Öyküsünü bilmeden Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan bir fotoğraf daha sonra Cumhuriyetin 50. Yılı nedeniyle yayınlanan, Diyarbakır İl Yıllığı’nda “ATATÜRK’ÜN DİYARBAKIR’DAN ALIP ANKARA’YA GÖTÜRDÜĞÜ DİYARBAKIRLI BİR ÇOCUK” ifadesi yer almıştı. Sayın Abdürrahim TUNCAK bu ifadeye gülerek:
—“Fotoğraf çektirmek için özel olarak yaptırılan giysilerime bakıp beni Diyarbakırlı sanmış olmalılar.” Demişti.
Halep’te Salih Bey’in bahçesinde çekilen Mustafa Kemal Paşa ve küçük Abdürrahim’in fotoğrafı, yıllar sonra Almanya’ya yükseköğrenim yapmaya gittiğinde Sayın Abdürrahim TUNCAK ‘ın kaybettiği bavuluyla birlikte yok olmuştu.
Bu fotoğrafın kartpostal büyüklüğünde bir kopyası, ATATÜRK ‘ün 1956 yılında ölen kız kardeşi Sayın Makbule ATADAN ‘ın “KİŞİSEL EVRAKI” arasında bulunmuştu.
Mustafa Kemal Paşa, 20 Temmuz 1917 tarihinde, VII. Ordu Komutanı olarak Suriye de göreve başlamıştır. Sayın Şevket Süreyya AYDEMİR, “TEK ADAM” adlı eserinin 291. Sayfasında onun yaşamındaki bu bölümü geniş bir şekilde anlatmaktadır. Şimdilik bu anlatımdan şu satırları alıntı yapacağım: “HALEP’TE ARTIK ORDU KOMUTANI OLMADIĞI İÇİN TANIDIĞI BİR AİLENİN YANINDA SALİH FANSA’LARIN EVİNDE MİSAFİR KALMAKTADIR.”
Şimdi o fotoğrafın ilginç öyküsünü Sayın Abdürrahim TUNCAK ile Mete AKYOL tarafından gerçekleştirilen röportajdan öğrenelim:
Salih Bey’in konağı, büyük büyük bir portakal bahçesinin ortasındaydı.
Mustafa Kemal Paşa sık sık bahçede otururdu. Ben de hep çevresinde oynardım. Bir gün bahçede oynadığım sırada beni yanına çağırdı:
-…”SENİN BURADA BİR FOTOĞRAFINI ÇEKTİREYİM Mİ?” dedi.
Ben de evet dedim.
Emir verdi, ordunun terzisini getirtti ve bana bir gecede, yöresel giysi diktirdi.
Orduda görevli bir doktor yüzbaşının fotoğraf makinesi vardı. Ertesi gün doktor yüzbaşı, fotoğraf makinesiyle Salih Bey’in bahçesine geldi. Bana da içerde yöresel giysilerimi giydirdiler.
Bahçeye Mustafa Kemal Paşa’nın yanına gittiğimde, beni görünce gülmeye başladı:
-…”TAM BURALI BİR DELİKANLI OLMUŞSUN.” Dedi ve yan tarafını gösterdi.
-…”GEL BURADA, YANIMDA OTUR.”
Çanakkale’den beri yanından ayırmadığı tabancasını çıkarttı, benim belime taktı. Belimin öteki yanına ise kuşağın arasına kasaturasını yerleştirdi.
-…”İŞTE ŞİMDİ OLDU.” Dedi ve doktor yüzbaşıya döndü:
-…”FOTOĞRAFIMIZI ŞİMDİ ÇEKEBİLİRSİN. ÇÜNKÜ ABDÜRRAHİM HAZIRDIR.” Dedi.
Halep’te annemle birlikte bir hafta, ya da on gün kaldık. Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a izinli olarak dönen bir çavuşa emanet etti bizi. O çavuşla birlikte yine trenle, İstanbul’a döndük.
Mustafa Kemal Paşa’nın Suriye’deki huzursuzluğu İstanbul’a Akaretler ‘deki 78 numaralı eve, başka bir biçimde yansımıştı. Sayın Abdürrahim TUNÇAK, o günlerle ilgili anısını şöyle anlatır:
Annem bir gün evde ağlıyordu. Ne olduğunu sorduk.
—“MUSTAFA’M KÖR OLMUŞ!” dedi ağlayarak.
—“MUSTAFA’MIN GÖZLERİ GÖRMÜYORMUŞ ARTIK…” dedi. Bu haberi kimden aldığını sorduk.
-…”MAHALLEDE HERKEZİN AĞZINDA DOLAŞIYOR BU HABER. BAZI KOMŞULARIMIZ GEÇMİŞ OLSUN BİLE DEDİLER.” dedi.
Annemin duyduğuna göre Mustafa Kemal Paşa, çölde bir kum fırtınasına yakalanmış. Kum tanecikleri ok gibi gözlerine girmiş… Mustafa Kemal Paşa’nın gözleri görmez olmuş.
Annem bu haber üzerine bir hafta durmaksızın ağladı. Bir hafta sonra Cevat Abbas Bey geldi eve.
—“HALEP’E DÖNÜYORUM. MUSTAFA KEMAL PAŞA’YA SAĞLIK HABERLERİNİZİ GÖTÜRMEYE GELDİM.” Dedi.
Mustafa Kemal Paşa’nın Çanakkale’de yaverliğini yapan, ondan sonra da onun yanından hiç ayrılmayan Cevat Abbas Bey, ailemizin bir ferdi gibiydi. Annem onu bırakmadı.
—“MUSTAFA’MIN GÖZLERİ KÖR OLMUŞ, BENİ ONA GÖTÜRECEKSİN… MUSTAFA’MI GÖREMEZSEM ÖLÜRÜM BEN BURADA…” dedi.
Cevat Abbas Bey, böyle bir şey olmadığını söyledi amma, annemi inandıramadı. Onu üzerine bir öneride bulundu:
—“BEN YARIN YİNE GELİRİM. BU KONUYU YARIN KONUŞURUZ.” Dedi.
Cevat Abbas Bey ertesi gün geldiğinde, müjdeli haberi de beraberinde getirdi:
—“MUSTAFA KEMAL PAŞA’YA TELGRAF ÇEKTİM, NE KADAR ÜZGÜN OLDUĞUNUZU VE ORAYA GELMEK İSTEDİĞİNİZİ BİLDİRDİM. BİRAZ ÖNCE KENDİSİNDEN BİR TELGRAF GELDİ. SİZİ DE GETİRMEMİ EMREDİYOR.” Dedi.
Annem beni de aldı yanına. Halep’e asker taşıyan bir trene bindik. Cevat Abbas Bey, annem ve ben bir haftadan daha fazla süren tren yolculuğundan sonra Halep’e vardık. Mustafa Kemal Paşa, Halep eşrafından Salih Bey’in konağında misafir kalıyordu. Cevat Abbas Bey, bizi oraya götürdü.
Annem Mustafa Kemal’le karşılaşınca, kendini tutamadı, ağlamaya başladı. Uzun uzun sarıldı, öptü onu…
Mustafa Kemal Paşa da fena olmuştu amma, belli etmemek için gülümsüyordu:
-…”BAK İŞTE KÖR DEĞİLİM ANNE… SENİ GÖREBİLİYORUM.” Dedi.
Zayıflamış ve yüzü süzülmüştü.
-…”BİRAZ HASTALIK GEÇİRDİM, ŞİMDİ DÜZELDİM.” Dedi.
Mustafa Kemal Paşa beni kucaklayıp öperken annem:
—“BAK SANA KÜÇÜK ABDÜRRAHİM’İ DE GETİRDİM.” Dedi. Mustafa Kemal Paşa da:
-…”ÇOK İYİ ETMİŞSİN ANNE.” Dedi.
Annem ve ben de Salih Bey’in konağında misafir edildik. Fakat orada bir kez yemek yedik. Çünkü her akşam başka bir eve, ziyarete gidiyorduk. Mustafa Kemal Paşa’nın annesinin geldiği haberini duyan dostlar, birbirleriyle ziyaret yarışına girişmişlerdi.
Yazımın hemen başında belirtiğim gibi öyküsünü bilmeden Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan bu fotoğraf, daha sonra Cumhuriyetin 50. Yılı nedeniyle yayınlanan Diyarbakır İl Yıllığı’nda “ATATÜRK’ÜN DİYARBAKIR’DAN ALIP ANKARA’YA GÖTÜRDÜĞÜ DİYARBAKIRLI BİR ÇOCUK” ifadesi yer almıştı. Sayın Abdürrahim TUNCAK bu ifadeye gülerek:
—“Fotoğraf çektirmek için özel olarak yaptırılan giysilerime bakıp beni Diyarbakırlı sanmış olmalılar.” Demişti.
Sayın TUNÇAK bir başka röportajını Sayın Perihan ÇAKIROĞLU ile yapacak ve şöyle diyecekti:
—“Annemin adını bilmiyorum. Gerçek babamın da Ali adında bir memur olduğunu söylerler. Ben her ikisini de hiç görmedim. Babamın tayini çıktığından annemle birlikte Diyarbakır’a gitmişler. Annem bana hamile kalmış ve doğurmuş. Henüz bir yaşındayken Diyarbakır taraflarının ünlü akrebi bir gün annemi sokmuş. Kurtulamayarak ölmüş kadıncağız.
Nüfus cüzdanımda doğum yerim olarak Diyarbakır yazılıdır amma…
Diyarbakır’da doğduğumda kesin değildir. Belki daha önce doğdum, annem ve babamla Diyarbakır’a gittim, belki de gerçekten Diyarbakır’da doğdum, akrep annemi ondan sonra soktu…
Babam beni alıp İstanbul’a getirerek babaanneme teslim etmiş.
Babaannem ile Ata’nın annesi Zübeyde Hanım, Selanik’ten beri arkadaşlarmış. Beni ona göstermiş. Zübeyde Hanım beni çok sevmiş. O günlerde babamı askere almışlar. Bir süre sonra da babaannem ölmüş. Babamdan hiçbir haber çıkmayınca Zübeyde Hanım’ın elinde kalıyorum.
Bütün bunlar hep bir rivayet… Kesin olarak bir şey bilmiyorum.
Kesin olarak bildiğim, üç yaşında iken Mustafa Kemal Paşa’nın beni evine götürüp ailesine dâhil etmesidir. Bunu tabii hatırlıyor değilim. Bana sonradan anlatıldığı için biliyorum.
EKSİKLİKLER BENİM FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR. BİR BAŞKA YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALIN.