Bugün, “19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA GENÇLİK VE SPOR BAYRAMIDIR.” ULU ÖNDERİMİZ GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, BU KUTLU GÜNÜ 20 HAZİRAN 1938’DE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NDE ONAYLANAN 3466 SAYILI KANUNLA “GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI” OLARAK TÜRK MİLLETİNE ARMAĞAN ETTİ.
BU MUTLU GÜNDE UNUTMADIĞIMIZ VE UNUTTURMAYACAĞIMIZ 96 YIL EVVEL “KURTULUŞ ATEŞİNİ YAKMAYA GİDİYORUM” DİYEREK, İSTANBUL’A VE TÜM SEVDİKLERİNE VEDA EDEN 38 YAŞINDA GENÇ MUSTAFA KEMAL’İN SAMSUN’A DOĞRU YOLA ÇIKIŞ HATIRALARINA HEP BİRLİKTE ŞAHİTLİK EDELİM.
RAUF ORBAY’A ARMAĞAN ETTİĞİ FOTOĞRAFIDIR.”
Bir müddet evvel YILDIRIM ORDULARI KUMANDANLIĞI ’ndan istifa ederek İSTANBUL ‘a gelmiş ve memleketin kurtuluş yollarını araştırmaya başlamıştı. “KÖHNE İMPARATORLUK“ idaresinden artık ümidi yoktu. TÜRK topraklarının ancak TÜRK çocuğu tarafından kurtarılabileceğine inanıyor ve muhakkak silaha sarılmanın icap ettiğini düşünüyordu.
30 NİSAN 1919 GÜNÜ KENDİSİNİ BABIALİYE ÇAĞIRDILAR VE 9.ORDU MÜFETTİŞLİĞİ’NE TAYİN EDİLDİĞİNİ BİLDİRDİLER.
Vazifesi, şarka gitmek ve orduları teftiş etmekti. Bu arada bazı kaynaşma hareketlerini de bastıracaktı.
Aradan iki hafta geçti ve 15 MAYIS 1919 Perşembe günü sabahı düşman kuvvetleri “İZMİR’İ İŞGAL ETMİŞLERDİ.”
O sıralarda ‘38’ yaşlarında olan genç paşa işgal ve düşmanın karaya ayak basar basmaz, “ZITO VENIZELOS” diye bağırmayan, İZMİR ASKERLİK DAİRESİ REİSİ ALBAY SÜLEYMAN FETHİ BEY’İN ŞEHİT EDİLDİĞİNİ DUYDU.
İşte bu, bardağı taşıran son bir damla su oldu ve çoktan beri “MUHAKKAK SİLAHA SARILMAK LAZIM” diye düşünen MUSTAFA KEMAL kararını verdi:
-…”ANADOLUYA GEÇECEK VE MÜCADELEYE ATILACAKTI.”
MUSTAFA KEMAL,
16 MAYIS 1919 günü CUMA SELAMLIĞI ‘nı takiben ŞİŞLİ ‘deki evine dönecek, Annesi ve Kız kardeşine veda edecektir.
Annesi ZÜBEYDE HANIM ve hemşiresi MAKBULE Hanım yaşlı gözlerle uğurladılar.
Çünkü onun, “ANADOLU’YA TEFTİŞE DEĞİL, ÜMİTSİZ BİR MÜCCADELEYE ATILMAK İÇİN GİTTİĞİNİ BİLMEKTEYDİLER.”
MUSTAFA KEMAL’İN SAMSUN’A GİTMEK ÜZERE İSTANBUL’DAN AYRILDIĞI GÜNE İLİŞKİN EN ÇEKİCİ ANILARINDAN BİRİ DE KIZ KARDEŞİ MAKBULE ATADAN’A AİTTİR.
ATATÜRK, Şişli’deki evden, annesiyle ve kendisiyle vedalaşarak ayrılış sahnesini ATADAN, ATATÜRK ‘ün bir ölüm yıldönümü vesilesiyle şöyle anlatmıştı:
—“ŞİŞLİ’DEKİ EVDE ŞİMDİ MÜZE HALİNE GETİRMİŞ OLDUĞUNUZ ÜÇÜNCÜ KATTAN AŞAĞIYA HİÇ İNMEZDİM. AĞABEYİME GELEN MİSAFİRLERİ ADAMLARIMIZ AĞIRLARDI.
BUNDAN BAŞKA ATATÜRK ÇOK SIKI AĞIZLIYDI. ÇOCUKLUĞUNDAN BERİ CİDDİ VE DÜŞÜNCELİ OLAN TAVRI YAŞI İLERLEDİKÇE DAHA ÇOK İLERLEDİKÇE DAHA ÇOK ARTMIŞTI. EVİN İÇİNDE ÇOK KONUŞMAZ, ŞAKALAŞIP GÜLÜŞMEZDİ. DÜŞÜNCELERİNDEN PLAN VE PROJELERİNDEN BİZE BAHSETMEZDİ. BUNUNLA BERABER, O GÜNLERDE, KENDİSİNİN HER ZAMANKİNDEN DAHA BÜYÜK BİR HEYECAN İÇİNDE OLDUĞU SEZİLİYORDU. BEN BU HEYECANI BİRÇOK KİMSENİN MALTA’YA SÜRÜLMÜŞ OLMASINA YORUMLUYORDUM. AĞABEYİMİ DE BİR GÜN BURADAN ALIP MALTA ’YA GÖTÜREBİLİRLERDİ.
BUNDAN MI ÇEKİNİYORDU?
YOKSA BAŞKA BİR DÜŞÜNCESİ Mİ VARDI, O ZAMAN KESTİRMEK KABİL DEĞİLDİ. HÜKÜMET ERMENİ ÇOCUĞU ARAMAK BAHANESİYLE EVİMİZİ BİRKAÇ DEFA BASTIRMIŞTI. VE BİR GÜN, BANA BİR TABANCA VEREN AĞABEYİM:
-…”Bunu al… Ev taarruza uğrarsa, ilk içeri gireceklere ateş edersin, sonrada kendini öldürürsün,” DİYE TEMBİHTE BULUMUŞTU.
BUMÜTAREKE SENESİNDEKİ OSMANLI HÜKÜMETİNİN KENDİSİNE KARŞI BAZI ÖNLEMLER ALACAĞINDAN KUŞKULANDIĞINA DAİR BİR KANIT SAYILABİLİR.
YİNE BUGÜNLERDE BİR AKŞAM KENDİSİYLE KISACA KONUŞTUĞUMUZ SIRADA:
-…”Bana yeni bir görev teklif ediyorlar. Fakat almakta tereddüt ediyorum.” DEMİŞTİ.
BÜTÜN BU OLAYLAR ARASINDA, AKŞAM TOPLANTILARI SÜRMEKTE İDİ.
ARTIK İLKBAHARIN İLK GÜNLERİNİ BULMUŞTUK. ANNEM UZUN SÜREDEN BERİ KALBİNDEN HASTA İDİ VEYATAĞINDAN ÇIKMIYORDU.
BU SIRADA BİR GÜN ÖĞLEDEN SONEA YUKARIYA ÇIKAN AĞABEYİM BANA:
-…”Makbuş, DEDİ. Bu akşam eve kimse gelmeyecek. Ben annemin odasında yemek yemek istiyorum. Onun karyolasının karşısına bana bir yer sofrası hazırlattır.”
İSTEĞİNİ YERİNE GETİRDİM. MÜZE OLAN EVİN ÜST KATINDA, SOKAĞA BAKAN ŞAHNİŞLİ ODADAKİ ANNEMİN KARYOLASININ KARŞISINA BİR SOFRA KUDURDUM. ONA RAHATÇA OTURACAĞI GİBİ YERDE MİNDER HAZIRLATTIM. OLAY DAHA DÜN OLMUŞ GİBİ HATIRLIYORUM. ÖNÜNE KOYDUĞUMUZ VE BUGÜN BENİM HALA SAKLADIĞIM GÜMÜŞ TEPSİDE PATATES PÜRELİ ROSTO, ISPANAKLI YUMURTADAN İBARET BİR YEMEK VARDI.
ATATÜRK GELDİ, ANNEMİZİN ELİNİ ÖPTÜ, BENİM HATIRIMI SORDU VE MİNDERE BAĞDAŞ KURUP OTURDU. YEMEĞE İSTEKSİZ OLDUĞU HALİNDEN BELLİ İDİ. ZORLA ÇİĞNEDİĞ LOKMALARIN ARKASINI KESTİ, ELİNDEN ÇATALINI BIRAKTI. GÖZLERİ ALEV ALEV YANIYOR, ÇOK HEYECANLI OLDUĞU HALİNDEN BELLİ OLUYORDU.
BİRDENBİRE SÖZE BAŞLADI:
-…”Anne, ben yarın Anadolu’ya gidiyorum. Buraların hali belli değil! SELANİK nasıl elden gittiyse buralarda öyle olabilir. Ben kurtarmaya çalışacağım. Ne elimden gelirse onu yapacağım. Fakat bu işte tehlike çoktur. Hesapta ölmek, gidip gelmemek vardır. Bana hakkını helal et… Sen de bunları iyi dinle Makbuş, işler fenaya dönerse sakın buradan ayrılmayın. Bütün paranızı sarf ederseniz, paranız biterse, halılarınızı, kıymetli eşyalarınızı satarsınız. Bir kere daha söylüyorum: Ne olursa olsun yola çıkmaya kalkmayacaksınız. Başaramazsam zaten sizi öldürürler, o zaman elbet, ben de ölmüş olurum.”
BU BİZİM İÇİN HİÇ BEKLENMEDİK BİR DARBE İDİ. ONUN SÖZLERİNİ ANNE-KIZ BİR BARDAK ZEHİR GİBİ YUTMUŞTUK. BENİM BOĞAZIM KURUMUŞ, CİĞERLERİM SANKİ BİRBİRLERİNE KENETLENMİŞTİ. ANNEM ÇOK SEVDİĞİ MUSTAFA’SININ BU SÖZLERİNDEN DAHA BİR ÜZÜNTÜYE DÜŞMÜŞ VE HEMEN ŞİDDETLİ BİR KALP KRİZİ İLE SARSILMAYA BAŞLAMIŞTI.
BU ŞİDDETLİ KRİZ BİZE HER ŞEYİ UNUTTURDU.
ZAVALLI ANACIĞIMA NEFES ALDIRMAK İÇİN PENCERELERİ AÇTIK, KUCAĞIMIZDA ONU SOFAYA ÇIKARDIK. ATATÜRK, HEYECAN İÇİNDE SÖYLEDİĞİ SÖZLERİN YAPTIĞI ETKİYİ SİLMEK İSTERMİŞ GİBİ ANNEME:
-…”Anne, merak etme, bu kadar üzülmesin. Ben size en kötü ihtimali anlattım, başarmam ihtimali de kuvvetlidir. Tekrar buraya dönerim. Sizi yanıma aldırırım, üzülme,” DİYE AVUTMAYA ÇALIŞIYORDU.
DOKTOR RASİM FERİT VAKTİNDE YETİŞMEMİŞ OLSAYDI, O AKŞAM ANNEM ÖLEBİLİRDİ. SABAHA KADAR ONUNLA UĞRAŞTIK, ŞAFAK SÖKERKEN BİRAZ RAHATLAR GİBİ OLDU VE O ZAMAN DA ZATEN AYRILIK VAKTİ GELDİ.
ONDAN ULUSÇA SONSUZA DEĞİN AYRILDIĞIMIZ ANLARI DA YAŞAMIŞ OLMAK BİLSENİZ BANA NE KADAR ACI GELİYOR. KEŞKE, MÜTAREKE SENESİNDEKİ AYRILIK SON OLSAYDI, O KALSAYDI, BİZ ÖLSEYDİK DE, O SON O EN MÜTHİŞ, EN KORKUNÇ AYRILIK GÜNÜNÜ GÖRMESEYDİK.”
TEKRAR SUSTU VE GÖZLERİNİN YAŞINI SİLEREK SÖZLERİNE ŞÖYLE DEVAM ETTİ:
“ O VEDA DAKİKALARININ AYRINTILARI BELLEĞİMDE BÜTÜN CANLILIĞIYLA HALA YAŞIYOR. AĞABEYİM ANNEMİN YATAĞINA OTURDU. KOLLARIYLA ONU SARDI. ELLERİNİ VE YÜZÜNÜ ÖPTÜ.
-…”Anne bana hakkını helal et.” DİYORDU.
ANNEM ARTIK SAKİNLEŞMİŞTİ. GÖZLERİNDEN AKAN YAŞLAR HAYIR DUALARLA KIMILDAYAN DUDAKLARINA DOĞRU SÜZÜLÜYORDU. BEN HİÇBİR KELİME SÖYLEMEDEN, SÖYLEYEMEDEN BUGÜN ARTIK TARİHİ BİR AN HALİNE GELMİŞ OLAN O SARILIŞI ÜZÜNTÜYLE SEYREDİYORDUM.
AĞABEYİM, CİDDİ BİR YÜZLE ODADAN ÇIKTI. ONU HER GÜNKÜ GİBİ MERDİVEN BAŞINDAN SELAMETLİYORDUM. BANA ELİNİ UZATIP VEDA ETTİ. ONA BİR TEK KELİMECİK OLSUN SÖYLEMEK İSTİYORDUM. GÖZLERİMDE BİRİKEN YAŞLAR, GIRTLAĞIMI TIKLAYAN ÜZÜNTÜ BU ARZUMA ENGEL OLUYORDU. BÖYLE SESSİZCE KARŞI KARŞIYA DURURKEN GÖZLERİMİZ BİR AN BİRBİRİNE TAKILDI. ONA NASIL BAKMIŞIM BİLMİYORUM. BİRDENBİRE BANA DEDİ Kİ:
-…Bana niçin öyle bakıyorsun Makbuş?
NASIL BAKAYIM?
BU NE GİDİŞ, AĞABEY? SAVAŞA DEĞİL, GÖREVE DEĞİL, TERFİ EDEREK DEĞİL… CEVAP VERMEDİ. DUDAKLARI KISILMIŞTI. YALNIZ BAŞINI SAĞA SOLA SALLADI VE ADETA KOŞARCASINA MERDİVENLERDEN İNDİ.
İŞTE MUSTAFA KEMAL ‘İN İSTANBUL’DAN GİDİŞİ BUDUR. ANNEMİN HAYIR DUALARI, BENİM HIÇKIRIKLARIM VE MERDİVENLERDEN KOŞARCASINA İNEN ONUN AYAK SESLERİ.”
Meziyet NOYAN Hanım ise hatıratında bizlere o günü şöyle anlatır:
Mütarekenin bir kabus gibi yurdun üstüne çöktüğü günler idi. İSTANBUL Tepebaşı’nda Öjenidis’in evinde oturan Prenses ŞİVEKAR’a teyzemi görmek için sık sık gider haftalarca misafir kalırdım. Prenses çoğu akşamları özel davetler yapardı ve bu davetlerde MUSTAFA KEMAL PAŞA, RAUF Bey gibi tanınmış kişiler eksik olmazdı.
Bir sabah saat on bire doğru salonda Prenses ile oturuyordum. Teşrifatçı MUSTAFA KEMAL PAŞA ‘nın geldiğini haber verdi. On beş yaşında bir genç kızın duyacağı ürkek bir mahcubiyetle piyanonun bulunduğu köşeye çekildim. PAŞA içeriye doğru girerken beni görmemişti. Görmesine de imkan yoktu. Çünkü üzerinde yeşil bir örtü bulunan piyanonun arkası salona bakıyordu. Bu vaziyette bulunduğum yerden bir çocuk merakı ile onları gözetliyordum. Piyanonun bira ilerisindeki koltuklara Prenses ile karşılıklı oturdular. PAŞA ‘nın bu defa ki gelişinde her zamanki ziyaretlerinde olduğundan daha başka bir hal var gibi geldi bana. Evvela kapıya doğru seri bir bakış fırlattı. Sağ elini dizine dayayarak biraz eğildi. Gözlerinde adeta alev haline gelmiş yeşilimtırak çelik parıltılarla Prenses’e baktı ve işitilmekten çekinen yavaş bir sesle:
-…“SİZE ALLAHA ISMARLADIK DEMEYE GELDİM. ANADOLU’YA GİTMEM UYGUN GÖRÜLDÜ. DERHAL GİTMEK İÇİN EMİR ALDIM. FAKAT BEN BİLDİĞİNİZ GİBİ, ONLARIN BENDEN UMDUKLARI İŞ İÇİN DEĞİL, AKSİNE VİCDANIMDAN ALDIĞIM EMİRLE, YURDUN BAĞRINDAN DOĞACAK O BÜYÜK KURTULUŞ ATEŞİNİ TUTUŞTURMAK İÇİN GİDİYORUM”
İki gün sonra 19 MAYIS 1919’da MUSTAFA KEMAL PAŞA ‘nın Anadolu’ya geçtiğini duyduk. İşte şahidi olduğum bu hatıra, ATATÜRK ‘ün daha Anadolu’ya geçmeden evvel dehadan doğan bir ideali beslemekte bulunduğunu canlandıran kanıtlardan biridir. KAYNAK:ATATÜRK’ÜN İSTANBUL’DAKİ UZAK GÜNLERİ Niyazi Ahmet BANOĞLU S:55-56
ATATÜRK, 9. Ordu Kıtaatı Müfettişliği karargâh mensuplarıyla beraber akşamüstü Galata rıhtımından bir motorla Kızkulesi açıklarında demirli bulunan Bandırma vapuruna geçmiş, 16 MAYIS 1919 GÜNÜ SAAT 17.55’TE İSTANBUL‘DAN AYRILMIŞTIR.
Bandırma Vapuru İSTANBUL ‘u terk ederken ATATÜRK güvertede arkadaşlarına şöyle diyecektir:
-…”BUNLAR İŞTE BÖYLE YALNIZ DEMİRE, ÇELİĞE VE SİLAH KUVVTİNE DAYANIRLAR. BİLDİKLERİ ŞEY YALNIZ MADDE! BUNLAR HÜRRİYET UĞRUNA ÖLMEYE KARAR VERENLERİN KUVVETİNİ ANLAYAMAZLAR. BİZ, ANADOLUYA NE SİLAH, NE CEPHANE GÖTÜRÜYORUZ; BİZ İDEALİ VE İMANI GÖTÜRÜYORUZ!”
Gece Bandırma vapurunun Kaptanı İsmail Hakkı KARASU ‘ya gece şu direktifi verir:
-…”DÜŞMAN DEVLETLERİNİN HERHANGİ BİR VASITASININ GADRİNE UĞRAMAMAK İÇİN SAHİLE YAKIN BİR ROTA TUTUNUZ! ŞAYET KESİN TEHLİKE GÖRÜRSENİZ GEMİYİ KARAYA EN YAKIN SAHİLE OTURTUNUZ!”
Bandırma Vapuru, MUSTAFA KEMAL ve heyeti ile önce SİNOP ‘a uğramış, buradan kara yoluyla SAMSUN ‘a gitme olanağı olmadığından tekrar Vapur’a binilerek yola devam etmişlerdir. Gergin geçen yolculuğun ardından SAMSUN görünmüştür. Ve “19 MAYIS 1919 GÜNÜ SAAT 6.00’DA GEMİ SAMSUN LİMANINA DEMİR ATACAKTIR.”
19 MAYIS 1919 günü SAMSUN ‘a ayak basan MUSTAFA KEMAL derhal İSTANBUL ‘a istifasını gönderdi. Artık o ne Paşa ne de Ordu Müfettişi idi. Sadece bir TÜRK ‘tü.
Fakat girişeceği mücadelede muvaffak olmak için “MUHTAÇ OLDUĞUN KUDRETİN DAMARLARINDAKİ ASİL KANDA OLDUĞUNU BİLİYORDU.”
Yanındaki birkaç arkadaşı ile beş gün SAMSUN ‘da kalan MUSTAFA KEMAL yine bir sabah SİVAS ve ERZURUM Kongrelerini toplamak üzere HAVZA ‘ya doğru yola çıktı.
Büyük kahraman duyduğu ulvi hisleri gençliğe marş yaptığımız şu şarkı ile veciz bir şekilde ifade etti:
“DAĞ BAŞINI DUMAN ALMIŞ, GÜMÜŞ DERE DURMAZ AKAR, GÜNEŞ UFUKTAN ŞİMDİ DOĞAR, YÜRÜYELİM ARKADAŞLAR. BU GÖK, DENİZ NEREDE VAR? NEREDE BU DAĞLAR TAŞLAR? BU AĞAÇLAR, GÜZEL KUŞLAR, YÜRÜYELİM ARKADAŞLAR.”
Mücadele muvaffak olmuş, bir mucize yaratılmış ve nihayet Büyük Millet Meclisi kurulmuştur. Bu büyük Milletin Büyük Meclisi, kendisi için rütbesini atıp, paşalığını, terk edenleri unutamazdı ve unutmadı da. Bir toplantı yapan Meclis, 19 EYLÜL 1921 yılı günü ona GAZİ unvanını ve MAREŞALLİK rütbesini verdi. Fakat onun bize verdiği rütbe çok daha büyük. Göğsümüzü şerefleri gururla kabartıyor ve “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” diyebiliyoruz.
BİR BAŞKA YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALIN. EKSİKLİKLER BENİM FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR.
Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.