Kıran resimleri bir katliamın hikâyesi. Yaşanan vahşete ve acımasızlığa dayanamayan cesur bir kadın yazarın sözün bittiği yerde kalemini eline alıp içini yakıp kavuran gerçekleri haykırması dır tüm duyarlılığıyla…
23-24 Aralık 1978’de Maraş’ta yaşanan olayların etkisinden kendisini kurtaramayan İnci Aral, bir yıl sonra dayanamaz ve bir gece Maraş’a giden bir otobüse biner. Uzun bir yolculuktan sonra şehre vardığında, sadece ismini bildiği avukatın ofisini ararken görür; yanmış, yıkılmış, iskeleti kalmış evleri. Katliamın ilk izleridir bunlar, sarsılır. Oysa yolun çok başındadır daha. Alevilerin sığındığı köylere gider, on günde on köy dolaşır. Her seferinde aynı vahşet dolu hikâyeleri dinleyince kendi deyimiyle inanmak istemediği her şeye inanmak zorunda kalır. Maraş’ta yaşadığı kişisel deneyimleri ve mahkeme tutanaklarına dayanarak yaptığı araştırmaları yazmaya başlar. Bir yıllık duygusal ve bedensel açıdan yorucu ve travmatik bir sürecin ardından Kıran Resimleri ortaya çıkar sonunda. 1983’te yayımlanan kitap aynı yıl Nevzat Üstün Öykü Ödülü’ne layık görülür.
Dokuz hikâyeden oluşan Kıran Resimleri’nin ana karakterleri kadınlar. Büyük katliam ve savaşlarda en büyük yarayı kadınlar alır diyen yazar öykülerinin merkezinde kadınlar olmasının sebebini de açıklıyor bir nevi… Olayları, insanları, nesneleri detaylı gören, gözlemleyen kadının doğası, aynı zamanda laneti de olmuş bu hikâyelerde. Tecavüze uğrayan, gözleri önünde oğulları, kızları, kocaları işkencelerden geçip katledilen kadınların Maraş’ta yaşadıkları pek çok ülkede yaşanan ve hala yaşanmakta olan vahşetten farklı değil. İlkel güdüleriyle hareket etmeye yönlendirildiği zaman dünyanın en gaddar hayvanı çünkü insan ve her yerde aynı. Farklı olan bu acımasızlığı müthiş bir duyarlılıkla yazan İnci Aral. Sözün bittiği, kelimelerin tükendiği anda kalemini öyle bir konuşturuyor ki nefes alamıyor insan, tükeniyor, yeter diyor ama kitabı son sayfasına kadar okumayı da bırakamıyor.
Ama o sesler, o inanılmaz tragedyanın kahramanı olan insanların, özellikle kadınların sesleri ne kulağınızdan ne de kalbinizden çıkıp gidebiliyor. Bakın duyuyor musunuz? Konuşmaya başladılar bile ;
“…Döne döne uzaklaşıyordu önceden onun olan, benimdir dediği ne varsa. Çekip götürüyorlardı şimdi tümden yangına dönmüş yuvasından. Sevdiklerinden, sevgili ölülerinden, kendinden, geçmiş ve geleceğinden… Nereye? Ne önemi var artık! “Öldürün beni de” diyordu. Gülüyorlardı. İğrenç kanlı yüzleri, kirli sarı dişleriyle… Fazıl ölmüştü, bütün çocukları ölmüştü. İşte o hala yaşıyordu. Yaşıyor muydu?…
Belki de öldüm, diye düşündü umutla. Ölüm bu olmalıydı. Bu karanlık, bu bitkinlik, bu sessizlik ve bu korkunç yalnızlık… İşte şimdi cehennemden bir önceki duraktaydı. Az sonra sorgusu yapılacak ve oraya gönderilecekti. Ama korkmuyordu hiç…Cehennem denen şeyi bu dünyada yaşarken görmüştü.
Şimdi burada bitik ve yaralı yatan kendisi miydi? Selver diye biri miydi? O muydu? Bir daha kendisi olabilir miydi? Nasıl bir anayım ki ben, diye düşündü, hala yaşıyorum. Ana olmanın doyulmaz güzelliğinin bir günde nasıl acılı bir kahra dönüşebileceğini kim anlayabilirdi böylesine. Bir bahçe fidan dikmişti, bir dakikada kırdırmışlardı. Yirmi bir, on dokuz, on yedi yaşında üç oğlunu, on beş yaşında kızını, kocasını, gebe gelinini yitirmişti. Yitirebileceği her şeyi yitirmişti. Yeniden elde edemeyeceği ne varsa tümünü…
Öylesine aşağılanmış, acımasızlığın öyle inanılmayacak olanını görmüş, öyle korkunç şeyler yaşamıştı ki artık hiçbir şey duymuyordu, korunma içgüdüsünü bile yitirmişti. Bu yüzden ölüydü adamın altındaki gövdesi, henüz sıcak katılaşmamış bir cesetti…
Öldüm artık diye düşündü. Öldüm ve sonunda bitti artık. Sonra başkaları geldi, geldiler ve gittiler…
Belinden aşağısı çıplaktı. Üşüyordu. İç bulantısını bastıramadı, art arda öğürmeye başladı…
Ölmemişti… Öldürmemiş, daha kötüsünü yapmışlardı. Ölümü bile ona çok görmüşlerdi…”
YAZAR HAKKINDA : İnci Aral 1944’te Denizli’de doğdu. Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nü bitirdi. Uzun yıllar öğretmenlik yaptı. 1979’da ilk kitabı Ağda Zamanı’nı yazdı ve Akademi Kitabevi İlk Roman Ödülü’nü aldı. 1983’te Kıran Resimleri ile Nevzat Üstün Hikaye Ödülü’ne, 1992’de Ölü Erkek Kuşlar ve 2000’de Gölgede Kırk Derece ile Yunus Nadi Hikaye Ödülü’ne, 2003’te Mor ile Orhan Kemal Roman Ödülü’ne layık görüldü.
Hülya Sezik YILDIZ