İhap HULUSİ ’nin tasarladığı “ALFABE” kapağındaki devrim imgesidir Küçük Ülkü. Gıpta ile bakmışızdır ona, tıpkı biri erkek diğer yedi kız çocuğu gibi.
Küçük Ülkü, Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün en küçük manevi kızıdır ve aramızdan 1 Ağustos 2012 tarihinde ayrılmıştır. 3 Ağustos 2012 Cuma günü Teşvikiye Camiinde ikindi vakti kılınan cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığında toprağa verilmiştir.
27 Kasım 1932 doğumlu Ülkü ADATEPE, ATATÜRK ‘ün annesi ZÜBEYDE Hanım’ın evlatlık kızı Vasfiye Hanım ile Fransızca öğretmeni ve gar şefi Mehmet Tahsin ÇUKURLUOĞLU ‘nun kızıdır.
Zübeyde Hanım’ın küçük yaştan itibaren yetiştirdiği Selanikli Vasfiye Hanım, Zübeyde Hanım’ın vefatından sonra bir süre ATATÜRK ‘ün kız kardeşi Makbule Hanımla kalmış, ATATÜRK kendisini Gazi Orman Çiftliği’nde istasyon şefliği yapan Mehmet Tahsin (ÇUKURLUOĞLU) ile evlendirmişti. Vasfiye Hanım ile Mehmet Bey’in çocukları olacağını öğrendiğinde ona ister kız, ister erkek olsun “ÜLKÜ” isminin verilmesini isteyen ATATÜRK, Ülkü’yü 9 aylıkken Çankaya Köşkü’ne aldırmıştır. Daha iki aylık bebekken Çankaya’ya getirttiği Ülkü’yü gören ATATÜRK bu küçük çocuğa büyük bir muhabbetle bağlanmıştı.
Ülkü 6 yaşındayken ATATÜRK ebedi istirahatlerine çekilmişti. Üsküdar Amerikan Koleji’nde başladığı öğrenimini maddi sıkıntılar nedeniyle tamamlayamayan Ülkü, genç yaşta evlendi.
ATATÜRK ‘ün ölümüne kadar yanından ayırmadığı Küçük Ülkü, 21 Ekim 1949 tarihinde Beyoğlu Evlenme Dairesinde saat 17.00’de Üsteğmen Fethi DOĞANÇAY ile nikâhlanmıştı. Nikâh töreninde şehrimizin tanınmış aileleri ile ATATÜRK ‘ün bir kısım eski arkadaşları da hazır bulunmuşlardır.
Ülkü, nikâhta siyah bir tayyör, başına kırmızı kadife bir şapka giymiştir. Ülkü’nün şahitliğini General Ali Fuat CEBESOY, eşinin şahitliğini de Orgeneral Asım TINAZTEPE yapmışlardır. Kendilerine davetiye yollananlardan Mareşal Fevzi ÇAKMAK, Celal BAYAR ve Lütfi KIRDAR ’dan tebrik telgrafları ile bir çok çiçek gelmiştir.
Nikâhtan sonra kendisiyle konuşan gazetecilere Ülkü DOĞANÇAY:
—“Ah keşke ATAM sağ olsaydı da bugünümü görseydi,” demiş ve ıslak gözlerini silmiştir.
Kılıç Ali’nin şu sözlerini burada anmadan geçmek istemiyorum:
—“ATATÜRK ‘ün ölümünden sonra, ATATÜRK ‘ün candan sevdiği bu çocuğa da az mı eziyetler çektirmek istediler! Adeta çocuktan bir hınç çıkarıyorlarmış gibi sağlıklarında kendi elleriyle döşediği ve Ülkü’ye tahsis ettiği evin eşyalarını birtakım bahanelerle geriye almak, vaktiyle adeta lalalık ettikleri yavrucağı eşyasız, kuru tahta üzerinde bırakmak için az mı gayret harcamışlardı? Arkadaşım zavallı Hasan Rıza (SOYAK) neler çekmiş, ne kadar uğramıştı?”
Dilerseniz Sayın Fuat DUYAR ‘ın 10 Kasım 1947 tarihinde “ATATÜRK’ÜN EN ÇOK SEVDİĞİ ÇOCUK” manşetiyle yayınlanan haberini hep birlikte okuyalım:
Ülkü şimdi kocaman bir kız olmuştur. “Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nde okuyor” dediler. Evinin adresini öğrendik Erenköy’ünde imiş. Foto Selâhaddin ile birlikte bugünlerde bir sabah kapılarını çaldık;
Annesi ne istediğimiz sordu, söyledik. —“BUYURUN, FAKAT BİLMEM BABASI NE DİYECEK; PEK BÖYLE ŞEYLERE RAZI OLMUYOR, YANLIŞLIK OLUR DİYE,” diyerek, bize mütevazı bir evin bir odasında yer gösteriler. Masanın üzerinde ATATÜRK ‘ün Ülkü ile birlikte çıkarılmış müteaddit resimleri vardı.
Bu tarihi resimlere göz gezdirirken Validesi gelerek; “BİRAZ MÜSAADE EDECEKSİNİZ, ÜLKÜ RAHARSIZDI, GİYİNMEMİŞTİ. ŞİMDİ GİYİNİP GELECEK,” dedi.
Biraz sonra odada, on beş yaşına girmiş Ülkü ile karşı karşıya idik. Büyümüş, boylanmış, yüzü değişmişti. Elimizi sıktı. Mindere oturdu. Ziyaret maksadımızı söyledik. Hangi mektepte okumakta olduğunu sordum:
—“Üsküdar Amerikan Kız Mektebindeyim. Altıncı sınıfa devam ediyorum, İngilizceye çalışıyorum,” dedi.
ATATÜRK ‘ü hatırlıyor musun? O’ sizi ne kadar severdi… Dedim:
–“ Ondan ayrıldığım zaman henüz beş yaşında idim. Küçük olmak lığıma rağmen oldukça hatırlıyorum. Herkes bana ATATÜRK kızı dedikçe arkadaşlarım arasında gurur duyuyordum. Benim hatırlamadığım şeyleri etraftan dinledikçe kalbim sevinçle doluyor. Ne olurdu kendimi bileceğim bir yaşa kadar yaşamış olsaydı?
Yalnız bir şey, o küçük hatırama çok derin bir şekilde girmiş…
Bulunduğum mektebin öğrencileri “MEKTEB” isminde bir gazete çıkarıyorlar. Benden ATATÜRK hakkında bir hatıra yazmak lığımı istediler. Uzun uzun düşündüm. Şu hatırayı anlattım:
—“Tatlı sıcak bir ilkbahar günü dört yaşının verdiği hafiflik ve sevinçle yatağımdan fırladım. Pencereden görünen uçsuz bucaksız deniz bir çarşaf kadar durgun ve sakindi. Hiç düşünmeden ATATÜRK ‘ün odasına koşmuş, henüz yatağından kalkmakta olan ATATÜRK ‘ü saygı ile kucaklamış, sevgi ile öpmüştüm. O’ nu yıllarca kaybetmiş, asırlarca görmemiş gibiydim. Gözlerime dalan mavi gözleri bana sevgi ile bakıyordu. Bu sabah sevinçli idim. Çünkü ATATÜRK bana yüzme öğreteceğine dair söz vermişti. Onun için bu kadar sevinçli idim.
ATATÜRK;
-…”YÜZME ÖĞRENMEYİ BU KADAR ÇOK MU İSTİYORSUN, DENİZİ ÇOK MU SEVİYORSUN?” diye sordu. Denizi ne kadar çok sevdiğimi ifade için “SENİN KADAR” dedim.
-…”BENİ NE KADAR SEVİYORSUN, ANLAT.” Dedi.
Hiç düşünmeden küçük ellerimi havaya kaldırdım, yerle sema arasındaki mesafeyi işaretle, “İŞTE BU KADAR” dedim.
O gün öğleden sonra bütün gün denizde geçirdik. Çırpınıyor, çabalıyor, yüzmeğe çalışıyordum. ATATÜRK ve ben memnunduk. O gün yüzmeyi öğrenmiştim. Yaşım itibarı ile ancak bu hatıra gözlerimin önünde canlanıyor.
Nihayet bir gün annemle birlikte bizi eve yolladılar. Bu çok gücüme gitti. Meğer o zaman meşum hastalık onu pençesi altına almış. Epey bir müddet sonra bir gün ATATÜRK ‘ün beni istediği haberi geldi. Gittik. Sarıldı, öptü.
Burada validesi Bayan Safiye ilave etti;
—“Üçüncü suyu aldıkları gündü.”
Ülkü anlatmaya devam ediyordu:
—“Ben orada kalmak istedim. ATA; “SİZ GİDİNİZ, BEN ORAYA GELİRİM,” dedi. Ölümünü benden sakladılar. Zaten ölümün manasını anlayacak yaşta değildim. Artık bir daha O’ nu görmedim. Hatırası her sene okulda yâd edildikçe memleket severliği anlatıldıkça, kahramanlıkları birer birer sayıldıkça ağlıyorum.
Ağlıyorum…
Bilmem başka ne söyleyeyim. Keşke daha büyük yaşta olsaydım da kendisi hakkında daha çok, daha geniş hatıralara malik bulunsaydım. Bana, O’ nun için ne düşündüğümü soruyorsunuz…
Ben de herkes gibi düşünüyorum; bütün Türkler, belki de bütün dünyanın düşündüğü gibi cevabını vereceğim. Ülkü’ye, ATATÜRK ‘ün kendisini nasıl tanımış olduğunu sordum. Şunları söyledi:
—“Validem ATATÜRK ‘ü, rahmetli validesini ve hemşiresini tanır. Yanlarında uzun müddet kalmıştır. Ben çok küçükken bir gün İstanbul’a gitmek üzere olan ATATÜRK ‘ü uğurlamaya gitmişler, beni de götürmüşler. Beni kucağına almış, sevmiş. Trenin hareketi esnasında zorla kucağından almışlar. Ona bakarak ağlamışım. Sonra bizi köşke çağırtmış. Baba şefkati ile beni sevmiş. Nereye giderse beni götürürdü. Son zamanlarda memleketimize gelmiş olan sayın misafirimiz Ürdün Kralı Abdullah Hazretlerinin ziyaretlerinde benim de ATA ‘nın yanında bulunduğumu hatırlıyorum.
Muhterem Kral Hazretleri bu defa da memleketimize geldikleri zaman büyük bir ilgi ve nezaket göstererek beni çağırttılar; “SEN ATATÜRK’ÜN BİR HATIRASISIN; NASILSIN, OKUYORMUSUN?” diye hatırımı sormak lütfunda bulundular.”
Kendisine yardım edilip edilmediğini sordum:
—“ATA ‘dan bir ev kalmıştı. Ayda tahsilim için 200 lira gönderiyorlar.” Dedi.
ATATÜRK ‘e karşı sevgi ve saygı borcunu ödemek için ne yapmayı düşünüyorsun? Diye sordum.
Boynunu büktü:
—“Ne yapabilirim? O’nun hakkındaki yazıları, eserleri, malumatı topluyorum. İleride tahsilimi ikmal ettiğim zaman bir kitap yazacağım.
EKSİKLİKLER BENİM FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR. BİR BAŞKA YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALINIZ.