Küpe dağının eteklerinde nazlı bir gelin gibi süzülen sakin huzur dolu bir köşe Seydişehir’deyiz bu hafta.. Doğal güzellikleri ile Torosların kuzey eteklerinde, Çarşamba Çayı boyunca uzanan verimli bir vadi olan Suğla Ovası’nda bulunan ilçe yine Konya’nın ünlü ilçelerinden bir tanesi…
Efsane şehir;
Tarih severler, hemen notlarınızı almaya başlayabilirsiniz. Çünkü zamanın en ünlü şehirlerinin yerleşim alanı olarak kullanılan Seydişehir ve çevresinde tarihi M.Ö. 5500 yıllarına kadar uzanmakta..
Prehistorik Çağ’da (Tarih Öncesi), Psidia (Göller Yöresi) sınırları içindeki İlçe, çok eski bir yerleşim yeriymiş ki Beyşehir Gölü (Karalis Lacos) ile Suğla Gölü (Trogitis Lacos) arasındaki sulak vadide bu yerleşmenin izlerine rastlamak mümkündür. Bu vadide bulunan höyüklerde yapılan araştırmalar neticesinde Seydişehir’in 10 km güneydoğusundaki Suberde (Gölyüzü Köyü) höyüğünde yapılan kazılarda M.Ö. 5500-5000 yıllarına ait Neolitik (Cilalıtaş) Çağ yerleşmesinin varlığı ortaya çıkarılmış. Bu kazılarda elde edilen pek çok buluntu halen Konya Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmekte.
Seydişehir ve Beyşehir’in Hitit devrine ait kaya kabartmaları ile höyük buluntuları, Hititlerin Beyşehir -Seydişehir arasında uygun yerleşme birimleri kurduklarını ortaya koymaktadır. Seydişehir-Konya karayolu üzerinde bulunan Karabulak, Bostandere, Dikilitaş ve Akçalar köylerindeki höyükler, Hitit ve Frig yerleşmelerinin bulunduğu alanlar olarak dikkati çeker.
Eski Yunan, Roma ve Bizans medeniyetlerinin hüküm sürdüğü Klasik Çağ’da, Seydişehir ilçesi sınırlarında Amblada, Vasada, Arvana, Elita, Dalisandus gibi klasik döneme ait şehirlerin varlığı tespit edilmiş..
Vasada Antik Şehri, Seydişehir’in kuzeydoğusunda bulunan Kestel Dağı’nın eteğindeki vadide, bugünkü Bostandere köyünün Aktepe mevkiinde yer alır. Bu ünlü Roma şehri, Kavak ve Kızılca köyleri arasındaki Amblada şehrine, ayrıca Beyşehir Fasıllar köyündeki Mistya’ya (Asartepe) ana yol ile bağlanmıştır. 1969 yılında Bostandere Köyüne su getirmek üzere Aktepe’de su yolu açılırken bir tiyatro kalıntısının varlığı anlaşılmış, yapılan kazılarda Roma devrine ait bir amfitiyatro kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Vasada şehrinin harabelerine ait kitabe ve mimari parçalara Bostandere köyündeki evlerin duvarlarında halen rastlanmakta. 1952 yılında Bostandere köyünden Konya Arkeoloji Müzesi’ne bir Zeus kabartması, 1957 yılında da bir yüzünde bir kadın öteki yüzünde bereket boynuzu kabartması bulunan kalker bir Sunak getirilmiştir. Yine Bostandere buluntuları arasında Vasada’da basılmış bir Augustus parası mevcuttur.
Konya Arkeoloji Müzesi’nde Seydişehir’in Dikilitaş köyünden getirilmiş bir Roma kandili, Akçalar köyünden bir heykelcik, Çalmanda hüyüğünde bulunmuş bir toprak vazo, Seydişehir’in hemen yanıbaşında bulunan Elita (Vervelit) harabelerinde bulunmuş Roma devri bir Mezar Steli bulunmaktadır. Ayrıntıların hepsini görmek için müze ziyaretinde bulunabilirsiniz.
Ayrıca görülmesi gereken bir diğer yer ise Seydişehir’e 13 km uzaklıktaki Yeniceköy’ün kuzeyinde Hisartepe olarak bilinen yerde bulunan amfitiyatronun olduğu Roma harabesidir. Bu harabelerde bulunan Roma devri aslan heykelleri, Seydişehir’e getirilmiş ve halen Belediye bahçesinde sergilenmektedir.
Anadolu Selçuklu Beylikleri devrinde Esrefoğulları Beyliği elinde kalan Seydişehir bu isimle ilk defa bu beylik zamanında kurulmuştur.
Rivayete göre, Horasan emiri olan ve annesi tarafından soyu Veysel Karani ve Peygamber’e uzanan bir velî ve seyyid olan Seyyid Harun Veli Hazretleri, 1301 yılında ilahi bir emirle, kardeşi Seyyid Bedreddin ve ahalisi ile birlikte yola çıkar.
Bugün Hatunsaray denilen yerde kardeşi hastalanarak vefat eder ve buraya defnederek bir türbe yaptırır. Yoluna devam eden Seyyid Harun Veli, şimdiki Seydişehir’in olduğu yere gelince yolu boyunca kendisine rehberlik eden bulut Küpe Dağı’nın ardında kaybolur ve kendisine işaret edilen yerin orası olduğunu anlar. İlk iş olarak oraya bir cami yaptırır. O zamanki adı “Trogitis” olan Seydişehir’in imarında Eşrefoğlu Mehmed Bey kendisine malzeme yardımında bulunur. Bu yardımlaşma neticesinde aralarında büyük bir dostluk oluşur. O zamanki adı “Süleymanşehir” olan Beyşehir’e ilk defa “Beyşehir” diyen Seyyid Harun Veli’dir. Eşrefoğlu Mehmed Bey de Seyyid Harun’un kurduğu yeni şehre “Seyyid Şehri” Osmanlılar zamanında Medine-i Sani (ilahi emirle kurulan ikinci şehir) (sonradan Seydişehir) adını verir..
Güzeller güzeli Seydişehir… Kuğulu parkı ve dört bir yanını sarmalayan zirveleri beyaz heybetli dağlar ve ovasında yeşilliği ile alçak gönüllü, misafirperver sıcacık insanı, birbirinden lezzetli kendine has börekleri ile gelen tüm misafirlerini kendine hayran bıraktıran ilçe..
Şifalı kaplıcaları, Tınaztepe Mağarası, Seyit Harun Camii ve Türbesi , Muhammed Kuddusi Türbesi , Hacı Abdullah Efendi Türbesi, Seydişehir Kalesi, Halife Sultan Türbesi, Rüstem Bey ve Sultan Hatun Türbesi , Roma Şehri, Arastepe Roma Şehri, Eziktepe, Hitit Şehri, Kilise duvarları, (Ketenli Kasabası) , Akçalar Höyüğü, Karabulak Höyüğü, Ilıca Termal Tesisleri, Vasata Antik Tiyatro, Tınaztepe-Güvercinlik-Fevzine Mağaraları, Yeraltı Gölleri, Vervelit Şehri Kalıntıları, Arnava Şehri Kalıntıları ve Tarihi çeşmeleri ile göz dolduran, gezilesi görülesi harika bir yer Seydişehir..
Meşhur Tınaztepe mağarasını ziyaret etmeden çıkış olmaz ilçeden. Gelmiş iken yolun geçmiş iken bu şehirden, o görkemli dağın eteğinde saklı cennet olan köşeye bir uğramak gerekir elbet. Biz de öyle yapıyor, soluğu Tınaztepe Mağarasında alıyoruz.
Not; Tavsiye ederim ki buralarda bir orman bitkisinden yapılan tadı yumuşacık bir yeşil çay ikram ederler. Ve meşhur mağara peyniri de tadına bakılası bir lezzet .. Çayı içmeden peyniri yemeden dönmeyin derim..
Mağara girişinde soluklanmak için karşılayan kahve ve çayın kokusunu dört bir yana sardığı çay bahçesi, yöresel lezzetleri sunan restaurant ve park, hem dilendiriyor hem eşsiz manzaraya resmen doyuruyor.
Mağara girişinde bir bilgilendirme yazısı bulunuyor ve yazı aynen şöyle;
‘’Seydişehir İlçesi, Gidengelmez dağlarının eteğinde yer alan mağara, 22 km uzunluğunda olup 1580 metrelik bölümü ziyaretçilerin gezebilmesi için düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu özelliğiyle Türkiye’nin birinci, dünyanın üçüncü büyük mağarasıdır. İç kısımlarında taban-tavan arası yükseklik farkı 65 metreye kadar çıkan mağaranın 230 milyon yıllık bir süreçte oluştuğu tahmin edilmektedir.
1968 yılında Fransız bilim adamı Michel Bakalowichz tarafından bulunan mağaranın astım hastaları için doğal bir tedavi ortamına sahip olduğu belirlenmiştir.
1970 yılında Alman araştırmacı Reinhold Messner ve arkadaşları mağaranın Fasıl boğazı ve irtibatlarını keşfederek, yer altı göllerinin 22 km uzunluğunda olduğunu tesbit etmişlerdir.
Mağaranın tavan ve yanlarındaki çatlaklardan sızan kar ve yağmur sularının oluşturduğu travertenler, sarkıt-dikitler ve suların zeminde oluşturduğu gölcüklerle sonunda 35 metre derinliğinde bir gölet bulunmaktadır.”
Yazının ilk satırından anladığım üzere bu dağa gidengelmez dağı deniyor.. Bir hikayesi olmalı ‘’ düşüncesi ile yaptığım araştırma sonucu neden gidengelmez dediklerini anlamış oldum.Hikayeye göre; Zamanında dört dağcı dağa çıkarlar ama hiçbiri geri gelmez dağcılardan evli olan çiftin çocukları için dağın girişi olarak adlandırılan bölgeye kandırmaca bir mezar yapılır. Çocuklar anne ve babasını ziyarete o mezara giderler, büyüdüklerinde ise gerçek söylenir ve kardeşlerden biri şu şiiri yazar:
Giden gelmez aldın babamı, anamı,
Bir insana değer mi, reva mı
Ahhh giden gelmez dağları,
Geyiklerin, tavşanların,
Bir gelin gibi başın,
Emmi! Bu dağ can almadan, can vermez.
Geyik vermez, av vermez,
bir cana;
Bir yıl iki yıl av der.
Geyiklerine kıyamaz, alamazsın
Bedel ister senden.
Ah dağlar, anam dağlar,
Bilmem!
Nerelere kadar uzanır senin başın,
Başı dik, dumanlı,
Giden gelmez dağları,
Göğü öper karlı başın,
Yazın kardelenlerin,
Öbek öbek gül olur eteklerin.
Kışın çetin geçer,
Korku salarsın yüreklere,
Hese emmi sana bakar,
Sen hese emmiye,
Hese emmi çok mu gezdin,
Giden gelmez dağlarını,
Ahhhh !!!! evlat ahhh!!!
Hocam ben yaman adamım emme,
bu giden gelmez, benden çetin,
Ömrüm yedin giden gelmez,
Seni gezen sende yaşayan güler emme
Acımazsın!
Sen giden gelmez dağları.
Babamı yedin, emmimi, dayımı,
Doymadın!
giden gelmez dağları
Dünyanın her yerinde adın geçer,
Meşhurdur kardelenlerin,
Ödün vermezsin bilirim
Cana can dersin,
Olmaz artık yeter, giden gelmez dağları…
Hikaye dilimizin ucunda, patika yolu manzara eşliğinde aşıp Mağara girişine geliyoruz. İki girişten oluşan mağara, an itibariyle soluğumuzu kesecek güzellikte görünürken ayaklarımız bizi ilk girişten içeri , tahta iskelenin başına getirdi…
Sanıyorum mağarayı çevreleyen bu tahta iskele üzerinde dolaşıp gezeceğiz mağarayı.. Işıklar ile aydınlatılmış mağara eşsiz görüntüler sunarken bize, hayran kalmamak elde değil görünenlere. Aşağı doğru inilen bir yol ve bu yol üzerinde sağlı sollu Travertenler, sakıt ve dikitler, sular, çatlayıp doğal tüneller oluşturan kayalar .. Ve en dibe varıldığında saklı olan ve görmeyi hiç tahmin etmediğimiz muhteşem bir güzellik.. Mavi mi desem yoksa turkuvaz mı bilemedim ama, güzelliği duruşu her renge her şeye değer şahane bir göl.. Ne bakmaya doyabilirsin ne de bu hayranlıktan kendini almaya.. Saatlerce durup öylesine izler insan.. Bir de içini hafiften üşüten serinlik olmasa..
Arşivimize bu güzel diyarı eklemenin mutluluğu üstümüzde Seydişehir’e veda ediyor, sizleri de bu güzel ilçemize ve görülmeye değer Tınaztepe mağarasına davet ediyoruz..
İyi seyirler…
GÜLDENCE