesini istedikleri gibi yorumlayıp, istedikleri gibi uygulamak yolunu tercih etmekteydiler. Onlar, Osmanlı Padişahının, kendi emellerine set çekecek güçte olmadığı için, her türlü hareketi yapacaklarını, Anadolu’nun istedikleri her yerini istilâ edeceklerini umuyorlardı.
Aslında, 14 Mayıs günü, Türk makamları işgalden haberdar edilmişlerdi. İzmir’in işgal edileceği haberi, 14 Mayıs gecesi halk tarafından duyulmuş ise de, Vali, soranlara, bunun yalan olduğunu söylemişti. Görüldüğü üzere, Hükümet işgali halktan bile gizlemektedir.
İzmir’in 15 Mayıs 1919’da, Yunanlılar tarafından işgali, Türk Halkı tarafından nefret ile karşılanmış, her yerde milli cemiyetler ve Kuvayı Milliye teşkilatları kurulmuş, Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Sadaret Makamına, işgalin kaldırılması yolunda girişimlerde bulunulması için çok sayıda telgraflar çekilmişti. Avrupalı yazarların ifadesine göre, eğer Yunanlılar İzmir’e çıkmasalar idi, Anadolu bu kadar süratli ve disiplinli bir şekilde teşkilatlanamazdı.
14 Mayıs 1919 gecesi, İzmir’de Redd-i İlhak Cemiyeti bütün milli kuruluşlara telgraflar çekerek, işgale karşı harekete geçmenin gerektiğini duyurmuştu. İzmir Redd-i İlhak Cemiyeti ise İzmir’in Yunanlılara verilmesinden dolayı duyulan üzüntüyü, 16 Mayıs’ta da, bütün Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye, Redd-i İlhak heyetlerine duyurmuştu.
İzmir’i işgal eden Yunanlılar, işgal günü İşgal Kuvvetleri Kumandanı Nikozafiribo’nun yayınladığı beyanname ile ve daha sonra yayınladıkları bütün beyannameleriyle, İzmir’in işgalinden amacının “adî bir kontrol “den ibaret olduğunu, Osmanlı İdaresinin İzmir’de devam ettiğini belirtmişlerdi. Ama durum tamamen bunun tersine cereyan etmiştir. İzmir Valisi, Polis Müdürü, Jandarma Kumandanının görevleri, yalnız lafta kalmıştır. Askeri kuvvetlerin, bütün silah ve cephaneleri tamamen ellerinden alınmıştır. Jandarma erleri istenilen zamanda bir bahane ile tutuklanmaya başlamışlardır.
Türklere karşı kindar bir tutum takınan yerli Rumların teşviki ile subayların bir kısmı takip edilmekte ve araştırılmaktaydı. Rum Hastahane’sinde yatmakta olan ve Adana Alayından İzmir’deki Alay’a nakledilmiş olan, hiçbir suçu da bulunmayan yedek Mülazım-ı Evvel (Üst Teğmen) Asaf Osman Efendi’nin Amerikan Hastahane’sine nakli edilmek isteğine, komitecidir diye izin verilmemişti.
Aydın Taburuna verilen Mülazım Hikmet Efendi de, propaganda yapıyor denilerek İzmir Hapishanesine konulmuştu. Yunanlılar en ufak bir sebeple ele geçirdiklerini hapsetmekte ve işkence yapmaktaydılar. Görüldüğü üzere, Yunanlılar, İzmir’deki görevlilere hiç aldırış etmemektedirler. Hükümet Konağında bile, Yunan askerleri yatıp, kalkmaktadır.
Rumların bütün bu zulümleri, İzmir Halkının ve Anadolu’daki Türklerin süratle teşkilatlanmalarına ve Yunanlılara karşı bir öfke selinin oluşmasına neden olmuştur. Yunanlıların zulmü ise, duracağına büsbütün artmaktadır.
İzmir’in işgali sırasında, Yunanlılar tarafından yirmi subay ve ileri gelen bazı kişiler şehit edilmişlerdi. Haberleşme hatları da Yunanlılara geçmişti. Tren olmadığı gibi, İzmir ile vasıtasız telgraflaşmak da olanaksız bir hale gelmişti.
Yunanlıların, Türk Halkını “ZitoVenezilos” diye zorla bağırtmaya zorlaması, Türk evlerine hücum ile ırz, mal tecavüzlerine kalkması Türk Halkı üzerinde, Yunanlılara karşı büyük bir nefret ve karşı koymanın oluşmasına neden olmuştur.
İzmir’e çıkan Yunan birlikleri, rastladıkları Türk askerleri, subayları ve sıradan halkı “Zito Venizelos” yani “Yaşa Venizelos” diye bağırmaya zorlamışlardı. İşgalin şartlarını hazırlayan Başbakanları Elefterios Venizelos’a silah zoru ile de olsa sevgi gösterisinde bulunmayı kabul etmeyen Türkler’e etmedikleri zulüm kalmamış, hatta “Zito” demeyi reddeden Albay Süleyman Fethi Bey’i de yirmi küsur yerinden süngüleyerek şehit etmişlerdi. Hadise, trajik bir sahne şeklinde Bekir BÜYÜKARKIN ‘ın “Doludizgin” inde şöyle anlatılır:
Görsel: Albay Süleyman Fethi Bey
—“Zito (yaşa) Venizelos” diye bağırmayı reddeden Süleyman Fethi Bey karşısındaki Yunan subayının yılışıklıklarına tahammül etmeyip “Kato Venizelos”, yani “Kahrol Venizelos” diye haykırmış ve bunun üzerine katledilmişti.”
İzmir’in işgalini ve Yunanlıların yaptığı Türk Soykırımı’nı İngiliz yazar LordKınross da şöyle anlatmaktadır:
—“Yunanlılar böylece İzmir’e resmigeçit yapar gibi “Yaşasın Venizelos” diye bağırarak girdiler. Silahlarını çatıp etrafında sevinçten dans ettiler. Şehirdeki bütün sivil Rumlar sokağa dökülmüş, Müslümanlara küfür yağdırıyorlardı. O sırada bir kaza kurşunu patladı. Arkasından da silahlar atılmaya ve kan dökülmeye başladı. Türk birlikleri beyaz bayrak çekerek bir nakliye gemisine bindirilmek üzere elleri başlarının üstünde rıhtımda yürütüldüler. Rumlar topluluklar halinde peşlerinden giderek erlere yuha çekiyor, sopalarla vuruyor, başlarındaki fesleri paralıyorlardı. Fesini başından çıkarıp çiğnemeyi reddeden bir Türk Albayını vurup öldürdüler. Vali de tutuklanmış, evlerinden çekilip alınan şehir eşrafıyla beraber, sırtına süngü dayatılarak rıhtımda yürümeye zorlanmıştı. Bunun arkasından büsbütün azgına dönen Yunan askerleri yüzlerce Türk’ü şehit ettiler.”
İzmir Müdafaa-i Osmaniye Cemiyetinden sulh delegesi olan Tevfik Paşa’ya gönderilen bir rapordan anlaşıldığına göre, kışlada ondört kişi şehit edilmiş,
Urla Polis Komiseri Giritli Hüseyin Paşa,
İzmir’in Cedid Mahallesinden Ahmed Ağa,
Polis Santrali memurlarından Fahri, Rıfkı,
Hüseyin Avni efendiler görev sırasında,
Hukûk-u Beşer Gazetesi Sahibi ve Başyazarı Tahsin Recep Bey ise evinde şehit edilmişlerdi.
Daha pek çok kişi öldürülmüştü.
13 Eylül’de ise İzmir’de yangın çıkarılmıştı. Aşağıdaki görselde yangın esnasında sertleşen ve yön değiştiren alevlerin Kordon’a ulaştığı anı görmekteyiz.
Daha sonra aynı zulümler Aydın, Nazilli, Menemen, Bergama, Manisa, Eskişehir, Bursa, Kütahya, Afyon, Uşak’ta da görülmüştü.
İzmir’in işgali üzerine, Anadolu’daki teşkilatlar tarafından gerekli hareketlere girişilmiş, Yunan zulmünün artması üzerine, İstanbul Basını ve devletlerin siyasî delegeleri sürekli uyarılmaya başlanmıştı.
İzmir’in işgalinden sonra, İzmir’deki Türklere Yunanlılar tarafından yapılan ırza tecavüz, katliam, yağma gibi olaylar ve Yunanlıların Türklere hayat hakkı tanımamaları karşısında, Erzurum’daki Albayrak Gazetesi Müdürü Süleyman Necati, Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Kâtibi M. Cevat, Erzurum Belediye Başkam Zahir ve Belediye Meclisi üyesi ile dava vekili, 22 Mayıs 1915’de, İstanbul’daki İngiliz, Amerika, Fransa, İtalya’nın siyasî delegeleri ve Matbuat cemiyetlerine birer telgraf çekmişlerdi. Erzurumlular, Sadrazamlığa ve Hadisat Gazetesine de, bütün hukukî ve insani hususları çiğneyen Yunanlıları protesto eden telgraflar çekerek, İstanbul’u uyarmışlar ve Cuma günü yaptıkları toplantıda, Hükümet’ten kesin ve etkili tedbirler almasını istemişlerdi. Ayrıca, “Wilson’a ve Amerikan Kongresi’ne de aynı mealde birer telgraf çekilmişti.
Mustafa Kemal Paşa da, 20 Mayıs 1919’da, Sadarete çektiği telde, “Yunan İşgali Olayının “Milleti ve Orduyu düşünülemeyecek ve tarif edilemeyecek derecede” içten yaraladığını, millet ve ordunun, varlığına yapılan bu haksız tecavüzü içine sindirmeyeceğini ve kabul etmeyeceğini ”duyurmuştu.
Bu arada, Anadolu’dan da sürekli İstanbul’a telgraflar yollanmaktaydı.
Erzincan Müdafaa-i Hukuk Başkanı, İstanbul’daki İngiliz, Amerikan, Fransız, İtalyan delegelerine, 22 Mayıs 1919’da çektiği telde, Yunanlıların yaptıkları zulümleri duyurmuş ve izlenecek yolun ne olduğunu, “Maksat Türklerin imhası ise bu ciheti anlamak isteriz. Çünkü biz de müfteri milletler önünde ölmezden ve öldürülmezden” önce kurutuluş çaresini ararız diyerek dile getirmektedir.
Gene, Erzincan Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Derneği, Mustafa Kemal’e İlhak-ı Red’den gelen telgraflar üzerine miting yaptıklarını, itilaf devletlerine ve Sadarete telgraflar çektiklerini, yapılan mitinge yirmi bin kişinin katıldığını ve milli mücadele yolundaki çalışmaları dile getirmekteydi.
Mustafa Kemal Paşa da, Haziran ayında Sadaret ile bu konuda yazışmalarını sürdürmektedir.
3 Haziran 1919’da, Sadarete çektiği bir telgrafta, “İzmir, Manisa, Aydın’ın işgalinden dolayı halkın heyecanlı ve endişeli olduğunu, Ulusal Bağımsızlık için kendisine her yerden telgraflar çekildiğini, Doğu’daki halkın kendi topraklarının da aynı akıbete uğrayacağından endişe duyarak Milli Teşkilatlarını kurduklarını, bu bakımdan kendisinin Sadareti aydınlatmak gereğini duyduğunu” belirtmişti.
Mustafa Kemal Paşa’nın, bu telgrafındaki düşünceleri, milli teşkilatların İstanbul’a haklı ve halkın hareketinin doğru olduğunu göstermek ve Hükümetin de bunları desteklemesini istemekten kaynaklanmaktadır.
Mustafa Kemal paşa, 5 Haziran’da, Sadarete çektiği bir başka telde ise, “Tercan Belediye Başkanlığından otuz bin kişi adına bir telgraf çekildiğini, bunda Türk’ün haklı olduğu, Tercanlıların, devletin bağımsızlığı konusunda her türlü fedakârlığa hazır olduklarının belirtildiği, Avrupalıların, Türklere de adaletin tatbiki yolunda çalışmalar yapmasının gerektiği konusunun kendisine duyurulduğu” açıklanmakta idi.
Mustafa Kemal Paşa, İzmir’in Yunanlılar tarafından İşgali olayına çok üzülmüş, bütün kazalardaki Müdafaa-i Hukuk ve Reddi-i İlhak Cemiyet’lerine telgraflar çekerek, “milletle beraber olduğuna dair” kendisi de yemin etmişti.
9 Haziran 1919’da, Ankara’da, 20. Kolordu Kumandanlığına, Ankara Vilâyeti ve Sancaklarının Belediye Başkanlık’larına çektiği telde, “milli teşkilatın her tarafta canlı ve müttehit bir hal almasının şart olduğunu” belirtirken, Erzurum’daki 15. Kolordu Kumandanlığına, Trabzon Vilâyeti ve sancaklarının Belediye Başkanlık’larına da çektiği telde aynı hususları yinelemişti.
Mustafa Kemal Paşa, ayrıca, bütün Vilâyet ve Sancak Belediye Başkanları, Müdafaa-i Hukuk-u Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyet’lerine yolladığı tamimde ise, “milletin hukûk ve istiklâl-i müdafaa gayesiyle vicdân-ı milliden doğan Tezahüratı” ndan bahisle, “kendisine girişimde bulunması için bazı vilayet ve sancak ve kazalardaki kişilerden, müdafaa-i hukûk ve redd-i ilhak cemiyetlerinden sürekli telgraflar geldiğini belirtmekte” ve “Geçtiğimiz hayat ve memat günlerinde umûm milletçe her taraftaki amâl ve tezahürat ile sağlanmaya çalışılan “Ulusal Bağımsızlık” için bütün mevcudiyeti ile çalışacağını ifade ettikten sonra “Bu emel-i mukaddes uğrunda milletle beraber nihayete kadar çalışacağıma da mukaddesatım namına söz veririm” diyerek düşüncelerini ifade etmekteydi.
Aynı hususlar, ayrıca, Erzurum, Sivas, Erzincan, Van, Kastamonu, Mamuratü’l-aziz (Elazığ), Canik (Samsun) mutasarrıflarına da yazılmıştı.
Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği direktifler doğrultusunda Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyetleri de çalışmalarını sürdürmekte ve çalışmalarından Mustafa Kemal Paşa’yı haberdar etmekte, ondan yardım istemekteydiler.
Erzincan’daki Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti bir miting düzenleyip, İstanbul’daki İtilaf Devletleri’nin temsilcilerine protesto telgrafları çekerken, Aydın ve Havalisi Redd-i İlhak heyetleri, Sadarete, yaralıların İzmir’de Amerikan Bayrağı çekmek sureti ile “Gurebâ-yı Müslim Hastahanesine” taşınabildiğini, bütün köylerin katliama uğradığını, Foça, Urla, Seferhisar’dan alman haberlerin tüyler ürpertici olduğunu, bir an önce İzmir’in Yunan’dan kurtarılması gerektiğini ve bunun için gerekenin yapılmasını duyurmaktaydılar.
Ancak, İstanbul’da İzmir’in kurtarılması yolunda herhangi bir teşebbüs yapılmamakta idi. İstanbul içine kapanmış, kaderine razı bir durumda olaylara seyirci kalmakta idi. Mustafa Kemal Paşa ise, kendisine çekilen yurdun kurtarılması yolundaki telgrafları tek tek cevaplandırmaktaydı.
Artık, milletin umudu Mustafa Kemal Paşa’da idi.
Mustafa Kemal Paşa, Pasinler ve Hasan Kale’den kendisine çekilen 21 Mayıs 1919 tarihli telgrafa verdiği cevapta,
-…”3 Haziran 1919
Erzurum Vilayetinin Pasinler Kazası, Hasan Kale Belediyesi ve Miting Heyetine,
Türk Tarihi’nin Altın Sayfaları’na “Erzurum Erleri” olarak geçen, 1877-1878 Rus Savaşında da bu unvanlarını ispat eden Pasinlilerin, İzmir, Manisa ve Aydın’ın Yunanlılar tarafından işgali aleyhinde miting yapmak için toplanan beşbin kişinin bu hareketini alkışlamakta, bu hudut kahramanlarının Matemli kalplerinden doğan telgraf name “den çok memnun kaldığını, Yunanlıların İzmir’i işgal ile Türk’ün onuruna, saltanatın hukukuna, ulusal bağımsızlığına tecavüzde bulunduklarını, bunun her yerde üzüntü yarattığını, ancak, istiklâl ve hürriyetin kurtarılacağımı, her tarafta ulusal bağımsızlık için girişimde bulunulmasının şart olduğunu”belirtmiştir.
Bu arada, Erzincan Müdafaa-i Hukûk-u Milliye Cemiyeti de, İzmir’in İşgali nedeni ile duyulan üzüntüyü, 4 Haziran 1919 1919’da Sadarete bir tel ile duyurmuştu. Anadolu’nun çeşitli yerlerinden İzmir’in İşgalinden dolayı duyulan üzüntüyü dile getiren çok sayıda telgraf, devamlı olarak, Havza’da 9. Ordu Müfettişi olan Mustafa Kemal Paşa’ya gönderilmekteydi. Bunlar, Bayburt, Ayancık, Terme, Safranbolu, Tokad, Araç, Gerze, Samsun ve diğer yerlerden Mustafa Kemal Paşa’ya ulaşmaktaydı.
Bu telgrafların, “Sine-i Millet”den çıkmış olan ve Milletin bir ferdi olarak vatanı için çalışacağını, hayatını bağımsızlık uğruna adadığını belirten bunun için de, her yerde mitingler yapılarak işgalintel’in edilmesini ve milli cemiyetler kurulmasını öğütleyen Mustafa Kemal Paşa’ya gelmesinin nedeni, Türk Halkı’nın ona ne derece yürekten ve inançla bağlı olduğunu göstermektedir.
Nitekim Anafartalar’da ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli bölgelerindeki başarıları ile gözleri kendi üzerine çeken Mustafa Kemal Paşa, Türk Halkına verdiği sözü yerine getirmiştir.
Mustafa Kemal Paşa’nın direktifleri üzerine her yerde mitingler yapılmaktaydı.
Tortum’da 6 Haziran 1919’da yapılan büyük miting, dışında, Doğu Anadolu’da ve yurdun diğer bölgelerinde pek çok miting yapılmıştı. Mustafa Kemal Paşa, her yerden kendisine duyulan güveni belirten ve kendisinin harekete geçmesini isteyen telgrafları cevaplandırmakta ve kendisine telgraf çekenleri yaptıkları mitingler ve hareketlerden dolayı kutlamaktaydı.
Nitekim 3 Haziran’da Safranbolu’dan gelen telgrafa, 7 Haziran’da cevap verdiği gibi, Kastamonu’nun Cide Kazası Belediye Başkanlığından gelen telgrafa aynı gün verdiği cevapta:
-…”Türkün bugün hayat ve istiklâline kasdeden büyük tehlike karşısında ahenk birliği ile çalışacağı ve başarıya ulaşılacağını”açıklamıştı.
Mustafa Kemal Paşa, Tosya’dan 2 Haziran’da gelen telgrafı cevaplandırdığı gibi, 4 Haziran’da İnebolu Kaymakamı ve Müftüsünün telgrafını, 6 Haziran’da İnebolu Müftüsüne çektiği tel ile cevaplamıştı.
Mustafa Kemal Paşa’ya her taraftan telgraflar sürekli gelmekteydi.
Bunlar 5 Haziran’da Yusufeli’nden, Hınıs’tan, 4 Haziran’da ise Çankırı’dan gelmişti.
Mustafa Kemal Paşa’nın buna verdiği cevap şöyle idi:
-…”Çankırı Belediye Riyasetine,
Namus ve istiklâli ile yaşamağa yahud toprağın altını üstüne tercih eylemeye yemin eden Türk Milletinin temiz yüreğinden doğan azim ve iradeyi havi telgraf-nâmenizi kemâl-i fahri ile aldım. Sevgili memleketimizin her köşesinde, her fırsatta yığın yığın toplanan ırkdaşlarımız böylece vicdân-i umûm-i millinin haksızlığa, adaletsizliğe karşı olan isyan ve tuğyanını âleme işittirmeye devam ve milli birliğin kat’i irâdesini dünyaya göstermeye azmeyledikce halkın zulme galebesini hiç şüphesiz göreceğiz. 9. Ordu Kıtaat Müfettişi Yaver-i Hazret-i Şehriyarı Mustafa Kemal”
Mustafa Kemal Paşa, gerek Haziran ayının başlarında, gerekse sonlarında Amasya, Resülayn, Bayburd, Safranbolu, Tokat, Lâdik, Keban, Alaçam, Merzifon, Gerze, Tortum, Erzincan, Gümüşhane, Bafra, Pülümür Fatsa, Kastamonu, Kara kilise, Kuruçay belediye başkanlarına, Çarıklı Aşireti Reisine çektiği telgraflarla, onların ulusal bağımsızlık konusundaki çalışmalarını kutlamıştır.
Mustafa Kemal Paşa, 6 Haziran’da, Tosya Belediye Başkanlığına çektiği telde, “Tosya Halkının, ulusal bağımsızlığın ve devletin hukukunun korunması için kendisine çektiği telden duyduğu memnunluğu belirterek, aynı başvurunun İtilaf Devletlerine ve Sadaret makamına da yapıldığına dair şüphesinin olmadığını, Milli İrade ve azmin her yerde etkisinin görüleceğini” açıklamıştı.
Görüldüğü üzere, Mustafa Kemal Paşa, bu aşamada, her yerde mitingler yapılmasını ve cemiyetlerin kurulmasını istediği gibi, milli kuruluşların hem Sadarete, hem de İtilâf Devletleri’ne Milli İradeyi duyurmalarını da istemektedir.
Amaç, Türk Halkı’nın işgale boyun eğmeyeceği, haklarının itilaf devletleri tarafından geri verilmesinin sağlanması noktalarında toplanmaktadır.
Ancak, Mustafa Kemal Paşa, İtilaf Devletleri’nin kendi istekleri ile Türk Halkı’na haklarını geri vereceklerine de inanmamaktadır.
Bu aşamada, Türk Halkı’nın bağımsızlığı için savaşacağı, Türkiye’nin boş olmadığı imajını vermenin yanında, Mondros Antlaşmasını yapan İstanbul’un etkisiz olabileceği intibasın ı da vermektir.
Oysa İtilaf Devletleri, İstanbul Hükümeti vasıtasıyla her türlü isteklerini elde edeceklerini sanmaktadırlar. Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a çekilmesini istediği telgraflarda ise, halkın işgal hakkında üzüntü ve hisleri yanında, işgalini kabul edilemeyeceği havası mevcuttur.
Mustafa Kemal Paşa, halkın bu düşüncelerini İstanbul’a aksettirirken, Anadolu’da bir hareketinin başladığı ve halkın bu hareketinin haklı olduğu imajının İstanbul Hükümeti tarafından öğrenilmesi ve halka karşı bir harekete girişilmemesini de hedeflemektedir.
Hiç şüphesiz, Yunanlıların İzmir ve çevresinde giriştikleri vahşiyane hareketler Milli Birliğin çok süratle oluşmasını sağlamaktadır.
Türkler tarafından İzmir’de bir direnme olmadığı halde, Yunanlıların işgal günü İzmir’deki davranışları, çirkin ve korkunçtu. Bir tek Hasan Tahsin’in tabanca ile ateşi üzerine, Yunanlılar, Hükümet Konağına, Kışla’ya, evlere, kahvehanelere ateş açmışlardı.
Görselde, 15 Mayıs 1919 sabahı İzmir, Konak Meydanı’ndaki askeri kıraathanenin önünde elinde Yunan bayrağı taşıyan bir Yunan teğmenini sıktığı ilk kurşunla öldüren ve sonra ilk kurşunu sıktığı yerden yüz elli metre uzakta Yunan askerleri tarafından vurularak şehit edilen, Hasan TAHSİN Bey’i görmekteyiz.
İzmir’in İşgali sırasında, Hükümet olaylara seyirci kalarak güçsüzlüğünü ortaya koymuştu.
O halde, mücadeleyi başlatacak ve yürütecek yeni bir güce ihtiyaç vardı. Bu da Kuvayı Milliye’nin oluşmasına neden olacaktır. Kuvayı Milliye’nin doğuşu, Milli Mücadelenin başlamasını kolaylaştıran bir faktör olarak görülmelidir.
İzmir’e yerleşmiş olan Yunan birlikleri daha sonra harekete geçerek, batı Anadolu’yu da işgale kalkarak, amaçlarının çok boyutlu olduğunu göstermekte gecikmemişlerdi.
Yunan birlikleri, 20 Mayıs 1919’da Menemen’i, Torbalı’yı, 23 Mayıs’ta hareketle, Anadolu’nun diğer yerlerini de ele geçirme işlemine başlayan Yunanlılar, 25 Mayıs’ta Manisa’yı, 29 Mayıs’ta Turgutlu’yu da işgal ettiler.
Hükümet’in aczi karşısında, Batı Anadolu’da kurulan Kuvayı Milliye Teşkilatı harekete geçmek zorunda kaldı. 7 Temmuz 1919’da, Manisa’nın Mihaili Köyü’nün güneyindeki yeni çiftliğe hücum eden iki yüz kişilik Rum kuvveti Mirmiran Halit Paşa ve beş yoldaşını şehit edip, çiftliği de yağmalamışlardı.
O civardaki Kuvayı Milliye olay yerine yetişerek, Rumları geri püskürtmüş ve onları takip etmiş idi.
6 Ağustos 1919’da, Alaşehir civarındaki altı yüz kadar Kuvayı Milliye süvarisi Uşak’a giderek beyannameler yayınlamışlar, Uşak’ın ulusal bağımsızlık savaşının yanında olduğunu belirterek, Uşak Halkından, Yunanlılara karşı “Müdafaa-i Milliyeye” iştirak için gönüllü toplama işine başlamışlardı.
Kuvayı Milliye’nin ve milli cemiyetlerin, İzmir’in işgali karşısında harekete geçmelerinin bir nedeni de, Hürriyet ve İtilafçıların “Padişah Yunanlılarla Harp etmeye taraftar değildir”, “Asker kaçıyor”, “Beş-on silahlı ile memleket savunulamaz” yollu Hükümetin aczini belirten sözleri halkın içine yaymaları da neden olmuştur.
Bütün Anadolu, İzmir’in İşgalinin arkasından bir hafta sonra, batı Anadolu’nun işgal edilmesi nedeni ile İstanbul Hükümetinin olaylar karşısında bir şeyler yapabileceğini ummuş ve Sadrazamlık makamına telgraflar çekmişti.
Bu tarihlerde, Mustafa Kemal Paşa, henüz Samsun’a ayak basmamıştı.
19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a ayak bastıktan sonra Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nın genel hatlarını ve izlenecek yolu da çizmeye başlamıştı.
Önce, Osmanlı Hükümetini gücendirmek istememekteydi. Ancak, İstanbul Hükümetinin de, halkın “Ulusal Bağımsızlık” konusundaki çalışmalarını önlemesini de istememekteydi. Bu yüzden halkına, bir taraftan mitingler yapmasını, cemiyetler kurmasını, İstanbul’a ve itilaf Devletlerine telgraflar çekmesini öğütlerken, diğer taraftan da, İstanbul Hükümeti’ne her yerden kendisine gelen telgrafları izah etmekte, halkın düşüncesinin ve hareketlerinin doğru olduğunu, bir an önce vatanın kurtarılması gerektiği, bu yüzden bu hareketlerin benimsenmesi gerektiğini açıklamaktaydı.
Halk, Atatürk’ün direktifleri doğrultusunda hareket etmekle, kendi önderini kendisi esasen bulmuştu, ilk başlarda 1919’un Mayıs ve Haziranında, Mustafa Kemal Paşa, halkın heyecanının ve birliğinin sürekli ayakta kalması, böylece milli teşkilatların disipline edilerek, daha büyük teşkilatlanmalara gidilmesinin hesaplarını yapmaktaydı. Bunun sonunda bilinen kongreler yapılacak ve Büyük Millet Meclisi kurulacak, işgallere karşı savaş veren Kuvayı Milliye güçleri düzenli ordu birlikleri haline getirilecekti.
Batı cephesinde T.B.M.M. ‘nin düzenli ordularının gerçekleştirdiği ve düşmanı bozguna uğrattığı Birinci ve İkinci İnönü ile Sakarya Savaşları; Türk Ulus’unun birlik ve beraberlik içerisinde ulusal diyetlerini birleştirdiğinde, bütün olumsuz koşullara rağmen neleri başarabileceğini tüm dünyaya gösteren gelişmelerdi. Bu sürecin doğal bir sonucu olarak Başkomutan Mustafa Kemal Paşa önderliğinde 26 Ağustos 1922 sabahı başlayan Büyük Taarruz ’un artık bir tek hedefi vardı:
15 Mayıs 1919’dan bu yana işgalin bütün acılarını yaşamış ve bütün sıkıntılarına katlanmış İzmir’in düşmandan kurtarılması!
Gerçekten de Mustafa Kemal Paşa’nın 1 Eylül 1922 günü:
-…“Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir, İleri!..” sözleriyle taçlanan ve bütün Batı Anadolu kentlerinin sekiz gün içerisinde işgalden kurtarılmasını sağlayan o ünlü komutta Akdeniz’den kastedilen aslında İzmir’in düşman işgalinden kurtarılmasıydı.
Aşağıdaki görselde, 9 Eylül 1922 günü düşmanı İzmir’den çıkaracak olan Şanlı Türk Ordusu’nu Başkomutan Mustafa Kemal Paşa 31 Mart 1922’de Afyon – Çay’da selamlarken görülmekte.
Eksiklikler Benim Fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.