Balıkesir ilimizin Havran İlçesi, eskiden Edremit İlçesi’ne bağlı bir bucaktı. Havran Bucağı sonradan ilçe oldu. Havran, 7500 nüfuslu. Zeytin, zeytinyağı, sabun, üreten güzel bir ilçemizdir. Havranın leblebisi pek ünlüdür.
Havran İlçesinde biraz gezelim: İlçenin en geniş caddelerinden biri Koca Seyit Caddesi’dir. Acaba bu caddeye niçin Koca Seyit Caddesi adı verilmiştir.
Koca Seyit kimdir?
Havran İlçesi’nde biraz daha gezip dolaşalım… Bahçesinde öğrencilerin oynadığı bir okul göreceğiz. Okula yaklaşırsak, kapısının üstündeki levhada şu yazıyı okuyacağız: “Koca Seyit İlkokulu” Havran’da adı bir caddeye verilen, adına bir ilkokul yapılan bu Koca Seyit kimdir?
İşte şimdi size onu anlatacağım:
Havran İlçesi’nin köylerinden biri de Çamlık Köyü’dür. Çamlık Köyü’nde 1889 yılında bir çocuk doğmuştu. Bu çocuğun adını Seyit koymuşlardı. Seyit’in babası Mehmet adında yoksul, topraksız bir köylüydü.
Yıl 1909’du ve Seyit 20 yaşındaydı ve o yaştaki her Türk delikanlısı gibi askere alınmıştı. 1912 de Balkan Savaşı’na katıldı. 1913’te Balkan Savaşı sona ermişti, ama Seyit terhis edilmemişti. 1914’de Birinci Dünya Savaşı patlak vermişti. Birinci Dünya Savaşı’nda Seyit Çanakkale’de topçu eriydi. Seyit iri yarıydı. Çok güçlüydü. İyi de güreşirdi. Bu yüzden arkadaşları ona Koca Seyit derlerdi.
Koca Seyit, Birinci Dünya Savaşı’nda, Çanakkale Boğazı’nın Rumeli Yakası’nda, Kilitbahir denilen yerde 28’lik Mecidiye Bataryasının topçu eriydi. Bu bataryada subay ve er olarak kırk kişi görevliydi. “Top Başına” komuta verildi. 1915 yılının 17 Mart günü, Çanakkale Komutanlığı’ndan şöyle bir emir gelmişti: …“Yarın denizden bir düşman saldırısı beklenmektedir. Bütün birlikler tetikte bulunsun.”
Ertesi gün, 1915 yılının 18 Mart sabahı…
Güneş ancak bir adam boyu yükselmişti. Gözetleme yerindeki er, bataryaya telefon edip, düşman gemilerinin gelmekte olduğunu haber verdi. Gerçekten de Çanakkale Boğazı’nda birkaç savaş gemisi göründü. Bunlar, Fransız zırhlılarıydı. Çanakkale Boğazı’nın hem Anadolu, hem de Rumeli yakasındaki topçularımız, Fransız zırhlılarını ateşe tuttu. Fransız zırhlıları çekip gitti. Öğleden sonra İngiliz Savaş gemileri sökün etti. En öndeki “Ocean” adlı İngiliz zırhlısı da Koca Seyit’in Kitibahir’de görevli olduğu bataryanın karşısında durmuştu. Batarya erlerine …”Top başına!” Komutu verilmişti. İngiliz zırhlıları, toplarının namlularını Çanakkale’nin iki yakasına çevirmişti. Durmadan ateş ediyorlardı. Sanki gökten ateş yağıyordu. Önce dış bataryaları dövmeye başlayan düşman gemilerinin ateşi genişleye genişleye Koca Seyit’in bataryasına denk geldi. Koca Seyit o korkunç ateş yağmurunu sonradan şöyle anlatmıştı: (…)Düşman zırhlılarının ilk mermileri önümüze düştü. Sonrakiler, arkamızda denize düştü; denizden minare boyu sular fışkırdı. Siperlerimize çarpan mermiler kum torbalarımızı parçalayıp dağıtarak ortalığı toza, dumana boğuyordu.” İngiliz savaş gemilerinden atılan mermilerle toprak; pamuk atılmış gibi kaynıyordu. Düşman gemilerinin ateşi çok yoğunlaşmıştı.
Teğmen Fahri, …”Yaşa Koca Seyit!” diye bağırıyordu.
İki arkadaş tonlarca ağırlıktaki topu çevirip namlusunu en öndeki düşman gemisine yönelttiler. Seyit bu işi de başardıktan sonra en öndeki düşman gemisine nişan aldı ve …”Ya Allah, Bismillah” deyip topu ateşledi. Topun ateşlenmesiyle karşıdaki düşman gemisinden yoğun, koyu, kara bir duman yükseldi. Gemidekilerin bağırış çağırışları duyuluyordu. Merminin isabet ettiği gemi döndü ve Anadolu yakasına doğru yol aldı. Çevresine küçük gemiler toplandı. Gemi iyice yanlamıştı. Koca Seyit’in tek başına sırtında taşıyıp topuna yerleştirdiği mermiyle vurduğu savaş gemisi, İngiliz Deniz Kuvvetlerinin Ocean adlı deniz zırhlısıydı. İki bacalı, iki direkli koca bir savaş gemisiydi.
Koca Seyit’in Mecidiye bataryasının, düşman ateşinden tümüyle yok olduğu sanılıyordu. Komutana böyle bildirilmişti. Durum böyleyken, yok olduğu sanılan bataryadan bir topun ateş ettiği, hem de düşman gemisinin batırılması herkesi şaşırtmıştı. Yağan top mermileri altında telefon hatları da kopmuş olduğundan durumu telefonla sorup öğrenemiyorlardı. Olup biteni öğrenmek için batarya komutanı Hilmi Bey’le bir Alman Subayı Koca Seyit’in topunun yanına geldiler.
Hilmi Bey: …”Koca Seyit, topu sen mi ateşledin?” diye sordu…
Koca Seyit, utangaç bir çocuk gibi başını öne eğdi. Niğdeli Ali, Seyit’in mermiyi nasıl sırtlayıp taşıdığını, altı basamak merdivenden mermiyi nasıl çıkarttığını anlattı.
Hilmi Bey: …”Sağ ol, var ol Seyit, şehit arkadaşlarımızın acılarını çıkardın.” dedi. Batarya Komutanı Hilmi Bey de, Alman Subayı da, ancak vinçle kaldırılabilen 276 kiloluk mermiyi Seyit’in sırtında nasıl taşıdığına şaşmıştı: …”Bir mermi daha kaldır da göreyim Koca Seyit!” dedi.
Seyit, (…)”Baş üstüne Komutanım!” dedi ve Niğdeli Ali’nin yardımıyla bir mermi daha sırtlayıp topun yanına dek taşıdı. Hilmi Bey Koca Seyit’in gözlerinden öptü. Akşam olmuştu. Çanakkale’deki birliğin komutanı Cevat Paşa (Çobanlı), Seyit’in bataryasına geldi ve Seyit’i kutlayıp alnından öptü. Cevat Paşa kendi eli ile, Koca Seyit’in koluna ‘Onbaşı’ işaretini taktı. Seyit, onbaşılığa yükselmişti.
Cevat Paşa: …”Oğlum, ne istersin, ne dilersin?” diye sordu. Seyit Onbaşı: (…)”Sağ olun Paşa’m, onbaşı yaptınız ya, daha başka ne isteyeyim. Sağlınızı dilerim.”
Cevat Paşa üsteledi: …”Olmaz, çok büyük başarı kazandın. Ne istersen hakkın. Dile ne dilersen…”
Cevat Paşa üsteleyince Koca Seyit, verilen tayınla karnının doymadığını düşündü (Ekmek yerine günde bir peksimet veriliyordu) ve (…)”Olabilirse çift tayın versinler Paşam” dedi.
Cevat Paşa: …”Elbet!” dedi ve “Bundan sonra sana çift tayın verilecek.”
O günden sonra Koca Seyit’e iki kişilik ekmek, iki kişilik yemek verilmeye başlandı. Arkadaşları bir kişilik tayınla yetinirken, kendisinin iki kişilik yemek yemesi, Koca Seyit’in çok ağrına gittiğinden, birkaç gün sonra iki kişilik tayın almaktan vaz geçerek yine arkadaşları gibi tek kişilik tayın almaya başlamıştı.
Cevat Paşa, Koca Seyit’in 276 kiloluk top mermisini sırtında taşırken resminin çekilmesini istedi. Fotoğrafçı geldi. Seyit’in mermiyi, o günkü gibi sırtında taşıması gerekiyordu. Ama Seyit nice zorlandıysa da boşuna, bir türlü o koca mermiyi sırtında taşıyamadı. Demek mermiyi taşıdığı gün, şehit olan, yaralanan arkadaşlarının acısıyla nasıl çoşkunlaşmışsa, üzerine insanüstü bir güç gelmişti. Bunun üzerine o büyük başarının bir belge olarak saptanması için, tıpkı o mermi büyüklüğünde, o mermi biçiminde odundan bir mermi yaptırıldı. Koca Seyit, bu tahtadan mermiyi sırtına aldı. Arkadaşı Niğdeli Ali’yle birlikte fotoğraf makinesinin karşısına geçip durdular. İşte böylece o tarihi resim çekildi.
18 Mart 1915 tarihinde İngiliz-Fransız ortak filosunun Boğaz’ı denizden geçme girişimi Kilitbahir önünde başarısızlıkla sonuçlandı. Fransızların Bouvet ile İngilizlerin İrresistible ve Ocean adlı savaş gemileri batırılıp birkaç tanesi de hasara uğratıldı. Osmanlı güçlerinin yerleri ve komuta yapısı birkaç gün sonra değişti.
Anafartalar kahramanı, Türk Kurtuluş Savaşı’nın önderi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve İlk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, raporunda, …”Bu tamamen bahri bir harekettir. Sahil müdafaası Cevat Paşa (Çobanlı) hazretlerinin tahtı emrinde bulunuyordu. Benim bu hareketle alakam, dolayısiyledir… Düşmanın mağlubiyeti ile neticelenen… bu muharebe-i bahriyede kara mıntıkasının (Gelibolu yarımadasının güney sahili) muhafazası benim uhdemde idi,” diye belirtmişti.
Çanakkale’de 19’ncu Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal Bey (ATATÜRK) idi. 19’uncu Tümen Maydos’taydı. Yarbay Mustafa Kemal, Koca Seyit’in yiğitliğini duymuş, onu görmek istiyordu. Seyit’i çağırması için posta erini gönderdi.
Seyit Onbaşı, Maydos’ta erlerine yüksek sesle şu komutu verdi: (…)”Sığınağa gidin. Çabuk sığınaklara!”
Koca Seyit, sığınağa girmek için ancak bir-iki adım atabilmişti. Sanki yer yerinden oynamıştı. Seyit ne olup bittiğini bile anlamamıştı. Ondan sonrasını hatırlamıyor. Bütün bu olanları Koca Seyit arkadaşlarına sonradan şöyle anlatmıştı: (…)”Bugün olmuş gibi her şey gözümün önünde… Birden çok keskin bir ıslık sesi… Sonra kulakları sağır eden bir gürültü duydum. Bundan sonrasını hiç bilmiyorum. Düşman savaş gemisinden atılan 38’lik bir mermi bizim bataryaların cephaneliğini bulmuş… Cephanelikteki mermilerimiz, barutlar, fünyeler patlayınca bizim batarya da allak bullak olmuş, her şey alt üst olmuş. Ben, bir toprak yığının altına baş aşağı belime kadar gömülmüştüm. Yetişen sıhhiyeciler, beni bacaklarımdan çekerek topraktan çıkarmışlar. Kendimde değilmişim. Bizim bataryadan bir ben, bir de arkadaşım Ali sağ kalmışız.”
Koca Seyit neden sonra gözlerini açabildi. Bataryadaki arkadaşlarından Niğdeli Ali başucunda duruyordu: (…)”Bana ne oldu Ali?” diye sordu.
Niğdeli Ali, …”Bir şeyciğin yok Seyit kardeşim, yaralı değilsin çok şükür…” dedi. Ocean adlı İngiliz zırhlısından atılan mermiyle cephaneliğin patladığını Niğdeli Ali’den öğrendi… Koca Seyit yattığı yerden, (…)”Arkadaşlarımız ne oldu?” diye sordu. Ali başını eğdi, sustu. Seyit yerden kalktı. Tozdan, topraktan silkelendi. Çevresinde arkadaşlarının cesetlerini gördü. Niğdeli Ali, …”On dört şehit verdik,” dedi. Koca Seyit, (…)”Ya gerisi?” diye bağırdı. Niğdeli Ali ağlayarak anlattı: …”Yirmi dört de yaralımız var. Sıhhiyeciler de geldi. Yaralıları az önce buradan sedyeyle taşıdılar. Sıhhiyeciler seni topraktan çıkardılar. Baktılar damarın atıyor, bana –Başında bekle, az sonra kendine gelir- dediler.”
Koca Seyit denize baktı. Düşman gemilerinin topları hâlâ ateş kusuyordu. Kimi Türk topları susturulmuş, kimisi de bozulmuştu. Bundan yararlanan düşman gemileri karaya, daha da yakınlara sokulmuştu. Türk siperlerine mermi yağıyordu.
Savaştan sonra Koca Seyit bu olayı şöyle anlatmıştı: (…)“Çevreme bakındım. Bizim bataryanın toplarından ikisi toprağa gömülmüş, biri de devrik duruyordu. Benim topa baktım, sağlamdı ama mataforası (vinci) kırılmıştı. Bizim yedek mermilerin durduğu deponun kapısı kırılmış, içerideki mermiler görülüyor. Mermileri topun vincine kadar dekoville taşırdık. Baktım, kırılmış vincin altında bir mermi duruyor. Birden, her yanımı ateş bastı. Davranıp doğruldum. (Koca Seyit’in bataryasındaki 28’lik topların mermileri 215 okka (276 kilo) ağırlığındaydı. Mermiler bu denli ağır olduğu için cephanelikten vince kadar dekoville taşınır, oradan da vinçle kaldırılarak yüksekte duran topun kundağına yerleştirilir.)” Yerdeki merminin yanına varan Seyit, arkadaşına: (…)”Koş Ali, bana yardım et!” diye bağırdı. Böyle der demez Seyit davrandı, 276 kiloluk mermiyi kaldırmaya çalışıyordu. Niğdeli Ali koştu mermiyi tuttu.
Koca Seyit, olayı şöyle anlatmıştı: (…)”Mermiyi tutup sırtıma alayım, dedim. Ama üzeri yağlı olduğundan elimden kaydı. Bu kez ellerimi toprağa sürdüm. Ya Allah deyip dayandım. Ali’nin kucakladığı mermiyi eğilip arkama yükledim. Sırtladığım mermiyle yavaş yavaş doğruldum. Şöyle bir dengelenip ayağımı merdivenin ilk basamağına attım. Niğdeli Ali “ha seyit’im ha…” diye bağırarak bana çaba veriyordu.”
İngiliz zırhlısına tam isabet!.. Koca Seyit, topun altı basamak merdivenini çıktı. Mermiyi Ali’nin yardımıyla sırtından indirdi. Ali merminin burnunu bir çaputla sildi. İkisi birlikte mermiyi topun kundağına yerleştirdiler. Niğdeli Ali ile birlikte coşku içinde Mustafa Kemal’in yanına gittiler.
Mustafa Kemal çadırındaydı… Masasında yazı yazıyordu. Posta Eri, …“Koca Seyit’i getirdim komutanım.” dedi.
Mustafa Kemal:
-…”Edremitli Seyit sen misin?” diye sordu. (O zaman Havran, Edremit’e bağlı bir bucaktı.)
Seyit:
(…)“Evet, komutanım, benim,” dedi.
Mustafa Kemal kalktı, Seyit’in yanına geldi.
-…”Gözlerini bana çevir!” dedi. Seyit’i alnından öptü. Daha sonra şöyle konuştular:
-…”Kaç yıllık askersin?”
(…)”Altı yıllık.”
-…”Güreşir misin Seyit?”
(…)”Eh, az biraz güreş tutarım.”
-…”Düşmanla niçin savaşıyoruz Seyit?”
(…)”Yurdumuza saldırdığı için. Saldırmasalardı savaş çıkmazdı Komutanım.”
-…”Beklerim, yine gel Seyit. Hadi bakayım yiğidim, birliğine git. Güle güle.”
1918’de Birinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra Seyit de terhis edilmişti. Köyüne döndü. Havran’ın Çamlık Köyünde geçimini sağlamaya çalıştı. Aradan çok geçmemişti. 15 Mayıs 1919’da Yunan Ordusu İzmir’e çıktı. Bundan on üç gün sonra da 28 Mayıs 1919’da Yunan Ordusu Ayvalık’ı aldı. Bu durumda bütün yurtseverler yurtlarını savunmaya koşuyorlardı. Balkan Savaşı’nda, arkasından Çanakkale’de savaşmış, altı yıllık askerlik olan Seyit Onbaşı bu kez de gönüllü olarak, Kurtuluş Savaşı’mız için askerliğe koştu. Düşmanla Savaştı.
Türk Ordusu, 1922 yılının 26 Ağustos günü, Yunan Ordusu’na karşı büyük taarruza geçmişti. Koca Seyit Onbaşı, taarruz eden birliklerden birindeydi. Büyük taarruzun ikinci günü, 28 Ağustos’ta Koca Seyit iki yerinden yaralandı. Çok kan yitiriyordu. Seyit Onbaşı’yı bir topçu katanasına bindirdiler. İki sıhhiye eri yaralı Seyit Onbaşı’yı katananın sırtında gezginci hastane çadırına götürüyorlardı. Katana, Mustafa Kemal Paşa’nın bulunduğu yerin önünden geçiyordu. Mustafa Kemal Paşa, katana üstündeki yaralı eri tanımıştı.
Yanına gidip:
-…”Sen misin, hey Koca Seyit? Hey gidi Çanakkale yiğidi hey!..” Dedi.
Katanayı güden iki sıhhiyeciye:
-…”Çabuk götürün hastaneye, söyleyin ona iyi baksınlar!..” Dedi.
Atlı bir haberci geliyor. Seyit daha hastaneye varmadan, Mustafa Kemal Paşa, ona özenle bakmaları için, hastaneye telefon etmişti.
Koca Seyit Onbaşı’nın hastaneye yattığının ertesi günü, 1922 yılının 30 Ağustos günüydü. Düşman ordusu yenilmiş, Türk Ordusu büyük bir utku kazanmıştı. Seyit Onbaşı, iyileşip hastaneden çıktı. Ordudan ayrıldı. Yine köyüne döndü. Ama tarlası, toprağı, evi, işi yoktu. Çamlık Köyü’nde herkes yoksuldu. Seyit onun bunun yanında çalışmaya başladı.
1923 yılının 8 Şubat günüydü. O gün, öğleden sonra bir atlı, atını dörtnala sürerek Çamlık Köyü’ne girdi. Öyle hızlı koşturmuştu ki, at köpük köpük köpürmüştü. Bu, bir atlı haberciydi. Havran’dan geliyordu. Çamlık Köyünden Koca Seyit’i arıyordu. Seyit’i bulunca ona, …”Çabuk ol paşa seni istiyor.” dedi. Koca Seyit, atlı adamın kendisiyle şakalaştığını sandı. Çok şaşırmıştı. O yoksulun biriydi. Nerden yol parası bulur da Gazi Paşa’yı görmek için ta Ankara’ya giderdi. Seyit, (…)”Gazi Paşa Ankara’da. Ben Ankara’ya nasıl gideyim?” dedi. Haberci ona şöyle dedi: …”Gazi paşa Havran’a geldi. Bu gece Havran ’da konuk kalacak. Havran’a gelir gelmez, (-…“Bizim koca seyit nerede?”) diye seni sordu. Köyde olduğunu öğrenince de seni görmek istedi. (-…“Çağırın gelsin.”)” dedi.
Koca Seyit, Gazi Paşa’nın kendisini sorduğunu duyunca öyle sevindi ki, sevincinden sanki kuş olup uçtu; köyünden bayır aşağı Havran’a vardığında gece bastırmıştı. Yatsı sıralarıydı. Gazi Paşa’nın kaldığı eve gitti. Gazi Paşa arkadaşlarıyla sofradaydı. Eşi Latife Hanım da yanındaydı. Gazi Paşa ile Seyit o evde son kez konuştular. Koca Seyit, Mustafa Kemal Paşa’yla bir kez daha konuşabilmenin mutluluğu içinde köyüne döndü.
Seyit evlendi, beş çocuğu oldu. Tarlası, hayvanı, tek dikili ağacı yoktu. Çok yoksuldu. Çocuklarının sayısı arttıkça yoksulluğu da artıyordu. Yedi kişilik ailesini geçindirmek için çok zorluk çekiyordu. Sürekli bir işi de yoktu.
Koca Seyit, bir dağ köyü olan Çamlık’taki ormandan meşe odunu kesip, bunları kömür ocağında yakıp, mangal kömürü yapmaya başladı. Ormandan ağaç kesmek, odun kömürü yapmak yasaktı. Onun için Koca Seyit, yaptığı odun kömürlerini gizli yapıyordu. Kömürleri çuvala doldurur, eşeğe yükler, kimse görmesin, kolcular yakalamasın diye geceleri gizlice Havran’a getirir, satardı.
Kömür kaçakçılığı yaparak ailesinin geçimini sağlamaya çalışıyordu.
1939 yılının Aralık ayının başlarında bir gün… Koca Seyit o gün çok yorulmuş, terlemişti. Hava da o gün çok soğuktu. Seyit üşüdü, hastalandı. Zatürre olmuştu. Bu hastalıktan kurtarılamadı. Hastalığı kısa sürdü, elli yaşındayken öldü. Çamlık Köyü’nün mezarlığına gömdüler.
Havranlılar, bu yiğit hemşerilerini unutmadılar… Yalnız Havranlılar değil, Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlılara karşı silahla ilk karşı koyan Körfez Halkı (Ayvalıklılar, Burhaniyeliler, Edremitliler) onu unutmadılar. Ölümünden yirmi sekiz yıl sonra, 1967’de Koca Seyit adına Havran ’da bir ilkokul yapıldı. Koca Seyit İlkokulu’nun açılışında büyük bir tören yapıldı. O törende Koca Seyit’in yurdu için yaptıkları, yiğitlikleri anlatıldı. Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı kahramanı Koca Seyit saygıyla anıldı.
Havran’da hastalanmış. Gelip köyde iki gün yatmış ve vefat etmiş (1 Aralık1939). Kendisinden önce, eşi vefat etmiş. Geride çocukları bakıma muhtaç kalmış. Baldızını istemiş vermemişler. “Teyze, anne yarısıdır. Çocuklarıma da ikinci bir anne, elden iyi bakar.” demiş… Baldız da buna razı olmuş, ama anne-babası “Olmaz” diye diretmişler.
Koca Seyit bakmış ki olmayacak… Çocuklar da perişan… Baldız eş olmaya razı… Kaynana, kayın baba karşı çıkıyor. Durumdan vazife çıkarmış yine…
Çocuklarını teyzesi kaçırmış… ve nikahlayıp, eşi olarak getirmiş eve…
Kayınvalidesi kızmış ve kendisine emanet olarak duran çocuklarını kapının önüne koymuş… Ama bir süre sonra ona hak vermiş ve barışmışlar. Koca Seyit’in haklı olduğu ortaya çıkmış. Teyze, anne yarısı olarak, sahiplenmiş yavruları; besleyip büyütmüş onları…
Ayşe Ana daha da çökmüştü. Bu görüşmemizde çok kısa konuştu. Bu bilgilere ilaveten, bir de şu cümleleri tekrarladı: …”Babamı fazla görmedim. Öldüğünde 27 yaşındaydım. Babam, gece kömüre gider, sabah erkenden de Havran’a zeytin fabrikasına hamallığa seğirtirdi. Ben ise köyde keçi güderdim. Bu yüzden babamı fazla göremedim, dinleyemedim. Ben babamı ilk gördüğümde, 9 yaşındaydım. Ben bebekken harbe gitmiş. Dokuz sene sonra, bir gece yarısı evin kapısını çalınca, annem çok korkmuş… Kapı aralığından bakınca, saçı-sakalı birbirine karışmış, çok değişmiş olan babamı evvela tanıyamamış. Neden sonra onu tanıyıp kapıyı açtığında biz de uyanmıştık… Annem, bana –‘Bak, baban gelmiş; var elini öp, baba, de’ dedi, ama ben hemen içeriye kaçtım. Çünkü babamı hiç hatırlamıyordum. Çocukluk işte, ona bir türlü ‘baba’ diyemiyor ve hep ondan kaçıyordum. Daha sonra da babamı fazla dinleyemedim, tanıyamadım… Çünkü fazla konuşmazdı. Hele Çanakkale’den hiç bahsetmezdi.”
Seç Haber ailesi olarak 18 Mart Çanakkale Deniz Savaşı Zaferi’nin yıldönümünde, Yüce Atatürk ve silah arkadaşlarını, kahraman şehitlerimizi saygı ve gönül borcuyla anıyoruz.
Ayrıca 18 Mart Çanakkale Deniz Savaşı Zaferi ve Şehitleri Anma Günü ile ilgili aşağıdaki makalelerimi de okuyabilirsiniz:
https://www.sechaber.com.tr/turku-dunyaya-tanitan-destan-18-mart-1915/
https://www.sechaber.com.tr/canakkale-sehitleri-ve-canakkalede-olen-dusman-muharipleri/
https://www.sechaber.com.tr/mustafa-kemal-canakkaleyi-anlatiyor-1-bolum/
https://www.sechaber.com.tr/mustafa-kemal-canakkaleyi-anlatiyor-2-bolum/
https://www.sechaber.com.tr/mustafa-kemal-canakkaleyi-anlatiyor-3-bolum/
https://www.sechaber.com.tr/mustafa-kemalin-canakkale-hatirasi-iki-tufegi/
https://www.sechaber.com.tr/unutma-canakkale-gecilmez/
https://www.sechaber.com.tr/edebiyat-canakkalede-sinifta-mi-kaldi/
https://www.sechaber.com.tr/18-mart-canakkale-zaferi-ve-ataturk/