TRT2’de yayınlanmış olan, “Karlı Dağlardaki Sır” isimli belgeseli izlediğimde, tek kelime ile hayran kalmıştım. Kadim Türk Tarihi’ni merak eden, öğrenmek isteyen herkese, bu belgesel diziyi tavsiye ederim.
İlk bölümde, benim de özellikle merak ettiğim bir konu ile ilgili bir çizim vardı ; labirent..
Ön Türk kaya çizimlerini muhafaza eden Saymalıtaş’ta da bir labirent çizimi görmek heyecan vericiydi.
Dünya’nın hemen hemen her yerinde, bu labirent çizimleriyle karşılaşıyoruz. Ortak hafızanın ürünü olan bu labirent motifi neyi ifade ediyor diyerek, hatırı sayılır bir araştırma yapmıştım. Bu yazımda bunu aktarmak istiyorum..
İlk karşılaştığım sonuç ; labirent sembolü ile genel olarak anlatılan, batık kıta olarak bildiğimiz Atlantis’tir. Genlerdeki bilgi, geçmiş hafızası, mağaralara, kayalara kazınarak günümüze kadar gelmiştir. Platon “Atlantis Efsanesi”ni en derin aktaran kişidir muhtemelen. Ortasında yüksek bir kule olan, bir sıra deniz, bir sıra kara olarak, kabaca anlatabileceğimiz bir ada olarak tasvir ettiği, Tanrı Poseidon’a ve ailesine ait olan Atlantis, tam da kayalara çizilmiş labirentlere benzemektedir.
Atlantis, büyük sırrını halen saklamaktadır. Bir başka yazının konusu olacak şekilde derindir. O yüzden Atlantis’i burada bırakıp, labirent çizimlerine devam edelim.
Yakın tarihimizden bildiğimiz bir proje var ; Atatürk’ün “İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi”
Türkiye’nin tabandan kalkınması için hazırlanmış bir projedir bu. Atatürk tarafından 1937’de hazırlanmıştır. Projenin amaçlarından biri de, çağdaş ve çevreci bir köy yaratmaktır. Merkezden genişleyerek gelen, 4 sıralı daireden oluşmuş bir yerleşim alanı tasarlanmıştır. Bütünde, 43 sosyal yapı ve merkezde 1 anıt vardır. Proje bir labirenti anımsatmaktadır. Maalesef o dönem hayata geçirilemeyen bu proje, günümüzde, benzer olarak Aydın Atça’da uygulanmıştır.
Bunun dışında, labirent çizimlerini bazı kaynaklar “insan beyni” olarak yorumlamış, bazı kaynaklar ise “dinsel bir simge” olarak açıklamıştır.
Ben de, hemen hemen tarihin her döneminde, antik çağlarda var olmuş bu çizimlere, büyük bir ilgi duydum ve araştırma gereği hissettim. Birbirinden tamamen habersiz zamanlarda, habersiz nesiller, nasıl olur da, aynı sembolü kullanır. Üstelik bunlar sadece çizim de değil; yapı olarak da inşa edilmiş, iz düşüm olarak da…
İlgi ve sevgi ile takip ettiğim Nuray Bilgili, bir yazısında şöyle açıklamıştır bu çizimleri;
“Tanrı/Tanrıça’ya ulaşmak”
Türk şamanları, bu labirent sembolünü kutsal yol olarak anlamlandırıyor. Her bir çizgi , göğün katmanları ve gezegenler olarak açıklanıyor. Bu katmanları, çeşitli ritüeller ile geçen şamanlar, en önemli yıldıza ulaşıyor. Göğün merkezi sayılan Kutup Yıldızı… Tanrı/Tanrıça’nın kutsal mekânı olan bu yıldız çok önemli görülüyor.
Günümüz dizilerinden West World’un, sürekli tekrarlanan repliklerinden biri şöyledir “Labirent’i bulunca, oyun biter.” Aynı dizinin finalinde ise , Michelangelo’nun “Adem’in Yaratılışı” tablosu üzerinden, “Tanrı’nın, insan beyninde olduğu” ve tabloda bunun anlatıldığı iddia edilir.
Bazı kaynaklarca, labirent sembolünün, insan beyni olduğu iddiası, bu açıklama ile daha anlam kazanıyor sanırım.
Acaba Türk Şamanlar da, bunu mu anlatmaya çalışmıştı. Taşlara, mağaralara bunu mu yazmışlardı. Antik insanlar, şehirlerini, tapınaklarını bu yüzden mi labirent şeklinde inşa etmişlerdi.
Göğün katmanları yere mi aktarılmıştı? Kadim bilge Hermes, “Aşağıda olan, yukarıda olan gibidir. Yukarıda olan da, aşağıda olan gibidir. Ve birlikte, tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirirler.” derken, bunu mu kastetmişti.
Öyle ise, biz şimdi labirentin neresindeyiz!